23. Bölüm

18. Kaos Ortamı

Kurabia Bıraktım...
yazar.kurabia_

"Zamanı gelince öğreniceksin ay parçası"

Bu sözler zihnimin bir köşesinde tekrar ediyor, her aklıma gelişinde o adamı tekrardan görmek istiyordum. Okyanusu andıran gözleri aklımdan çıkmıyordu yüzünü ay ışığı altında bir kez daha görmek ve hiçbir şey eksik bırakmadan her üzerine kadar incelemek ve gözlerinde boğulmak istiyorum

 

bunun mümkün olmayacağını bilsem bile içimdeki sesin isyanını durduramıyorum ben bile daha neden istediğimi anlamamışken içimde feryatlar kopuyordu. Tarif edilemez bu hissin beni ele geçirmesinden korksamda bir yandanda istiyorum. Asıl sorun neden ve niye istediğimi bilmeden sadece istemem bir zorunluluk gibi hissettirsede iç dünyamda çıkan isyan tam tersini söylüyordu. Bir tarafım isyanı desteklerken diğer tarafımsa ne düşüyorum şuan diğerek eski halime dönmeye çalışıyordu. İç dünyamdaki savaş beni iyice çıkmaza sokarken kömür gibi saçları tekrar aklıma geldi

 

Aslında bu adamı tanıyormuşum gibi bir his var içimde, ya da birine benzetiyorum ama bir yerlerde, bir şekilde, onu gerçekten tanıdığıma eminim ve o da beni tanıyordu, bunun başka bir açıklama olamaz. Gözlerinde hissettiğim hüzün ve özlem sanki onu tanımam için dua ediyor gibiydi. Kalbim onu hissediyordu ama beynim sadece yabancı demeyi tercih ediyordu. Adamla göz göze geldimiğimizde sanki bir birimizi yıllardır tanıyormuşuz gibi hissettim aramızda bir bağ oluştu sanki ve nedense bu hissettiğim bağ hiç bir zaman kopmayacak gibi hissettiriyordu. O adam anılarımın bir köşesinde bir iz gibi kalmıştı ya da sadece öyle düşünmek istiyorum

 

İç dünyamdaki savaştan kaçarak kahkaha ve konuşma sesinin geldiği tarafa döndüm kadınlar ışıkların altında taktıkları mücavherlerle daha da parlıyordu. Erkekler ise giydikleri takım elbiseler ve ceplerine koydukalrı peçete ve ya güllerle şıklıklarını konuşturuyordu. Sürgünler ise bazıları mühürlülerini bulmuş onların yanında duruyordu bazısı en köşede varlığını fark ettirmemek için en köşede saklanıyordu bazısıysa sadece etrafı inceliyordu fakat hepsinin ortak özelliği kollarındaki soğuk metal bileklik.

 

Fakat en merak ettiğim şey şuydu Williams nerde? Onu bugün bir kez olsun görmedim. Erkek sürgünlerde buradaydı fakat kızlarla ayrı duruyorlar peki neden mi? Soyluların ne yapıcağı belli olmayacağı için bende o yüzden Darius ve Reo'nun yanın girmek fırsat olmamıştı ama bir iki kez göz göze gelmiştik ve tebessüm ederek yoluma devam

 

ne kadar içeri girmek istemese de oraya girmek istemiyorum. O bakışlara daha fazla katlanmak istemiyorum,onları görmek istiyorum fakat kaçışın olmadığını biliyorum bu partide nereye kaçarsam kaçayım sonunun o bakışlara gideceğini biliyorum sadece bilmemmek bu gerçekten kaçmak istiyorum

 

Bahçe kapısının önüne geldiğimde kaçışım olmadığını anlayarak ilk adımı attım ve içeriye bir göz attım. Bazısın gözleri direk bana dönmüş sanki bir hayvan görmüş gibi nefret kusarcasına bakıyordu. Bazısı ise varlığımı bile fark etmemiş burada bir yerim olmadığını hatırlatıyordu. Tek dileğim başıma bir şey gelmemesi ve kimsenin bana dokunmamamsı

 

İnsanlar ya da kurtların en az olduğu köşeleri tercih ederek eski yerime geri dönmeye çalışıyorum önlerinden geçerken birisi bana çelme takmaya çalışmış son saniye paçayı kurtarmıştım ama dönüp bakmadan yoluma devam ettim. Dönüp bakarsam bile hiç bir şeyin değişmiyeceğinin ikimizde farkındaydık fakat yaşlı bir kadın olduğunu anlamak zor olmamıştı. Sürgünlerin durduğu tarafa gitmeye devam ettim. Sürgündeki kızların olduğu tarafa baktım çoğunu tanımasamda sayıca azaldıkları göz görülür bir gerçekti

 

Bu bir çok kişinin mühürlüsünü bulduğunun haberçisiydi ama mutlu olabilecekler mi? Etrafa baktığımda erkek sürgünlerinde azaldığını gördüm hata bazı sürgünler bir birine mühürlenmişti onlar bir birinin kaderi olmuştu. 2 sürgünün kaderi birleştiğinde ne yapacaklardı? Kralliyet izin vericek miydi? Ya da birlikte sürgünde yaşarlar kim bilir

 

Sonunda sürgünlerin olduğu tarafa geldim. Aslında bizim için özel bir bölge yoktu herkesin etrafta dolaşmasına izin vardı. En azından kral izin vermişti... çoğu sürgün çevresindeki bakışlardan rahatsız olduğu için en karanlık köşeye -yani olduğumuz yere sinme kararı almış en baştaki neşelrri kaybolmuştu

 

Bu sırada bende onların yanına gitmiştim tabii. Koluma baktığımda soğukluğu kalbime kadar işleyen ve her baktığımda içimde bir ürperti oluşturan metal, üstünde sürgün yazan bilekliğe baktım. kendime kaderin oyununu bir kez daha hatırlattım

 

Aklıma yine o adam geldi, tok sesi zihnimde yankılanıyordu: “Kaderden kaçamazsın.” Bu cümle, ne kadar istemesemde aklımı bir köşesine kazınmıştı. Peki bu kaderi istemiyorsan? Ya sahneye çıkmak istemiyorsam? Bana yazılan bu rolü reddetme hakkım yok mu? İç dünyamda verdiğim savaş bir an durdu "Benim hayatım ne ki?" Neden bu senaryoyu oynamak zorundayım? Sanki görünmeyen bir yönetmen, beni kukla gibi oynatarak sahnede hareket ettiriyordu, ama ben bir kukla gibi hareket etmek istemiyorum. Eğer bu oyundan kaçmak mümkün değilse bile, kuklanın iplerini kesip kendi sahnemi yazmak mümkündür. Yada sadece öyle olmasını istiyorumdur peki neden? Kaderimden korktuğum için mi? Yoksa sadece paria olduğum için bana karşı yapılan davranışlardan kaçmak için mi?

 

Herkesin bir kaderi olduğu söylenir. Bazılarınınki, birbirine benzer, güvenli ve sıradan bir yol gibidir. Ama bazıları, karanlık ve zorlu bir patikadan yürümek zorunda kalır. Belki de benim yolum buydu: dikenlerle kaplı, her adımında bir engel barındıran bir patika. Ama bu yol, benim seçimim değilse ne olacak? Bir yolcu olarak bu patikayı kabul etmek zorunda mıyım arkamı dönüp başka yoldan gidemez miyim? yoksa o dikenleri yolumdan temizlemenin bir yolu var mı? İçimde bir şey ben farketmeden yavaş yavaş kırılıyordu bu belki kalbimdi belkide de... Duygularım ama her ne olursa olsun, bu kırılmanın beni değiştirdiğini hissediyordum. O an anladım ki, bu patikada yürümeye devam edeceksem bile, bu halimle bunları başarabilir miyim?

 

"PARİA!" diye bir ses duyduğumda sesin geldiği yere baktım. Salona bir anda derin bir sessizlik çöksede umursamadım. Ses 2 kız 3 erkeğin olduğu bir aileden geliyordu. Onlar dahil herkes seslenilen kşiye yani bana bakıyordu. Yaşlı baba oldupunu düşündüğüm adam bana baktı ve tekrar bağırdı "BURAYA GEL"

 

Seni duyurmak için değil sırf beni herkes görsün diye bağırdığı gayet açıktı şimdiye kadar hiç bir şey olmadan gelmiş olmam bile bir mucize gibiyken bundan sonrası in yapabileceğim tek şey dua etmek. Karanlık köşeden çıkarak ışıkların altında sim siyah kombinim, beyaz saçlarım ve kırmızı gözlerimle gayet dikkat çekiyordum. Karanlıktan çıkıp ışığın altına geçince gözlerim kamaşsada hemen toparlanarak yaşlı adamın yanına yürümeye başladım. Herkes pür dikkat beni izlerken ben sadece adama baktım bu saatten sonra gözlerimi yafa benliğimi saklama gibi bir planım olmayacaktı maden siz beni podyuma soktunuz bende bu podyumda dururum. Kıyafetlerime baktıpımda sim siyah kıyafetlerim ışık altında beni daha dikkat çekici yaptığını bir kez daha anladım.Terzilerin böyle bir kıyafet dikme amacıda buydu zaten

 

Ailenin yanına gittiğimde ailenin benle yaşıt olduğunu düşündüğüm kızı eline masada duran ikramlıklardan aldı ve yere attı.

 

Kızla göz göze geldiğimizde "yanıma yaklaş"dedi yanına iki adım daha attım ve bir adımlık boşluk bıraktım. Gözüyle yeri gösterdiğinde yere attığı şeyi almamı istediği açıktı.

 

Bir an duraksadım kralliyet partisinde neden böyle bir şey yapıyorum. İç dünyamda verdiğim savaş tekrar harlandı fakat bu sefer kendi kendilerine değil hepsi birlik olmuş bana tiksintiyle bakan insanlara savaş açmak istiyordu. Etrafımda baktığımda herkes film izler gibi izliyordu kimse gelip dur, yapma demiyordu. Bana duygusuz diyen insanlar kendi duygularından yoksundu. Sorun sürgün olmam mı? Paria olmam mı? yoksa ikiside mi?

 

Benim yerimde kendi evlatları olsa böyle davranabilecekler miydi? Böylece susup izleyebilecekler miydi? Kıza tekrar döndüm bana sinsi bir bakış attı çünkü ikimizde aynı şeyi düşünüyorduk başka şansıp yoktu kız ne derse yapmak zorundaydım ve kızda bunun farkındaydı attığı sinsi bakışlar bunun habercisiydi.

 

Dİzlerimin üstüne çökerek yerdeki ikramlığı aldım. Ayağı kalkmak için hazırlandığı sırada kafamdan aşağı bir şey döküldü kadınların şaşkınlıkla oluşan tiz çığlıkları kulaklarıma gelirken ben sadece olduğum yerde kalmıştım yere baktığımda saçımdan yere damla damla akan kırmızılığa baktım. Bu su değildı

 

Saçlarımın ve yere damlayan şarabın kokusu burnumu rahatsız etmeye başlamıştı. Önümdeki kız sert bir sesle "kalk" dedi. Normalde denilenleri yapan biri değildim ama bana dokunma düşüncesi içimde bir korku seli oluşturuyordu. Ya beni zorla kaldırmak için elini sürerse bana dokunursa o zaman ne yapıcaktım. Güçlerimi istemsiz bir şekilde kullanabilirdim fakat bu sadece benden daha çok nefret etmelerine olanak sağlardı.

 

Ayağı kalktım ve kızın gözlerinin içine baktım saçlarımdan hala akan şarap gözlerimle uyumluydu ama yere damlarken minikte olsa çıkardığı sesler kulağımı rahatsız etmeye başlamıştı.

 

Kızın gülümsemesi bir anda soldu ve benden gözlerini kaçırdı. Telaşlı bir sesle "gidebilirsin"dedi. Ben arkamı dönmüş giderken arkamdan kızın şu sözlerini duydum "o gözler kesinlik normal değil" pekte umrumda olmadı kırmızı gözler zaten normal değildi açıkcası normal bir şeyim yok sonuçta.

 

Sürgünlerin durduğu yere gidip eski yerime geri oturduğumda şarap Damlaları oturduğum yeri ıslatıyordu.

 

Etrafa baktığımda aklımın ucundan bile geçmeyecek rüyamda görsem inanmayacağım bir şey gördüm Bahçede konuştuğum adam kralın solunda kılıcını kınına sokuyordu.

 

Bu demek oluyorki bu adam kralın sol kolu "bir dakika! Ben o zaman kralın sol koluylan mı kavga et- aaa!" Kendime kendime fısıldaşırken çevremde oturan kızların bana öküz gibi baktığına eminim. Niye bakıyorsunuz demek istesem de şu an daha önemli işlerim var o adamlar kavga ettim onu tanımadığımı bile söyledim bir insan kralın sol kolunu nasıl tanımaz Bir de diyorum ki bu adam nereden tanıdık geliyor. Aptal Rita yine zekânı konuşturdun yani.

 

"Tamam Rita sakin ol sakin ol ama ya benim kellemi vurularsa" bunu düşünürken adama baktım ve okyanus mavisi gözlerle tekrar denk geldik böyle devam ederse o okyanusta boğulacağım ve yüzme bilmiyorum. Biri bana yardım etsin keşke Reo'ların yanına gidebilseydim

 

Pantolonumda ıslaklık hissetmemle ayağı fırladım etrafımdakiler bana artık öküzü de geçmiş bok böceği görmüş gibi bakıyordu fakat onları umursamayarak altımda ıslak hissetiğim yere dokunurken bir yandanda oturduğum yere baktım. Saçımdaki şarap damlaları oturduğum yeri ıslatmış sonundada pantolonuma bulaşmıştı. Tekrar oturunca pantolonum siyah olduğu için dua ettim.

 

Pantolonun dikilme amacı bu olmasa da en azından işime yaradı.

 

Etrafı dikkatlice incelemeye başladım. Kalabalık içinde birçok yüz, birçok farklı hikaye vardı ama benim dikkatimi çeken, Layrae ve Maxi’nin sıradışı görüntüsü oldu. İkisi de sürgünlerin bulunduğu yerin aksine, herkesin ilgisini çeken bir adamın yanında duruyordu. Daha doğrusu, Maxi adamın hemen yanında, oldukça kendinden emin bir duruş sergiliyordu; Layrae ise onun birkaç adım arkasında, sessiz ve dikkatli bir şekilde bekliyordu. Layrae’nin bakışları sürekli etrafı tarıyordu, sanki bir şey arıyormuş gibi. Bu sırada gözlerimiz bir an için buluştu. O an içimde garip bir his yükseldi, hemen gözlerimi kaçırarak ayakkabılarımın uçlarına baktım.

 

Bugün birisiyle daha göz göze gelmeye cesaretim yoktu. İnsanların bakışlarının üzerimde yoğunlaşması, beni daha da rahatsız ediyordu. Kendi düşüncelerime sığınarak bu duyguyu bastırmaya çalıştım, ama gözlerim istemsizce yeniden Layrae’ye kaydı.

 

Layrae’nin elbisesi dikkatimi çekti. Mor, hafif kabarık bir elbise giymişti. Elbise oldukça sıradan bir kumaştan yapılmıştı ve dikişlerin aceleyle, özen gösterilmeden işlendiği açıkça görülüyordu. Buna rağmen, Layrae o kıyafeti büyük bir zarafetle taşıyordu; sanki bu elbise onun için özel olarak tasarlanmış gibiydi. Mor renk tenine mükemmel bir uyum sağlıyordu, hatta belki de onun duruşunu daha asil gösteriyordu.

 

Maxi’yi ise ayrıntılı bir şekilde inceleyemedim. Layrae onun hemen önünü kapatıyordu, bu yüzden ancak kısaca bir göz atabildim. Maxi’nin üzerine salaş, koyu yeşil bir elbise vardı. Kıyafet sade bir tasarıma sahipti, ama beline bağlanmış kahverengi bir kemer, ona farklı bir hava katıyordu. Maxi’nin duruşu da kıyafetine uyum sağlamış gibiydi; dikkat çekici ama bir o kadar da doğal görünüyordu.

 

Onların görüntüsü, içinde bulunduğumuz karmaşadan bir an için sıyrılıp başka bir dünyanın kapılarını aralamış gibi hissettirdi. Layrae’nin duruşunda bir şey vardı; kendinden emin ama aynı zamanda temkinli bir hava. Maxi ise onun aksine, çevresine tamamen rahat bir güven yayıyordu. İkisini bir arada görmek, bu kadar farklı enerjiyi aynı anda hissetmek, beni ister istemez düşüncelere daldırdı.

 

Partiden kaçmaya çalışsam ne olurdu ki? Bu düşünce zihnimde yankılanıyordu. Kimse beni burada istemiyordu, bunu her an hissettiren bakışlardan anlamak zor değildi. İnsanların bana karşı olan ilgisizliği, benim bu dünyada var olup olmadığımı sorgulamama neden oluyordu. Kapının önündeki şövalyeler bile beni umursamazdı, değil mi? Onların gözünde ben sadece fazlalıktan ibarettim; burada olmam ya da olmamam hiçbir şey değiştirmezdi. Belki de kapıdan çıkıp gitmeye kalksam, göz ucuyla bile bakmazlardı.

 

Ama yine de bu fikir içimde bir ürperti yaratıyordu. Ya yanılıyorsam? Ya gerçekten beni durdurmaya çalışırlarsa? Bu düşünce kısa süreliğine tereddüt etmeme neden olsa da, sonunda bir karar verdim: Denemekten zarar gelmezdi. Sonuçta, en kötü ihtimalle beni geri çevirirlerdi, değil mi?

 

Bir yandan bu düşünce beni rahatlatıyordu, diğer yandan ise içimdeki isyan ateşini daha da körüklüyordu. Burada kalmak, istemediğim bir oyunun parçası olmaktan farksızdı. İnsanların soğuk ve boş bakışları, üzerimdeki görünmez ağırlığı daha da artırıyordu. Bu ağırlıkla daha ne kadar dayanabilirdim ki? Kalbimde, bu yeri terk etme arzusunun giderek büyüdüğünü hissediyordum.

 

Kapının olduğu yöne bakarak plan yapmaya çalıştım. Şövalyeler dikkatlerini başka şeylere vermiş gibi görünüyordu. Belki de kalabalığın arasına karışıp, fark edilmeden çıkmayı başarabilirdim. Kimse beni aramazdı, kimse nereye gittiğimi sorgulamazdı. Hatta belki de, yokluğum fark edilmezdi bile.

 

Kaçmak bir riskti, evet, ama burada kalmak da farklı bir risk değildi. En azından kaçmayı denersem, bu sıkışmışlık hissinden kurtulma ihtimalim vardı. O an derin bir nefes aldım. Adımlarımı nasıl atacağımı, şövalyelere nasıl görünmez olacağımı düşünmeye başladım. Kendime bir an cesaret verdim ve bu düşüncenin beni harekete geçirmesine izin

verdim. Belki de kaderimi bir kez olsun kendi ellerimle değiştirebilirdim.

 

 

 

 

 

 

Bölüm geç geldiği için özür dilerim fakat bu hafta çok doluydum. Bu yüzden bölümü 2 bin kelime yazdım umarım beğenirsiniz

Bölüm : 19.01.2025 14:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...