2. Bölüm

2.Canavarla Dövüş

Kurabia Bıraktım...
yazar.kurabia_

Tekrar ben geldimm bölüm düzenlendi

 

 

 

Yatağımdan kan ter içinde kalkarken, "Yine aynı rüya..." diye geçirdim içimden. Göğsüm hızla inip kalkıyordu, avuçlarımı battaniyeye bastırarak kendimi toparlamaya çalıştım. Kalbim sanki göğsümden çıkacakmış gibi atıyordu, ama bu rüyanın etkisinden çıkmam gerektiğini biliyordum.

Başımı çevirdiğimde Layrae’nin hala uyuduğunu fark ettim. Soluğu sakin ve derindi, sanki rüyasında beyaz atlı prensini görüyormuş gibi mutlu ve huzurlu görünüyordu. Onu rahatsız etmemek için sessizce yerimden doğruldum. Çadırın kumaşını hafifçe aralayarak dışarıya göz attım. Güneş henüz tam doğmamış saklandığı yerden yeni yeni çıkıyordu, gökyüzü turuncu ve pembe tonlarıyla boyanmıştı. Hafif bir esinti yüzüme vurdu, serinliği tenimde hissediyordum. "Antrenman yapmak için güzel bir zaman," diye düşündüm kendi kendime.

Kamp alanının etrafında dolanarak bir gözetmen buldum ve yanına gittim. "Canavarların oraya gitmek istiyorum," dedim kararlılıkla.

Gözetmen başını hafif yana eğerek yüzüme baktı, dudaklarının kenarı yavaşça yukarı kıvrıldı. O an gözlerinde beliren o keyif dolu parıltıyı gördüm. Zevk alıyorlardı. Benim acı çekmem, benim sürünmem, onların eğlencesiydi. Beni yavaş yavaş çürüyen bir et parçası gibi izliyorlardı kendi elleriyle attıkları, kaçamayacağım bir çukurda debelenmemi seyrediyorlardı. Canavarla yaptığım dönüşlerde beni debelenirken izlenmek onlara zevk veren farklı bir şeydi. Elbet bir gün hepsini insana bile benzemeyecekleri kadar döversem onları cidden çürümeye yüz tutmuş bir et yığınına çevireceğim adıma kendime söz veriyorum ama bunu yapan ben olmasam bile birisinin yapmasını dileyeceğim...

Piç kuruları. Ne düşündüklerini biliyordum. "Bakalım bugün ne kadar dayanacak?" İşte tam da bunu merak ediyorlardı.

Ama ben de merak ediyordum. Bugün hanginizin o sırıtışını suratından kazınırken beni görecek?

Otoriter bir sesle, "Beni takip et," dedi. Başımı hafifçe sallayarak peşine takıldım. Kamp alanı gibi görünen bölgeden çıktık, adımlarımızın altında kuru toprak çıtırdıyordu. Yavaş yavaş etraf değişmeye başladı, ilerledikçe çölü andıran bir araziye vardık. Burada rüzgâr daha sert esiyordu, kumlar havalanıp yüzüme çarparken ellerimle gözüme girmeye çalışan kumlardan korundum. Uzakta, kayalıkların gölgesinde karanlık mağaralar vardı canavarların yuvaları.

Gözetmen bana döndü. "İşin bitince gelirsin. Zaten kaçamazsın," dedi ve bana daha fazla aldırış etmeden geri döndü. Onun gözden kaybolmasını bekledim, ardından derin bir nefes aldım. Artık yalnızdım.

Yavaşça ilerledim. İçimdeki huzursuzluk yerini odaklanmaya bırakıyordu. Gözlerimi açtığımda, kırmızı gözlerimde bir parıltı hissettim. Ellerimden yayılan hafif titreşimlerle gücümün uyanmaya başladığını anladım. Yanımdaki kılıçlardan birini kavradım, soğuk metal avucuma oturdu. Bir savaşçı içgüdüsüyle vücudum kendiliğinden pozisyon aldı.

Karşımda devasa bir yaratık belirdi. Ben 1.73 boyundaydım ve Paria olduğum için diğer insanlardan biraz daha uzun sayılırdım, ama bu yaratık… Benden en az üç kat büyüktü. Gözleri keskin ve ürkütücüydü, hareketleri tehditkârdı. Onu alt etmenin tek yolu ya boynunu hedef almak ya da doğrudan kalbine saldırmaktı. Kalbe ulaşmak daha zordu, ama ben zor olanı seçtim.

Kılıcımı sıktım, avuçlarımın içinde hafif kırmızı ışıklar belirmeye başladı. Gücümün akışı, damarlarımda dolaşan bir ateş gibi hissediliyordu. Saniyeler içinde ileri atıldım. Canavar, beni eliyle savurmaya çalıştı, ancak çevik bir hareketle sıçrayarak elinin üzerine kondum. Dengesini bozmadan kolu boyunca ilerledim, hedefim belliydi.

Kılıcımı tam kalbine saplamak üzereydim ki… Darbe beklediğim gibi olmadı. Metal, derisinin içine işlememişti! Kılıç derisine bir tık bile girmemişti ama canavar artık nerede olduğumu biliyordu.

Gözlerim büyüdü. Bir anlığına neyin yanlış gittiğini anlamaya çalıştım ama geç kalmıştım. Canavarın devasa eli, gölge gibi üzerime indi. Kaçmaya fırsat bulamadan beni elinin tersiyle ittirdi zaten eli kadar olan vücudum ciddi anlamda sarsıldı. Darbe bedenime çarptığında, aklımdan tek bir düşünce geçti: Süttür!

Havada birkaç kez döndüm, her şey bulanıklaşırken kulaklarımda uğultular yankılandı. Havada süzülmüyordum aksine savruluyordum.

Yere çarptığımda esen hafif rüzgar yüzünden omurgamdan yukarı soğuk bir ürperti geçti. Son anda dengenin bozulmasını engelleyip dizimin üzerine düştüm. Nefesim düzensizdi, kalbim çılgınca çarpıyordu ama ayaktaydım.

Bu iş düşündüğümden zor olacaktı. Ama daha yeni başlıyorduk.

Hızla ayağa kalkarken dişlerimi sıktım. "Süttür! Kandırıldım! Bu işide kendim çözmem gerekecek!" dedim içimden. Canavarları öldürmek için zerak adı verilen ve içinde büyü barındıran bir kılıç kullanılır Yani normal kılıçlada öldürebilirsiniz ama zerakla öldürmesi daha kolay ve canavar avcıları genelde zerak kullanır. Şu an elimde bir zerak olması gerekiyordu ne kadar sürgün edilmiş olsak da zerak tedarik etmesi zor bir şey olmadığı için ve erkekleri canavarlarla dönüştürdükleri için bende kullanıyordum. Şu ana kadar. Elimde zerak olmuş olsaydı canavar çoktan ölmüş ve ben toza bulanmamış olacaktım.

Buda gözetmenlerin işlerinden birdir kesin. acı çekmemden zevk alıyorlar diye boşuna demedim..

İnsanlarla anlaşamasam da, canavarlarla savaşırken içimden başka biri çıkıyordu. Sanki içimde uyuyan bir ruh, bu savaş meydanında uyanıyordu.

Avucumu açtım, kırmızı ışığın büyümesini bekledim. Ama tam o anda…

Gözlerimin önüne annem geldi. Gözlerinde korku vardı. "Kızım, yine aynısı olsun mu istiyorsun? Olacak… Yine… YİNE!"

Nefesim kesildi, içimdeki gücün akışı bir anda sekteye uğradı. Şokla geri çekilirken ayaklarım birbirine dolaştı ve yere yuvarlandım. Çevremdeki taşlar yüzümü ve ellerimi çizmişti, ama canımın acımasından daha önemli bir şey vardı. Annemin sesi kulaklarımda çınlıyordu.

Yerde doğrulurken derin bir nefes aldım. Vücudumdaki yaralar hafifçe sızlıyordu ama ben tek bir şey düşündüm: "Gücümü kullanmadan halletmem lazım. Annem için…"

Kılıcı sıkıca kavradım ve hızla ileri atıldım. İlk olarak canavarın sırtına çıkmayı başardım, vücudunun dengesini bozacak bir nokta arıyordum. Hareketleri tahmin ettiğimden daha hızlıydı, ama benim avantajım çevikliğimdi. Önce gözlerinden birine kılıcımı sapladım, o anda dengesini kaybetmeye başladı.

Tirreyen vücudunda bir boşluk yakalayarak ensesine sıçradım. Canavarların enseleri hassastı, buraya doğru şekilde darbe indirirsem savaş benim lehime dönebilirdi. Kılıcı sapladım ve sıkıca tutundum. Hareketleri giderek yavaşlıyordu, ama hâlâ direnmeye devam ediyordu.

Sonunda kılıcı çıkardım ve hızla kafasına tırmandım. Diğer gözünü hedef aldım ve darbemle onu görme yetisinden mahrum bıraktım. Canavar yalnızca içgüdüleriyle hareket etmek zorunda kalmıştı ama ben onun hamlelerini öngörebiliyordum. Yani bu canavar biraz aptal olduğu için anlaşılması kolay ama çaktırmaya gerek yok bence

Bacaklarının ve kollarının hareket alanını kısıtlamak için stratejik darbeler vurdum. Savunmasını kırmak zaman aldı ama sonunda… Gücü tükendi. Devasa bedeni yavaşça yere çöktü ve hareket etmeyi bıraktı.

Nefes nefese kaldım, ama içimde garip bir boşluk vardı. Bir savaş kazanılmıştı, ama zihnim hâlâ annemin sözlerinde takılı kalmıştı.

Kendimi hızla temizlemek için hafif bir büyü yaptım. Üzerimdeki kiri ve tozu silerken, gözlerimi ufka diktim. Geri dönerken aklımda sadece annem vardı​​​​​​

Bölüm : 08.08.2024 21:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...