14. Bölüm

Geçmişin gölgesinde

Ceyoo
yazan.bayan

Ersin’in Bakış Açısıyla;

Leyla’nın dükkanını ilk gördüğümde içimde bir ağırlık hissettim. Geçmişin gölgesi, peşimi bırakmayan pişmanlıklar... Burası onun hayaliydi. Kendine ait, geçmişin yükünden bağımsız, sıfırdan kurduğu bir hayat. Ama bu hayatta ben yoktum.

Elimi cebime soktum, adımlarımı yavaşlattım. İçerideydi. Yalnızdı. Yüzündeki ifadeyi görmek için pencerenin köşesine yaklaştım. O sandalyede oturmuş, elinde bir fincan kahveyle bahçeye bakıyordu. Ne düşünüyordu? Hâlâ içi sızlıyor muydu? Yoksa çoktan iyileşmiş miydi?

Bir zamanlar onun yanında olmam gerektiğini biliyordum. Ama yapamadım. Kendi korkularım, kendi çaresizliğim… Onu ellerimle kaybettim. Onu özlediğimi, onunla bir hayat kurmak istediğimi fark ettiğimde, artık çok geçti. Geri dönmek istedim. Ama nasıl?

Adım attım, ama durdum.

Leyla beni gördü. Bakışları donuktu, ama içinde bir şey vardı. Eski bir tanışıklık, belki de bitmemiş bir hikâyenin gölgesi.

“Ne yapıyorsun burada?” diye sordu. Sesi sakindi. Ne öfkeli ne de kırgın. Sadece sakindi.

Yutkundum. “Bilmiyorum,” dedim. “Sanırım… kendimle yüzleşiyorum.”

Gözleri bir an için değişti. O eski, güvendiğim bakışlar belirdi. Ama sonra hızla kayboldu.

“Yüzleşmek için biraz geç olmadı mı?” dedi.

Evet, belki de geçti. Ama bazı şeyleri ne kadar ertelesek de, sonunda kaçamıyorduk. Ben de kaçamıyordum.

“Eğer tekrar başa sarabilseydim, her şeyi farklı yapardım,” dedim.

Leyla başını çevirdi. “Ama saramazsın.”

O an anladım. Affedilmek bazen mümkün değildi. Geçmişi geri alamazdım, ama kendimi affetmem gerekiyordu. Çünkü içimde hâlâ onun için bir yer vardı. Ama o yer artık benim için ayrılmış değildi.

Ve belki de bu, en büyük ceza değil, en büyük dersimdi.

Leyla’nın Bakış Açısıyla;

Ersin’i karşımda görmek… Garipti. İçimde hiçbir şey kıpırdamıyordu. Ne öfke, ne kırgınlık, ne de o eskiden içimi kavuran sızı. Sadece bir boşluk.

Onun bana baktığını hissediyordum. Gözleri geçmişi arıyordu, ama ben o geçmişi çoktan geride bırakmıştım.

“Ne yapıyorsun burada?” diye sordum. Sesim sakindi. Hatta fazla sakindi.

Yutkundu. Sanki ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Oysa onun söyleyemediklerine artık ihtiyacım yoktu.

“Bilmiyorum,” dedi. “Sanırım… kendimle yüzleşiyorum.”

Yüzleşmek.

Bu kelimenin onun ağzından dökülmesi tuhaftı. Çünkü Ersin, her zaman kaçmayı seçen taraftı. Ben ona defalarca tutunmaya çalışırken, o bir gölge gibi kaybolup gitmişti. Şimdi burada duruyordu ve geçmişiyle yüzleşmek istediğini söylüyordu.

Ama geçmiş, telafi edilmezdi.

“Yüzleşmek için biraz geç olmadı mı?” dedim.

Gözlerinde bir şey değişti. O tanıdık hüzün belirdi, sonra hemen kayboldu. Eskiden olsa o bakışlar beni yumuşatırdı. Ama şimdi sadece bir anıdan ibaretti.

“Eğer tekrar başa sarabilseydim, her şeyi farklı yapardım,” dedi.

Başımı çevirdim.

“Ama saramazsın.”

İşte mesele tam da buydu. Zaman geri alınmazdı. Keşke’lerle yaşamak, geçmişe takılıp kalmak… Bunların hepsini ben de yapmıştım. Ama artık istemiyordum.

Onun varlığı, içimde derin bir boşluk yaratıyordu. Ama artık o boşluğu doldurmasını beklemiyordum.

Ona uzun uzun baktım. Bu kez ben sordum:

“Peki Ersin… Gitmeyecek misin?”

Çünkü benim gitmesine ihtiyacım vardı.

Leyla’nın Bakış Açısıyla (Devamı)

Ersin bir an duraksadı. Gitmeyecek miydi? Yoksa söylemek istediği başka bir şey mi vardı?

Gözleri benimkilerle buluştuğunda içinde bir kararsızlık gördüm. Bir adım attı, sonra durdu. İç çekti. “Sanırım… artık bunu senin cevabın olarak kabul etmeliyim,” dedi, sesi kısık ve yorgundu.

Hiçbir şey söylemedim. Söyleyecek bir şey de yoktu aslında.

Ersin, ceketinin cebine elini attı ve yavaşça bir şey çıkardı. O an nefesim kesildi. O hırka.

Ellerimin istemsizce yumruk olduğunu hissettim. O hırka… Yıllar önce bana ait olan, sonra ona geçen ve şimdi yeniden önümde duran o parça. Kendi elleriyle bana uzatırken gözlerinde geçmişin gölgesi vardı.

“Bu sende kalmalıydı,” dedi.

Baktım. O an ne hissettiğimi gerçekten bilmiyordum. Hırkaya, ona, geçmişimize… Hepsine yabancı gibiydim. Elimi uzatmadım.

“Bu sadece bir hırka değil, Ersin,” dedim. “Bu, senin bir zamanlar beni sevdiğinin kanıtıydı. Ama artık kanıtlara ihtiyacım yok.”

Sessizlik.

Ersin, elindeki hırkayı göğsüne bastırdı. Sonra yüzünde acı bir tebessüm belirdi. “Anlıyorum,” dedi. “Bunu hâlâ taşıyorum çünkü benim için hâlâ bir anlamı var. Ama senin için… geçmişte kalmış.”

Gözlerimi kaçırdım. Gerçekten geçmişte kalmış mıydı? İçimde bir yerlerde, bu vedanın düşündüğüm kadar kolay olmadığını biliyordum. Ama bazı şeylerin dönüşü yoktu.

Ersin, hırkayı yavaşça bir sandalyeye bıraktı. “Yine de burada dursun,” dedi. “Belki bir gün… ihtiyacın olur.”

Gözlerim istemsizce hırkaya kaydı. O an içimde bir şey kırıldı mı, yoksa gerçekten artık tamamen boş mu hissediyordum, bilmiyordum.

Ersin birkaç adım geri çekildi. Son bir kez bana baktı, sonra döndü ve yürümeye başladı.

Kapının eşiğinde durdu, hafifçe başını eğdi. “Hoşça kal, Leyla.”

Boğazımdaki düğümü çözüp bir şey söylemem gerekirdi. Ama kelimeler çıkmadı.

Sadece gözlerimle onu uğurladım.

Ersin kapıdan çıktığında, bahçeye yayılan rüzgârla birlikte hırka hafifçe dalgalandı. Bir zamanlar bana ait olan, sonra onu yıllarca sarmalayan ve şimdi yeniden yalnız kalan o eski hırka.

Bir adım attım. Sonra durdum.

Ve hiç dokunmadım.

 

 

Bölüm : 24.03.2025 15:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...