
İyi okumalar dilerimm ✨️
Önceki bölümden hatırlatma
Can hemen Devrim’e dönüp gözlerini büyüttü.
“Lan! Eve erkek mi attın? Hem de Atalay Komutanımı?” diye çığırdı.
Aybars, anında ensesine bir şaplak indirdi.
“Lan ben sana ‘sessiz ol’ demedim mi?”
Can, ensesini tutarak yüzünü buruşturdu.
“Tamam komutanım ya, ne vuruyon? Acıdı vallahi...”
Altay, ortam sakinleşir gibi olduğunda sordu.
“Boran nerede?”
Devrim, bir baş hareketiyle salona yöneldi.
“Atalay’ın kucağında. Uyuyor.”
Altay, anlamıştı. Yüz ifadesiyle belli etti sadece. Sessizce başını eğdi.
Giray, elini iki yana açarak timi süzdü.
“Hadi, sessizce herkes odalarına. Sabah yine konuşuruz.”
Devrim başını kaldırdı,
“Boran Atalay’ın yanında kalacaksa... Ben de odada kalırım. Belki gece ağlar.”
Timin üyeleri kısa bir bakışmanın ardından aynı anda başlarını salladılar.
“Tamam komutanım.”
Hepsi yavaş adımlarla odalarına çekildi. Devrim ise salona döndü.
Koltuğa oturdu, Atalay’ın kucağındaki Boran’a uzun uzun baktı yüzünü, nefesini, minik ellerini inceledi.
Sonra başını koltuğun arkalığına yasladı.
Birkaç saniye gözlerini kapattı sonra yavaşça uykuya daldı.
🇹🇷 Küçük Adam 🇹🇷
Sabah
Güneş, evin kalın perdelerinden süzülen cılız ışıklarıyla odanın içine sızıyordu. Atalay, kucağındaki küçük bedende bir kıpırtı hissedince gözlerini araladı. Önce nerede olduğunu anlayamadı, sonra kucağındaki minik ağırlıkla göz göze geldi. Boran hâlâ sarılmış, başı göğsüne yaslanmıştı.
Tam o sırada karşı koltukta bir hareket daha oldu. Devrim sessizce doğrulmaya çalışıyordu. Atalay, kucağındaki Boran’ı hafifçe sallarken Devrim’le göz göze geldi. O an odada kimse konuşmuyordu; sadece Boran’ın sesi duyuluyordu.
Kapı hafifçe aralandı.
“Günaydın…”
Altay, yeni uyanmış ama enerjisi yerinde bir şekilde içeri girdi. Saçları hafif dağınıktı, yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı. Gözleri önce Atalay’a, sonra kucağındaki Boran’a kaydı.
“Vay… Sabah sabah manzara on numara,” dedi alçak bir sesle.
Devrim kaşlarını kaldırdı.
“Ne manzarası Altay?”
Altay hafifçe gülümsedi.
“Belli ki Boran kendine baba seçmiş.”
Atalay başını yana eğerek gülümsedi.
“Sabah sabah çok konuşuyorsun, Altay.”
Altay omuz silkti.
“Tamam komutanım, sustum… Ama mutfağa gidiyorum, kahve ister misiniz?”
Devrim başını salladı.
“Bize mama lazım, kahve değil.”
Altay çıkarken kapıdan geri dönüp son bir kez baktı.
“Tamam, o zaman ben suyu ısıtırım. Siz de aile tablonuza devam edin.”
Kapı kapandığında Devrim hafifçe güldü, Atalay ise sessizce başını salladı.
Altay suyu ısıtıcıya koyup bardağa göz kararı mama tozu eklerken arkasından hafif ayak sesleri geldi. Döndüğünde Giray’ı gördü; gözleri yarı kapalı, elinde yastığını tutuyordu.
“Ne yapıyorsun lan sen?” diye sordu Giray boğuk bir sesle.
Altay, biberonu sallayarak cevap verdi.
“Mama hazırlıyorum.”
Giray kaşlarını çattı.
“Kendine mi?”
Altay bir an durdu, ciddi ciddi düşündü.
“Bence bana da lazım… Ama bu Boran’a.”
Giray biberona doğru eğildi, kokladı.
“Vallahi mis gibi kokuyor ha.”
Tam o sırada Can, pijamalarının cebine ellerini sokmuş halde mutfağa girdi.
“Ooo, kim erken kalkmış? Altay mı? Yoksa rüyada mıyım?”
Altay ona bakmadan, biberoyu hafifçe çalkalamaya devam etti.
“Evet, rüyadasın ve kalktığında mama servisini kaçırmış olacaksın.”
Can gözlerini kısarak sırıttı.
“Mama mı yapıyorsun? Bak bu konuşulur işte.”
Devrim ve Atalay, Boran’la birlikte mutfağa girdiler. Boran, uykulu ama sakin bakışlarla etrafı inceliyordu.
Giray kıkırdayarak fısıldadı.
“Boran’ın kahvaltısı hazır.”
Atalay, Altay’ın uzattığı biberonu aldı.
“Teşekkürler. Fena iş çıkarmamışsın.”
Altay, göz ucuyla Can’a bakarak gülümsedi.
“Görevimiz, komutanım.”
Boran, biberoyu emmeye başladı. O sırada Can, mutfakta bir sandalyeye oturmuş, hala pijamalarıyla ayağa kalkmaya hazırlanan Giray’a baktı.
“Yarın da böyle erken kalkar mıyız sence?”
Giray gözlerini ovuşturup gülümsedi.
“Boran varsa kalkarız. Aman diyim, acele etmeyin de, uyku güzel şey.”
Devrim biberoyu yavaşça Boran’ın ağzından çekti.
“İyi ki varsın Altay,” dedi hafif gülümseyerek.
Atalay, mutfak masasının kenarına dayanarak omuz silkti.
“Güzel takım ruhu var burada. Bence Boran’ı da timin tam üyesi ilan edin siz.”
Aybars gülerek, “Oyuncak silahlarla pratik yapmaya başlar yakında,” dedi.
Kahkahalar mutfağı doldururken, dışarıdaki güneş ışıkları daha da güçlenip odaya dolmaya başladı.
Tam o sırada Devrim’in telefonu çaldı. Ekranda “Fatih Albay” yazıyordu. Devrim telefonu açtı.
“Buyurun Albayım.”
Albay’ın sesi ciddiyetle karışık samimiydi.
“Evlat edinme işlemleriyle ilgili görüşme için seni ve Boran’ı bekliyorum.”
Devrim hafifçe gülümsedi, Boran’a baktı.
“Tamam Albayım, karargaha geliyoruz hemen.”
Telefonu kapattıktan sonra kendine merakla bakan gözlere döndü.
“Albay, evlat edinme işlerinin son aşaması için bizi karargahta bekliyormuş.”
Altay kahvesinden bir yudum aldı.
“Boran’la beraber yeni bir sayfa açılıyor demek.”
Can hafifçe gülümseyip imalı bir ses tonuyla konuştu.
“Devrimcim, şimdi olmaz öyle bebekle tek başına takılmak. Yeni alışıyoruz birbirimize hepimiz daha. İşimiz olmasa biz gelirdik ama, belki Atalay Komutan’ımın işi yoktur, gelir biraz moral verir size.”
Herkes bu sözlere hafifçe gülümseyip bakarken, Atalay tam o sırada yavaşça doğruldu. Üzerindeki kıyafetlerin rahatlığıyla omuz silkti ve “İşim yok, eve gidip üstümü değiştirip hemen gelirim. Moral vermek lazım bu ikiliye,” dedi.
Devrim, hafifçe gülümseyerek omuz silkti.
“Uğraşmasaydın keşke…”
Atalay gülerek kapıya yöneldi, evden çıkmaya hazırlanıyordu. Tam kapı aralığından dışarı çıktığında, Giray Can’a dönüp alaycı bir ifadeyle sordu:
“Sen nasıl bir adamsın ya?”
Can kahkahalarını tutamayarak cevap verdi:
“Biz de insanız, biraz eğlence lazım!”
Oda kahkahalarla dolarken, Boran da minik elleriyle Devrim’in omzuna dokunuyordu. Ortamın neşesi herkesin yüzüne yansımıştı.
Devrim Boran’ı sıkıca kucağına aldı, derin bir nefes çekti.
“Tamam küçük adam, birazdan yola çıkıyoruz.”
Altay hafifçe kalktı.
“Her şey yolunda giderse bugün güzel bir gün olacak.”
Herkes toparlanırken, odadaki sıcaklık ve bağlılık hissi daha da güçlenmişti.
(Atalay’dan)
Kapının önüne geldiğimde derin bir nefes aldım. Deli Timi’nin dairesinden çıkıp kendi dairemin önüne geldiğimde zile bastım, annem anında açtı kapıyı. Yüzündeki ifade… hem meraklı hem de biraz şüpheliydi.
“Oğlum, sen dışarıda mıydın?” diye sordu.
Tam ağzımı açıp cevap verecekken, arka kapıdan babam göründü. Sessizce kapıyı çekip kapatırken alttan alta mırıldandı:
“Gece karşı daireye gitmişti, demek orada kalmış.”
Babamın lafı havaya bırakmasıyla annemin gözleri büyüdü, bana hızla döndü. Yüzünde heyecandan çoktan cevap almış birinin ifadesi vardı.
“Devrim’in yanında mı kaldın?”
Derin bir nefes alıp ellerimi kaldırdım.
“Anne, bir sakin ol. Sadece koltukta, Boran’la birlikte uyuyakalmışım.”
Ama annemi tanıyorsam… beni konuşturmazdı zaten. Hemen araya girdi, sesi biraz sertti:
“Ee o zaman niye geldin buraya? Git kızının yanına, bebek işlerinde yardım et! Hadi bakalım, oyalanma!”
Sonra pat diye kapıyı yüzüme kapattı.
Bir an öylece kaldım. Kapıya yaslanıp derin bir nefes aldım, sonra tekrar zile bastım.
“Üstümü değiştirip çıkacağım. Devrim’le biraz dışarı gideceğiz,” dedim kapının arkasına doğru.
İçeriden annemin sesi geldi, bu kez daha yumuşaktı ama hâlâ buyurgandı:
“Öyle desene oğlum! Ne oyalanıyorsun? Kızı bekletme!”
Başımı eğip gülümsedim, anneme laf yetiştiremeyeceğimi bile bile. Odaya geçtim. Arkamda babamın kahkahaları yankılanıyordu ama aldırmadım.
Hızlıca üstümü değiştirip kapıya yöneldim. Tam çıkacakken Devrim’i gördüm, ayakkabılarını giyiyordu. Giray da yanında, Boran’ı dikkatle tutuyordu. O sahneye bakınca, içimde tuhaf bir huzur doldu.
Devrim bağlarını sıkıca düğümledi, sonra Boran’ı kucağına aldı. Bana dönüp gülümsedi.
“Hadi, çıkalım.”
Merdivenlerden inerken omuz silktim.
“Gel, benim arabayla gidelim. Sen Boran’ı tut, ben sürerim.”
Devrim başıyla onayladı.
“Tamam, öyle yapalım.”
Birkaç saat sonra…
Karargâhın soğuk, resmi koridorlarında uzun süren görüşmenin ardından, artık Boran resmen Devrim’in himayesine geçmişti.
Devrim, kucağındaki küçüğe sevgiyle baktı.
“Artık sen benim ailemdensin, küçük adam,” dedi yumuşak bir sesle.
Boran minik elleriyle Devrim’in üniformasına tutunmuş, güven dolu bakışlarla ona bakıyordu. O an, Devrim için Boran sadece bir bebek değil; yeni bir sorumluluk, kalbinin en değerli parçası olmuştu. İçinde tarifsiz bir sıcaklık, yepyeni bir amaç filizlendi.
Bu küçücük hayat artık onun için vazgeçilmezdi. Boran, tüm zorlukların ve mücadelelerin anlamını değiştiren bir güç olmuştu.
Atalay cebinden arabasının anahtarını çıkarıp salladı.
“Hadi bakalım küçük bey, VIP taşımacılık başlıyor,” dedi gülümseyerek.
Devrim, Boran’ı kucağında biraz daha sıkıca tutup kaşlarını kaldırdı.
“VIP taşımacılık mı? Senin arabada geçen hafta üç boş kola kutusu, bir de yarım ekmek vardı.”
Atalay gülerek kapıyı açtı.
“Onlar moral kaynağıydı, bu hafta temizlik yaptım.”
Devrim koltuğa oturduğunda, arka taraftan koşar adım gelen ayak sesleri duyuldu. Giray ve Can, ellerinde koca bir poşetle nefes nefese yetişti.
“Bekleyin!” diye bağırdı Can.
Devrim kaşlarını kaldırdı:
“Bebek maması mı aldınız?”
Giray poşeti arka koltuğa atarken sırıtıyordu:
“Mama değil komutanım… çekirdek. Kutlama yapacağız ya, boş gidilmez.”
Atalay motoru çalıştırırken başını salladı:
“Siz var ya, gördüğüm en saçma kutlama ekibisiniz.”
Can hemen savundu kendini:
“Saçma değil, özgün. Hem Boran büyüyünce diyecek ki, ‘Benim ailem beni çekirdek eşliğinde karşıladı.’”
Devrim hafifçe gülümsedi:
“Pek geleneksel değil ama… bize yakışır.”
Araba kahkahalar eşliğinde karargâhtan ayrıldı. Boran, tüm gürültünün içinde bile huzurlu bir şekilde Devrim’in omzuna yaslanmıştı.
Araba apartmanın önünde durduğunda sokak sessizdi. Merdivenlerden yukarı çıkarken Giray, arkadan fısıldadı:
“Komutanım, yarın kahvaltıda sucuklu yumurta yapalım mı? Boran’a da minik ekmek banarız.”
Can hemen itiraz etti, kaşlarını kaldırarak:
“Bebek ekmek banmaz, Giray!”
Atalay kapıyı açarken kısık bir kahkaha attı:
“Siz ikiniz, Boran’ı büyütürken ya çok şey öğreneceksiniz ya da çocuk sizden daha çılgın olacak.”
Eve girince Devrim, Boran’ı odasına götürüp yatağına yatırdı. Küçük adam başını yastığa koyar koymaz gözlerini kapadı.
Salonda Can çoktan çekirdek paketini açmış, avuç avuç çitliyordu. Giray televizyonu açmış kanalları geziyordu. Atalay ise mutfaktan bardaklarla çay getirdi.
Devrim salona döndüğünde hepsine baktı. Bu tuhaf, gürültülü, bazen sinir bozucu ama her zaman yanında olan adamlar… Boran’a bırakacağı en büyük mirasın aslında böyle bir aile olduğunu fark etti. İçinde garip bir huzur vardı.
Bir süre sessizlik oldu. Sonra Devrim derin bir nefes alıp konuştu:
“Boran da uyuduğuna göre… bir konuyu konuşmamız lazım.”
Altay kaşlarını kaldırdı:
“Tamam, hangi konu bu? Görevle mi ilgili?”
Devrim başını salladı:
“Hayır, Boran’ın bakımıyla ilgili. Bizim işlerde sıkıntı çok, Boran’ı yanımıza götüremeyiz. Ona bakacak güvenilir birine ihtiyacımız var.”
Giray hafifçe homurdandı:
“Bizden başka kim var ki güvenebileceğimiz?”
Can yüzünü ciddileştirdi:
“Evet, işler bazen riskli oluyor. O sırada Boran’ın yanında kim olacak? Biz güveniliriz ama bu uzun süreli bir çözüm değil.”
Aybars çayından bir yudum aldıktan sonra konuştu:
“Bence planı biz oluşturmalıyız. Geçici bir bakıcı da olur ama en iyisi güvenilir bir tanıdık. Yabancıya teslim etmeyelim.”
Altay başını salladı:
“Doğru… Küçük adam bizim önceliğimiz. Planlı olmalıyız.”
Devrim, Boran’ın odasına doğru bir göz attı. Yatağında derin uykusuna dalmıştı.
“Evet… onun güvenliği ve rahatlığı bizim sorumluluğumuz.” dedi sessizce.
Sabah
Sabahın ilk ışıkları mutfağın penceresinden içeri süzülüyordu. Deli Timi üyeleri masanın etrafında oturmuş, kahvaltılarını yapıyordu.
Deli Timi kahvaltısını bitirdikten sonra binadan çıkmak için merdivenlere yönelmişti. Can Boran’ı kucağına almış, Devrim ve Giray son hazırlıkları yapıyordu. Aybars ise çantasını omzuna takmış, hazır bekliyordu.
O sırada tanıdık bir ses duyuldu:
“Günaydın, bakalım nereye böyle hepiniz?”
Merdivenlerde Neşe Hanım belirmiş, hafif gülümseyerek onlara bakıyordu.
Aybars hemen öne atıldı ve neşeli bir şekilde yanıt verdi:
“Günaydın abla! Boran için bakıcı lazım da, onu halledeceğiz.”
Neşe Hanım kaşlarını kaldırdı:
“Ee, ben boşum biliyorsunuz, emekliyim evde boş boş oturuyorum ben bakarım bu yakışıklıya.”
Altay hafifçe geri çekildi ve mahcup bir sesle dedi:
“Abla, rahatsızlık vermeyelim biz size.”
Neşe Hanım başını salladı, gözlerinde hafif bir tebessüm vardı:
“Duymamış olayım ama Altay, ne rahatsızlığı? Evde sıkılıyorum zaten. Hem size de rahat olur, ani görevlerde hemen getirirsiniz yakışıklıyı.”
Devrim Boran’a bakıp gülümsedi, Boran da kucağında huzurlu bir şekilde sessizce duruyordu.
Aybars omuz silkti:
“Peki o zaman, abla. Bizim içinde iyi olur gözümüz arkada kalmaz.”
Neşe Hanım başını hafifçe salladı ve merdivenlerden geri çekildi:
“Tamam, öyleyse görüşürüz sonra.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |