
At arabasının içindeydim. Yol boyunca diğer sürgünlerle aramızda sessiz bir mesafe vardı. Fısıltılar ara sıra kulağıma geliyordu fakat duymamazlıktan geliyordum. Bazı kızlar umut doluydu; ne de olsa bu gece kaderin mühürlerini göstereceği bir geceydi. Bunu bir şans olarak görenler vardı. "Ya birine mühürlüysek ve bu partide olacaksa!?" diye heyecanla fısıldayan birini duyabiliyordum.
Ama onlar için bile gerçekler bir noktada yüzlerine çarpacaktı. Onları saran o küçük umut kırıntısı, krallığın ihtişamlı salonunda hızla yok olacaktı. Çünkü burası bizim gibi insanlar için değildi.
Benim için ise durum daha farklıydı. Üzerimdeki siyah kıyafet bu farkı yeterince gözler önüne seriyordu. Bunu kendi isteğimle seçmiş değildim. Bir elbise isteyecek kadar bile önemsenmedim. Terziler, sırf beni aşağılamak için bunu dikmişlerdi. Siyah, beyaz saçlarımı ve kırmızı gözlerimi daha çok vurguluyordu. "Bir Paria'yı saklamaya gerek yok," der gibi. Beni gizlemek yerine bir sanat eseri gibi sergiliyorlardı.
Diğer kızların elbiselerine baktım. Evet, hepsi elbise giyiyordu benim aksime zarif ve şıklardı tabii ki bir soylu elbisesi kadar değillerdi fakat benden daha iyi durumda oldukları kesin. Her bir elbise, içinde bulunduğumuz bu durumun ağırlığını hafifletmeye çalışıyordu. Ama ben… siyahın içinde karanlık bir figür gibi oturuyordum.
"Bak, Rita’ya," diye bir fısıltı duyduğumda bakışlarımı kaldırdım. Yanımdaki kızlardan biri, beni işaret ederek yanındakine alayla gülümsüyordu. "Elbise bile dikmemişler. Siyah kıyafetleri onun kimliğini dahada açığa vuruyor. Hah! Ne kadar acıklı bir hikaye."
Burası sürgün'deki kızların olduğu bir yer sürgündeki kızların ne kadar iyi olmasını bekleyebilirsin ki senin buraya gelişinin bir sebebi var bazısı pişmanlık duyar bazı ise yapmaya devam eder
Benim ne pişmanlığım var Ne yapmaya devam edebileceğim bir şey... Tek suçum paria olmak bunu sanki ben istemişim gibi
Bu davranmaları, benden korkmaları onları daha da acınası ve korkak yapıyor...
Arkamdan konuştuklarını bilsem de onlara bakmadım. Başımı çevirip camdan dışarıya baktım. Belki de bir yanıt vermeliydim. Ama ne söyleyebilirdim ki? Bu insanların benimle ilgili düşünceleri sabitti. Ne desem, ne yapsam bir şeyi değiştirmezdi. Bir kulağından girip diğer kulağından çıkan boş bir söz olurdu sadece...
At arabası sarayın arka kapısında durdu. Bileğimdeki metal bileklik soğuk bir ağırlık gibi hissettirdi. Bileğime bir kez daha baktım sürgün edilmiş biri olduğumu ne kadar bilsem de bileğimdeki metal bilekliğin üstündeki sürgün yazısı bunun kaçışına olmadığını bir kez daha hatırlattı.
Derin bir nefes alarak at arabasından indim. İçeriye adım atarken herkesin bakışlarını üzerimde hissediyordum.
Salonun görkemi nefes kesiciydi ama bu ihtişamın içinde boğuluyordum. Altın işlemeler, devasa avizeler, dans eden insanlar… Bu güzelliğin tam ortasında biz sürgünler, yabancı bir leke gibiydik.
Bize ayrılan köşeye doğru yürürken etrafımdaki insanların bakışlarını hissetmemek imkânsızdı. Kimileri açıkça alayla izliyordu. Bazılarının gözlerinde merak vardı, "Belki mühürlüğüm onların arasındadır" der gibi bakıyorlardı.
Asıl sorum şu, sürgün olan birisini kim eş olarak kabul eder ki ömrünün sonuna kadar sürgün edilmiş biriyle yaşamak eziklenmek,aşığılanmak kimi ister.
Etrafı biraz daha göz gezdirdikten sonra 3 tip göz qolduğunu fark ettim.
1.bizi küçük gören gözler
2.biz sanki hiç yokmuşuz gibi davranan gözler
3.bize umutla bakan gözler
Hala iyi insanların olduğunu görmek beni mutlu etmedi çünkü herkese İyi bakan gözler bana dönünce sanki bir böcek görmüş gibiiğrençleşiyordu.
Ben de pes ederek kenardan etrafı izlemeye koyuldum
Yanımdaki kızların heyecanı ise hızla kaybolmuştu. Az önce mühürlerinden bahsedenler, şimdi sessizce köşelerinde oturuyordu. Elbiselerinin ışıltıları, salonun parıltısına karışarak neredeyse silinmiş gibiydi. Artık bu görkemin arasında onların bir yeri yoktu.
Ama benim durumum çok daha farklıydı. Siyah kıyafetlerim, salondaki ışığın altında bir gölge gibi görünüyordu. Onların içinde bir yabancı olduğumu anlamak için bir saniyelik bakış yetiyordu. Parlak elbiselerin, gülüşlerin, kahkahaların arasında siyahın karanlığı ve gözlerimin kırmızısı bir çığlık gibiydi.
Bir süre kendi köşemde oturdum. Elleriyle bilekliğimi kavrayarak salonu izledim. İnsanların dans edişini, müziğin ritmini, birbirleriyle konuşmalarını... Ama tüm bu sesler kafamda bir uğultu gibi yankılanıyordu. Sanki bu dünyadan tamamen kopmuş gibiydim. Onlar benim buraya ait olmadığının göstergesiydi
Bazı sürgünler gerçekten mühürlerini bulmuştu adamlar mühürlerini bir sürgün olmasını umursamamışlardı ve böyle durumlarda kralların emri üzerine sürgün edilen kişinin sürgün edilme sebebine göre serbest bırakılıp, dışarıda mühürlüsü ile bir hayat yaşayabileceği bir şansı vardı.
Daha fazla katlanmak istemiyorum
Salondan kaçmam gerekiyordu. Işıklar, kahkahalar, bakışlar... Hepsi bir çığlık gibi üzerime geliyordu. Siyah kıyafetlerim yüzünden insanların bakışları bir an olsun üzerimden gitmemişti. Herkesin gözleri, saçlarımı, kırmızı gözlerimi ve bileğimdeki sürgün bilekliğini izliyordu.
Tabii ki dirseklerime kadar uzanan siyah eldivenler metal bilekliği daha da ön plana çıkarıyordu.
Bahçeye açılan kapıyı gördüğümde, içimde bir anlık rahatlama hissettim. Hızlı adımlarla yürüdüm. Kimse bana dikkat etmiyordu, zaten kimse beni istemiyordu. Kapıyı açtığımda serin gece havası yüzüme çarptı. Derin bir nefes aldım, adımlarımı yavaşlatarak taş döşemeli bahçeye girdim.
Bahçe, salonun ihtişamından uzak, sessiz bir huzur sunuyordu. Ay ışığı taş yolları aydınlatıyor, çiçeklerin gölgeleri yumuşak bir örtü gibi yere düşüyordu. Kendimi bir bank bulup otururken buldum. Ellerimi dizlerimin üzerine koydum, sırtımı kamburlaştırdım. Buraya ait olmadığımı daha önce hiç bu kadar net hissetmemiştim.
"Neden buradasın?" diye mırıldandım kendime. Cevabı biliyordum ama yine de o kelimeleri yüksek sesle söylemek istemiyordum. Ben bir Paria’ydım. Görmezden gelinen, dışlanan, istenmeyen biri. Bu yüzden buradaydım.
Derin bir nefes alıp başımı kaldırdım. Yıldızlar, karanlık gökyüzünde parlıyordu. Onlara bakmak, bir anlığına içinde bulunduğum bu korkunç ortamı unutmama yardımcı oldu. Fakat o anda hissettim. Sanki biri beni izliyordu.
Başımı çevirip çevreme baktım. İlk başta kimseyi göremedim. Ama sonra, bahçenin karanlık bir köşesinde bir siluet belirdi. Hemen dikkatimi çekti; çünkü o, hareketsiz duruyordu. Sanki bir heykel gibi. Gözlerimi kısmadan o gölgeye bakarken içimde garip bir ürperti hissettim.
"Kim var orada?" Sesim güçlü çıkmaya çalışsa da boğuk ve tedirgin olmuştu. Sessizlik, sorumu yutmuş gibi geldi. Ama sonra o figür hareket etti. Ay ışığı yüzünü aydınlattığında nefesim kesildi.
Uzun boylu, güçlü bir duruşu olan bir adamdı. Geceye karışmış simsiyah saçları yüzüne dökülmüş, keskin hatlarını belirginleştiriyordu. Ama beni asıl etkileyen gözleriydi… Gözleri o kadar derin bir mavilikteydi ki, ilk anda içine çekilmekten kendimi alamadım. O gözlerde sanki bir okyanus saklıydı; hırçın dalgalarla dolu ama bir o kadar da huzur veren bir okyanus. Bir an için her şey sustu. Bahçede sadece ikimiz varmışız gibi hissettim. Kalbim bir anlığına çırpınmayı bıraktı, sonra yeniden hızla çarpmaya başladı.
"Sen neden buradasın?" diye sordu. Sesi, bir yankı gibi zihnimin derinliklerinde dolaştı. Yumuşak ama bir o kadar da buyurgandı. O anda, onun sıradan biri olmadığını fark ettim. Gücünü kelimelerinde bile hissedebiliyordum.
"Kim olduğunuzu bilmiyorum," dedim, sesim çatallı ve neredeyse duyulmaz bir haldeydi. "Ama bahçeye gelmek bir suç değil, öyle değil mi? Sürgünlerde bahçeye çıkabilir"
Adam bir an duraksadı ve bir anlığına kolumdaki sürgün yazan metal bilekliği baktı sonra hemen toparlandı, yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Ama bu sıradan bir gülümseme değildi; içinde bir sır saklıyordu. Adımları taş yolda yankılanırken bana doğru yaklaştı. Aramızdaki mesafe kapanırken içimde garip bir tedirginlik ve merak karışımı bir his yükseliyordu.
"Rita," dedi sonunda. Adımı duyduğumda nefesim kesildi. Onu tanımıyordum, ama o beni tanıyordu. Gözlerimi onun gözlerinden ayıramıyordum. Sanki bana sadece adımı söylemekle kalmamış, ruhuma dokunmuştu.
"Beni nereden tanıyorsunuz?" dedim, bir adım geri çekilerek. Ama o durmadı. Yavaş ve emin adımlarla bana yaklaştı. Yakınlaştıkça yüzünde gizemli bir ifade belirdi.
"Bazı şeyleri bilmek için tanışmaya gerek yok" dedi. "Bazı şeyler yazılmıştır."
Sözleri zihnimin içinde yankılanırken, kalbim hızla çarpmaya başladı. Bu adamla ilgili bir şey… onun varlığı beni rahatsız ediyordu ama aynı zamanda bir şekilde çekiyordu.
Karanlık bir sır gibi. Bileğimdeki bilekliği sıktım. Onun gözlerinden uzak durmaya çalıştım, ama bu imkânsızdı.
"Beni rahat bırakın" dedim sonunda, sesim beklediğimden daha titrek çıkmıştı. "Sizinle konuşmak istemiyorum."
Ama o kıpırdamadı. "İstediğin kadar kaçabilirsin, Rita" dedi yumuşak bir sesle. "Ama kaderden kaçamazsın."
Kelimeleri içime işledi. Kader… Bu kelimenin ağırlığı beni sarsmıştı. Onun gözlerine tekrar baktığımda bir an için kendi görüntümü gördüm.
Ama bu ben değildim. Bu, bir başka dünyada, bir başka hayatın içinde olduğum bir görüntüydü. Nefes almakta zorlandım.
"Beni neden rahatsız ediyorsunuz?" diye bağırdım sonunda, sinirle ayağa kalkarak. "Ne istiyorsunuz?"
Adam sessizce durdu. Sonra bir adım geri çekildi. Yüzünde garip bir ifade vardı; sanki bir şeyi itiraf etmek üzereymiş gibi. Ama hiçbir şey söylemedi. Bunun yerine, sessizce döndü ve"Zamanı gelince öğreniceksin ay parçası" bahçenin karanlığına karıştı.
Kendimi yeniden yalnız buldum. Ama bu yalnızlık, daha önce hissettiğimden çok daha ağırdı. Kalbimde bir boşluk vardı. İçimdeki sorular beni yiyip bitiriyordu. O adam kimdi? Ve neden bana böyle bakıyordu?
Ama bir şey biliyordum. Bu gece, hayatımın geri kalanı için bir dönüm noktasıydı..
Evet sonunda bölüm geldi umarım beğenmişsinizdir yorumlarınızı düşüncelerinizi ve oylarınızı bekliyorum Bir dahaki hafta görüşürüz
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.58k Okunma |
870 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |