

Ben geldim hoşgeldim iyiki geldim
Öncelikle özür dilemek isterim dün bazı sorunlar çıktı bu yüzden bölüm atamadım
.
.
.
.
.
.
.
.
5 gün sonra
Gitmemize sadece bir gün kalmıştı. Fakat iç dünyamda garip bir savaş vardı gerçekten gitmek zorunda mıyım? Burada kalamaz mıyım? Aslında, buradan ayrılmak istemediğimi itiraf etmeliyim ama yine de gitmek zorundayım… belkide öyle sanıyorum?
Efendileri en son gördüğümde, Emily ile onlardan birlikte kalmak için izin almıştık ve o andan sonra sen sağ ben selamet bir daha önüme çıkmalarını geçtim göz ucuyla bile göremedim
Garip gelmedi dersem yalan olur, ama bu durum benimde işime geldi. Onları görseydim bu kadar mutlu bir festival geçirebileceğimi hiç sanmıyorum...
Bugün Ares ile birlikte efendilerin kaldığı eve gideceğiz. Evet, Ares… Son beş gün içinde kızlar ve eşleri her gün buluşmuş, bu sayede Ares’in onlarla zaten arkadaş olduğunu öğrenmiştim.
Ares sanki her şeyi en başından beri biliyormuş gibi hiç şaşırmamıştı. Ama ben? Şaşkınlıktan neredeyse bayılacak kadar olmuştum.. Ares ile bir kez daha karşılaşmayı aklımın ucundan bile geçirmemiştim.
Kızlar her buluştuğunda biz de onlarla gittiğimiz için, Ares ile doğal olarak samimileştmiştik. Artık yalnızca tanıdık değil, sanki uzun zamandır arkadaşmışız gibi rahat konuşuyor, şakalaşıyorduk. En başlarda çok utangaç olsamda artık ikimizde birbirimizin varlığına alışmış haldeydik.
Ares ile dışarı çıkmadan önce, hazırlanmam gerektiğini fark ettim. Hava soğuktu ve rüzgâr sert esiyordu. Üşümemek için en sevdiğim hırkamı üzerime geçirirken, içimde garip bir his vardı. Kalbimi çok mutlu eden ama bir yandanda huzursuz eden bir his.
"Luica, hadi! Geç kalacaksın!" diye bağıran Leona, sinirle bana bakıyordu.
Ben de ona dönüp hafifçe omuz silktim, tam "Saat belirlemedik ki, nasıl geç kalayım" diyecekken, sözümü bitirmeme bile fırsat vermeden isyan etti.
"Ne halin varsa gör!" diye çıkışarak arkasını döndü. Açıkça sinirlenmişti ama doğrusu, bu kadar abartmasına gerek var mı? Altı üstü bir yere gideceğiz
Eski ben olsaydı, böyle bir durumda tek kelime bile edemez, utançtan yüzüm kızarır ve sessizce başımı öne eğerdim. Kendimi ifade etmekten çekinir, düşüncelerimi dile getirmekten korkardım. Ama artık öyle değilim.
Buraya alıştım. Kızlara alıştım. Onların neşesine, tartışmalarına, bazen abartılı tepkilerine bile… En çok da Ares’e. Onun varlığı, başta beni tedirgin etse de zamanla rahatlatan bir şeye dönüştü. Eskiden yabancı hissettiğim her şey, şimdi hayatımın bir parçası olmaya başlamıştı.
Kapıyı açtığım anda yüzüme çarpan soğuk ve sert rüzgar bir an duraksamamı sağladı. "Beklediğimden daha soğuk"diyerek kendi kendime konuştum. Rüzgâr tenime öyle bir işledi ki içim ürperdi. Aklımdan, içeri dönüp kalın bir şey almak geçti ama üşendim. "En fazla ne kadar üşüyebilirim ki?"
Derin bir nefes alarak çitlerden geçtim ve adımlarımı Heykel’in olduğu yöne çevirdim çünkü Ares'le orda buluşacaktık. Sokaklar her zamanki gibi sessiz ve huzurluydu
Yürümeye başladığında soğuk rüzgârın çıkardığı sesler, boş sokaklarda yankılanan tek ses gibiydi. Etrafıma bakındım, her şey tanıdık ama bir o kadar da uzak hissettirdi. Ayaklarım emin olduğu yolu takip ederken, içimde garip bir his oluştu sanki evden çıkmadan önce hiisttiğimle aynı gibiydi...
Ellerimi cebime koyup sıktım, soğuk parmaklarımı avuçlarımda hissetmeye çalışırken adımlarımı farkında olmadan hızlandırdım. Yüzüme doğru esen rüzgar yüzünden başımı eğerek yere bakmaya başladım ve sabit bir ritimle yürümeye devam ettim. Rüzgâr saçlarımı hafifçe savururken, hırkamın şapkası olmadığı için ellerimi cebimden çıkararak saçlarımı hırkanın içine atmaya çalışsamda rüzgar buna izin vermeyerek tekrar saçlarımın savrulmasını sağladı ve bende pes ederek yoluma devam ettim
Bir süre sonra arkamdan gelen adım sesleri dikkatimi çekti. Önce yanlış duymuş olabileceğimi düşündüm, ama sesler ritmik bir şekilde yankılanmaya devam edince içimde belli belirsiz bir tedirginlik oluştu.
Doğrudan arkamı dönmek yerine, önce başımı kaldırıp nerede olduğuma baktım. Etrafta neredeyse kimse yoktu. Pek de tekin bir yerde olmadığımı fark edince, burada olduğum için içten içe mutlu oldum fakat sadece bir kaç kişi bana ne kadar yardım edebilir ki...
Arkamdaki adımlar hâlâ peşimdeydi. Biri beni takip mi ediyordu, yoksa sadece aynı yöne giden biri miydi? Emin olamadım. Arkamı dönüp bakarsam neyle karşılaşacağımı bilmediğim için yürümeye devam ettim, ama farkında olmadan adımlarımı hızlandırdım.
Belki de sadece tesadüftü. Belki gerçekten beni takip etmiyordu. Ama soğuk hava, artık insanların önüme çıkmadığı bir sokak ve bilinmezlik hissi, içimdeki huzursuzluğu giderek büyütüyordu. O an düşündüğümde Belki de evde hissettiğimi yolda yürürken hissettiğim uğursuz his Bu yüzden dendi...
Yürümeye devam ettikçe, adım seslerinin yaklaştığını daha net bir şekilde duydum. Hızla çevremdeki kalabalığa doğru ilerledim, biraz daha yoğun olan sokaklara doğru yöneldim. Ama bir süre sonra, sessizliği bozan o adımların gittikçe yakınlaştığını hissederek durdum. Derin bir nefes aldım, belki de biraz sakinleşmek için. Sonra, biraz olsun rahatlamak adına, başımı eğip bağcığım çözülmüş gibi yaparak söylenmeye başladım, "Bağcıkta çözülecek zamanı buldu!"
Tabii ki, bağcık gerçekten çözülmedi. Ama böyle davranmak, en azından o an için bir kaçış yolu gibi hissettirdi. Ne kadar yapmacık olursa olsun, içimdeki gerginliği biraz olsun hafifletti.
Bağcıkları bağlıyormuş gibi yaparken, tüm dikkatim sadece arkadaki adım seslerine odaklandı. Bir sürü farklı ayakkabı sesi duyuyordum, ama bir tanesi durmuştu. O sesin durmasıyla içimde bir şeyler kıpırdamaya başladı. Efendi’nin, yani babamın, bir ayakkabısı vardı. O ayakkabının her adımını duyduğumda, ne olursa olsun bir şeyler için beni suçlamaya gelir, bir olay patlak verirdi. Ve şimdi, o tanıdık ses… Yoksa!
Bir anlık korku ve şaşkınlıkla direkt arkamı döndüm. Babamın burada olma ihtimali, içimi yiyerek bitirmeye başlamıştı. Kalbim hızla çarpmaya başladı, sanki her şey bir anda çok daha tehlikeli hale gelmişti. Babam, burada mıydı? O an içimi yiyip bitiren korku birisinin beni takip ettiği için mi yoksa babamın yapacaklarıdan korktuğum için mi bilmiyorum ama emin olduğum bir şey var korkuyorum...
Önüme döndüğümde gözlerim açılabildiği kadar açıldı. Titiriyordum. Ellerim, titremekten neredeyse kontrolümü kaybetmişti. Tutmaya çalıştığım bağcıklar, parmaklarımın arasından kayarak yere düştü. Neden? Neden bu kadar titriyorum? Kalbim, sanki yerinden fırlayacakmış gibi çarparken, her atışında nefes almakta zorlanıyordum.
Çevremdeki insanlar, bana endişeyle bakıyorlardı, ama o bakışlar bir çözüm sunmuyor, aksine daha da derinleşiyordu. Yardım etmek yerine, sanki bir şey onları durduruyormuş gibi, sadece bakıyor, sonra da hızla uzaklaşıyorlardı. Hiçbir şeyin benimle ilgisi yokmuş gibi, hepsi kendi dünyalarına dönüyordu.
Ayağa kalkmak istedim, ama gücüm yoktu sanki kalbime her taraftan bıçak saplıyorlarmış gibi, beni yerle bir etmişti. Bir an, omuzlarımdan birinin tutup beni yere doğru bastırdığını hissettim. Her şey bana o kadar ağır geliyordu ki tarif edilemez bir acı göğsümü param parça ediyordu
Önceden çözdüğüm bağcıkları tekrar bağlamaya çalıştım. Titreyen ellerim, ipleri zar zor tuttu. O kadar zorlandım ki, gözlerim bulanıklaşmıştı. Bir damla, bağcığımın üstüne düştü. Daldığımdan olsa gerek yağmur yağıyor sandım, başımı yukarıya kaldırıp gökyüzünü baktım.
Ne yağmur vardı, ne de gökyüzünü kara bulutlar kaplamıştı. Hava her zamanki gibi, günlük gülistanlıktı.
Sol elimi gözümün altına doğru uzattım, içimdeki acı artık yalnızca içimde değildi, her yanımı sarıyordu, her nefes alışımda daha da derinleşiyordu.
Duramadım. Ağlıyordum… Hıçkırıklarım boğazımda takılı kalıyor, her birini, kimse duymayacakmış gibi, zorla yutmaya çalışıyordum ama ne kadar uğraşsam da, acı her defasında biraz daha büyüyordu...
Bir, iki, üç… Derken sonunda saymayı bıraktım. Nefesim düzensizdi, arada hıçkırıklarımı bastırmaya çalışıyordum. Koskoca yolun ortasında, insanlar gözlerini üzerime dahi çevirmeden yanımdan geçip gidiyordu, sanki ben orada yokmuşum gibi…
Derin bir nefes aldım ve titreyen bedenime rağmen kendimi toparlamaya çalışarak hızla ayağa kalktım. Karşımdaki sokağa doğru, tereddüt etmeden, emin adımlarla yürümeye başladım.
İki dükkanın arasındaki bu dar sessiz ve karanlıktı. Sokak lambaları yoktu, ama yolun başından süzülen güneş ışınları karanlığı biraz olsun dağıtıyor, etrafa hafif bir aydınlık veriyordu.
Sokağa girdikten sonra adımlarımı hızlandırdım, artık yürümek yerine koşuyordum nereye koştuğumu bile bilmeden sadece bu yerden kurtulmak istedim. Nefesim düzensizdi, kalbim hızla çarpıyordu. Tam o anda, bağcığıma takılıp yere kapaklandım.
Canımın yanmasından çok, içimdeki öfke ve çaresizlik beni daha da ele geçirdiğinde gözyaşlarımı tutamadım, daha da şiddetli ağlamaya başladım.
Bütün şanssızlıklar beni buluyor, üstüne yardım eden tek bir kişi bile olmuyordu. Birisi elini uzatsa, belki bu halde olmazdım… Bir kişiye muhtaç olmak… Kimine göre bu acizlik -ki belki de öyleydim- Kimine göre ise sadece talihsizlikti
Neden her şey beni bulmak zorunda? Gerçekten kaderim yüzünden mi? Yoksa bu sadece hayatın acımasız bir oyunu mu? Peki, kaderden kaçamaz mıyım? Onun ördüğü ağları kesip geçemez miyim? Kukla gibi yaşamak yerine, ipleri eline alan kişi olamaz mıyım?
Olamam… Çünkü bu hayat bana ne zaman kaderimi değiştirme şansı verse, ben çabaladıkça en başa geri getiriyordu...
Kaçamam... Kaderin ağlarını kesemem, kuklayı yöneten olamam… Çünkü ben buyum. Belki bir kuklayım, belki de kaderinden kaçamayan bir korkak… Ama böyle olmayı ben mi istedim? Hayır… bana bir kez bile seçme şansı verilmedi. Sadece sonu en baştan yazılmış bir hikâyenin içinde bu acılara katlanmak zorunda kalan ve böyle yaşayamaya mahkum yazılmış karakterdim .hangi yolu seçersem seçeyim hangi sonu istersem isteyeyim sonum her zaman aynı olucak. Korku ve çaresizlik içinde yaşamaya mahkûm bir kız
"Lucia?" Dedi birisi kim olduğunu anlayamayacak kadar ilgilenmiyorum... Sonra tekrar seslendi "Lucia!" Bir hırçınlıkla sesin olduğu tarafa döndüm ve "NE VAR!" Diyerek önüme döndüğümde cümleme devam ettim karşımda kim olduğunu hala bilmesemde bilme gereksimi duymadım "rahat bırak beni" dedim
Hızlı adımlarla yanıma gelen birisi vardı... Önüme çömeldiğinde kim olduğunu yeni görüyordum. Ares... Gözlerinde kendini belli eden bir endişe vardı "iyi misin diye sordu?" Bende sağa sola doğru kafamı sallayarak cevap vermiş oldum. Şuan ağzımı açacak gücüm bile kalmamıştı...
Ares kollarını iki yana açmıştıki vazgeçerek ellerini yumruk yaptı ve geri çekti.
O an içimde oluşan bir dürtüyle ona istediğini verdim ve sarıldım. İkimizde yerde otururken Ares bir anlığına bocalamış sonra beni kendine daha çok çekerek sıkı sıkı sarılmıştı
Ben hala ağlarken konuşmaya başladım "Yaşamak istemiyorum Ares..." Dediğimde saçlarıma minik bir öpücük kondurdu.
Bir eli sırtımı okşarken diğer eli saçlarımın arkasındaydı "De me öyle şeyler, ağlama bak bende üzülüyorum. Senin her damla göz yaşın benim kalbime bir hançer gibi saplanıyor..." Dedi ve saçlarıma bir tane daha öpücük kondurdu
Ben orada ağlarken, Ares beni tesselli ediyordu fakat Ares fark edip benimse hala fark etmediğim bir şey vardı ben Ares'e dokunmuştum hatta dokunmayı geçtim direkt kucağına atlamıştım
Umarım beğenirsiniz ben kaçar bir dahaki hafta sonu görüşürüzz
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 10.3k Okunma |
928 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |