34. Bölüm

27. Karar Verme Zamanı

Kurabia Bıraktım...
yazar.kurabia_

Bölümleri normalde pazar günü atıyorum ama geçen hafta bölüm atmadığım için bu hafta erken atmak istedim ve bu bölümü uzun yazdım. Umarım beğenirsiniz

Ayriyetten bölüm sonunu mutlaka okuyun

 

 

X kişisinden

"Bu iş ne zaman bitecek?" dediğinde, gözlerinin içine bakmamaya çalışarak "En kısa zamanda" diyerek geçiştirdim.

Elini hiddetle masaya vurduğunda, olduğum yerde sıçradım. "İkimiz de bu işin gereğinden fazla uzadığını biliyoruz" diyerek gözlerini üzerime dikti.

Ona kaçamak bir bakış attım. "Size söz veriyorum" dememe kalmadan, kulağımın yanından geçen bıçağın ıslığı havada asılı kaldı. Yavaşça başımı çevirip bıçağa bakmaya çalıştım, ancak önündekine asla arkanı dönme diye bağıran sesiyle irkilerek hemen önüme döndüm. "Özür dilerim" diye fısıldadım.

Derin bir nefes aldı, ardından elini tehditkâr bir şekilde kaldırarak "Daha fazla sabrım kalmadı" dedi. Bir an duraksadı, sonra her kelimesine ayrı bir vurgu yaparak ekledi. "Bu senin son şansın."

Söyledikleri zihnimde tekrarlamaya başkamışken boğazımda bir yumru oluştu. Yutkundum ama geçmedi. "İyi kullan" diyerek masadan kalktığında ben ise nefesimi tutarak odadan çıkmasını bekledim.

Kapının sertçe kapanış sesiyle birlikte kastığım vücudumu hafifçe gevşetmeye çalıştım ve tuttuğum nefesimi serbest bıraktım. Sol elim istemsizce göğsümün üzerine koydum. Kalp atışlarımın hızını bastırmaya çalışıyordum. Derin bir nefes alarak arkamı döndüm ve masanın üzerindeki yemek bıçağına baktım.

Küçük, sıradan bir bıçaktı ama şu an gözümde idam eşyasında farkı olmayan bir alet gibi görünüyordu. Az önce kulağımın yanından geçen bıçak, bu masada duruyor olamazdı. Demek ki fazladan bir tane daha taşıyordu. Onun ne kadar tehlikeli olabileceğini zaten biliyordum ama gözümle görmek... İşte bu bambaşkaydı.

Titreyen ellerimi yumruk yaparak yanlarımda sıktım. Derin bir nefes alıp nefesimi birkaç saniye tuttuktan sonra yavaşça verdim. "Off. Şimdi pes edersem, gerçekten ölürüm." diye kendime fısıldadım ama kelimeler zihnimde yankılanmasına rağmen, içimdeki korkuyu bastırmaya yetmedi. Bu korku sade basit bir korkudan çok daha fazlasıydı, ölüm korkusu... Bu korkuyu hissettiğinde artık hayata başka açılarla bakamazdın.

Ağır adımlarla masaya yaklaşıp bıçağı elime aldım. Soğuktu. Birkaç saniye boyunca sadece elimde hissedip hiçbir şey düşünmemeye çalıştım bıçak hafif olsada yaşattığı olay yüzünden elim hafiftende olsa titriyordum. Sonra bıçağı yavaşça elimde çevirerek baktım. İnce, keskin ve öldürücüydü. "Önündekine asla arkanı dönme." Sözü zihnimde yankılandı. Demek ki bu bir uyarıydı. Her zaman hazırdı, etrafındakilere karşı her zaman tetikteydi.

Bıçağı masaya geri bırakıp kapıya yöneldim. Çıkmam gerekiyordu. Nefes almam, düşünmem ve plan yapmam gerekiyordu ama neyi planlayabilirdim ki? Onu kandırmak mı? Hayır, bu imkansızdı. Zamana ihtiyacım vardı. "En kısa zamanda." diye cevap vermiştim ve onun sabrı tükenmişti. Şimdi ne yapacaktım? Belkide uzaklara kaçmak en doğrusuydu hayır herkesi bu kadar iyi kandırmışken bu yoldan dönmek büyük ayıp olur.

Kapıyı açtım ve koridora çıktım. Boğazımdaki yumru hala çözülmemişti. Sanki her adımda duvarlar bana dahada yakınlaşıyordu. Birkaç kişi koridorda sessizce konuşuyordu ama kimse bana bakmadı. Sonunda onun odasına doğru ilerledim. Onunla konuşmalı mıydım? Bu bir hata olurdu ama başka çarem de yok.

Odaya vardığımda kapının önünde durup derin bir nefes aldım. Tereddüt etmeden içeri girdim. O masasında oturuyordu. Gözleri kısılmış, önündeki kâğıtlara bakıyordu. İçeri girdiğimi fark ettiğinde başını kaldırıp gözlerini bana dikti.

"Hızlısın." dedi soğukkanlı bir sesle. "Yoksa artık gerçekten korkmaya mı başladın?"

Yutkundum. "Bana verdiğiniz son şansı değerlendirmek istiyorum ama bunun için..." Sözlerim havada asılı kaldı. Söylediğim şeyin beni kurtarıp kurtarmayacağını bilmiyordum.

Kafasını hafifçe yana eğdi. Gözleriyle beni süzdü, sonra hafifçe güldü ama bu kahkaha eğlenceli değildi. Daha çok her an bir şey olacak endişesi yaratan ve gerginlik oluşturan bir kahkahaydı...

"İlginç. Senin gibi biri gerçekten son bir şansı değerlendirebilir mi?" Masadaki bardağı aldı, içindekini yudumladı ve ardından bardağı masaya sertçe koydu. "Bunu nasıl yapacaksın?"

Ellerimi avuçlarımda sıkarken gözlerimi onun gözlerinden ayırmamaya çalıştım. "Bana biraz daha zaman verin. Bu işi bitireceğim ama en azından nasıl yapacağıma dair bana bir fırsat tanıyın zaten güvenlerini kazandım bundan sonrası tereyağından kıl çeker gibi olacak" hayır kesinlikle öyle olmayacak sadece beni öldürmemesi için önünde güçlü rolü oynuyorum

Bu oyunda güçsüzlerin ve ahmakların yeri yok...

Oturduğu yerden bir kaç saniye sessizce beni izledi. Sonra sandalyesini geriye iterek ayağa kalktı. Masanın etrafından dolaşıp bana doğru ilerledi. Adımları yavaş ama tehditkârdı.

Tam önümde durduğunda başını hafifçe eğerek kulağıma doğru fısıldadı: "Eğer yalan söylüyorsan, bu sefer bıçak kulağının yanından değilde kalbinin yanından geçecek"

Tüm vücudum donmuştu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Geri çekilmek istedim ama bacaklarım hareket etmiyordu. O ise hiçbir şey olmamış gibi arkasını dönüp odadan çıkarken sadece şu cümleyi duyabildim

"Sana üç gün veriyorum ya iş biter, ya da sen."

Ayak sesleri uzaklaşırken ben hâlâ yerimde çakılı kalmıştım. Üç gün. Üç gün içinde bu işi bitirmek zorundaydım peji nasıl? Kafamda binlerce soru dönüyordu. Çıkış yolu bulamıyorum ama ne olursa olsun, hayatta kalmalıyım ve bunun için her şeyi yapmaya hazırım.

Odanın camından dışarı bakarken tekrarladım "3 günün kaldı küçük sıçan senin yüzünden ölmeye hiç niyetim yok" diyerek odasından çıktım ve ormana doğru ilerlemeye başladım.

 

Rita'dan (birkaç saat sonra)

Kulübede yalnızdım. Burada tek başıma olmak, bir yandan beni rahatlatırken, bir yandan da tedirgin ediyordu. Yalnızdım ama en azından yalnızlığımda bir amaç vardı. Ne olursa olsun, bir şeyleri çözmeliydim. Bu dünyada ne yapmam gerektiğini bilmesem de, Aron hakkında doğru kararı vermek için yeterince vakit kazanabilirdim.

Zamanın nasıl geçtiğini bile anlamadım. Her şey bir birine karışmış darma duman olmuştu ve ben bu olayların tam ortasında kurtlar sofrasına atılmış bir kuzudan farksızdım. Bu kadar karmaşanın içinde ne yapmam gerektiğini düşündükçe kafam daha da karışıyordu. Sessizlik, etrafıma çökmüşken ben dahada derinlere inerek düşüncelerimi durduramıyordum. birden kapının gıcırtısı duyuldu.

Bir adamın sesi duyuldu adama baktığımda Williams’ın adamı olduğunu gördüm. Her zaman olduğu gibi soğukkanlı ve mesafeli bir duruşu vardı 2 kez görmüş olsamda davranışları ve sergiledi tavırlar onun kişiliğini gözler önüne seriyordu. "Williams seni çağırıyor" dedi kısa bir şekilde.

Birkaç saniye düşündüm, sonra başımı sallayarak doğruldum. "Tamam, geliyorum." Diyerek adamın peşine takıldım.

Ben adamı takip ettim ve birlikte buluşma noktasına doğru ilerledik. Burası, bir önceki görüşmemizde gittiğimiz yer ile aynı yerde meyhanenin içine girdiğimizde merdivenlerin oraya indim ve önceki sefer williams'a anahtarı veren herif Bana yolu göstererek önceki buluşmamızda gittiğimiz kapıyla aynı kapıyı gösterdi ve işine geri dönerek merdivenlerden çıkmaya başladı. İçeri girdiğimde Williams’ı ve Ramora’yı gördüm. Yüzlerinde gizli bir gerginlik vardı, ama kimse konuşmadı. Sessizlik biraz fazla uzun sürdü, derin bir nefes aldım.

Williams ilk konuşan olarak direk konuşmaya başladı, sesinde alışılmadık bir sertlik vardı. "Planın ne, Rita?" dedi, gözlerini bana dikerek. "Gerçekten hazır mısın?" Bu bir sorudan ziyade daha çok bir eminlik taşıyordu yani kısaca tehdit de diyebiliriz.

Bir an her şey durdu. O anda bir cevap vermek zorundaydım. Ne diyeceğimi biliyor olmalıydım. Bir planım vardı, ama ne kadar doğruydu, bilmiyordum. Fakat yine de söyledim. "Evet" dedim. "Bana biraz zaman verin. Aron’u gözlemleyip, hareketlerini izleyip size bildireceğim. Bu süre içinde, ona dair önemli bilgileri toplayacağım." Diyerek sonunda içimdeki dile getirmiş olmanın verdiği rahatlıkla yanımdaki koltuğa oturdum.

Ramora hemen söze girdi. Gözleri normalden biraz fakrlı olarak daha keskin ve sertti. Ramora bir adım ileri atılarak "Bu planı riske atmak demek. O kadar zamanımız yok. Bu sadece işlerimizi uzatır."

Gergin bir sessizlik oldu. Ramora sebepsiz bir şekilde benimle göz göze gelmeye cesaret edemedi. Ramora’nın her sözü bir tehdit gibi yankılandı, ama kimse bu konuda sesini çıkaramıyordu.

Williams, biraz şaşırmış gibi aynı zamanda soğukkanlı bir şekilde Ramora’ya döndü. Ramora'nın böyle bir planı kabul etmemesine şaşırmıştı "Bunu gerçekten göz önünde bulundurmak zorundayız, Ramora." dedi. "Eğer Rita’nın planı işe yarayacaksa, ona biraz daha zaman verebiliriz. Bu, hiç de imkansız değil. Ayrıca bizimde işimize gelecek bir plan onu daha iyi tanırız"

Ramora kaşlarını çattı, ama belli ki Williams’ın sözlerinden etkilenmişti. Uzun bir sessizlikten sonra, Ramora sinirli bir şekilde başını salladı. "Tamam" dedi. "Ama fazla zaman kaybedemeyiz."diyerek ufak çocuk gibi mızmızlandı

Görünüşe göre, bir süreliğine bu planın uygulanmasına karar verilmişti. Gerçekten nasıl ilerleyeceğimi tam olarak bilmiyordum, ama bu şansı değerlendirmek zorundaydım.

Şimdi birisi gelip "Hala geç değil bu yoldan geri dönebilirsin" dese kafamı sağa sola sallar ve reddederek "bu yolun dönüş yolu çoktan yok oldu. Ben sadece bu oyunu oynamakla yükümlüyüm" derdim.

Biraz daha konuşarak olası bir durumda ne yapacağımızı konuştuk. En sonunda konuşmayı bitirerek kapıdan dışarı çıktık. Kapıdan çıktığımızda, merdivenleri hızla tırmandık. Arkama bakmadım, çünkü ne kadar gözden uzak olsam da, içimdeki huzursuzluk bir türlü kaybolmuyor, hatta artıyordu. Her adımımda, bir şeylerin daha da karmaşıklaşacağına dair bir his vardı.

Ramora'nın ve Williams’ın bakışları hala kafamın içinde dolaşıyor her saniye aklıma geliyordu. Sözde bir planım vardı, ama gerçek şu ki, her şeyin altından kalkmak ne kadar mümkün olurdu? Bu işin sonunda kim kazanır, kim kaybederdi, süttür ki bilmiyorum!

Dışarı çıktığımızda, soğuk hava yüzümü okşadı. Fakat bu soğuk, vücudumu donduracak kadar sertti. O an, gerçekten hiçbir şeyin iyi gitmediğini hissettim. Sonra, adam bir an durdu ve bana bakarak, "Williams’a güveniyor musun?" diye sordu.

Bunu beklemiyordum. Soru basitti ama bir o kadar da derindi. Gözlerim bir anda duygusuz boş bir duvar halini aldı, çünkü bunun cevabını ben de tam olarak bilmiyordum. Williams, her şeyin bir parçasıydı, ama o parça benim için hala bir bilmeceydi. Bir güven duygusu oluşturmayı başaramamıştım. Onun peşinden gitmek, sadece hayatta kalabilmek adına bir zorunluluktu. Bir planım vardı, ama ne kadar güvenebilirdim?

"Bir seçenek yok" dedim, belki biraz fazla sert bir tonla. "Bu, yapmak zorunda olduğum bir şey."

Adam, başını hafifçe eğerek bir şeyler düşündü. Sonra "Her şeyin bedelini ödeyeceğini unutma" dedi ve bir adım daha atarak, hızla önümdeki yolu izlemeye başladı. Belkide Williams bu sözleri bana söylemesi için adamı tembihlemişti

Adımlarımı hızlandırdım, belki biraz daha erken gitsem, biraz daha zaman kazanabilirim diye düşündüm. Yanımdaki adamla hiçbir şey konuşmadan ilerledik. Sadece arada bir gözlerimiz buluştuğunda, bir anlık bir sessizlik hakim oldu ama fazlasını söylemeye gerekte yoktu. Herkes ne kadar sessizse, içindeki savaş o kadar büyük oluyordu

Yolda ilerlerken, kalbimdeki ağırlık gittikçe artıyordu. Her adımda içimdeki boşluk derinleşiyor, yalnızlık daha da hissediliyordu. Yalnızdım, ama belki de yalnızlığım bir tür iç korumaydı. Ne kadar yalnız olursam, o kadar az şeyle bağ kurabiliyor, o kadar fazla şüpheyle hareket edebiliyordum. Bu karmaşık dünyada bir tek kendime güvenebilirdim. Fakat, Williams, Ramora ve Aron gibi kişilerle çevrilmişken, bu güveni nasıl sürdürebilirdim? Her biri farklı bir amaç peşindeydi ve her hareketim, birisinin lehine oluyordu bu duruma dur demek istesemde hiç kolay değil işte.

Bu kadar gizliliğin, bu kadar karmaşanın içinde, doğruyu söylemek ve birilerine güvenmek imkansız gibi görünüyordu. Ama daha çok düşününce, bir sorunun cevabını bulmak daha da zorlaştı. Ramora'nın çift taraflı çalıştığını Williams biliyor muydu? Ona güvenmek ne kadar tehlikeliydi? Sürgünde bana kendini Williams değilde William olarak tanıtmıştı, o zaman neden bir şeyler sorgulamamıştım? O an, kendime güvenmek dışında başka hiçbir şey yapamayacak gibi hissetmiştim. Her şey bu kadar karışıkken, doğruyu bilmek neredeyse bir mucize haline gelmişti.

Sorular, her geçen saniye kafamda çığ gibi birikiyor, her biri bir diğerini ezip geçiyordu. Birine yanıt vermek, diğerlerini unutturmuyordu. İkili ilişkiler, gizli niyetler ve ardındaki planlar. Her biri birbiriyle iç içe geçmişti. Kafamın içinde bir fırtına vardı. Bu fırtınanın içinde neyin doğru olduğunu görmek, çıkış yolunu bulmak, her geçen gün biraz daha zorlaşıyordu. Sadece ileriye gitmeliydim, çünkü geriye dönüş yolu çoktan yıkılmıştı ama ne kadar devam etsem de, bu soruların gölgesinden bir türlü kaçamıyorum.

Bir an, bir karar vermek zorunda olduğumu derinden hissettim. Sadece "bu yolun dönüşü yok" demekle yetinmemeliydim, bu kelimeleri gerçekten içimde hissetmeliydim. Her bir adımda, geriye dönüşün imkansız olduğunu, ilerlemenin tek seçenek olduğunu anlamalıydım. Bu yol, bana hem özgürlük hem de sonsuz bir belirsizlik vaat ediyordu ama artık karar verme zamanıydı. Bu yolun sonunda neyle karşılaşacağımı bilmiyordum, ancak korku ya da şüpheyi geride bırakıp, yalnızca harekete geçmeye odaklanmalıyım. Her şeyi riske atmak, ama her şeye rağmen bir adım daha atmak zorundayım. Başka hiçbir seçenek kalmamıştı. Bunu kabul etmek, özgürlüğüme giden tek yoldu.

Ramora’nın ve Williams’ın her adımını izleyerek, her hareketlerini dikkatle analiz ettim. Bir hata yapmak gibi lüksüm yoktu. Zihnimde bir plan vardı, ama bu planı hayata geçirmek çok daha karmaşık ve tehlikeliydi. Her şey, yapmam gereken doğru hamleyi bulmaya bağlıydı.

Bu yol, geri dönüşsüzdü. Ama benim için, başka bir yol daha yoktu. Hem hayatta kalmak hem de bu oyunu kazanmak için bir şeyler yapmalıyım...

En sonunda kulübenin önüne geldiğimizde bütün yolu düşünerek heba ettiğimi fark ettim. Hızlı geçsede zihnim dahada allak bullak oldu. Zihnimi ve bedenimi dinlendirmek için yapılacak en iyi şey uyumak diye iç geçirirken psikolojik olarak çoktan çökmüş bir haldeydim.

Bir bardak su içerken aklıma Ramora'nın zehirli içeceği aklıma geldi. Yüzümü buruşturarak elimdeki su bardağına baktım ve bardağı tezgaha geri bırakarak her şeyi zehir ettiğimle alakalı kendi kendime söylenmeye başladı.

Yatağın yanına geldiğimde kafamı yastığa koymadan önce düşündüm planımıza göre yarın sabah Aron'un kulübesinin önüne gidecektik. Ona soracağım ilk soru neden gerçek adını söylemediği olacak aptal herif yani gerçek adını öğrensem bir şey olur sanki.

Sinirle kafamı yastığa koyduğumda son kez perdesi kapalı pencereye baktım. Malikanede ayı izlediğim gece aklıma gelince yüzümde minik bir tebessümle uyuya kaldım.

 

 

 

 

 

 

Bu bölümdeki X kişisinde sizce kimle kimin kavgasını okuduk? Ya da kitaba yeni birimi dahil oluyor?

 

Yeni kitap yazıyorum ve tanıtacağım Çünkü okunmadı yine fantastik bence bir şans verin onun kurgusu bunlardan daha derin bir kurgu olacak daha ayrıntılı falan olucak yani

Okumayacaksınız bile 1'e gerek yok. 2. bölümü okuyarak yazım şekli vb. Hakkında fikrinizi belirtin, bana yeter ve şimdiden teşekkürler

 

"Böyle mi? Bitecek"

Bazen kader, en karanlık sırları açığa çıkarmak için bizi geçmişe sürükler…

Ryna, ailesinin sakladığı güçleri keşfetmeye başladığında, geçmişin gölgesinde uyuyan bir kehanetin uyanmak üzere olduğunu bilmiyordu. Pembe Ejderhanın Öfkesi… Bu kehanet, ona hem aşkı hem de ihaneti getirecekti.

Tesadüf gibi görünen bir karşılaşma, Ryna’yı Kieran’a bağladı. Ancak bu bağ, sadece bir duygudan ibaret değildi. Derinlerde, yıllar önce yaşanan bir trajediyle mühürlenmişti. Bu olaylar onlara unutulmuş bir hikâyenin kapılarını açacaktı.

Aşk, ihanet ve intikamın iç içe geçtiği bu serüvende, Ryna geçmişin lanetleriyle yüzleşmek zorunda. Peki, geçmişin zincirlerini kırabilecek mi? Yoksa kaderin getirdiği acıyı kabullenip bu yolda kaybolacak mı?

Epik fantastik bu dünyaya adım atmaya hazır mısın? 💫

 

Bölüm : 05.04.2025 16:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...