
İki gün önce, rüzgârın denizi hırçınlaştırdığı bir akşamüstüydü. Leyla, yeni atölyesindeki kumaşları düzenlerken arka planda açık kalan televizyondan yükselen haber sesi kulaklarını doldurdu.
> “Genç tasarımcı Özge Bayrak, bu sabah saatlerinde geçirdiği trafik kazasında ağır yaralandı. Olay, İzmir sahil yolunda meydana geldi. Aracın, direksiyon hâkimiyetini kaybetmesi sonucu refüje çarparak takla attığı bildirildi. Özge Bayrak, ambulansla hastaneye kaldırıldı. Durumu ciddiyetini koruyor…”
Leyla, elindeki kumaşı yere düşürdü. Gözleri büyüdü, yutkundu ama boğazındaki düğüm geçmedi. Ne hissedeceğini bilemedi. Bir zamanlar ona acı çektiren bu kadının başına gelenler karşısında içine yayılan sessizlik, bir çığlık gibi yankılandı içinde.
Derya içeri girdiğinde, Leyla hâlâ ekranın karşısında hareketsizdi.
— Duydun mu? Özge…
— Evet, dedi Leyla kısık sesle. Duydum. Ama hissetmiyorum.
Geçmişin hesaplaşmaları, şimdi kaderin başka bir oyunuyla başka bir boyuta taşınıyordu. İnsan bazen neye üzülüp neye üzülmeyeceğini bilemezdi. Leyla da tam o noktadaydı.
Telefonu çaldı. Ekranda “Ersin” yazıyordu.
— Açmayacak mısın?
— Açacağım. Ama önce şu haberin yankısı bir geçsin içimden.
O akşam, Leyla bir karar verdi. Bu olaydan sonra ne intikamı ne de acıyı taşıyacaktı üzerinde. Onun tek silahı artık sadece işi ve kendi ayakta kalışı olacaktı.
İki gün önce akşam haberlerinde geçen o kaza haberi, Leyla’nın içinde tuhaf bir boşluk yaratmıştı. Özge Bayrak, genç yaşında moda dünyasında sivrilen bir tasarımcıydı ve Leyla’nın en büyük rakibiydi. Fakat rakipliğin ötesinde, aralarında çözülememiş, yarım kalmış birçok şey vardı. Haber biter bitmez gözleri, bir zamanlar Özge’nin çalıştığı masaya ilişti. Şimdi boştu. Sanki biri zamanı orada durdurmuştu.
O sabah Leyla, Gizli Bahçe’nin atölyesinde Derya’yla eski evrakları düzenlerken, tozlu kutulardan biri yere düştü. Kutunun içinden çıkan eski notlar ve karalanmış eskizlerin arasında dikkatini çeken sararmış bir zarf oldu. Üzerinde eski bir tarih ve sadece bir isim yazılıydı:
“Baran’a…”
Leyla mektubu Derya’ya gösterdi. Mektubu birlikte açtıklarında, Özge’nin yazdığı duygusal satırlar onları sessizliğe gömdü. Satır satır okudukça, Özge’nin o sert maskesinin arkasındaki kırılgan yüz ortaya çıkıyordu. Baran adında bir adamdan bahsediyor, onu sevdiğini ama ailesi yüzünden ondan vazgeçmek zorunda kaldığını anlatıyordu. Mektubun sonunda ise şu cümle yazılıydı:
> “Babam bu mektubu asla göndermeme izin vermedi. Seni korumak için dedi… Ama asıl ben kayboldum.”
Leyla başını kaldırıp Derya’ya baktı.
— Özge bunu hiç anlatmamıştı…
Derya başını salladı.
— Belki anlatabilseydi, bazı şeyler çok farklı olurdu.
O an, Özge’nin neden bu kadar öfkeli ve mesafeli olduğunu, neden Ersin’i Leyla’dan uzak tutmak için bu kadar uğraştığını ilk kez bu kadar net anlamıştı Leyla. Sevdiği adamı kaybetmiş, içindeki savaşı bastıramamış bir kadının gölgesi gibi dolaşmıştı bunca zaman.
Mektubu bir dosyaya koyarken Leyla içinden geçirdi:
“Kimi zaman kaybolan insanlar değil, onlara ait olan hikâyelerdir.”
İki gün boyunca stüdyoda kimse yüksek sesle konuşmadı. Leyla, masasına kapanmış çalışıyor gibi yaptı ama zihni sürekli aynı cümleye takılıyordu:
“Genç tasarımcı Özge Bayrak kaza yaptı.”
Kafasının bir köşesinde hep bir soru yankılanıyordu: Bu kadar hırslı, bu kadar kararlı biri... gerçekten sadece bir kazayla mı durur?
O akşam, stüdyoya gelen bir kargo Leyla’nın dikkatini dağıttı. Zarif ama eski bir kutunun içinde sararmış bir mektup vardı. Üzerinde soluk ama hâlâ okunabilen bir isim: “Baran"
Derya, mektubu incelerken fısıldadı:
— Bu… Özge’nin eski sevgilisi değil mi? İki yıl önce bir anda ortadan kaybolmuştu...
Leyla mektubu açtı. Mektup Özge’nin el yazısıyla yazılmıştı. Sanki kalbini kazımıştı satırlara. Aşk dolu cümlelerin arasında bir cümle öne çıkıyordu:
> “Beni bulursan, babamın buna engel olduğunu bil…”
Derya’nın gözleri büyüdü.
— Demek ki Özge, Baran'ı hâlâ seviyordu. Ve belki de onun yok oluşunun arkasında gerçekten babası vardı.
Leyla derin bir nefes aldı. Bu sadece Özge’nin değil, aynı zamanda onun da hikâyesiydi. Sevdiğini kaybetmiş, yarım kalmış bir kalbin zamanla nasıl buz gibi kesildiğine tanıklık ediyordu.
O sırada Ersin, otelin toplantı salonundan dönmüştü. Yanında yatırımcılarla ilgili birkaç belge vardı ama Leyla’nın yüzündeki ifadeyi görünce elindekileri bıraktı.
— Ne oldu?
Leyla sessizce mektubu uzattı.
— Özge sandığımız kadar güçlü değilmiş. O da bizim gibi kırılmış. Belki… bu kadar hırçın olmasının sebebi buydu.
Ersin, Leyla’ya doğru bir adım attı.
— Bazen insanlar, canı en çok yanan kişi olduklarında en tehlikeli hâle gelirler. Ama bu… her şeyi değiştirir.
Mektubu okuduktan sonra elimde hafif bir titreme hissettim. “Baran’a…” yazıyordu zarfta. Cümleler, kalbimin derin bir yerine dokundu. Bu ismi bir yerden tanıyordum… Ama nereden?
Cevapları bulmak için, Özge’nin kuzeni Zeynep’i aradım. Zeynep sakin ama temkinli bir ses tonuyla açtı telefonu.
— Alo?
— Zeynep, Baran’ı tanıyor musun? Özge’nin mektubunda onun adı geçiyor. Fotoğrafı ya da şu an nerede olduğu hakkında bilgin var mı?
Zeynep bir süre sessiz kaldı. Sonra fısıltıya yakın bir sesle,
— Tanıyorum… Ama neden sordun?
— Lütfen. Sadece görmek istiyorum. Belki… belki tanıdığım biridir.
Kısa bir sessizlikten sonra, telefon ekranımda bir fotoğraf belirdi. Dosyayı açtım.
Ve o an, içimden yükselen şaşkınlığı kelimelere dökemedim. Bu... Bu bizim üniversiteden arkadaşımız olan Baran mıydı? Yıllardır görüşmemiştik ama gözleri… o bakış… tanıdık geliyordu.
Baran, havalimanının çıkış kapısından adımını attığında, yaz güneşinin yakıcılığı bile yüzündeki endişeyi silemedi. Elinde sıkıca tuttuğu küçük valiziyle hızla bir taksiye atladı. Nereye gideceğini çok iyi biliyordu: hastane.
Yıllardır görüşmemişti Özge’yle. Son konuşmalarında araya ne çok şey girmişti; gurur, öfke, kaçışlar... ama şimdi hepsinin ötesinde bir gerçek vardı: Özge hastanedeydi.
Hastane koridorlarında yankılanan ayak sesleriyle bir oda kapısında durdu. Camdan içeri baktı. Özge'nin yüzü solgundu ama hâlâ aynıydı… Hâlâ onun bildiği Özge. Yanında kimse yoktu. Yavaşça kapıyı araladı.
Özge, gözlerini araladığında Baran’ı gördü. Gözleri bir an boşluğa daldı, sonra yaşlarla doldu.
> “Baran...” dedi fısıltıyla, sesi yılların ardından gelen kırık bir ezgi gibi titreyerek.
Baran içeri girdi. Hiçbir şey demeden elini tuttu.
> “Ben buradayım,” dedi sadece. “Geçmişte ne olursa olsun, şimdi buradayım.”
Özge, yavaşça gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Baran’ın varlığı, uzun zamandır hissetmediği bir huzur dalgası getirmişti içine.
Günler geçtikçe, Özge’nin durumu yavaş yavaş iyileşmeye başladı. Yaralar fiziki olsa da en derin olanları kalbindeydi. Baran, her gün yanında oldu, ona destek verdi. Zamanla aralarındaki buzlar erimeye başladı.
Leyla ise, uzaktan olan biteni izliyordu. İçinde tuhaf bir karışıklık vardı. Özge’nin iyileşmesiyle birlikte kendisi de geçmişin yüklerinden kurtulmaya başladı.
Ve hayat, yeni başlangıçlara doğru adım adım ilerliyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 779 Okunma |
410 Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |