Can gözlerini kapatarak gülümsedi. “Vallahi ben sizsiz bir hayatı düşünemiyorum. Ne bombası ne haritası… İnsan en çok dostlarına alışıyor.”
Devrim sessizce oturdu, elindeki su bardağını sehpaya bıraktı. “Siz benim olmayan ama en gerçek ailemsiniz. Ne zaman baksam yanımdasınız. Bu bana yetiyor,” dedi.
Sonra Giray, sessizliği bozdu: “Ben şimdi böyle duygusal şeyler söylediniz ya. Kalbim sıkıştı. Can, azıcık gevezelik et de dengeleyelim şu atmosferi.”
Can hemen zıpladı: “Başüstüne komutanım! Şimdi size askerlik anılarımızdan bir fıkra anlatayım mı?”
Oda kapıları kapalı, ışıklar sönmüş, sadece arada bir esen rüzgârın sesi duyuluyordu. Deli Timi'nin üyeleri, günün yorgunluğunu üzerlerinden atmak için derin bir uykuya dalmıştı.
Yatağında sırt üstü uzanan Devrim, gözlerini tavandan ayırmıyor, zihnindeki düşüncelerle baş başa kalmıştı. Uyuyamıyordu. Ne zamandır bu hâli yaşadığını hatırlamıyordu bile. Belki de içindeki huzursuzluk, yaklaşan bir fırtınanın habercisiydi.
Tam o sırada, koyu sessizliği delen tiz bir ses duyuldu.
Yana dönüp hızlıca telefonu kaptı. Ekranda parlayan isim gözlerini kısıp odaklanmasına yetti: Fatih Albay.
"Devrim, acil durum. Kurtuluş Timi’ni de yanına al. Vakit kaybetmeden çıkıp buraya gelin."
Devrim odasından çıkıp timine sesini duyuracak kadar yüksek sesle ama yine de dikkatli bir şekilde "Uyanın," diyerek odalarının kapılarına vurdu. Birkaç saniye sonra Deli Timi'nin üyeleri, gözleri yarı kapalı şekilde odalarından çıkmaya başladılar.
Birkaç dakika içinde herkes, üstlerini değiştirmiş ve hazır hale gelmişti.
Deli Timi, hızla son hazırlıklarını tamamlayıp, dışarıya doğru ilerledi. O sırada görevin bir parçası olan kurtuluş timi de arkalarından geliyordu Devrim kafasıyla Atalay'a arabaları gösterip ilerledi.
Devrim’in arabasına, Kurtuluş Timi’ne yönelirken, Deli Timi'nin üyeleri Aybars’ın arabasına binerek hareket etmeye başladılar.
Devrim arabayı çalıştırdığı gibi gözlerini yola sabitledi. Motorun düşük uğultusu gece sessizliğinde yankılanırken, arabanın içinde kısa bir sessizlik hâkim oldu. Yan koltukta oturan Atalay, bir süre sustu. Sonunda dayanamayarak sordu.
“Senin bir bilgin var mı görevle ilgili?”
Devrim gözlerini yoldan ayırmadan cevap verdi. “Evet, var. Ama detayları Albay verecek. Sana anlatması gerekiyormuş.”
Atalay başını hafifçe sallayıp derin bir nefes verdi. “Anlaşıldı,” dedi kısaca.
Aradan birkaç dakika geçmeden karargâh binası göründü. Her iki araç da nizamiyeden geçip ana binanın önünde durdu. Devrim ile Atalay hızlıca araçtan inerken, Deli Timi ve Kurtuluş Timi de peşlerinden yürüdü. Albay Fatih Gök’ün odasına yöneldiler.
Kapı açıldığında Albay çoktan ayakta bekliyordu. Sert bakışlarıyla Atalay’ı ve Devrim’i süzdü.
Albay, masasının başında dimdik duruyordu. Gözlerinin altındaki yorgunluk izleri, bu işin ne kadar ciddi olduğunu sessizce haykırıyordu. İki timde odaya girince başını kaldırdı. Hiç vakit kaybetmeden konuya girdi.
Herkes hızlıca bir yerlere otururken, Albay elindeki dosyayı açtı. Parmak uçlarıyla birkaç sayfayı çevirdi, ardından gözlerini Atalay’a dikti.
“Annen ve baban, üç polis memuruyla birlikte bu sabah erkenden yola çıkmışlar,” dedi. “Resmî belgelerle ilgili bir konu bahaneydi. Asıl amaçları, hem küçük bir görev hem de seni görmekti.”
Atalay’ın bakışları bir an duraksadı. “Annem... Babam…”
“Evet,” diye devam etti Albay. “Ancak yolda, Hakkâri’ye yaklaştıkları sırada pusuya düşürülmüşler.”
Atalay’ın tüm bedeni gerildi. Nefesi daraldı.
“Ne diyorsunuz komutanım?” dedi kısık sesle.
“Sakin ol Binbaşı,” dedi Albay, sesini alçaltarak. “Baban annene zarar gelmemesi için arabada sadece dört kişi var gibi hissettirmiş. Polis arkadaşlarıyla birlikte pusucuların aracına binmiş. O sırada annen gizlice telefonla önce emniyeti, ardından amcan Ferhat Albay’ı aramış.”
Devrim kaşlarını çattı. “Peki şu an konumları belli mi Komutanım?”
“Son sinyal, yakın bir bölgeden geldi. Muhtemelen başka bir yere götürüldüler. Araziye yayılmış ekiplerimiz var ama işin içinde organize bir yapı var gibi. Çok dikkatli olmalıyız.”
Atalay nefesini kontrol etmekte zorlandı. Yumruklarını sıktı.
“Şimdilik senin timin yedekte bekleyecek Atalay. Bu halinle sağlıklı düşünemeyeceğin için Deli Timi herhangi bir durumda olay yerine intikal edecek. Gerekirse sonra siz de devreye gireceksiniz.”
Atalay’ın gözleri sinirle parladı ama saygısını da bozmadı. Yutkundu, başını eğdi. Ardından tek kelime etmeden arkasını döndü ve kapıyı sertçe kapatarak çıktı.
Devrim, Albay’a dönüp kısa bir baş selamı verdikten sonra kapıyı aralayıp dışarı çıktı. Gözleri Deli Timi’ni buldu.
“Siz ne olur ne olmaz hazır bekleyin,” dedi kararlı bir ses tonuyla. “Hemen geliyorum.”
Sonra adımlarını hızlandırıp Atalay’ın peşinden gitti.
Bahçedeki sessizlik, gecenin serinliğiyle birleşmişti. Karargâhın loş ışıkları ağaçların arasından süzülürken, Atalay bir bankta tek başına oturuyordu. Elleri dizlerinin arasında kenetli, başı öne eğikti. Omuzlarındaki ağırlık, sadece üniformanın değil, içinde kopan fırtınaların yüküydü.
Devrim, bahçeye çıktığı gibi gözleri hemen Atalay’ı buldu. Hızla yürüyüp onun yanına geldi ve hiçbir şey söylemeden bankta oturdu. Birkaç saniye sessizlik hâkim oldu. Sonunda Atalay, boğazındaki düğümü çözer gibi konuştu.
“Nasıl durucam ben burda? Babam onların ellerindeyken. Belki yaralı, belki…”
Sesi titredi. “Ben burada bekleyemem, Devrim.”
“Atalay, şu an annenin sana ihtiyacı var. Yanında olmalısın. Güçlü görünmeli, ona dayanak olmalısın. Şimdi çökersen, o da çöker. Bize güven. Babanı sana sağ salim getireceğim. Söz.”
Atalay başını yana çevirdi. Gözlerinde, çaresizlikle karışık güven vardı.
Devrim ayağa kalktı. Hazırlanmak üzere adım atacağı sırada, arkasından Atalay’ın sesi geldi.
Devrim bir an durdu. Başını hafifçe sola eğdi, gözleri hâlâ ilerideydi ama bir onay verir gibi başını salladı.
Ardından tek kelime etmeden hızlıca uzaklaştı.Timi onu bekliyordu. Görev başlıyordu.
Ve bu görev, artık sadece vatan için değil, bir aile içindi.
Devrim, Atalay’la konuşmasının ardından, kararlı adımlarla tekrar Fatih Albay’ın odasına döner.
“Gel Devrim, polislerden yeni bilgi geldi,” der Albay, dosyaları karıştırırken.
Devrim hemen masanın karşısındaki sandalyeye oturur.
“Halit Amir’in telefonunun sinyal verdiği son noktaya ulaşmışlar. Beklediğimiz gibi, sadece kırık telefon kalmış geride,” der Albay.
“Başka bir şey bulmuşlar mı, komutanım?” diye sorar Devrim, kaşlarını çatıp gözlerini sabitlerken.
“Evet. Çamurlu bir dağ yolunda teker izleri bulmuşlar. Takip ettiklerinde, ormanın içinde terk edilmiş bir depoya ulaşmışlar.”
“Depo boşmuş,” diye devam eder Albay. “Ama içeride taze izler var. Yer değiştirmişler, muhtemelen birkaç saat önce ya da daha yakın bir zamanda.”
Devrim kısa bir duraksamayla başını sallar. “Havadan tarama başladı mı? Yakın zamanda ayrıldılarsa hâlâ bir şansımız olabilir.”
Albay, “Evet. Karada polisler aramayü sürdürürken dört dron bölgeyi tarıyor.Ama arazi zorlu. Gözden kaçabilecek çok yer var. Dron görüntüleri harekât salonuna aktarılıyor. Timini de topla oraya gelsinler.”
Devrim hemen doğrulur. “Emredersiniz, komutanım.”
Harekât salonunda sessizlik hâkimdi. Dört farklı dron kamerasının görüntüsü büyük ekranda eş zamanlı yansıyordu.
Devrim ayakta, kolları bağlı, dikkat kesilmişti. Gözleri ekranın bir köşesine takıldı.
“İkinci dron, yamacın sağındaki alana sessizce yaklaş,” dedi aniden.
Dron operatörü sorgusuz sualsiz komutu yerine getirdi. Görüntü yakın plana alındı. Oda sessizleşti.
Devrim parmağıyla ekrana işaret etti. “Şu kayanın dibi gölgedeki alan.”
Kamera yavaşça yaklaştı. Görüntü netleştiğinde Devrim gözlerini kıstı.
“Taşlar doğal değil. Dizilmiş gibiler. Önlerinde kuru dal, yosun var. Bir giriş kamufle edilmiş olabilir.”
Aybars öne eğildi. “Saklanmış bir geçit olabilir mi?”
Devrim başını eğdi. “Olabilir.”
Tam o sırada, kayaların gölgesinde çok kısa süren bir karartı geçti. Gözden kaçacak kadar hızlıydı.
Altay hemen konuştu. “Hareketli bir şey geçti ama net göremedim.”
Can da başını salladı. “Ben de fark ettim. Saniyelikti.”
Devrim ciddiyetle konuştu. “Kesin bir şey söyleyemeyiz ama içeride birileri olabilir. Dronu fark ettirmeden gözetlemeye devam edin. Şüphe çekmesin.”
Operatör başını sallayıp komutları girdi. Dron, daha geniş bir yörüngede sessizce gözetlemeye başladı.
Albay Fatih Gök, gözünü ekrandan ayırmadan tok ve net bir sesle konuşur.
“Kurtuluş Timi, harekât salonuna!”
Albay’ın postası hızla odadan çıkar. Birkaç saniye sonra, Kurtuluş Timi kapıdan girer.
“Dronlar yeni görüntüler göndermeye başladı. Deli Timi sahadayken, artık görüntü takibini siz üstleneceksiniz.”
Atalay, bir an kafasını kaldırıp Albay’a bakar. Ardından, endişeyle sorar:
“Bir şey mi buldunuz, Komutanım? Deli Timi neden saha çıkıyor?”
Albay, ekrana odaklanarak açıklamaya başlar.
“Görüntülerde Devrim önemli bir nokta tespit etti. Hedefin çevresindeki yapıların yapısı, orada olabileceklerini gösteriyor ama kesin bir bilgi yok. Bu yüzden Deli Timi’ni hemen sahaya gönderiyoruz.”
Atalay, Albay’ın açıklamasını dikkatle dinlerken, Devrim’e döner.
Devrim, haritaya odaklanmış bir şekilde hızla Timine talimat veriyordur.
“Deli Timi, hızlıca hazırlanın! Helikopter hazır.”
Tim, Albay’ın sözlerinden hemen sonra harekete geçer, ekip üyeleri hızlıca hazırlık yapar. Albay ve Kurtuluş Timi ise ekrandan gelen yeni görüntüler üzerine konuşmaya devam ederler.
Deli Timi harekât salonundan çıkar çıkmaz harekete geçer. Aybars mermileri kontrol eder, Altay sırt çantasındaki tıbbi ekipmanı düzenler, Can haritaya kısa bir göz atarken, Giray silahını omzuna takar.
“Beş dakika içinde helikopterde buluşuyoruz.”
Devrim son hazırlıklarını tamamlayıp odanın kapısını kapatmıştı. Albayla kısa bir konuşma yapmış, Deli Timi ise işlerini halletmiş ve çoktan helikopterin yanına gitmişlerdi. Kapıyı kapatıp arkasını dönerken, bir anda bir el kolundan sıkıca yakalayıp kendine doğru çekti.
Şok olmuştu. Sarılan kişi, hiç beklemediği biriydi.4
Umarım beğenmişsinizdir ballarım 💐
•Atalay ile devrimin konuşmasını nasıl buldunuzz?
•Devrimin fark ettiği yerde sizce ne var?
•Sizce Devrim’e sarılan kimm?1
Devrim’in doğum günü (10 mayıs) yaklaşıyor kendi doğum günümde aynı gün yaptım sjskjsjhsjs
Devrim aşkımın doğum günü için özel bir bölüm yazayım istermisinizz?💗
Okur Yorumları | Yorum Ekle |