4. Bölüm

4. Kemik Vakası

Kurabia Bıraktım...
yazar.kurabia_

Bu bölümü de düzenledim geri dönüp bakınca bölümleri ne kadar acemice yazdığımı fark ediyorum...

 

 

 

Gözetmeni takip ederek canavar kemiklerinin olduğu yere vardım. O sırada bana yapmam gerekenleri anlatıyordu ama ben şapkamı biraz daha öne çekerek onu dinliyormuş gibi yaptım. Erkeklerin mola saatine denk gelmiştim ve... keşke gelmeseydim.

Hepsi, uzun süredir aç kalmış bir dağ ayısı gibi bana bakıyordu. "Ne yani, hiç mi kadın görmediniz be?" demek istedim ama içimden sövmekle yetindim.

Şapkanın altından göz gezdirirken hâlâ bana dik dik bakan adamlardan gözlerimi kaçırmaya çalıştım. Ama bir kişi hariç... O, yalnızca bir kez bakmış ve sonra sakince yemeğine geri dönmüştü. Bana bakmayan birini görmek garip bir şekilde içimi rahatlattı. Hemen incelemeye başladım: Kumral, kısa ve dalgalı saçları vardı. Üstündeki beyaz tişört ise toz toprak içindeydi. Güneşin altında çalıştığı için kollarından süzülen terleri görebiliyordum. Kaslıydı. Kaslı mıydı?

bir dakika, ne düşünüyorum ben?!

Kendi kendime kızıp kafamı salladım. Ama tam o sırada gözetmen bana döndü.

"Sen zaten işin yarısında geldin, o yüzden şimdi yemek yok. Bitirdikten sonra bakarız," dedi. Sonra erkeklerin oturduğu tarafa dönerek ekledi

"Sizinle çalışacak ve kemikleri tek başına taşıyacak. Karışanı gören olursam sonu kötü olur."

Ne?! Bunu ben de beklemiyordum ama sorun değildi. Gücümle taşıyabilirdim. Tabii, bunu kimse bilmiyordu. Öyle olunca da adamlar, kedi görmüş fareye döndü.

Kadınlar genelde üç saat çalışır, yemek yer ve akşama doğru tekrar işe koyulurdu. Erkekler ise kadınlardan üç saat önce başlar, toplamda altı saat çalışır, arada mola verir, sonra tekrar yemek yer ve akşam işlerine devam ederdi.

Benim içinse işler biraz farklıydı. Saçımın tamamını şapkanın altına tıkıştırmıştım. Herkes, sıcaktan korunmak için taktığımı sanıyordu ama gerçekler çok başkaydı.

Gözetmen gittikten sonra herkes başıma üşüştü. Ama yine o kumral çocuk gelmedi. Şapkamı çıkarsam hepsi kaçardı, ama zorbalanmaktan korktuğum için sessizce katlandım. Sonra, mümkün olduğunca sert bir sesle, "Çalışacağım yeri gösterin. Bir kişi!" dedim.

Bana en yakın adam, tembelce bir el hareketiyle işaret etti ve hızla uzaklaştı. Diğerleri ise hâlâ başımda dolanıyordu. Tam o anda aklıma harika bir fikir geldi ve sinsice sırıttım.

"Madem işinize dönmüyorsunuz, gidip gözetmeni çağırayım bari."

Bu sözler yetmişti. Korkuyla işlerine döndüler. Ancak adamlar beşerli gruplara ayrılırken, bir grubun dört kişi olduğunu fark ettim. Ve tabii ki, o kumral çocuk da o eksik gruptaydı.

Derin bir nefes alıp kemiklerin yanına gittim. Önce hızlı bir analiz yaptım. En hafiflerden başlayıp yavaşça ağırlığı artırmaya karar verdim. Tam nereye götüreceğimi anlamaya çalışıyordum ki, yanımda bir hareket hissettim.

Kumral çocuk yanıma gelip sessizce eliyle bir yeri işaret etti. Sesi sert ve kendinden emindi:

"Kemikler oraya götürülecek."

Kafamı çevirip gösterdiği yere baktım, sonra ona dönüp başımı hafifçe eğerek "Ah, teşekkür ederim." dedim. Bizim oralarda bu bir nezaket göstergesiydi.

"Eğilmene gerek yok ama rica ederim," dedi ve grubuna geri döndü. Grubu hâlâ eksikti.

Daha fazla düşünmeden ilk kemiği tuttum ve kaldırmadan önce azıcık bekledim. Sonra çok fazla güç kullanmadan kaldırdım ve yürümeye başladım. O anda sırtımda bir sürü bakış hissettim. Muhtemelen saçlarım siyaha dönmüştü. Harika.

Kemiği yerine bıraktıktan sonra geri döndüm. Benden korkmuş gibi dağılan adamlara göz devirdim. Sonuç olarak benden uzaklaşmalarını sağlamıştım. Nasıl uzaklaştırdığımın bir önemi var mı?

Geriye bir tek en büyük kemik kalmıştı. Tam gücümü kullanmaya hazırlanıyordum ki, içimde bir ses yankılandı "Rita! Yine aynısı olsun mu istiyorsun? Onların bir suçu yok!" Bedenim dondu.

Gözlerimi kapattığımda, bir anlığına kendimi o eski günde buldum. Annem bana sarılıyordu. Omuzlarımı tutmuştu. Ağlıyordu.

Kafamı yana çevirdim dümdüz bir alanda annem beni sımsıkı sarıp sarmalamıştı... o gündü annemi öldürdüğüm gün...

O gün benim onuncu yaş günümdü. Küçük bir çocuğun en mutlu günü olması gereken o an, benim için bir felaketin başlangıcıydı. Gözlerim parlıyordu, ama bu sevinçten değildi. Ablam ve abim, yüzlerindeki dehşet ifadesiyle benden kaçarken, annem titreyen elleriyle omuzlarımı kavramış, hıçkırıklar içinde ağlıyordu. Ablamın çığlığı kulaklarımı yırttı:

"Anne! Öleceksin!"

Annem, onun sözleriyle daha da sarsıldı. Parmaklarını omuzlarımda biraz daha sıktı, sanki beni bırakırsa her şey daha da kötüye gidecekmiş gibi. Gözyaşları yanaklarına süzülürken titrek bir sesle fısıldadı:

"Rita, gücünden sakın korkma. Bunu sen istemedin. İsminin anlamını koru ve mücadele et."

O an ne demek istediğini anlamamıştım. Ama yıllar sonra, her şeyi düşündüğümde, onun ne yapmaya çalıştığını acıyla kavradım.

Beni sıkıca kollarının arasına aldı, saçlarımı okşadı ve kulağıma bir sır fısıldar gibi konuştu:

"Seni koruyacağım. Ve yaptığım şey için asla pişman olmayacağım."

Ne demek istediğini sormama bile fırsat kalmadan, her şey kontrolden çıktı.

Küçücük bedenimden yayılan güç, bir kasırga gibi etrafı sardı. Toprak titredi, duvarlar çatladı, ahşap kirişler çığlık atarak kırıldı. Normalde bütün köyü yok edebilecek bir güçtü belki de… Ama o gün sadece bizim evimizi yıktı.

Gözlerimi açtığımda, her şey harabeye dönmüştü. Taş ve tahta parçaları etrafa saçılmıştı. Nefes almak zordu, boğazımda yanık kokusu vardı ve sonra…

Annem.

Yerde yatıyordu. Kanın o sıcak, metalik kokusu havaya karışmıştı. Vücudu…bir bütün değildi artık nereye baksam annemi görüyordum.. en azından bir parçasını. Ama elleri hâlâ sıkıca ellerimi kavrıyordu. Bırakmamıştı. Son ana kadar yanımda kalmıştı.

Bütün dünya paramparça olmuştu ama en büyük enkaz, içimdeydi.

Her gece, gözleri yaşlı, kalbi paramparça bir kızın annesinden özür dileyerek uyuduğunu gördünüz mü?

Tek bir hata yapmış, ama annesini almış bir hata...

O kız benim.

Ellerimi ne zaman açsam, o anı tekrar yaşıyorum. Yıkılan duvarları, dağılan evi, yere savrulan eşyaları… Ve annemi. O ellerimi tuttuğunda, her şeyin geçeceğini sanmıştım. Ama yanılmışım. Ellerim onun sıcaklığını saklamak yerine, ondan geriye kalan son şeyi, soğuk bir sessizliği taşımış.

Ben sadece bir çocuktum. Ama annem öldü ve ben yaşadım. Ölüm dört ise yaşam beş harfti 4 ve 5 arasında bir fark olsa da ölüm ile yaşam arasında ki fark bu dünyada anlayamayacağımız kadar büyüktü...

Bunu nasıl affedebilirim? Kendimi nasıl bağışlayabilirim? Annem beni bağışladı mı?

Her gece aynı soruları soruyorum. Her gece aynı cevapsız özrü fısıldıyorum:

"Özür dilerim, anne..."

Bir damla yaş süzüldü. Hemen sildim. Kemiğe öfkeli bir yumruk attım.

"Lanet olsun!"

Dışarıdan sesim çıkmıyordu, ama içimde çığlık çığlığa yankılanıyordu.

Kemiği kaldırmak için 4. kademeye çıkmam gerektiğini biliyordum. Ama korkuyordum. Çok korkuyordum.

Sonunda pes ettim ve yere bağdaş kurup oturdum. Titreyen ellerimi sıkıp derin nefesler aldım. Sakinleşince gözetmenin yanına gittim.

"O kemiği kaldırmam için birine ihtiyacım var."

"Yasak."

"Sadece bir kişi—"

"Yasak."

"O zaman bırakıyorum, başkaları taşısın."

"Senin taşıman emredildi."

Kollarımı kavuşturdum. "Öğle yemeğimi kesin ve bir kişi verin."

"Kimse böyle bir şeyi kabul etmez."

"Sen nasıl bir gözetmensin be!"

Gözetmen dişlerinin arasından sinirle konuştu "Eğer o kemiği taşımazsan, düellon iki değil beş canavarla olacak!"

Minik bir kahkaha kaçtı benden. "Kılıçları düzgün yaparsanız, neden olmasın?"diyerek önceki olaya itafta bulundum

Tam tartışma büyüyecekken, bir ses araya girdi. "Ben yardım ederim!" Herkes sesin geldiği yöne döndü. Kumral çocuk.

Ona bakıp kaşlarımı çattım. "Yemeğinden olacaksın, biliyorsun değil mi?"

Gülümseyerek "Bana bildiğim şeyleri söyleme, inatçı kız." dedi.

inatçı mı? ben mi? hah, yok artık.

Williams’la kemiğin yanına doğru ilerlerken bir an duraksadım. Gerçekten de kimse içinden geldiği için kendi yemeğinden olup başkasına yardım etmezdi, değil mi? Kaşlarımı çatıp ona döndüm.

"Neden yardım ediyorsun?"

Williams, gözlerini bana çevirmeden yürümeye devam etti.

"İçimden geldi," diye yanıtladı umursamaz bir sesle.

Kaşlarımı daha da çattım. "Kimse içinden geldiği için yemeğinden olup birine yardım etmez."

Bu sefer kısa bir duraksamayla başını hafifçe yana eğdi. "Niye? Sen yapmaz mısın?"

Bir an düşündüm. Evet, yapardım. Ama... "Yaparım… Am—"

"Bingo! Demek ki kimse yapmıyor değilmiş."

Gözlerimi devirdim. "Hey, konuyu saptırmasana!"

Williams’ın hafif bir gülümsemeyle omuz silkip başını eğdiğini gördüm. Sanki kendi kendine bir şey düşünüyordu. Sonra, gözlerini bana dikmeden konuştu.

"Aslında bunu söyleyip söylememekte kararsızdım ama..." diye başladı, sesi her zamankinden biraz daha yumuşaktı.

Kaşlarımı çattım. "Ne?"

Gözlerini hafifçe kıstı, yüzünde belirsiz bir ifade vardı. "Bilmiyorum, belki de saçma gelecek ama..." Kısa bir duraksama yaptı. "Sen bana birini hatırlatıyorsun."

Bir adım geri çekildim. Kalbimin ritmi hızlanmıştı. "Birini mi?"

Williams başını eğip hafifçe güldü. "Evet. Hatta..." Bir an sustu, sonra gözlerini bana kaldırdı. "Kardeşimi."

O an dünya durdu.

Bedenim istemsizce tepki verdi. Gözlerim büyürken içimde tanıdık bir öfke yükseldi. Kardeş... O kelime beynimde yankılandı, etrafımdaki her şey bulanıklaştı.

Beni kardeşine mi benzetmişti?

"HAYIR!" diye aniden bağırdım.

Bunu o kadar içgüdüsel söylemiştim ki sesim yankılandı. Aynı anda saçlarımın kökten uca siyaha döndüğünü hissettim.

Williams şaşkınlıkla gözlerini açtı ama geri çekilmedi. Sakin bir şekilde ellerini kaldırıp beni yatıştırmaya çalıştı. "Hoop, sakin ol Geveze Kız."

Nefesim düzensizleşmişti. Ellerimi yumruk yapıp titreyen parmaklarımı saklamaya çalıştım.

"Beni kardeşine benzetme," dedim, sesim öfkeyle titriyordu.

Williams başını yana eğip kaşlarını kaldırdı. "Hmm, nedenmiş o?" Dedi dalga geçercesine

Boğazıma bir yumru oturdu. Gözlerimi kaçırdım. Bunu anlatmak istemiyordum. Ama yine de dudaklarımdan döküldü.

"Kardeşler... kötü ve acımasızdır."

Williams sessizce beni süzdü. Sonra, sanki önemli bir şey anlamış gibi başını salladı. Ama fazla konuşmadı.

"Senin derdin anlaşıldı," dedi sadece.

Omuz silkti, yüzündeki ifade anlam veremediğim bir hale büründü. "Ama haberin olsun, ön yargılı olman bir gün seni pişmanlığa sürükler."

Cevap vermedim. İçimde ne fırtınalar koparsa kopsun, bunu daha fazla tartışmak istemiyordum. Konuyu kapattım ve hızla kemiğe yöneldim..

Kemiğin yanına geldiğimde eğilerek kemiği tuttum, gücümü kullanarak kaldırabildiğim kadar kaldırdım. Ağır olmasına rağmen zorlanmadım, ama tamamen tek başıma taşımam mümkün değildi. Kalanını Williams kaldırdı ve birlikte yürümeye başladık.

O anda ikimiz de konuşmadık. Sessizlik içimizi doldurmuştu ama garip bir şekilde rahatsız edici değildi. Sadece yürüdük.

Kemiği yerine bırakırken hafifçe nefes verdim ve ona döndüm. "Teşekkür ederim," dedim. Bu sefer eğilmedim, çünkü daha önce bundan rahatsız olduğunu söylemişti.

Williams hafifçe güldü. "Rica ederim ama gitti yemek," diye sitem etti.

Gülümseyerek başımı iki yana salladım. "Eğer yarın buraya gelirsem, yemeğimi sana veririm, efendim."

Bana çok büyük bir yardımı dokunmuştu. Karşılık vermeliydim.

Williams kaşlarını kaldırıp bana baktı. "Yemeğe gerek yok," dedi sakince. "Ve bana efendim deme. Adım Williams."

Tam ona bir şey söyleyecekken, gözetmenin sert sesi yankılandı.

"GİDİŞ VAKTİ!"

Bağırışın kime yönelik olduğu belliydi. Benden başka buradan ayrılacak kimse yoktu. Hafifçe iç çektim. Williams’a dönüp başımla selam verdim.

"Yarın görüşürüz," dedim istemsizce.

Williams bana kısa bir bakış attı, dudaklarının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı. "Belki," diye yanıtladı.

Onunla vedalaştıktan sonra çıkışa yöneldim. Ama daha birkaç adım atmıştım ki arkamdan bir ses duydum.

"Hey, Geveze Kız!"

Gözlerimi devirdim ama yine de arkamı döndüm. Williams kollarını bağlamış, rahat bir şekilde bana bakıyordu.

"Yarın buraya gelirsen, yemeğini bana verme," dedi hafifçe gülerek. "Ama borcunu nasıl ödeyeceğini ben düşüneceğim."

Kaşlarımı kaldırdım. "Sen de inatçısın ha!"

Omuz silkti. "Öğrendin işte."

Başımı iki yana sallayarak yürümeye devam ettim.

Dışarı adımımı attığımda gökyüzünün turuncuya boyandığını fark ettim. Derin bir nefes aldım.

Kendi kendime mırıldandım. "Ne saçma bir gündü." Derken yüzümde istemsiz bir ş gülümseme oluşmuştu ve bende çoktan yola koyulmuştum

Bölüm : 11.08.2024 03:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...