
Ben geldim, hoşgeldim, iyiki geldim. Geçen hafta bölüm atmadım duyuruda var sebebi falan isterseniz bakın
İyi okumalar ve bölümün sonunda yeni kitap fikri var fikirinizi belirtirseniz memnun olurum eleştiriyede açığım
MEDYA: ÇOCUKLUĞUNUN TEMSİLİ
Aron gittikten sonra pantolonumun cebinde bir şey fark ettim. Minik bir haritaydı ve altında şöyle bir not vardı:
"Kurtulmak istiyorsan buraya git."
Aaron olduğunu anlamam çok uzun sürmedi. Kaşlarımı çattım ve hemen incelemeye başladım.
Bir kulübe işareti vardı ama çevresinde başka hiçbir yapı görünmüyordu. Sadece geniş, dümdüz bir arazi… Ağaçların bile olmadığı koca bir düzlük. Talim alanı olabilir mi? diye düşündüm. Fakat daha fazla oyalanamazdım. O an fark ettim ki, koridorun ortasında öylece duruyordum. Hemen Viktor denen herifin odasına yöneldim.
Kapıyı kapatır kapatmaz, nefesimi tuttum. Göğsüm inip kalkıyor, kalbim sanki kaburgalarımı kıracakmış gibi atıyordu. Derin bir nefes aldım...
Şimdi ne yapacağımı biliyorum ama hata yaparsam… her şey biter.
Gözlerim hızla odanın içinde dolaştı. Duvarlardaki altın işlemeler, ve odanın genelini kaplayana siyah eşyalar odanın kime ait olduğunu tek bakışta belli ediyordu. Burası kesinlikle bir kraliyet üyasinin odasıydı. Şöminenin yanında bir masa vardı, üzerinde bir şişe şarap ve iki kadeh duruyordu…
Viktor burada biriyle içmeyi mi planlıyordu? Ya da bir kadınla içip sonra...
Ne önemi vardı? Kendimle alay edecek vaktim yok. Sessizce balkon kapısına yöneldim. Tam çıkmak üzereyken, kolum şifonyerin üstündeki tabloya çarptı ve yere düştü. Bütün vücudum gerildi, nefesim boğazımda düğümlendi.
Ama şanslıydım burada kimse yoktu ya da duyacak kadar yakın değildi. Tablonun camı kırılmadığı için tutuğumu yeni fark ettiğim nefesimi bırakarak içimden bin kez teşekkür ederek hızla yerine koydum.
Kapının önünde durup derin bir nefes aldım. Kilidi kontrol ettim.
Açık olması için dua ettim…
Şansıma, kilitli değildi. Kapıyı yavaşça ittim ve dışarı adım attım.
Gecenin serinliği vücuduma işledi, rüzgâr saçlarımı savurdu ama umurumda değildi. Bir anlık dalgınlıkla balkondan aşağı baktığımda, gözlerim istemsizce büyüdü.
Burası düşündüğümden çok daha yüksek! Tabiki canavarlarla savaşırken daha yükseklere çıkmıştım ama aşağıdan bakınca bu kadar yüksek durmamıştı.
Boğazımdan bir yutkunma sesi geldi. Düşersem… Hayır. Düşmeyi düşünmeyecektim.
Karşımdaki ağaca odaklandım. Dal bana yakındı ama uzanarak yetişemezdim. Ancak dikkatli olursam, oraya atlayabilirdim.
Ama hata yaparsam… sakatlanma olasılığım çok yüksek b
Nasıl olduğunu ile anlamadan kendimi idam koltuğunda nasıl ölmek istediğimi düşünürken bulabilirim.
Balkonun kenarına yaklaşarak ellerimi soğuk mermer korkuluğa koydum. Önce sağ ayağımı korkuluğun üzerine attım. Ayak tabanım, taşın soğukluğunu hissetti. Korkuluk çok ince değildi ama dengemi kaybedersem…
Boş ver.
Diğer ayağımıda koyduğumda denge sağlamak için kollarımı iki yana açtım. Şuanda kendimi ipin üstünde yürüyen cambazlar gibi hissettim...
İçimdeki korkuyu bastırmaya çalışarak dudaklarımı ısırdım.
"Bunu yapabilirim."
Ve o an içime bir heyecan doldu, hiç düşünmeden zıpladım.
Havada süzülmek, saniyelik de olsa özgürlüğü hissettirdi. Ama işler planladığım gibi gitmedi.
Dala çıkmayı umuyordum. Ama şimdi, iki elimle sıkıca dala tutunuyordum. Eldivenler kaymama neden oluyordu ve ellerim yanıyordu.
Aşağı baktım. Eğer atlarsam yakalanırım, 2. Seçenek olsan balkona geri atlamamda imkânsız.
Ellerim biraz daha kayınca, sağ elimi bırakarak dişlerimle şerçe parmağımın ucunu ısrıdım ve eldiveni çıkardım. Ellerim eldivenin içindeki sıcaktan kurtulunca bir an ürperdim ama en azından kaymıyordum. Diğer elimi de aynı şekilde eldivenden kurtardım. Parmaklarım acıyordu ama en azından dalı sıkıca kavrayabiliyordum.
O sırada, aşağıdan kahkaha sesleri duydum.
Gözlerim anında aşağıya kaydı. Bir çift, gülerek buraya doğru yaklaşıyordu.
"Süttür…" diye fısıldadım, sadece kendimin duyabileceği kadar kısık bir sesle.
Hemen kendimi yukarı çektim ve dalın üstüne çıktım.
Kadın, siyah beline kadar inen dalgalı saçları ve zümrüt yeşili gözleriyle dikkat çekiciydi. Üzerindeki koyu yeşil korseli elbise ona çok yakışmıştı. Yanındaki adam, sarı saçlı ve kahverengi gözlüydü. Kadın onun omzuna ancak geliyordu.
İzlediğimi fark etmeyeceklerini düşünüyordum ama…
Kadınla göz göze geldik.
Bütün vücudum buz kesti.
"Yoksa… sonum geldi mi?
Ama kadın gülümsedi göz kırptı hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam etti.
Beni görmemiş miydi? Yoksa… görmezden mi gelmişti? O zman niye göz kırpsın?
Derin bir nefes alarak elimdeki eldivenleri cebime attım. Kanıt bırakmamalıyım.
Ağacın diğer tarafına geçtim, duvarın yanına ulaştım. Önümdeki dal kesilmişti, belli ki kaçışları önlemek içindi fakat bu beni durdurabilir mi? Tabikide hayır...
Bir üst dala çıkıp duvara atladım. Kalın olmadığı için tutunmam kolay oldu.
Çok yüksek olduğu en başta duvarın üstüne oturdum "Saçlarım uzun ve sarı olsa tam Rapunzel kaçış sahnesi" ellerimle tutunarak ayaklarımı serbest bıraktım ve yerle aramdaki mesafeyi birazda olsa kapattım.
Ama yere inerken hesap edemediğim bir şey vardı.
Dikenler.
Ayaklarımı çekmeye çalıştım ama sarmaşık bacağıma dolanmıştı. Birden yeri boylayınca içimden sövüp durdum. Asıl sinirim acıya değil, atlarken değil de yürürken düşmeme idi. Bacaklarımı kurtardığımda dizlerimin altında bir sürü delik vardı. Ve minik minik dikenler duruyordu.
Kendimi toparlayıp eldivenlerimi giydim ve dikenleri çıkardım. Sonra cebimdeki haritayı çıkardım ve yürümeye başladım.
Ormana girdim. Sessizlik içğöe işledi ve fakat sessizlik beni korkutmaz tam tersi ses korkuturdu bir insanın konuşmasının sana ne zaman etki edeceğini bilemezsin fakat konuşmazsa sorun çıkmaz.
Bir yandan temkinli adımlar atarken bir yandanda kendimi savunabileceğim bir şey ararken sağ tarafımdan gelen bir çıtırtıyla durdum.
Sesin geldiği tarafa döndüm ve tetikte beklemeye başladım... reflekslerim tetikteydi.
Sonra…
Miyav!
Gözlerim kırpıştırdım...
Bir kedi, sarı gözleriyle ağaçların arasından çıktı. Siyah tüyleri gecenin karanlığıyla aynıydı.
Tekrar miyavladı, sonra yanıma gelip bacağıma süründü. Hafifçe eğildim ve başını okşadım.
"Ne yapıyorsun sen burada, ha?"
Kollarıma alıp göz göze geldik. Miyavladı. Gülümsedim.
Yere bıraktığımda peşimden gelmeye başladı.
Şaşırdım. Yaralı ya da yavru değildi. O zaman neden beni takip ediyor?
Bir adım attım, o da attı.
Durdum, o da durdu.
Şüpheyle kediye baktım.
"Büyülü bir şey falan mısın? Masallardaki gibi…"
Kedi sadece bana baktı, sonra önüme geçip yürümeye başladı.
Ben haritayı takip ederken kedide beni takip ediyordu.
5 dakika sonra
"Nerdeyim ben...Al işte kayboldum! O herife inanmak en başından hataydı zaten. Ne bekliyordum ki! Bana yardım etmesini mi? Hah! Rüyamda belki..."
Miyav dediğim kara kedi pantolunumu ısırarak yüyümeye çalıştı "hey Miyaz ne yapıyorsun!" Dediğim bana bakıp tıslar gibi "miyav!" ne zaman miyav diye seslensem bağırıyordu sebebini anlamasamda umursamadım.
Miyav tekrar pantolonumu ısırıp bir yöne doğru gitmeye çalışınca beni istediği yere götürmesine izin verdim "zaten kayboldum hadi götür beni sende kurtul bende kurtulayım..."
Paçamı bırakınca onu takip etmeye başladım.
10 dakika sonra
Dümdüz bir boşluğa gelince hemen haritayı çıkarıp emin olmak istedim "evet! Burası Talim alanı dediğim bölge... Ev haritaya göre kuzeydoğuda kalıyor... O zaman" hala haritaya bakarken kuzey doğuya doğru döndüm ve "Bu taraftan" Miyava baktım ve "Helal be miyav!" Dedim heyecanla
Miyav yine tıslayarak "miyav!"dedi ve paçamı ısırdı. Eğilerek onu tuttum ve paçamı bırakmasını sağladım. "Yorulduysan seni tanışabilirim" dediğimde "miyav...miyav."dedi
Onu kollarımın arasına aldığımda sakin kaldığı için yürümeye devam ettim ve sonunda kulübeyi gördüm "sonunda bulduk. Tekrar helal miyav" tepinmeye başladı ve kollarımdan atladı.
Eldiven olduğu için kollarımı tırmalasada etki etmedi. Kulübenin önüne geldiğimde derin bir nefes aldım ve tam kapıyı tıklayacakken kapı açıldı.
Süttür ya burada birisi mi yaşıyordu. Yoksa Aaron beni bilerek ölüme mi gönderdi? Miyav sana inanmıştım be...
Kapı açılınca karşıma bayağı yaşlı yüzü kırış kırış ama oldukça dinç duram bir teyze çıktı bana bir süre baktı "Gel kızım geç içeri..." dedi ve kapıyı açık bırakarak gitti.
Miyav çoktan içeri girmişti.
Kalbim tekliyordu.
Kaçış yoktu.
Ama belki de artık… sürgün değildim.
Kolumdaki metal bilekliği yok edebilecek miyim?
Evet bir bölümün daha sonuna geldik umarım bölümü beğenmişsinizdiR
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.58k Okunma |
870 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |