
"Yaralarımızı görmekten korkmayalım; çünkü iyileşmenin yolu, cesurca yüzleşmekten geçer."
Gökhan defterini kapattı, bana baktı.
Sesi her zamanki gibi sakindi ama gözleri fazlasıyla ciddiydi.
Gökhan:
"Özge, sana zor bir ödevim var. Babana ve Baran’a mektup yazmanı istiyorum. İçinde tuttuğun her şeyi… öfkeyi, sevgiyi, hayal kırıklığını… Hepsini. Yollamak zorunda değilsin. Ama yazmazsan bu yük hep içinde kalacak."
Sustum.
Kalem elimdeydi ama ellerim titriyordu.
Nereden başlayacağımı bilemiyordum
Ama sonra, kelimeler kendi yolunu buldu…
Babama Mektup
Baba,
Senin kızın olmak bazen gururdu, bazen yara.
Bana öğrettiğin tek şey güçlü olmak değildi…
Bazen susmak zorunda bırakıldım, bazen korkmak zorunda.
Küçüktüm…
Senin gölgen büyüktü.
O gölgenin altında üşüdüm, ama “kızım” dediğinde ısındım da.
İçimde hep o çelişkiyle yaşadım.
Baran’ı hayatımdan söküp atman… belki beni koruduğunu düşündün.
Ama bil ki, o gün sadece Baran’dan değil, kendimden de koptum.
Sen beni kaybetmek pahasına kazandığını sandın.
Ben hâlâ senin kızınım.
Ama içimde büyüyen o kırgınlığı yıllarca taşıdım.
Şimdi yazıyorum, çünkü bu yükü artık omuzlarımda taşımak istemiyorum.
Beni susturduğun her an, biraz daha uzaklaştım.
Şimdi ilk kez, kendi sesimle konuşuyorum.
Ve bu sefer, beni dinlemeni istiyorum.
Baran’a Mektup
Baran,
Senin gidişin bir kapının kapanması değildi…
Bütün ev yıkıldı üzerime.
Molozların altından çıkmaya çalışırken, bir daha dönmeyeceğini biliyordum.
Sana güvenmiştim.
Belki de kendimden çok…
O güvenin ağırlığı hâlâ omuzlarımda.
Beni parçalara ayırdın,
Ve hiçbirini toplamaya geri dönmedin.
Ama bil ki, o parçalar hâlâ burada…
Eksik, ama yaşıyor.
Bazen seni hâlâ sevdiğimi düşünüyorum.
Ama bu sevgi, içimde büyüyen bir yangın gibi…
Hem ısıtıyor, hem yakıyor.
Seni affetmek istiyorum.
Çünkü seni affetmeden kendimi de affedemem.
Ama gittiğin o gün, benden de bir parça götürdün.
Ve ben hâlâ o eksikle yaşamayı öğrenmeye çalışıyorum.
Kalemi bıraktığımda ellerim hâlâ titriyordu.
Gökhan sessizce mektupları aldı, katladı ve defterimin arasına koydu.
Gökhan:
"İşte bu, Özge… iyileşmenin ilk adımıdır. Kelimeler bazen yaralar, bazen de iyileştirir."
O an, ilk kez gerçekten hafiflediğimi hissettim.
Özge (derin bir nefes alır, bakışlarını Gökhan’dan çekmeden):
“Göndereceğim.”
Gökhan:
“Bundan emin misin?”
Özge:
“Evet. Çünkü artık beni yıkamazlar. Bu mektuplar, onların değil, benim özgürlüğümün başlangıcı olacak.”
Gökhan, sessizce gülümser.
“İşte bu… gerçek yüzleşme.”
Ertesi gün; postaneye vardığımda ellerim hâlâ titriyordu. İki mektubu zarflara koyarken içimde kopan fırtınayı kimse görmesin istedim.
Görevliye uzattığımda, zarflara göz ucuyla baktı ve hafifçe gülümsedi:
“Bunlar özel mektuplar mı?”
Başımı yavaşça salladım.
“Evet… Çok özel.”
Zarflar ellerinden kayıp gittiğinde, derin bir nefes çektim. Sanki uzun zamandır sırtımda taşıdığım ağırlığı biraz olsun bıraktım.
Şimdi geriye sadece beklemek kalıyordu. Beklemek ve belki de hayatımın ilk kez gerçekten değiştiğini hissetmek...
Mektupları yolladıktan sonra kaçış noktama gitmeye karar verdim.
Sahil kasabasındaki küçük evim, benim dünyamdaki sığınak gibiydi. Pencerelerde hafif tül perdeler vardı; denizden esen yumuşak rüzgar onları nazikçe dalgalandırıyor, içeriye huzurlu bir melodi taşıyordu.
Verandada eski bir sallanan sandalye duruyordu. Üzerinde hafifçe örtülmüş ince bir örtü vardı; saatlerce oturup denize bakmak için en sevdiğim yerdi.
Ufak tahta masada deniz kabuklarıyla süslenmiş bir kavanoz vardı, içinde deniz kumları ve küçük taşlar. Bu küçük anılar, bana hayatın basit ama değerli güzelliklerini hatırlatıyordu.
Duvara asılı eski bir yelkenci haritası ve el yapımı küçük bir ahşap tekne maketi vardı. Onlar, denizin sonsuzluğunu ve maceralarını evime taşıyordu.
Bahçemde lavanta kokuları ve küçük çiçekler etrafa yayıldı; doğanın bu sakin dokunuşu ruhumu rahatlatıyordu.
Geceleri, verandada yakılan küçük fenerler etrafa sıcak ve samimi bir ışık yayıyordu, yıldızlarla dolu geceye huzurlu bir eşlikçi oluyordu.
Penceremin hemen önünde, rüzgarın nazik dokunuşuyla yavaşça dönen bir rüzgar gülü asılıydı. İncecik iplerle birbirine bağlanmış deniz kabuklarından oluşan bu rüzgar gülü, her dönüşüyle denizin sessiz şarkısını bana fısıldıyordu.
Burada, dalgaların ritmiyle uyumlu bu küçük detaylar, hayatımın karmaşasından uzak, kendimle baş başa kalmamı sağlıyordu.
Burası sadece benim değil, geçmişimin de bir parçasıydı. Daha önce Baran’la birlikte gelmiştik buraya. O zamanlar, hayat çok daha farklıydı; umutlarımız, hayallerimiz vardı.
Beraber deniz kenarında yürür, deniz kabuklarından rüzgar gülünü birlikte yapmıştık. O anlar, hem en saf mutluluklarımızı hem de en derin bağlarımızı simgeliyordu.
Şimdi ise yalnızdım; ama o anıların sıcaklığı, kalbimi hafifletiyor, güç veriyordu.
Burada, geçmişle yüzleşip geleceğe cesaretle bakmak için kendime izin veriyordum. Burası benim kaçış noktamdı.
Arabanın camından dışarı baktım. Sahilin mavi sonsuzluğu önümde uzanıyordu; hafif esen rüzgar saçlarımı nazikçe savuruyor, denizin tuzlu kokusu ciğerlerime doluyordu. Kulağımda “Say Something”un yumuşak akorları çalıyordu.
Her notası, içimdeki karmaşayı ve kırgınlığı hafifçe sarıyor, yumuşatıyordu. Şarkının sözleri, yıllardır içine attığım sessiz çığlıkların dışa vurumu gibiydi; “Say something, I’m giving up on you…”
Denizin dalgalarının ritmiyle birleşen o nağmeler, geçmişin yükünü biraz olsun hafifletiyordu. Her kilometre, hem uzaklaşıyor hem de kendime biraz daha yaklaşıyordum.
Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Bu yolculuk sadece bir yer değiştirme değildi; içimdeki fırtınayla yüzleşmenin, kendimi özgür bırakmanın ilk adımıydı.
Denizin enginliğinde kaybolurken, yola devam ettim. Gelecek ne getirirse getirsin, artık saklanmayacaktım. Artık susmayacaktım.
Baran'ın dilinden;
Kapım hafifçe çaldığında kalbim beklenmedik bir hızla attı. Tereddütle kapıyı araladım. Karşımda, elinde küçük bir zarf ve kalemle duran posta görevlisi vardı.
“Bir mektubunuz var, lütfen şurayı imzalayın,” dedi nazikçe.
Zarfı elime aldığımda parmaklarım hafifçe titredi. Ne olduğunu bilmiyordum ama içimde tuhaf bir korku ve merak karışımı vardı.
O an, hayatımın kapısının önünde durduğumu hissettim.
Zarfın üzerindeki adı görünce kalbim aniden hızlandı: “Özge Bayrak…”
O üç kelime, yüreğimde dalgalar gibi büyüdü. Heyecan ve korku birbirine karıştı, ellerim biraz titredi. Mektubu açmadan önce derin bir nefes aldım, gözlerimi kapattım.
“Acaba ne yazıyor?” diye düşündüm.
Sayfaları açtığımda, kelimelerin sadece kağıt üzerinde değil, ruhumun en derinlerinde iz bırakacağını bilmiyordum.
Sayfaları okudukça kalbim sıkıştı, her kelime bir bıçak gibi saplanıyordu içine. Özge’nin sözleri, yıllardır gizlediği kırgınlıkları, hayal kırıklıklarını ve acıyı olduğu gibi açığa vuruyordu.
“Beni kaybetmek pahasına kazandığını sandın...”
O satır, zihnimde tekrar tekrar çınladı. Kendi kendime itiraf etmek zorundaydım; yaptığım hataların yükü üzerime çökmüştü.
Ama aynı zamanda, mektubun içinde bir umut da vardı. Özge, beni affetmek istediğini yazmıştı. Bu, imkansız gibi görünen bir kapının aralık kaldığını hissettirdi.
Bir yandan pişmanlık ve suçluluk, diğer yandan yeni bir başlangıç arzusu kalbimi kemiriyordu.
Mektubu dikkatlice katladım, gözlerim doldu ama bu kez farklı bir his vardı içimde: yeniden bağlanma ihtimali, affetme gücü.
“Belki de şimdi, gerçek yüzleşme zamanı...” diye fısıldadım kendi kendime.
Özge'nin babası'nın dilinden;
Mektubu elime aldığımda, üzerinde yazan adı okuyunca içimde garip bir sarsıntı hissettim: "Özge Bayrak…"
Satırları okumaya başladıkça kalbim sıkıştı. Her kelime, yıllardır gizlediğim korkuları, pişmanlıkları ve kırgınlıkları ortaya döküyordu.
“Beni susturduğun her an, biraz daha uzaklaştım.”
O cümle beni derinden yaraladı. İçimde biriken öfke patlamaya hazırdı ama bir yandan da kızımın hissettiklerini anlama çabası vardı. Yutkundum ve derin bir nefes aldım.
“Susmak benim koruma biçimimdi,” diye düşündüm. “Onu korumak için susturdum, çünkü dünya çok acımasızdı.”
Ama kızımın mektubundaki kırgınlık, beni hırpalıyordu.
Öfkemle kırgınlığım arasında gidip gelirken, ellerim titredi. Gözlerim doldu ama bunu göstermek istemedim. Sert bir sesle fısıldadım:
“Ben senin babanım… Elimden gelenin en iyisini yapmak istedim.”
Kelimeler boğazımda düğümlendi. Yıllar boyunca içine atılan bu yükün büyüklüğünü şimdi daha net gördüm.
Bir an durdum, sonra kendi kendime söyledim:
“Belki de artık susma zamanı geçti. Kızımla gerçek yüzleşmenin zamanı geldi.”
Mektubu usulca katladım ve masaya bıraktım. İçimde fırtınalar kopsa da, bu yüzleşmenin kaçınılmaz olduğunu biliyordum.
“Mektuplar gönderildi, kelimeler havada asılı kaldı. Şimdi beklemek vardı. Beklemek, geleceğin ne getireceğini görecek cesareti toplamak... Ve belki de hayat, en beklenmedik anlarda yeniden başlar.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 779 Okunma |
410 Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |