
Ben geldimmm ve bölüm düzenlendi
Döndüğümde çadırın kapısını hızla araladım ve içeri adımımı attım. Daha nefesimi bile düzenleyemeden Layrae üstüme atladı. Gözleri kaygıyla açılmış, kaşları çatılmıştı.
“Neredeydin?” diye sordu, sesi telaşlıydı. “İyi misin? Yaralandın mı? Ne oldu? Yine canavarların oraya gittin değil mi? Seni biri gördü mü? Bir sorun çıktı mı? Neden bu kadar geç geldin? Kaç saattir neredesin haberin var mı? Ya geri dönmeseydin? Söylesene, aklın yerinde mi senin?”
Ardı ardına sıraladığı sorular beynimi zonklatıyordu ama sadece yatağıma oturup onu dinledim. Konuşması hiç kesilmeden devam ettiğinde sonunda iç çektim ve omuzlarımı silktim.
“Biraz sakin olur musun? Hiçbir yere gitmedim,” dedim.
Ama yalan söylediğim o kadar belliydi ki… Layrae anında anladı. Gözlerindeki kaygı yerini öfkeye bırakırken derin bir nefes aldı ve kollarını göğsünde birleştirdi.
“Neden bana yalan söylüyorsun?” dedi, sesi hüsran ve endişe doluydu. “Ben sana kaç kez dedim, gitme oraya diye? En sonunda yaralanacaksın!”
Başımı iki yana salladım. “Layrae, söyledim ya, bana bir şey olma—”
Sözümü bitiremeden alnına sertçe vurdu ve gözlerini kapattı. Birkaç saniye boyunca sustu, sanki sabrını toplamaya çalışıyordu. Sonra birdenbire gözlerini açıp sertçe konuştu.
“Rita, bana diyorsun ki bir canavarı on dakikada öldürebilirim! Ama şövalyeler bile 2 kişi bir araya gelip bir canavarı ancak 1 saate öldürebiliyor! Bu nasıl mümkün olabilir?"
Layrae, gücümü biliyordu ama ne kadar güçlü olduğumu ona hiçbir zaman tam olarak anlatmadım. Çünkü diğerleri gibi benden korkup kaçmasını istemiyordum. Layrae’nin bana bakışlarınında değişmesini istemiyordum.
Gözlerimi kıstım. “Ben ne zaman sana on dakikada öldürdüm dedim?”
Layrae, ciddiyetle bana baktı. O kadar bariz bir bakıştı ki gözleri, “Gerçekten mi? Şaka mı yapıyorsun?” diye bağırıyordu.“Üç gün önce sabah,” dedi, “canavarlardan döndüğün zaman.”
Başımı sallayarak anladığımı belirttim. “Layrae, saat kaç?”
Kolundaki saate baktı. Burada her çadırdan sadece birine kol saati verilirdi ve tabii ki bana hiç verilmedi.
“Onu on beş geçiyor. İş saatine on beş dakika var.”
Sürgün edilenler burada iş yapmak zorundaydı. Erkeklerin bazılarının canavarlarla dövüştüğünü birkaç kez görmüştüm ama kadınların ne yaptığı hakkında pek bir fikrim yoktu. Büyük ihtimalle bir şeyler taşıyorlardı ama kesin bilmiyordum.
Zamanın nasıl geçeceğini düşünürken Layrae konuşmaya devam etti.
“Rita, benden uzun olsan da ben senden büyüğüm ve beni ablan olarak görme—”
Sözünü sertçe kestim. İçimde yükselen öfkeyle birlikte saçlarım siyaha döndü.
“HAYIR!”
Layrae bir an şaşkınlıkla gözlerini kırptı ama sonra yanımdaki yatağa oturdu. Gözlerini bir kaç kez kırpıştırdığında olayın şokundan çıkmaya çalıştığını anlamam uzun sürmedi “Neden?” diye sorduğunda meraklı olduğunu belli eden sesi yumuşak çıkmıştı.
Öfke ve nefretle cevap verdim. “Çünkü kardeşler kötü ve acımasızdır.” Layrae, sanki karşısında beş yaşında bir çocuk varmış gibi dikkatlice konuştu.
“Ama bütün ablalar öyle değil ki…”
Yine sözünü kestim. “Hayır! Hepsi kötü, hepsi aynı!”
Layrae derin bir nefes aldı ve sonra yatağına geri döndü. Kendini yatağa bıraktığında anladım ki bu, “Pes ediyorum,” demekti.
Yatağımın en köşesine çekildim, olabildiğince küçüldüm ve saçlarımın beyaza dönmesini bekledim. O sırada düşünmeye başladım.
Dışarıdaki hayatı düşündüm. Hayvanları, ormanları, yiyecekleri… Ama insanları düşünmedim. İnsanlar kötüydü. Acımasız ve nefret doluydular veya sadece bana karşı öylelerdi
Yinede bu kötü olmadıkları anlamına gelmiyor ha bir kişiye kötülük yapmışsın ha bana kötülük yapmışsın aynı şey... En azından benim gözümde aynı
Zaman akarken Layrae, sessizliği bozdu.
“Rita, bak canım, on beş yaşında bir ergen gibi davranma. Sana buradan uçarım,” dedi ve sonra aniden bir kağıt parçasını bana uzattı. “Saçların hâlâ siyah. Hangi duyguyu hissediyorsun bilmiyorum ama tahminlerim var. Bu yüzden sana bir şiir yazdım.”
Kağıdı elimde evirip çevirirken şiiri okumaya başladım.
Ruhunda fırtınalar esen bir kadındı,
İçindeki ateşle dünyayı aydınlatırdı,
Tüm karanlıklara meydan okur,
Alev kırmızısı gözleriyle, beyaz saçlı bir yıldızdı.
İlk harfleri birleştirince Rita çıkıyordu ve kendimden beklemediğim bir şekilde gülümsedim
“Nasıl ama?” dedi gururla. “Bak, bu şiiri kimsede bulamazsın.”
Layrae’nin yaptığı şeyler… Garipti. Kimi zaman çok konuşurdu, kimi zaman da hiç konuşmazdı. Ama her zaman yanımda olurdu.
10 Dakika Sonra
"Ya işte böyle be Ritacım, hayat zor be," dedi Layrae, derin bir iç çekerek. Gözlerini tavana dikti, sanki orada cevabı bulabilirmiş gibi. "Bu arada iş saati geldi. Bayağı konuştum ha? Saatlerdir anlatıyorum resmen!"
Düşüncelerime o kadar dalmıştım ki onun konuşmasını tamamen kaçırmıştım. Kendi iç dünyama o kadar gömülmüştüm ki, Layrae'nin sesi arka planda bir uğultu gibi gelip geçmişti. Ancak sesinin birden yükselmesiyle sıçradım.
"RİTA! Sen beni dinliyor musun?"
Gözlerimi kırpıştırarak hızla toparlandım, biraz panikle ayağa kalktım. "Hah, ne?"
Layrae kollarını göğsünde birleştirerek bana şüpheli bir bakış attı. Yüzündeki ifade, az önce anlattıklarının boşa gittiğini anlamanın hayal kırıklığını taşıyordu.
"Ne kadarını dinledin?" diye sordu, kaşlarını hafifçe kaldırarak.
Ellerimle oynamaya başladım, suçluluk hissi içimi kemiriyordu ama belli etmemeye çalıştım. "Ee… Şey… En son bana nasıl süt sağılır onu anlatıyordun?"
Layrae'nin yüzü anında değişti. Gözlerini devirdi, derin bir nefes alıp ellerini havaya kaldırdı. "Yuh be kızım! On dakika boyunca nefes almadan konuştum. Sana hayatımı baştan sona anlatsam daha kısa sürerdi! Ve sen hiçbir şey dinlememişsin! Süt sağma en baştaydı ya! En son horozla nasıl güreştiğimi anlatıyordum ve sen onu bile kaçırmışsın! Ayıp yani, çok ayıp!"
Kollarını çözerek ellerini beline koydu, bana sitem dolu bir bakış attı. "Biliyor musun, o horozdan bir tek ben sağ çıktım. Sen olsan hayatta kurtulamazdın. Ama yok, senin umurunda bile değil. Şu an boşuna anlatıyorum değil mi?"
Horozla dövüştü ve tek o mu sağ çıktı? Öfkeyle olayı abarttığını bu kadar belli etmeseydi belki inanırdım. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve kafamı eğerek Layrae'nin güldüğümü anlamaması için dua ettim.
Bir şey söylemeye çalıştım ama Layrae derin bir iç çekerek başını iki yana salladı. "Yok yok, tamam, bir şey demene gerek yok. Zaten alıştım ben sana" dedi ve arkasını dönerek işine koyuldu. Yani "sana trip atıyorum gönlümü alman gerek" demekti
Tam ağzımı açacakken dışarıdan bir bağırış duyuldu.
“İKİ DAKİKANIZ VAR!”
İki dakika mı? Güya iş saatine iki dakika kalmıştı ama ben üç dakika sonra çıkıyordum. Çünkü kimse beni görmek zorunda değilmiş bu yüzden biraz geç çıkmam gerekşyormuş. Gözetmenler bana öyle dedi.
Boyumdan dolayı her şekilde dikkat çekiyorum zaten. İnsanların bakışları, fısıldaşmaları, hatta bazılarının hafifçe geri çekilişi... Bunlara alışmıştım. Ama kural, kuraldı. Ve burada kuralların esnemesi gibi bir şey söz konusu bile olamazdı.
Uymayan ceza alırdı.
Cezaların hafif olduğunu söylemek mümkün değildi. Kimse göze almak istemezdi. Bazen sadece bir uyarıyla atlatabilirdin, ama bazen... sonuçları çok daha ağır olabilirdi. Benimse böyle bir riski göze alacak lüksüm yoktu. O yüzden, her ne kadar istemesem de kurallara uymak zorundaydım. Zaten fazlasıyla dikkat çekiyordum. Bir de kuralları ihlal eden biri olarak anılmak istemiyorum
Herkesin iş kıyafetini giydiğini görünce ben de üzerime simsiyah t-shirt ve eşofman geçirdim. Üstüne bir de şapka takarak gözlerimi sakladım. Topuz yaptığım saçlarımı da mümkün olduğunca şapkanın içine tıktım.
Gözetmen çoktan konuşmaya başlamıştı. “Maxi, Layrae, siz kesilen odunları toplayıp getiriyorsunuz.”
Layrae homurdanırken Maxi ona sırıtıyordu.
Herkese işi verilmişti ama benim adım en sona kaldı.
“Paria, sen de erkeklerle birlikte canavar kemiklerini taşımaya yardım ediyorsun. Beni takip et.”
Ne? En az yüz kilo kemik mi taşıyacağım? Üstelik erkeklerle birlikte mi? Tek başıma mı?
Saçlarımın yavaş yavaş siyaha döndüğünü hissettim. Öfkemi bastırmaya çalıştım ama içimdeki huzursuzluk dalga dalga yayılıyordu. Layrae’nin sesi o an kulağıma ulaştı, tedirginliği her kelimesine sinmişti.
“Bir şey soracağım,” dedi, tereddüt ederek. “Canavar kemikleri tahmini yüz kilo falan oluyormuş. Bir kadın için bu fazla değil mi?”
Gözetmen, Layrae’ye kısa bir bakış attı. Gözlerinde ne şaşkınlık ne de empati vardı. Umursamaz bir ifadeyle, neredeyse sıkılarak cevap verdi.
“Bir kadın için zor.”
Ama gözleri çok daha fazlasını söylüyordu. O kısa bakış, o yarım ağızla verilen cevap… Açıkça söylüyordu Sen kadın değilsin.
Bu tür cümleleri ilk kez duymuyordum. Bu tür bakışlarla ilk kez karşılaşmıyordum. Ama insan, bazı şeylere alışamıyordu.
Tanrılar şahit, burada bir köpek bile benden daha değerli görür el üstünde tutarlardı
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.58k Okunma |
870 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |