Akşam yine uyuyamadım. Gözlerimi kapattım, ama bir türlü uykuya dalamadım. Zihnimin içinde her şey birbirine karışıyordu. Ne yapmam gerektiğini, nereye gitmem gerektiğini bilmiyordum. Kalbimdeki boşluk, her geçen dakikada daha da büyüyordu. Sanki bir şeyler eksikti, ama ne eksikti? Bunu çözmeye çalıştım, ama cevaplar hiç gelmedi.
Gözlerim sabahın ilk ışıklarıyla ağır ağır açıldığında, içimdeki huzursuzlukla uyandım. Gecenin karanlığı, gündüzün ışığında bir türlü kaybolmadı. Sanki o gece, hep içimde bir yerlerde saklı kalacak. Her şeyin sona erdiğini düşünmüştüm ama bir şekilde bu his, bir türlü peşimi bırakmadı.
O kadar yorgundum ki, ama aynı zamanda başımda bir sis vardı. Hızla kalkıp, işe koyuldum. Gün, her zamanki gibi geçmeye başladı. Ama içimde, o boşluk, o huzursuzluk devam ediyordu. Belki de bu duyguyla yaşamayı öğrenmeliyim. Hadi bakalım, bugün de böyle geçsin, diyordum içimden. Bir gün, belki, her şey netleşir. Ama şimdilik sadece hayatta kalmakla yetinmek zorundayım.
Ne hakla hala daha kapıma geliyordu? Her şey bitmişti, değil mi? O anı hatırlıyorum; gözlerim hala o kadar taze, o kadar net ki… Benimle hiç ilgisi yoktu, her şey ondan yana bitmişti, ama o yine de ne hakla gelip beni buluyordu? Her seferinde bir bahane, bir açıklama… Bir şeyleri düzeltmeye mi çalışıyordu, yoksa sadece benden bir şey almak mı istiyordu?
Kapı çaldığında içimden geçirdiğim şeyler, dilimde söyleyemediklerimdi. Belki de o an her şeyi sonsuza kadar bitirebilseydim, içimdeki bu soruları sormak zorunda kalmazdım. Ama bir şekilde o çalan kapı, bir şekilde o ses, hala bende yankı yapıyordu. Ne hakla?
Yanıtını bilmediğim, cevabını hiç duymayacağım bir soruydu bu. Ama yine de durmam gerekti, kapıyı açmam gerekti. Neden mi? Çünkü bir zamanlar bana ait olan her şey, bir şekilde bana geri dönüyordu. Ama ben artık aynı Leyla değildim.
Sabah kalktığımda Selin kahvaltı hazırlıyordu. İçeri girdiğimde, mutfaktan yayılan kahve kokusu beni biraz olsun kendime getirdi. Bir anda sanki dünya biraz daha yavaşladı, biraz daha normalleşti. Ama hislerim yine aynıydı, içimdeki o boşluk, o huzursuzluk, bir an olsun gitmiyordu.
Selin, her zaman olduğu gibi gülümseyerek beni karşıladı. Ama ben, ona gülümsesem de gözlerim aynı şekilde donuktu. O an bir şeylerin değiştiğini fark ettim; ben, Selin’i de eski Leyla’yı da artık çok uzakta hissediyordum. Her şeyin kaybolmuş gibi olduğu bir dünyada yaşıyordum. O kadar uzak, o kadar yabancı hissediyordum ki, içinde bulunduğum her şeyle bağ kurmak zorlaşıyordu.
“Bugün nasıl hissediyorsun?” dedi Selin, bana bakarak. Gözleri kaygılıydı, belki de ne düşündüğümü anlamaya çalışıyordu. Ama ben ne hissediyordum ki? Ne hissettiğimi bile bilmiyordum. Sadece her şeyin bir yıkıntı olduğunu, her şeyin içinde bir eksiklik olduğunu hissediyordum.
“İyi,” dedim, o an ne dediğimi de bilmeden. İyi olmak zorundaydım, değil mi? İnsanlar iyi olmak zorundaydı. Gülümsemek, normal olmak, yaşamak… Bazen bu da yeterli oluyordu. Ama içimdeki boşluk, sanki her geçen dakika daha da büyüyordu.
Selin, kahvaltıyı hazırlamaya devam etti. Ben ise ona bakmakla yetindim. Belki de bu anın bir şekilde benden kaçan bir anlamı vardı. Ama şu an sadece hayatta kalmakla yetiniyordum. Yavaşça oturdum, kahvaltı sofrasının etrafında.
Her şeyin bitmiş olduğunu düşünüyordum, ama bir şekilde bu hayal kırıklığına da alışmam gerekmiş gibi hissediyordum. O kapı çaldığında, belki de her şey bir kez daha değişebilirdi, ama ben bunu istemiyordum. Değişmemeliydi. Ama o günden sonra her şey farklıydı. Artık ben, eski ben değildim.
Biliyor musun? Selin dün gece kapıya geldiğinde, Ersin de alkolüydü. O kadar net hatırlıyorum ki… Kapının önünde durup, Selin’e ne kadar korktuğumu söylemiştim. O an ne yapacağımı, nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum. Çünkü, o kapı, Ersin’in adını duymak, her şeyin yeniden başlaması gibi hissediliyordu. Ama ben istemiyorum, gerçekten istemiyorum. Ne hakla geliyordu? Ne hakla?
Leyla’nın şaşkınlıkla suratına baktı buna inanamıyorum canım .
Telefonuma mesaj geldi mesaj Ersin dendi.
“Selin, Leyla ile olan her şeyin bitmiş olmasına rağmen, içimde bir şeyler hala devam ediyor. Onu unutmak, bir şekilde hep eksik hissediyorum. Ne kadar çaba göstersem de, bu hislerden kaçamıyorum. Belki de ne kadar istesem de, onu seviyorum ve bu hislerin önüne geçemiyorum. Konuşmamız gerek.”
Leyla’nın şaşkınlıkla suratına baktığını gördüm. Buna inanamıyorum, canım.
Telefonuma bir mesaj geldi. “Ersin” yazıyordu.
“Selin, Leyla ile olan her şeyin bitmiş olmasına rağmen, içimde bir şeyler hala devam ediyor. Onu unutmak, bir şekilde hep eksik hissediyorum. Ne kadar çaba göstersem de, bu hislerden kaçamıyorum. Belki de ne kadar istesem de, onu seviyorum ve bu hislerin önüne geçemiyorum. Konuşmamız gerek.”
Gözlerim telefon ekranında gezinirken içimde bir şeyler fırtına gibi esmeye başladı.
Hızla mesajı silip, bir nefes aldım. Leyla’ya baktım. Bu kez sessiz kalamayacağımı biliyordum.
“Ersin, ne hakla böyle bir mesaj atıyorsun?” dedim, sesimdeki öfke ve keskinlik belki de hiç bu kadar belirgin olmamıştı. “Leyla’nın hayatına girip, onu bir kenara bırakıp sonra dönüp dönüp gelmeni mi bekliyorsun? Ne hakkın var ona zarar vermeye, yeniden kanatlarını kırmaya?”
Selin’in sesindeki öfke, Leyla’yı savunma içgüdüsüyle birleşiyordu. Gözlerim Ersin’in mesajı yüzünden daha da kararmıştı.
“Leyla’yı daha fazla üzmene izin vermeyeceğim, anladın mı?” diye devam ettim, adeta boğazımda yankı yaparak. “Kendi bencil duygularınla onun hayatını mahvetmene izin vermeyeceğim. İyi olduğunu söylediği her anı sana rağmen ayakta kalmaya çalıştığı, buna rağmen nefes alıp devam ettiği zamanları... Sen ne hakla tekrar gelip, onu yeniden yerle bir etmeye çalışıyorsun? Başka biri sana ne kadar üzülseydi, aynı şeyi yapar mıydın?”
Telefonu bir kenara koydum, gözlerim Ersin’in yaptıklarını bir kez daha ondan çıkarma hissiyle dolmuştu.
“Leyla’yı tekrardan böyle bir karmaşaya çekmeni asla kabul etmiyorum, Ersin. Bir daha yapma.”
Kahvaltıdan kalktım, üzerimi değiştirdikten sonra sabahın o yumuşak ışığına karşın içimdeki boşluk bir türlü gitmiyordu. Havanın serinliği, belki de ruh halimi biraz olsun hafifletir diye düşündüm ama yine de bir şey eksikti. Üzerime şık ve rahat bir görünüm yapmaya karar verdim. Üzerime derin V yaka yeşil bir triko kazak, yüksek bel siyah pantolon ve ince topuklu botlarımı giydim.
Güne başlamaya çalışırken, her şeyin ne kadar sığ olduğunu, ne kadar yabancılaştığını fark ettim.
Selin mutfaktan çıkarken bana bakıp, “Bugün ne yapmayı planlıyorsun?” diye sordu. Ama o an, ne yapacağımı ya da nasıl hissettiğimi söylemek için kelimeleri bulamadım. “Biraz dışarıda vakit geçirebilirim,” dedim, ama içimden geçen düşünceler başka bir yere sürükleniyordu.
Hiç tasarımlarıma devam etmem gerekiyor. İçimdeki boşluğu bir şekilde doldurmanın, bu anlamsız duygulara bir anlam vermenin tek yolu gibi hissediyorum. Yine de, ellerim masanın üstünde, çizim defterime baktıkça, her şeyin ne kadar eksik olduğunu fark ediyorum. Her çizgi, her renk bir parça daha kaybolmuş gibi… Bir şeyler yapmak istiyorum, ama içimdeki o boşluk, o kararsızlık her şeyi zorlaştırıyor. Yine de, tasarımlarım bana bir yol gibi görünüyor. Belki bu, kendimi bulmamın bir yoludur, diye düşündüm.
İçimdeki sessizlikle baş başa kalırken, kalbimdeki yıkık dökük duygularla bir mücadeleye başlamalıyım. Bunu yapmak zorundayım. Tasarımlarım, bu dağılmış dünyada bir şeyleri bir arada tutmak için bir çare olabilir. Bir şekilde, içinde kaybolduğum her şeyin gerisinde bir anlam, bir umut bulmam gerek.
Evet, bir şeyler yapmalıyım. Tasarımlarımda kaybolmak, belki de beni gerçekten bulmanın yoludur.
İş yerine vardım, ofisin kapısını açarken sessizliğin içimi sardığını hissettim. Her şey aynıydı, ama hiçbir şey eskisi gibi değildi. Derya henüz gelmemişti. Ofisin köşesinde duran makinenin sesini duydum ve otomatik olarak kahvemi hazırladım. Fincanı alırken, kahvenin sıcağını avuçlarımda hissediyorum. Kendime bir an, sadece kendim için bir şey yapma izni veriyorum.
Kahvenin kokusu ofise yayıldıkça, bir nebze olsun rahatlıyorum. Ama bu rahatlık uzun sürmüyor. İçimdeki boşluk yine orada, her şey gibi sürekli bir eksiklik var. Derya gelene kadar, biraz olsun bu sessizliğe sığınmak istiyorum. Yavaşça oturdum, kahvemi yudumlarken düşüncelerim arasında kayboluyorum. Ama o kaybolmuşluk bile, içimde bir şeylerin hâlâ eksik olduğunu hissettiriyor. Yine de, bugünü atlatmak zorundayım.
Çizim defterimi aldım ve çizim yapmaya başladım.
Kumaşı şifon . Doğal, sade, dokunduğunda İzmir’i hissettiriyor. Koyu mavi... Ne gece kadar karanlık ne de gündüz kadar açık. Tam Ege’nin mavi tonunda. A kesim elbise ince askılı olsun göğüs kısmını kalp yaka istedim çünkü ben özgür hissetmek istiyorum. Tıpkı İzmir gibi, kalıplara sığmayan...
Bel kısmına ince bir kemer koydum. Üzerine zeytin dalı işlettim. Dedemin bahçesini anımsatıyor bana. O kemer, sadece bir aksesuar değil, köklerim. Ve eteğin ucuna minik beyaz dikişlerle Sakız desenleri ekledim. Rüzgârın hafif dokunuşu gibi…
“Bu elbiseye ‘Mavi Kıyı’ adını verdim. Çünkü İzmir’in kıyısında yürürken, rüzgârın saçlarıma karıştığı o ilk sabah geldi aklıma... İçimdeki karmaşaya inat, deniz ne kadar sakindi.
Ama en sevdiğim detay? Sol göğüs hizasında, neredeyse görünmeyecek kadar zarif işlenmiş harfler: ‘L.A.’
Benim hikâyem, benim dikişim.”**
Kapı açıldığında, ofisin sessizliğini birden bozan o ses… İçeriye girdiğimde Leyla’yı masasında buldum, etrafında hiç ses yoktu. Her şeyin sanki ağır, yavaş aktığı bir dünya vardı. Leyla hep böyle, bir şekilde kendi içine çekilmiş, bir şeyleri derinden hissetmeye devam ediyordu. Bugün de öyleydi.
Odaya adım attığımda, başını kaldırıp bana gülümsedi. Ama o gülümseme, her zamanki gibi değildi. Kocaman bir boşluk vardı gözlerinde, sanki o gülüşle bir şeyleri saklıyordu. Ne kadar güçlü olmaya çalışsa da, içindeki kırılganlık her halinden belliydi.
“Günaydın,” dedim, yürürken kahve kokusuyla havayı dolduruyordum. Yavaşça ona doğru yaklaşıp masasına oturdum. “Bir şeyler çiziyorsun, ha? Ne yapıyorsun bakalım, çok merak ettim.”
Leyla’nın gözleri çizim defterine kaydı, bir an için cevap vermedi. Sadece derin bir nefes aldı, sonra “Mavi Kıyı” adında yeni bir elbise tasarımı olduğunu söyledi. Sözlerinde bir huzur vardı, ama yüzündeki o derin boşluk hâlâ geçmemişti.
“Ne kadar anlamlı,” dedim, parmaklarım masanın kenarına hafifçe vururken. “İzmir, mavi tonları… Sadece tasarımı değil, hikâyeni de duyuyorum. Ama Leyla… Bugün nasılsın?”
İçimden geçen soruyu sormam gerektiğini hissediyordum. Çünkü Leyla’yı o kadar iyi tanıyordum ki, bazen bir kelime bile söyledikten sonra duygularını okuyabiliyordum. Ve şu an, içinde bulunduğu o ruh halini çözmeye çalışıyordum.
Leyla başını hafifçe eğdi, kahvesinden bir yudum aldı. Biraz sessiz kaldı, ardından “İyi,” dedi. Ama sesindeki boşluk, her zamankinden daha derindi. “Bazen… bazen her şey çok yabancı geliyor.”
Derya olarak, ona hep güç vermek istemiştim. Leyla ne kadar maskesini takmaya çalışsa da, onu tanıyordum. Gözlerinin derinliklerinde neler olup bittiğini görmek zor değildi. Ama bu kez, hissettikleri bana da zor görünüyordu.
“Elbise tasarımında kendini buluyor musun?” diye sordum, ona güven vermek için yumuşak bir sesle. “Bazen bir şeyleri dışa vurmanın en iyi yolu, ellerimizle yaratmak olur. Belki de bu tasarımlar, senin içindeki bozukluğu bir nebze olsa da düzeltir.”
Leyla, bana baktı. “Belki de,” dedi. “Ama her çizgiyi attığımda, bir şey eksik gibi hissediyorum. Sanki hep bir şeyler kayboluyor… Bu tasarımda da kaybolduğum bir şey var.”
“O kaybolduğun şey nedir?” diye sordum, yavaşça yaklaşarak.
Leyla derin bir iç çekti, sonra “Bilmiyorum,” dedi. “Bir eksiklik var. Ve bu boşluk, ne kadar çaba göstersem de bir türlü kapanmıyor.”
Duygularını daha fazla bastırmak istemedim, çünkü biliyordum ki, Leyla’nın içindeki boşluğu tek başına doldurması mümkün değildi. Yavaşça kolunu masaya koyarak, “Leyla, hep güçlü olmanı istiyorum ama sen de insan’sın. Bu kadarını yüklenmek zorunda değilsin.” Dedim.
Bir süre sustu, sonra bana minik bir gülümseme gönderdi. “Teşekkür ederim, Derya. Bazen sadece birine ihtiyaç duyduğumu hissediyorum, ama o kişi kim bilmiyorum.”
“Belki de o kişi, bir zamanlar seni tanıyan, hala tanımaya devam eden kişidir.” Diye ekledim, gözlerine bakarak. “Senin bu yolculuğunda yanında olacağım, Leyla. Her ne olursa olsun, seni destekleyeceğim.”
Leyla, bir an sessiz kaldı. Sonra başını kaldırıp çizimlerine geri döndü. Ama o anda, daha önce duymadığı bir güç vardı sesinde. O güç, her şeyin eksik olmasına rağmen, bir şeylerin doğru olduğunu hissettiriyordu.
Leyla’nın sessizliği, bir süre sonra kırıldı. Ama bu kez ne korku, ne de kaygı vardı. Yüzündeki o eski, tanıdık ifadenin yerini bir güven almıştı. “Bazen zor olabiliyor,” dedi, gözleri hala çizimlerinin üzerinde ama sesinde bir dinginlik vardı. “Ama belki de yalnız değilim, değil mi?”
Yavaşça başımı salladım. “Hayır, kesinlikle yalnız değilsin. Hem her zaman yanındayım, her adımda. Bunu unutma.”
O an, Leyla’nın gözlerinde bir parıltı belirdi. Sanki yıllardır içinde biriken her duyguyu serbest bırakıyormuş gibiydi. Gözlerindeki bu değişim beni şaşırtsa da, bir o kadar da huzur verdi. “Teşekkür ederim, Derya. Gerçekten… bazen içimdeki boşlukla başa çıkmak zor oluyor, ama senin yanımda olduğunu bilmek bana güç veriyor.”
“İçindeki boşluk, zamanla kaybolacak,” dedim, ona güven veren bir ses tonuyla. “Ve bu yolculukta yalnız kalmadığını bilmen gerek. Hem unutma, senin gibi güçlü biri, her zaman bir çıkış yolu bulur.”
Leyla başını hafifçe eğdi, derin bir nefes aldı ve bir süre sessiz kaldı. Sonra, defterindeki çizimlere yeniden göz attı, ama bu sefer daha dikkatli bir şekilde. “Buna inandığımı hissediyorum,” dedi. “Zamanla, belki de kaybolan parçalar yerli yerine oturur.”
Gözlerimden kaçmadı, artık çizdiği tasarımlarında bile bir değişiklik vardı. Fırçaları daha sağlam, çizgileri daha netti. Sanki Leyla, hem ruhsal hem de fiziksel olarak bir yenilenme sürecindeydi. O an, her şeyin aslında doğru yolda olduğunu hissettim.
Bir süre sessiz kaldık, ama bu sessizlik önceki gibi değildi. Şimdi bir uyum vardı aramızda. Bir şeylerin farklılaşmaya başladığı anı hissedebiliyordum.
“Bir şeyler değişiyor,” dedim sonunda, “ve senin için de iyi olacak. Bunu hissediyorum, Leyla.”
O gülümsedi. “Biliyorum, Derya. Artık geçmişin yükünden kurtulmaya başlıyorum. Belki de bunu yapmanın zamanı gelmiştir.”
Zamanla, Leyla’nın içindeki boşluk daha da daralmaya, sonunda yok olmaya başladı. Ve bu değişim, her şeyin daha parlak, daha umut dolu bir hale gelmesini sağladı. İleriye doğru atılan her adım, geçmişin karanlık izlerini silip götürüyordu.
O an, Leyla’yla aramızda başka bir bağ oluştu. Bir arkadaşlık, bir anlayış, bir destek. Ne olursa olsun, birbirimize sahip olduğumuzu biliyorduk. Ve belki de en önemlisi, Leyla nihayet kendisini bulmaya başlamıştı.
Gizli Bahçe’nin kapısından girdiğimde, içeriye sızan ışıklar, mekanın karanlık köşelerini aydınlatıyordu. Her şey sakin ve huzurluydu, ama içimde bir gariplik vardı. O gece olanları düşündüm. Leyla’yı kırdığımı, onu o kadar çok ittiğimi… Üzülmüştüm, gerçekten üzgündüm. Ama her şey o kadar karmaşıktı ki, söylediklerimle hissettiklerim arasındaki farkı anlamak bile zordu.
Leyla’yı gördüm. Yavaşça ona doğru yürüdüm. Birkaç adımda, Leyla’nın gözlerindeki o soğuk bakışı fark ettim. Gözlerinde hâlâ bir kırgınlık vardı ama aynı zamanda bir belirsizlik de vardı. O gece söylediklerimle ona daha fazla zarar vermek istemediğimi düşündüm, ama yine de onunla bu şekilde yüzleşmek zorundaydım.
Yanına yaklaştım, ama adım atmaya cesaret edemedim. Aramızda bir mesafe vardı, ama bu mesafe sadece fiziksel değildi. İçsel bir boşluk vardı, ve ben bunun sorumlusuydum. “Leyla,” dedim, sesim titreyerek, “Dün gece olanlar için üzgünüm.”
Evet, gerçekten de o anın ağırlığını hissettim. Leyla’ya baktım, gözlerinde bir kırgınlık vardı, ama aynı zamanda bir belirsizlik de... “Leyla,” dedim, sesim titreyerek, “Seni kırdım. Bunu kabul ediyorum. O gece, her şeyin kontrolden çıkmasına izin verdim. Ama lütfen unutma, seni sevmediğim için değil. Seninle ilgili duygularım her zaman gerçekti, ama ben de kendi içimde kayboldum.”
Leyla, başını hafifçe eğdi ve gözlerini benden kaçırdı. Sessizlik uzun sürdü, her kelime birbirinin ardına ekleniyordu, ama ikimizin de duyguları biraz daha berraklaşıyordu.
“Ersin, yaşadıklarımızdan sonra içimde çok derin kırıklar oluştu. Bunu sana açıkça söylemek, belki de hepimizin iyiliği için doğru olurdu. Bunu asla sana zarar vermek için söylemiyorum, sadece kalbimdeki bu acıyı paylaşmak istiyorum. Seninle yaşadıklarım beni çok yıprattı.”
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
568 Okunma |
356 Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |