

Ben geldim, hoş geldim, İyi ki geldim, dedim "bayağıdır gözükmüyorum hasret kalmışlardır bana bölüm atayım" Hadi size iyi okumalar umarım beğenirsiniz
Yol boyunca Emily ve Çınay’ın arkasından sessizce yürüdüm. Adımlarımı onların temposuna uydurmaya çalışıyordum ama zihnim bambaşka bir yerdeydi. Önce Çınay’ı bıraktık. Emily ile baş başa kaldığımızda, aramızdaki sessizlik kendini belli etmeye başladı. Emily’nin neler düşündüğünü kestiremiyordum ama benim zihnim oldukça meşguldü. Düşüncelerimin merkezinde Ares vardı. İlk görüşüm olsada onu düşünmeden duramadım. İsmi bile içimde anlam veremediğim bir sıcaklık ve heyecan yarattı. Bu hissin nedenini bilmiyorum ama hoşuma gitti.
Emily aniden bana dönüp, "Neden sırıtıyorsun?" diye sordu. Şaşırarak ona baktım. Gerçekten gülümsediğimi fark etmemiştim bile. Hemen kendimi toparlamaya çalıştım ve hiçbir şey olmamış gibi "Bilmem?" dedim. Omuzlarımı hafifçe silkerek konuyu geçiştirmeye çalıştım.
Emily, cevabımın bir bahane olduğunu anlamış olmalıydı ama bunun üzerine fazla gitmedi. Gözlerini benden ayırıp önüne döndü ve konuşmadan yürümeye devam etti. Aramızdaki sessizlik tekrar kendini belli etti ama bu rahatsız edici değildi. Sadece, söyleyecek bir şey bulamıyorduk.
Evin önüne geldiğimizde Emily önden ilerleyerek bahçe kapısını açtı. Ben de peşinden giderek kapının ardına geçtim. Emily ayakkabılarını çıkarmaya başlamıştı. Onu takip ederek ben de eğildim ve ayakkabılarımı çıkarmaya koyuldum. Bağcıklarımı çözmeye başladığım anda, hiç beklenmedik bir şekilde kapı hızla açıldı.
Kapının birden açılmasıyla birlikte refleks olarak irkildim ve geriye çekilmeye çalıştım. Ancak ayakkabılarımı çıkarmak için eğilmiş olduğumdan dengemi kaybedip yere düştüm. Bir an ne olduğunu anlayamadım. Düşüşüm çok sert olmamıştı ama yine de şaşkınlık içinde başımı kaldırdım.
Kapıyı açan Irene, beni yerde görünce bir an duraksadı, sonra hızla bana yöneldi. Gözlerinde açıkça belli olan bir telaş vardı. "İyi misin?" diye sordu, sesi endişeliydi.
Ona bakarak hafifçe gülümsedim, çıplak ayaklarıyla yanıma gelmişti ayaklarının altına batan taşlar sanki umurumda değilmiş gibi tek odağı bendim. Acımı hissettirmemeye çalışarak "İyiyim, iyiyim. Sorun yok." dedim. Çabucak ayağa kalktım, üzerime bulaşan pislikleri silkeledim ve eğilerek yarım bıraktığım işime döndüm. Ayakkabılarımı dikkatlice çıkardıktan sonra doğrulup içeri girdim.
Evin içine adım atar atmaz salondan gelen neşeli konuşmaları ve kahkahaları duymaya başladım. Odaya yaklaştıkça sesler netleşti. Artemis’in heyecanlı sesi diğerlerinden baskındı
"Bizim yanımızda Alexa ile Nicolas oturuyordu! Ahh, gerçekten çok tatlılardı!"
Thyra, Artemis’in söylediklerine hevesle katıldı:
"Evet, ya! Birbirlerine o kadar yakışıyorlar ki... Zaten 1 yıldır falan birlikteler galiba!"
Tam o anda Emily hızla salona doğru koşarak, "Biz geldik!" diye neşeyle seslendi.
Emily, heyecanla adımlarını hızlandırarak Thyra’ya doğru koştu ve aniden üzerine atladı. Bir anlık şaşkınlığın ardından Thyra kahkaha atarak oturduğu yerde biraz geriledi ve Emily’yi kollarıyla sımsıkı sardı. Sanki uzun zamandır görüşmemişler gibi birbirlerine sıkıca sarıldılar
Thyra, gülümseyerek Emily’nin sırtına hafifçe iki kez vurdu ve kafasını geri çekerek göz göze gelmelerini sağladı sonra neşeyle, "Özlettin kendini!" dedi. Ses tonu o kadar içtendi ki, yalnızca kelimelerinden değil, sesindeki sıcaklıktan bile nasıl mutlu olduğu anlaşılabiliyordu.
Salondaki herkesin yüzünde benzer bir neşe vardı. Bugün herkesin üzerinde bir mutluluk hâkimdi ama bunun sebebini tam anlayamadım. Belki sadece güzel bir gün geçiriyorlardı, belki de bu geceki buluşma sayesindeydi ama bu coşkulu atmosferin kaynağını bilmesem de onların mutluluğunu hissetmek mümkündü.
Salonun kapısında durmuş onları izlerken, Artemis konuştu.
"Siz niye geç kaldınız ya?" dedi, merakla.
Emily, Thyra'dan ayrılarak Artemis'e döndü.
"İlk Çınay'ı bıraktık, o yüzden," dedi gülerek.
Çınay'ın adını söylerken bile neşesi her tarafa yayılıyordu. Sarı saçları hafifçe karışmıştı ama bu bile ona ayrı bir hava katıyordu. Benim saçlarımsa kırmızı. Kırmızı bana pek yakışmasa da Ares’in gözlerine fazlasıyla yakışıyordu.
Bekle… Ne düşünüyorum ben?
"Lucia, gelsene hadi!"
Hayal dünyasından çıkarak onlara doğru baktığımda, bana kalan tek boş yerin köşedeki tekli koltuk olduğunu fark ettim. Oraya ulaşmak için diğerlerine dokunmadan geçmem imkânsızdı. Bunu fark eden kızlar hafifçe kenara çekilerek bana yol açtılar. Boş koltuğa yöneldim, hemen yerleşerek bağdaş kurdum ve ellerimi bacaklarımın iç tarafına koyarak kızlara baktım.
Hepsinin bana bakması istediğim son şey olsa da şu an hepsi bana parlayan gözlerle bakıyordu. Onlara anlamaz gözlerle bakarken, ilk konuşan Irene oldu.
"Buluşma nasıldı? Anlatılan efsaneyi beğendin mi? Nehir kenarı nasıldı? Eğlendin mi? Yanına kim otu—"
Thyra, elini hızla Irene’nin ağzına koyarak onu susturdu ve kendisi konuşmaya başladı.
"Irene! Füze atsaydın bir de, sakin ol," dedi kaşlarını kaldırarak.
Emily de Thyra'ya katılarak, "Evet, yavaş yavaş sor," diye ekledi.
Thyra’nın eli hâlâ Irene’nin ağzını kapatıyordu. Irene onaylar şekilde başını salladı, sonra Thyra elini çekti ve Irene'ye konuşma fırsatı verdi.
Irene, önceki heyecanından hiçbir şey kaybetmemiş şekilde sordu:
"Yanına kim oturdu?"
Bu sorunun geleceğini zaten biliyordum. Ama neden bu kadar şaşırdım? Neden kalbim hızlanmaya başladı?
"Eee, adı Ares’ti..."
Bunu söylerken nedense yanaklarımın ısındığını hissettim.
Kızların yüzlerinde anında tuhaf bir gülümseme belirdi. Bunun sebebini tam anlayamasam da hoşuma gitmeyen bir ifadeydi. Daha çok… Korkutucu.
Bu gece ilk defa konuşan Leona, sessizliği bozarak sordu:
"Nasıl biriydi?"
Bütün gözler yine bana döndü.
"Hmm… İyi birine benziyordu," dedim biraz duraksayarak.
Emily'nin yüzü düştü. "Bu kadar mı?"
Üzgün bir ifadeyle ona karşılık verdim. "Nasıl anlatacağımı bilmiyorum," dedim, başımı eğmeden hemen önce.
Thyra, ortamdaki bu gerici atmosferi dağıtmak ister gibi neşeyle konuştu:
"Biz sana soralım, sen cevapla, olur mu?"
Başımı kaldırıp onaylar şekilde kafamı salladım ve gelecek sorular için kendimi hazırladım.
Thyra, hemen söze girdi. "İlk gördüğünde nasıl hissettin?"
Soruyu düşünmeden cevapladım, sadece içğmden ne geçiyorsa onu söyledim. "İlginç bir şekilde, hiç yabancı gelmedi. Sanki onu daha önce bir yerde görmüş gibiydim ama aslında tanımıyorum."
Leona, kaşlarını kaldırarak ekledi"Sence güvenilir biri gibi mi duruyordu?"
"Garip bir şekilde… evet," dedim dürüstçe. "Gözlerine baktığımda tedirgin olmadım, aksine, içimde bir sıcaklık hissettim."
Emily gülümsedi, kollarını göğsünde kavuşturdu. "Göz rengi?"
Bir an duraksadım. Oda yanımızdaydı ve duymuştu peki bunu tekrar neden sordu? Umursamamaya karar vererek yavaşça cevap verdim.
"Kırmızı."
Kelimeler dudaklarımdan dökülürken bile tüylerim diken diken oldu. O gözleri düşündüğümde içimde bir şeyler hareketleniyordu; hem huzur hem de garip bir his... Sanki o gözlerde başka bir şey gizliydi.
Artemis, heyecanla öne eğildi. "Ses tonu nasıldı?"
Düşünerek cevap verdim. "Sert ama hoş ve nazik. Çok yüksek ya da kısık değil, dengeli bir tonu vardı. Konuştuğunda dikkatimi çekti."
Irene, dayanamayıp hızla bir soru daha attı: "Yakışıklı mıydı?"
Bir an sessizlik oldu. Bunu nasıl cevaplayacağımı bilemedim bir an dumura uğradım fakat kendimi hızlı toparladım. Sonra içimden geçenleri dürüstçe söyledim.
"Çok...İyiydi…" diyebildim
Thyra konuşarak "Yani yakışıklı mıydı?"
Buradan dönüşü olmadığını odadaki herkes anlamıştı ve bende pes ederek istedikleri cevabı vermeden önce derin bir nefes aldım "Evet...Yakışıklıydı" dedim bakışlarımı direkt kaçırarak yere baktım ve bembeyaz olan halıyı inceledim
Düz beyaz halının nesini inceliyorsam
Bütün kızlar aynı anda mırıldandı. "Ooooo!"
Bu tepki, yanaklarımın iyice kızarmasına neden oldu. "Ne? Dürüstçe cevap verdim!" dedim hızla.
Emily, kıkırdayarak Thyra'ya döndü. "Bence Lucia aşık olmuş."
"Ne?! Öyle bir şey yok!"
Ama söylediklerim fazla hızlı çıkmıştı, sanki kendimi savunuyormuş gibi. Thyra ve diğerleri birbirlerine anlamlı bakışlar attılar.
Leona hafifçe gülümseyerek ekledi: "Zamanla göreceğiz..."
Dedi bu sırada Artemis'in telefonu çaldı ve ayağı kalkarak mutfağa doğru gitti.
Bu sırada sorular bitmiş onun yerinei minik şakasına yapılan tartışmalar kalmıştı
5 dakika sonra Artemis geri geldiğinde "Lucia bizim bir yere gitmemiz gerekiyor kusura bakma" dedi üzgün bir suratla
Bende ona bakarak gülümsedim ve hiçbir şey demedim. Sadece göz kırptım ve oda aynı şekilde göz kırptı ve hazırlanıp çıktılar Hepsi çok heyecanlı bir o kadarda tedirgindi ve bariz bir şekilde belli oluyordu.
Hepsi kapıdan teker teker çıktıktan sonra bende odama giderek düşüncelere daldım.
ARES'TEN
Hepimiz koltuklara oturmuş, sabırsızlıkla kızları bekliyorduk. Odanın içinde hafif bir uğultu vardı; herkes bir şeyler konuşuyor ama kimse asıl meseleye odaklanmıyordu. Liam, rahatça oturduğu koltukta biraz daha yayıldı ve umursamaz bir şekilde iç çekerek konuştu:
"Tanıştınız işte, biz neden bunu tartışmak için toplanıyoruz ki?"
Yanında oturan Orlen, bu umursamaz tavır karşısında kaşlarını çattı. Hiç tereddüt etmeden elini kaldırıp Liam’ın kafasına sert bir tokat indirdi. Şaşkınlıkla başını tutan Liam, acıyla bağırdı:
"Ah! Acıdı! Yavaş vursana be!"
Ama Orlen’in bu konuda hiç merhameti yoktu. Hiç beklemeden tekrar vurdu ve sert bir sesle konuştu:
"Sus! Artemis kurt olduğu için senin işin kolaydı. Burada bir insan ve bir kurttan bahsediyoruz!"
Liam gözlerini devirdi ve omuz silkti. Konunun bu kadar büyütülmesine anlam veremiyor gibiydi.
"Ne var yani? Leona da insandı ama Hugo kurt. Çok mu farklı bir durum?"
Orlen derin bir nefes aldı, belli ki sabrını zorlamak istemiyordu ama Liam’ın vurdumduymaz tavırları onu iyice sinirlendiriyordu. Ellerini alnına götürdü, kısa bir süre düşünceli bir şekilde durduktan sonra sertçe cevap verdi:
"Aynı şey mi sence? Leona’nın babası kurttu, yani kurtlar hakkında bilgisi vardı. Onun için bu dünya tamamen yabancı değildi. Ama Lunamız hiçbir şey bilmiyor! Ne olduğundan haberi bile yok!"
Lucia’ya “Lunamız” diye hitap etmelerini ben istemiştim. Çünkü onun adını ağzına alan tek erkek olmak istiyordum. Bu benim için küçük ama önemli bir detaydı. Ancak bu isteğimi kızlarla da paylaşınca Thyra hemen karşı çıkmıştı
"Kız bizi arkadaşı olarak biliyor. Ona böyle dersek garip kaçar, anlamını sorar ve işler karmaşık hale gelir."
Haklıydı. Bu yüzden bu fikrimden vazgeçmek zorunda kalmıştım.
Bu sırada Marcus gözlerini devirdi, konuşmaları dinlemekten sıkılmış gibiydi. Elleriyle kulaklarını ovuşturduktan sonra iç çekerek söze atıldı:
"Farkında mısınız bilmiyorum ama şu an yaptığınız tartışma tamamen gereksiz. Gerçekten kafamı ütülediniz! Eğer kavga edecekseniz gidin dışarıda edin."
O ana kadar kendi tartışmalarına odaklanmış herkes bir anda sustu. Tüm gözler Marcus’a döndü.
Liam kaşlarını kaldırarak hemen karşılık verdi:
"Sen sus, korkak seni!"
Marcus’un gözleri hafifçe kısıldı. Öfkesi yüzünden okunuyordu ama sesini kontrol altında tutarak cevap verdi:
"Hey! O zaman yaralıydım! Bana korkak demeyi kes! Eğer kendine bu kadar güveniyorsan, yarın benimle yarışalım!"
Liam bir anlık bir şaşkınlık yaşasa da yüzüne çabucak o tanıdık sinsi gülümsemesi yerleşti. Derin bir kahkaha attıktan sonra kışkırtıcı bir ses tonuyla konuştu:
"Seni sinirlendirmek kadar eğlenceli bir şey yok, Marcus."
Gözlerini devirdi ve tekrar güldü. Marcus, bir şeyler söylemek için ayağa kalkmak üzereydi ama Çınay aniden araya girerek sıkılmış bir sesle konuştu:
"Yeter! Sabahtan beri kavga ediyorsunuz. Ares’in hala size bir şey söylememesine gerçekten şaşırıyorum."
Söz bana geçmişti. Hafifçe sırıtıp başımı arkaya yasladım, umursamaz bir tavırla konuşmaya başladım:
"Eğleniyorduk işte. Şaklaban gibiler."
Liam’ın yüzündeki gülümseme bir anda soldu. Marcus’un yüzü ise bembeyaz kesildi. Ama onların dışında kalan herkes kahkaha attı.
Tam o anda Hugo, aniden ayağa kalkarak heyecanla bağırdı:
"Leona geldi!"
Koşarak kapıya yöneldi. Marcus onun arkasından alaycı bir şekilde seslendi:
"Hanımcı!"
Liam bu fırsatı kaçırmadı, yüzünde sinsi bir ifadeyle Marcus’a döndü:
"Irene seni affetsin diye yaptıklarını unuttun galiba?"
Marcus’un yüzü bir anda ciddileşti. Karşılık vermek için ağzını açtı ama ben onunla göz göze geldim. Tek bir bakışımla, susması gerektiğini anlamıştı. Geriye yaslandı, dişlerini sıkarak alçak bir sesle mırıldandı:
"Liam, seni ezeceğim! Yarışta kazanacağım ve antrenman sahasına gidince elli tur atmanı sağlayacağım."
Liam’ın rahat tavrı bir anda kayboldu. Gözleri büyüdü, yüzüne hafif bir korku yerleşti. Bana dönerek panikle sordu:
"Hey! Buna izni var mı?"
Duygularımı sakladım. Umursamaz bir ifadeyle omuz silktim:
"O zaman sen kazan ve ona aynı cezayı ver."
Bu sözlerim, "Evet, yaptırabilir." anlamına geliyordu. Yarışlarda kazanan taraf, kaybedene belirli kurallar çerçevesinde bir ceza verebiliyordu. Ve bu ceza, kurallar içinde olduğu için bir şey demedim.
O sırada Irene, hızla Marcus’un üzerine atladı. Aniden gelişen bu hareketle Marcus’un yanında oturan Çınay kısa bir şaşkınlık yaşadı ama hemen toparlandı. Gözleri hızla Emily’e kaydı.
Kızlar içeri girdikten sonra hafifçe gülümseyerek konuşmaya başladım:
"Öncelikle Emily, sana teşekkür ederim. Normalde yanımıza oturmanıza izin vermeyecektim ama seni göremediği için mutluyum. Plan tıkırında ilerliyor."
Emily, bu sözlerim karşısında hafifçe gülümsedi ve başını eğerek kibarca cevap verdi:
"Teşekkür ederim, Alfa."
Normalde ismimle hitap edilmesine izin veririm. Kadınlar hariç ancak bu konudada bir istisnam var. -Sadece Lucia bana Ares diyebilir.- Onun dışında hiçbir kızın adımı söylemesine izin vermem. Bu benim koyduğum bir sınır ve zamanla herkes bunu kabullenmiş durumda. Kimse bunu açıkça sorgulamaz, ancak kurala uyarlar. Bu yüzden kadınlar Ares yerine Alfa der. Emily'de sadece kurala uyan biri.
Çınay konuştu:
"Lunamız, Emily’i görebilmek için çok çabaladı. Ares'te adeta bir duvar gibi, ben bile Lunamızı zor görüyordum."
Sözlerini duyduğum an yüzümdeki gülümseme anında soldu. Gözlerimi kısarak ona döndüm
"Lucia’ya baktın yani?!"
Kaşlarımı çatıp Çınay’a dik dik bakınca adem elmasının hareket etmesinden yutkunduğunu anladım ve bir an duraksadı. Az önceki kendinden emin tavrı yok olmuş yerine tedirginlikle kendini savunmaya çalışan bir Çınay kalmıştı.
"Sadece en başta konumumuz nasıl diye baktım…Yaniii sorun çıkmaması için, hata istemeyiz öyle değil mi?... Hem göz ucuyla baktım zaten için rahat olsun Ares."
Başını hafifçe kaldırıp bana bakarak cevabımı bekledi. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım, birkaç saniye sonra yeniden açarak doğrudan gözlerinin içine baktım:
"Gereksiz yere böyle şeyler yapma."
Ses tonumun altında yatan anlamı açıkça anlamıştı: Bir daha saçma sapan sebeplerle Lucia’ya bakarsan, kafanı keser ve herkese ibret olsun diye evinin kapısına asarım.
Çınay, tuttuğunu yeni fark ettiğim nefesini bıraktı ve tek kelime etmeden başını eğdi. Tam o sırada Emily, ona destek olmak istercesine elini sıktı.
Sessizliği bozan kişi ise Liam oldu:
"Ne konuşacaksak konuşalım artık."
Artemis, Liam’a ters bir bakış attıktan sonra bana döndü:
"Onunla eve gelen Emily."
Bütün gözler Emily’ye çevrildi. Hepimiz ondan bir açıklama bekliyorduk. Emily, bir an etrafına bakındıktan sonra omuz silkerek konuştu:
"Yolda hiç konuşmadık, sadece gülüyordu. Ne olduysa evde oldu yani."
Onun bu sözleri hayal dünyama beni sürükledi. Lucia’nın gülümseyişini düşündüm. Hafifçe kısılmış gözleri, hafif yukarı kaymış göz bandı, açık mavi gözünün kenarlarında beliren ince çizgiler... Dolgun pembe dudakları, kıvrıldıkça hafifçe incelmiş ve yanakları belirginleşerek al al olmuştu.
Birkaç saniye boyunca onu düşündüğümü fark edince kendimi toparladım. Fark etmeden hafifçe gülümsemiştim ama hemen ciddileşerek konuya döndüm:
"Birisi artık durumu anlatsın."
Markus, dudağının tek tarafını yukarı kaldırarak hafif alaycı bir ifadeyle konuştu:
"Sakin ol şampiyon."
Gözlerimi ona dikip tehditkar bir ses tonuyla konuştum:
"Beş saat fazla antrenman istiyorsan sana seve seve yaptırabilirim."
Markus’un yüzündeki gülümseme anında soldu. Kısık bir sesle, sanki bizim duyucağımızı bilmiyorum giib konuşmaya başladı
"Sen de şakadan anlamıyorsun ha…"
Ama hepimiz onu duyduk.
Tam o sırada Thyra dikleşerek söze girdi:
"Yeter bu kadar tantana… Lucia sizden hoşla—"
Fakat Irene, onu anında kesti, sevecen ve heyecanlı bir sesle
"Size aşık olmuş."
Gözlerim şaşkınlıkla büyüdü. Mühür gereği benden etkileneceğini biliyordum, hatta arkasındaki kıza duyduğu kıskançlık yüzünden, küçücük bedeniyle önümde bir duvar gibi durmaya çalışması bile bunun bir kanıtıydı. Ama… aşık olması?
Bu işlerimi kolaylaştırırdı.
Thyra, Irene’e sinirle döndü:
"Irene!"
Irene, dudaklarını büzüp Markus’a bir kedi gibi sırnaştı:
"Heyecanıma yenik düştüm, özür dilerim."
Markus, Thyra'ya dönerek hafif sert bir sesle konuştu:
"Bir daha yapmaz, olur biter, değil mi?"
Thyra, ona seslenmesine rağmen Markus, Irene’e bakmaya devam etti ve alnına küçük bir öpücük kondurdu. Thyra gözlerini devirdi ama daha fazla bir şey söylemedi.
Bu kez Leona söze girdi:
"Alfa… Lucia, iyi biri olduğunuzu, yakışıklı olduğunuzu ve sesinizin hoşuna gittiğini söyledi."
Bu sözler havadaki gerginliği dağıttı. Hafifçe yerime yaslandım, elimi çenemin altına koyarak düşünceli bir şekilde mırıldandım:
"İyi bir izlenim bırakmışım… Peki, şimdi istediğinizi yapabilirsiniz… ama! Lucia çok yalnız kalmasın. Ben odamdayım."
Herkesin yüzüne bir rahatlama ifadesi yayıldı, ancak ben daha fazla kalmadan ayağa kalkıp odama yöneldim.
Odaya girdikten sonra camdan dışarı atladım. Zaten ev tek katlıydı, bu yüzden işim hiç zor olmadı. Ayaklarım beni, farkına bile varmadan Lucia’nın kaldığı evin önüne götürdü. Çitlerden geçtim ve kapının kilitli olup olmadığını kontrol ettim.
Burada kimse hırsızlık yapmazdı, bu yüzden kilit gereği duyulmazdı. Kapıyı yavaşça açarak içeri süzüldüm. Sessizce durup etrafa baktım. Salonda değildi ama…
Sakin ve düzenli atan kalp atış sesleri kulağıma gelmeye başladı. Uyuyordu.
Adımlarımı yavaşça odasına yönlendirdim. Kapının önüne geldiğimde nefes alışverişlerini bile net bir şekilde duyabiliyordum. Kapıyı sessizce açıp içeri girdim.
Odanın köşesindeki tabureyi çekerek yatağının yanına oturdum.
Göz bandı dikkatimi çekti. Onu çıkarıp bakabilirdim. Önüme bu fırsat defalarca gelmişti ama ben, onun bunu kendi isteğiyle yapmasını istiyordum. Bana güvenerek göz bandının altındaki şeyin ne olduğunu göstermesini istiyorum ve bunun için asırlar boyu beklerim
Ellerim saçlarına doğru uzandı, ancak yüzüne dokunmamaya özen gösterdim. Dokunmama izin vermemişti, o halde ben de ondan izin alana kadar ona dokunamazdım. -uyuyor olsa bile-
Ama o kadar güzel uyuyordu ki… Bir peri kızı gibiydi. Bu sırada sarıldığı yastığa daha çok sokuldu
Bir an, birlikte uyuduğumuzu hayal ettim. Onu kaldırmak için yüzüne bir sürü öpücükler kondurduğumu, onun da gülerek gözlerini açtığını…
Ayağa kalktım. Yatağın yanına yaklaşarak biraz daha eğildim.
Saçının bir tutamını parmağıma doladım ve kısık bir sesle mırıldandım:
"Şu an yanında uzanıp sana sarılan kişi olmayı o kadar istiyorum ki... Sıcaklığını hissetmek, uykunun en derin anında adımı fısıldadığını duymak, sabaha gözlerini açtığında ilk gördüğün kişi olmak... Bir gün... Elbet bir gün, kızıl saçlım, bu mesafeyi aşacağım ve yanında olduğum vakit bir daha hiç ayrılmayacağım."
Evet bir bölümün daha sonuna geldik umarım bölümü beğenmişsinizdiR
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 10.3k Okunma |
928 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |