Atalay, Devrim’in yüzünde beliren o ince gölgenin farkına varmıştı. Hafifçe eliyle dosyayı işaret etti.
“Şuraya bir imza atarsan, raporu tamamlamış olacağız,” dedi, sesi her zamanki kadar sakin ama bu sefer biraz daha yumuşaktı.
Devrim, bakışlarını fotoğraftan çekip başını hafifçe salladı. Fotoğrafı dikkatle yerine koyduktan sonra masaya yaklaştı. Kalemi eline alıp dosyaya göz gezdirdi. Belgeleri hızlıca okudu, ardından belirlenen yere imzasını attı.
Atalay başını salladı, dosyayı kapatıp kenara koydu. Bir süre sessizlik oldu. Odayı sadece masanın üzerindeki saate ait tıkırtılar dolduruyordu.
Gece sessizdi. Karargâhın ışıkları arkalarında kalırken, Devrim ve Atalay yan yana yürüyordu. İkisi de konuşmuyordu, ama o sessizlik rahatsız edici değildi. Adımlar uyum içinde atılıyordu, nefesler soğuk havada buhar olup kayboluyordu.
Evin kapısına geldiklerinde, içeriden gülüşmeler ve çay bardağı şakırtıları duyuluyordu. Deli Timi’nin evi, her zaman olduğu gibi enerjikti. Kapıyı Devrim açtı, içeriden gelen sıcaklık yüzlerine vurdu.
“Komutanım! Hadi çay soğuyacak!” diye seslendi Can, koltuklardan birine ters oturmuş, elindeki çayı havaya kaldırarak.
Altay, mutfağın kapısından başını uzattı, “Gelin de şu masayı dengeleyelim, sekiz kişilik dev muhabbet kadrosuyuz burada,” dedi, göz kırparak.
Giray, koltukta geriye yaslanmıştı. “Kurtuluşçuklar ölü taklidi yapıyor, yastık savaşı çıkardık diye küstüler galiba,” diye kıkırdadı.
Atalay, başını iki yana sallayıp gülümseyerek içeri adım attı. Ceketini çıkarırken göz ucuyla Devrim’e baktı. Devrim, çoktan ayakkabılarını çıkarmış, içeriye doğru ilerliyordu. Bu ev onun için gerçekten bir yuva gibiydi; her adımı rahattı, her bakışı sakin.
Atalay sandalyeye otururken elini bardağa uzattı. Buharı yüzüne çarptı, hafifçe gözlerini kıstı.
“Senin tim baya gürültülü,” dedi Atalay, çayını alırken.
“Onlar benim baş belalarım. Hem senin timin de geri kalır bir yanı yok, baksana,” dedi Devrim, dudaklarındaki tebessümle.
Barlas mutfakta ocağın başında çayı kontrol ediyordu. “Yedek demliği devreye aldım, paşa çayı gibi oldu bu!” dedi gururla.
Yaman, köşede oturmuş telefonuna bakıyordu ama ortamdan kopmamıştı. “Komutanlarım, çay içerken selfie çeker miyiz ya? Anı biriktirelim!” deyip telefonu havaya kaldırdı.
Miran, yerde bağdaş kurmuş, önündeki çerez kasesine uzandı. “Selfie mi? Oğlum bak alnımda hâlâ yastık izi var, paylaşırsan karizmayı bitiririm!” dedi, ardından kendi kahkahasına boğuldu.
Gökhan, tam o sırada oturduğu yerden başını kaldırıp Devrim’e döndü. “Komutanım, kurtulamadık şu delilerden ha. Sakin bir gece hayal ettim, yastık savaşının ortasında buldum kendimi,” dedi ama gözleri gülüyordu.
O sırada Can, mutfak kapısının kenarına gelip eğilerek seslendi, “Beni çekiştirmeyin orada ha, duyuyorum!”
Devrim, elindeki çayı bitirdiğinde gözleri balkona kaydı. Sessizliğe olan ihtiyacı artmıştı. Sigara paketini ve çakmağını cebine attığı gibi balkona çıktı.
Soğuk hava yüzüne çarptı, derin bir nefes aldı. Paketten bir sigara çıkarıp dudaklarına yerleştirdi, ardından çakmağı çakıp sigarasını yaktı. İlk dumanı gökyüzüne savururken, dirseklerini balkonun demir korkuluklarına yasladı, başını hafifçe öne eğdi.
İçeriden hâlâ kahkahalar yükseliyordu. Can’ın sesi, Miran’ın bağırışları, Altay’ın alaycı lafları… O karmaşanın dışında, bu sessizlik ona iyi gelmişti.
Birkaç dakika sonra kapı hafifçe açıldı. Ayak seslerinden kim olduğunu anlamıştı. Geriye dönmeden, sigarasından bir nefes daha
“İçerisi çok sesli geldi, değil mi?” dedi.
Atalay bir şey demeden yanına gelip, aynı onun gibi demirlere yaslandı. Soğuk metal kollarını ürpertti ama önemsemedi. Gözlerini karanlık ufka dikti, sonra yavaşça cevap verdi.
“Bir noktadan sonra ses değil, uğultu gibi gelmeye başladı,” dedi.
Devrim hafifçe gülümsedi, sonra cebinden sigara paketini ve çakmağını çıkarıp Atalay’a uzattı.
Atalay tereddüt etmeden aldı. “Olur. Sağ ol.”
İkisi de bir süre sessizce sigaralarını içtiler. Şehir sessizdi, karanlık ve yıldızlıydı.
Devrim, sigarasından son nefesi çekip kül tablasına bastırırken, Atalay’ın cebinden gelen titreşim sesi ikisini de sessizce böldü.
Atalay telefonunu çıkarıp ekrana baktı, yüzünde belirsiz bir yumuşama belirdi.
“Annem,” dedi, hafif bir tebessümle.
Devrim başını salladı, sigara dumanı hâlâ çevresinde asılıydı.
“Rahat rahat konuş,” dedi. “Ben içeri geçiyorum.”
Atalay teşekkür eder gibi hafifçe başını eğdi. Devrim içeriye doğru yürürken, balkon kapısını sessizce kapattı.
Devrim içeriye döndüğünde, ortam hâlâ fazlasıyla sesliydi. Can, Yaman'la Miran'ı bir konuda gaza getirmiş, neşeyle tartışıyorlardı. Altay ve Aybars sessizce kenarda oturmuş onları izliyordu. Gökhan ve Barlas çaylarını tazeleyip koltuklara yayılmıştı.
“Komutanım, çay dolduralım mı?” diye sordu Gökhan, ayağa kalkarken.
Devrim başıyla onayladı, ardından köşedeki sandalyeye oturup sessizce ortamı süzdü. Çünkü odanın ortasında, Can ellerini kollarını savura savura bir şeyler anlatıyordu.
“Bakın hâlâ unutamıyorum ya! Göreve gittik ama helikopter yaklaşamadığı için uzakta inmiştik, neyse işte akşam oldu bir yerde durmalıyız artık, sabahtan beri yürüyüp duruyorduk, mağara bulduk, sırayla nöbet tutacağız, ilk nöbet bendeydi, Altay da uyuyamamış, yanıma geldi, sessiz olmamız gereken yerde bir anda ulumaya başlamasın mı?”
Altay araya girdi, yüzünde o kendine has sırıtışıyla.
“Gece gece kurt uluması taklidi yaparak timi ayağa kaldırdım, evet.”
Gülüşmeler yükseldi. Giray karnını tutarak gülüyordu.
“Abi senin o sesi duysan, gerçekten kurt sanırsın! Devrim komutanım gece telsizi açıp ‘Ne oluyor orada?’ diye bağırmıştı!”
“Devrim Komutan, sabah ‘Hepinizin kulaklarını kesesim var’ demişti!”
Devrim hafifçe başını iki yana salladı ama gülümsedi.
Aybars çayından bir yudum aldı, gözleri parlıyordu.
“Gerçi o gece nöbet değişiminde hepimiz herhangi bir pusuya karşı daha dikkatliydik. Bir nevi işe yaramıştı.”
“Yani komutanım, bazen disiplin bile eğlence ister.”
Devrim dudaklarındaki tebessümle karşılık verdi.
“Benim disiplin anlayışımda kurt uluması yoktu ama… her şeyin ilki olurmuş.”
Odayı tatlı bir gülüş kapladı.
Tam o sırada kapı hafifçe aralandı. Atalay içeri girdi. Gözleri kısa bir an Devrim’le buluştu, sonra diğerlerine döndü.
“Ne anlatıyordunuz yine?” dedi.
Can, parmağını uzatarak hemen yanıtladı.
“Yılların delilik arşivini açtık komutanım. İsterseniz siz de ekleyin bir çılgınlık.”
Atalay, odadaki kahkahaları duyarken hafifçe başını sallayıp gülümsedi. “Başka sefere,” dedi, “Artık saat geç oldu. Yastık savaşları falan bir kenara, sabah erken kalkacağız.”
Devrim, başını sallayarak, “Aynen, bir sonraki sefere,” diye karşılık verdi.
Kurtuluş Timi yavaş yavaş toparlanmaya başlamıştı. Yastıklar kenara atıldı, boş çay bardakları tezgâha taşındı. Gülüşmeler hâlâ aralarda devam ediyordu ama artık gözlerde uykunun izleri görünmeye başlamıştı.
Atalay montunu alırken bir yandan Devrim’e baktı.
“Sabah spor var, milleti sürüklemek zor olacak,” dedi, omzuna montunu geçirirken.
Devrim, “Sabah beşte ayaktayız, ağlayan olmasın,” dedi.
Can hemen araya girdi, yarı ciddi yarı şaka bir ses tonuyla.
“Ne sabah sporu komutanım ya? Haftada üç yeterli değil miydi?”
“Bence beşte değil, dokuzda kalkalım. Spor falan da yapmayalım, kahvaltıyı direkt uykuda yiyelim.”
Aybars elindeki yastığı Giray’a fırlatırken güldü.
“Rüyanda kahvaltı yaparsın artık!”
Kurtuluş Timi üyeleri, Atalay önde olmak üzere tek tek kapıdan çıkarken vedalaştılar. Devrim kapının yanında durdu, her birine kısa ama içten bir baş selamı verdi.
“İyi dinlenin,” dedi sessizce. “Yarın tempo yüksek olacak, tembellik istemem.”
Atalay, son olarak Devrim’e döndü, kısa bir bakışla.
“İyi geceler Deli Komutan,” dedi. Sesi yorgun ama sakindi.
Devrim tebessüm etti, başını hafifçe eğdi.
Kapı kapanırken ev yeniden sessizleşti. Geriye sadece yumuşak ayak sesleri ve uykuya hazırlanan bir timin yorgunluk dolu sessizliği kalmıştı.
Gece ilerledikçe, Deli Timi'nin üyeleri birer birer evin içinde yayılmaya başladılar.Bir süre sessiz kaldılar, ama ardından Aybars, odanın köşesinden seslendi. “Bu gece güzeldi, ha?” dedi, sesi düşündürücü ve ağır bir şekilde.
Giray, bir an sustu, sonra omuzlarını silkeleyerek cevap verdi. “Evet, bence de. Oldukça rahatladık. Birkaç saatliğine de olsa, tim dışı bir dünya gibi hissettirdi.”
Altay başını sallayarak, “Evet, fazlasıyla. Gerçekten çok iyi oldu,” diye ekledi, gözlerinde yorgunluk ve memnuniyet karışımı bir ifade vardı.
Can kanepeye boylu boyunca uzanmış, ellerini başının altına koymuştu. Tavanı izlerken mırıldandı. “Bir ara unuttum asker olduğumuzu. Sanki üniversite tayfası gibi takıldık. Gerçi ben yine en çok konuşandım tabii.”
Gülüşmeler yayıldı odaya. Giray, mutfaktan bir bardak su alarak salona döndü. Elindeki bardağı yudumlayarak. “Kafamın içi ilk defa bu kadar sessizdi,” dedi, hafifçe gülerek. “Gürültüde bile huzur vardı bu gece.”
Devrim, “Yarın ne olur bilmiyoruz ya, belki de o yüzden bu gece daha kıymetli geldi,” dedi, sesinde bir sıcaklık vardı.
Aybars göz ucuyla Can’a baktı, sonra başını tekrar pencereye çevirdi. “Bazen düşünüyorum. başka bir hayat mümkün müydü bizim için?” diye sordu, sanki sadece kendine söylüyormuş gibi.
Altay hafifçe doğrulup yanına yaklaştı. “Belki mümkündü ama biz buradayız. Ve burası kötü bir yer değil. Hele ki yanımızdakiler doğruysa.”
Can gözlerini kapatarak gülümsedi. “Vallahi ben sizsiz bir hayatı düşünemiyorum. Ne bombası ne haritası… İnsan en çok dostlarına alışıyor.”
Devrim sessizce oturdu, elindeki su bardağını sehpaya bıraktı. “Siz benim olmayan ama en gerçek ailemsiniz. Ne zaman baksam yanımdasınız. Bu bana yetiyor,” dedi.
Sonra Giray, sessizliği bozdu.
“Ben şimdi böyle duygusal şeyler söylediniz ya. Kalbim sıkıştı. Can, azıcık gevezelik et de dengeleyelim şu atmosferi.”
“Başüstüne komutanım! Şimdi size askerlik anılarımızdan bir fıkra anlatayım mı?”1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |