

Uzun süredir hayalini kurduğumuz dükkan için bulduğumuz her yer, ya çok pahalıydı ya da şartlar bize uymuyordu. Bu kadar zaman beklemek, her şeyin bir araya gelmesini beklemek… Ne kadar da zor olmuştu. Ama sonra, şehrin eski mahallelerinden birinde terkedilmiş bir terzi dükkanına rastladık.
Dışarıdan bakıldığında, dükkan eski ve solgundu. Kapısı, eski zamanların bir hatırası gibi ağır ve biraz paslıydı. Ama içeri girdiğimizde, bambaşka bir dünya vardı. Ahşap duvarlar, eski dikiş makineleri, her köşede geçmişin izleri… Tümü geçmişin hatıralarıyla doluydu. Ama bir eksik vardı, bir şey yoktu: Yaşam.
Bir de dükkanın arkasında, minik bir bahçe vardı. İçeri adım attığımda, bahçenin kokusu burnuma geldi.
Bahçeye adım attığımda, kendimi bir rüyanın içinde gibi hissettim. Her bir adımımda yere düşen yaprakların çıtırtısı, huzur veren bir melodi gibi kulağımda çaldı. Çiçekler arasında gezinirken, mor salkımların harika kokusu burnuma geldi. O kadar yoğun, o kadar taze bir koku ki, her nefesimde sanki ruhum bir nebze daha rahatlıyordu. Bahçede bir köşe vardı, tam ortada. Birkaç eski sandalye ve küçük bir masa yerleştirilmişti. Gözlerim, bu köşeyi taradı ve masanın üzerinde minik bir kahve fincanı görmek, huzur aradığım bu anın ne kadar doğru olduğunu bana hatırlattı.
Düşüncelerim bir an kayboldu, her şey o kadar sakin ve huzurluydu ki... İşte burada, bu dükkanın içinde bir şeylerin değişmeye başladığını hissedebiliyordum. Hem de çok derinlerde, kalbimin tam ortasında. Zorluklar, geçmişin hatırlatmaları birer birer kayboluyordu. Bu yer, bu mor salkımlar, bana kendi yolumu bulma cesareti veriyordu. Her şeyin tam olması için yalnızca biraz daha zamana ihtiyacım vardı.
Derin bir nefes alıp sandalyeye oturdum, kahvemi yudumladım. Ama bir an için, o anı daha da özel kılacak bir şeyin eksik olduğunu hissettim. O esnada, bir hareketlilik fark ettim. Duyduğum bir adım sesiyle başımı kaldırdım. Gözlerim, geçmişten gelen bir yüzü tanıdı: Ersin.
Neden burada olduğunu ve ne amaçla geldiğini anlamadım. Ama gözlerinde hissettiğim o eski tanıdık bakış, bir şeylerin yeniden başlayacağının habercisiydi. Bu anın bana ait olmadığını, zamanın benden çok daha hızlı hareket ettiğini fark ettim. Ama işte, bu bahçede, mor salkımların arasında... Benim kendi yolumda bir adım daha atma zamanıydı.
Özge’nin anlatımıyla;
Telefonumu cebimden çıkarıp, Leyla’nın yeni dükkanını bulduğunu duyduğumda bir an için ne yapacağımı bilemedim. Yavaşça, kimseye fark ettirmeden, dükkanın sahibini aramaya karar verdim. Yavaşça tuşlara basarak numarayı çevirirken içimdeki gerilim giderek arttı. Telefonun her çalmasında, bir şeyin ters gittiğini biliyordum.
Bir kaç saniye sonra, telefonun ucunda dükkanın sahibiyle karşılaştım. Onun sesindeki o yaşlı, ama güvensiz tınıyı hemen fark ettim. Ne kadar dikkatli olmam gerektiğini biliyordum. Leyla’nın ne kadar kararlı olduğunu, ne kadar istekli olduğunu görmüştüm. Ama ben, bu dükkanın onun için doğru yer olmadığını biliyordum. O kadar cesur olamazdı. O kadar güçlü değildi.
“Merhaba, ben Özge,” dedim, sesimi olabildiğince sakin tutarak. “Bildiğiniz gibi, burası hala kiralık. Şey, ben sadece… küçük bir sorum olacaktı. Dükkanın hala açık mı? Yani, hala kiralanabilir mi?”
Sesindeki ses tonu biraz daha değişti. Şüpheyle “Evet, ama birini bekliyorum. Henüz bir karar verilmedi,” dedi. Hemen içine giren bir rahatlama hissettim. O zaman geldi. Yavaşça ama emin adımlarla sormaya başladım.
“Benim, yani kiracının, gerçekten sağlam bir referansa ihtiyacı var. Her şey çok hızlı olursa işler zorlaşabilir, anlıyor musunuz?”
Sesim biraz daha soğuklaştı, kontrollüydü. Onun kararını etkileme gücüm vardı ve onu kullanmak için doğru zamanı bekliyordum. Sonra, biraz daha cümlemi uzatarak, “Bunu biraz daha dikkatlice düşünmenizi tavsiye ederim. Her işin bir bedeli var, değil mi? Özellikle böyle bir dükkan için…” diye ekledim.
Karşımdaki adam bir an duraksadı. Bir süre sessizlik oldu. İçimde hafif bir gerginlik vardı, ama bunun gerekli olduğunu biliyordum. Ne de olsa Leyla’nın bu işin içinde olmasının sonu hayırlı olmayacaktı.
En sonunda adam, “Sanırım daha fazla düşünmem gerek,” dedi. Ve bu da bana yeterince zaman kazandırmıştı. Telefonu kapattım, derin bir nefes aldım. Şimdi bir adım daha atmalıydım. Leyla’nın bu dükkanın içinde var olmasına asla izin veremezdim.
Ersinin anlatımıyla
Özge’nin hareketleri her zaman dikkatimi çekmiştir, ama bu gece bir şeyler farklıydı. Adımlarımın nereye götüreceğini bilemeden, yavaşça onu izlemeye başladım. Leyla’nın dükkanına olan ilgisi, her şeyin bağlantılarını kurmaya başlamıştı. İçimdeki ses, bir şeylerin yolunda gitmediğini söylüyordu. Her zamankinden daha dikkatli olmalıydım.
Özge, gece karanlığında bir telefonla konuşuyordu. Sesini net bir şekilde duyamıyordum ama duyduklarım yeterince açıklayıcıydı. “Evet, burası hala açık,” dedi, sonra bir duraksadı, “Ama Leyla’ya vermek için henüz karar verilmedi. Bunu biraz daha düşünmelisin.”
Bütün vücudumda bir gerginlik hissettim. Yavaşça, dikkatlice hareket etmeye başladım. Neredeyse nefes almayı unuttum. Özge’nin konuşmasındaki o gizli anlamı tam olarak çözebilmek için her kelimeyi dikkatle analiz ediyordum. Demek ki, Leyla’nın dükkanının ne olacağına karar verilmemişti. Ama Özge, bu dükkanı kontrol etmek, yönlendirmek istiyordu.
Telefonu kapattığında, adımlarımı geri çekip, tekrar izlemeye başladım. Özge’nin ne yapmak istediğini, nasıl hareket edeceğini görmek için daha fazla bilgiye ihtiyacım vardı. Şimdi Leyla’yı bu işin içine çekmektense, ona gerçekten yardım etmeliydim. Ama yardım etmek için önce doğru adımları atmam gerekecekti.
Özge’yi takip ederken, her şeyin ne kadar tehlikeli olduğunu fark ettim. Bu dükkan, Leyla’nın hayatı için çok önemliydi. Ama Özge’nin karanlık planları onu tehlikeye atabilirdi. Ne olursa olsun, Leyla’yı korumalıydım.
Eve dönerken, içimde bir karar netleşti. Bunu yalnızca kendi başıma yapmam gerekmiyordu. Leyla’yı yalnız bırakmayacak, her adımında yanında olacaktım. Ama bunu nasıl yapacağım? Onu korumak için bir strateji kurmalıydım, ama bu oyunda kimseye güvenemezdim. Özge’ye karşı bir adım önde olmalıydım.
Bundan sonra, her şey çok daha dikkatlice planlanmalıydı.
Leyla’nın anlatımıyla;
Dükkan, sonunda bizimdi. Tam istediğimiz gibi, şehrin o eski mahallelerinden birinde, terkedilmiş bir terzi dükkanı… İlk başta, hepimiz tereddüt ettik. Hem fiyatı, hem de yerin durumu, bir yandan umut verirken bir yandan da beni korkutuyordu. Ama adım attıkça, dükkanın içindeki atmosferin beni çağırdığını hissettim. Ne kadar eski olursa olsun, burası bir şekilde beni kendine çekiyordu.
İlk bakışta, dükkanın dışı oldukça solgundu. Paslı kapı, kırık dökük camlar, eskimiş duvarlar… Ama içeri girdiğimde bambaşka bir dünyaya adım attığımı fark ettim. Ahşap duvarların sıcaklığı, eski dikiş makinelerinin rustik havası, her köşe geçmişin izlerini taşıyor ama bir o kadar da yenilik vaat ediyordu. Huzur verici bir sessizlik vardı, ama o sessizlikte bir hayat, bir şeylerin yeniden başlayacağına dair güçlü bir his vardı.
Ve bahçe… Arka taraftaki minik bahçe, tam da ihtiyacım olan huzuru sundu. Çiçekler arasındaki eski sandalyeye oturup, kahvemi yudumladım. Her şey bana çok doğru görünüyordu. Bu, gerçekten de doğru yerdi.
Bunlar hep hayal ettiğim anlar… Her şey yolunda gitmeye başlamıştı. Ama bir şey vardı, bir eksiklik. Huzuru tamamlayacak bir şey. O an, adımlarımın sesini duyduğumda başımı çevirdim. Gözlerim, eski bir tanıdıkla karşılaştı: Ersin.
Gözlerindeki ifade, sanki geçmişten bir şeyler getirmişti. Neden buradaydı? Ne amaçla gelmişti? Bunu çözmeye çalışırken, kalbimde bir şeyler çarpıyordu. Gerçekten değişim başlamış mıydı? Yoksa, geçmişin yansımaları tekrar mı geri dönüyordu?
Ama o an, bu dükkanın hayatıma katacağına inandığım yeni bir başlangıç olduğuna karar verdim. Ersin’in burada olması, bana geçmişin yüklerinden sıyrılma cesareti verecek miydi, yoksa… Her şeyin zamanı vardı. Zamanla, doğru adımı atmalıydım.

| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 779 Okunma |
410 Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |