
İyi okumalar dilerimm ✨️
Önceki bölümden hatırlatma
Sabahın ilk ışıkları mutfağın penceresinden içeri süzülüyordu. Deli Timi üyeleri masanın etrafında oturmuş, kahvaltılarını yapıyordu.
Deli Timi kahvaltısını bitirdikten sonra binadan çıkmak için merdivenlere yönelmişti. Can Boran’ı kucağına almış, Devrim ve Giray son hazırlıkları yapıyordu. Aybars ise çantasını omzuna takmış, hazır bekliyordu.
O sırada tanıdık bir ses duyuldu:
“Günaydın, bakalım nereye böyle hepiniz?”
Merdivenlerde Neşe Hanım belirmiş, hafif gülümseyerek onlara bakıyordu.
Aybars hemen öne atıldı ve neşeli bir şekilde yanıt verdi:
“Günaydın abla! Boran için bakıcı lazım da, onu halledeceğiz.”
Neşe Hanım kaşlarını kaldırdı:
“Ee, ben boşum biliyorsunuz, emekliyim evde boş boş oturuyorum ben bakarım bu yakışıklıya.”
Altay hafifçe geri çekildi ve mahcup bir sesle dedi:
“Abla, rahatsızlık vermeyelim biz size.”
Neşe Hanım başını salladı, gözlerinde hafif bir tebessüm vardı:
“Duymamış olayım ama Altay, ne rahatsızlığı? Para falan da istemiyorum, evde sıkılıyorum zaten. Hem size de rahat olur, ani görevlerde hemen getirirsiniz yakışıklıyı.”
Devrim Boran’a bakıp gülümsedi, Boran da kucağında huzurlu bir şekilde sessizce duruyordu.
Aybars omuz silkti:
“Peki o zaman, abla. Bizim içinde iyi olur gözümüz arkada kalmaz.”
Neşe Hanım başını hafifçe salladı ve merdivenlerden geri çekildi:
“Tamam, öyleyse görüşürüz sonra.”
🇹🇷Tanışma🇹🇷
Deli Timi, Neşe Hanım’la yaptıkları konuşmanın ardından Devrim’in babası ve abilerinin evine yönelmişti. Olaylar o kadar çabuk gelişmişti ki Devrim ailesine hâlâ Boran’dan bahsetmemişti.
Kapıyı çaldıklarında, uykulu gözlerle kapıyı açan Emre, karşısında Devrim’i kucağında bebekle görünce kısa süreli bir duraksama yaşadı. “Lan, halüsinasyon mu görüyorum?” diye mırıldandı. Ardından içeriye doğru seslendi:
“Bora! Gel hele buraya, şuna bir bak!”
Birkaç saniye sonra içerden yavaş adımlarla Bora çıktı. Hâlâ uykulu ve hafif söylenerek, “Umarım güzel bir sebebin vardır beni oturduğum yerden kaldırdığın için, Emre…” dediği gibi gözleri Devrim’in kucağındaki bebeğe değdiğinde irkildi: “Lan, o ne?”
Deli Timi’nin üyeleri durumu izlerken birbirlerine bakıp hafifçe gülümsediler. Giray alaycı bir tonla fısıldadı: “Baksana, Bora’nın suratına… Dünyanın en büyük şokunu yaşıyor şu an.”
Aybars başını hafifçe sallayarak ciddi bir ifadeyle ekledi: “Şu an sessiz kalmak en iyisi konuşursak işleri daha da karıştırırız.”
Devrim, kucağındaki bebeği nazikçe sallayarak abilerinin şaşkın bakışları arasında gülümsedi. “Tanışın, Boran,” dedi.
Emre ile Bora bir an birbirlerine bakıp hâlâ ne yapacaklarını kestiremeden durdular.
O sırada evin içinden güçlü bir ses duyuldu: “Kim gelmiş?” Kapıdan dışarıya bakan Kemal Amir, Devrim’i kucağında bebekle görünce önce şaşırmıştı. “Habersiz evlenip çocuk yaptımde de, şuraya bayılayım deli çocuğum benim!” diye takıldı.
Devrim hafifçe gülümseyerek karşılık verdi: “Evlenmedim, baba. Çocuk da yapmadım ama resmiyette benim çocuğum diyebiliriz.”
Emre hâlâ şaşkın gözlerle, “O… o nasıl oluyor oğlum?” diye sordu.
Kısa bir sessizlik oldu; herkes şaşkın ama meraklı bakışlarla birbirine baktı. Deli Timi üyeleri ise birbirlerine hafifçe gülümseyip durumu izledi.
Arkadan Can içeriye baktı, sonra diğerlerine döndü: “İçerde mi konuşsak ne dersiniz?” Herkes hafifçe başını salladı; Deli Timi içeri girip koltuğa oturdu.
Devrim’in babası, Kemal amir, ciddi ama yumuşak bir ifadeyle onları süzdü; sesinde hem merak hem de hafif endişe vardı: “Bir açıklama bekliyorum, Devrim.”
Devrim derin bir nefes alıp babasının gözlerine baktı ve olanları anlattı: “Annesinin emanetiydi… Evlat edinmesem yanımda tutamazdım, baba. Biliyorsun… Onu terk edemezdim.”
Kemal Amirin yüzünden Devrim’e duyduğu gurur okunuyordu. Minik Boran’a bakarken gözleri yumuşadı ve sevgi dolu bir sesle, “Ver bakayım bana biricik torunumu,” dedi.
Devrim hafifçe kıkırdayarak gülümsedi. Boran Kemal’in kucağına verildi; Emre de yeğenini sevdi. Gün boyunca Boran’la oynadılar, kahkahalar yükseldi; ev sıcak bir neşeyle doldu.
Gün sonuna doğru Kemal amir tekrar konuştu: “Burada biraz daha kalın, vakit geçiririz.” Ancak Deli Timi’nin evlerine gitme gibi bir planları vardı.
Deli Timi eve döndüğünde Boran çoktan uykuya dalmıştı; minik nefesleri odanın sessizliğinde duyuluyordu. Tim oturma odasında toplanıp üzerlerindeki yorgunluğu atmak için sohbet etti.
Can koltuğa uzanıp iç çekti: “Boran geleli iki gün oldu, hâlâ kafam almıyor. Bizim gibi timin evinde bebek ağlaması… İnanılır şey değil.”
Giray hemen söze atıldı: “İki günde alışamadıysan vay haline. Daha önümüzde uzun bir yol var Can.”
Can kaşlarını çattı: “Yani biz operasyon yaparız, pusuya düşeriz; ama bebek bakmak… en ağır görev bu olacak gibi.”
Altay gülerek Boran’a baktı: “Öyle deme. Onun varlığı bize iyi geldi. İki gündür ilk defa gerçekten tam bir ev gibi hissediyorum burayı.”
Aybars başını sallayıp ekledi: “Doğru söylüyor. Savaşın ortasında bile olsa Boran umut gibi; insana neden savaştığını hatırlatıyor.”
Devrim timini sessizce izledi. Yüzünde fark edilmeyen bir gülümseme belirdi; hem gurur hem huzur vardı.
Bir süre daha şakalaşıp konuştular; sonra herkes yavaş yavaş odalarına dağıldı.
Gece yarısı… Sessizlik bir telefon sesiyle bozuldu. Devrim gözlerini açıp ekrana baktı. Arayan Albay’dı. Hemen açtı.
“Deli?” Albay’ın sesi sert ve aceleciydi. “Acil görev var. Timinle birlikte derhal karargâha gelin.”
Devrim ciddileşti. Telefonu kapatır kapatmaz odalara girip timi uyandırdı: “Uyanın çocuklar, acil görev var!”
Can gözlerini ovuşturup homurdandı: “Komutanım, görev dediğin hep gece mi çıkar?”
Giray gülerek karşılık verdi: “Senin uyku düzenine göre ayarlamıyorlar kardeşim, kalk hadi!”
Altay ve Aybars çoktan toparlanmıştı. Devrim bir yandan hızlıca hazırlık yaparken bir yandan da telefonunu çıkarıp önceden anlaştığı Neşe Hanım’ı aradı.
“Neşe abla kusura bakmayın rahatsız ettim bu saatte,” dedi hızlı ama sakin bir sesle, “acil görev çıktı da Boran’ı size getireceğiz.”
“Tamam kızım, kapıda bekliyorum ben,” diye cevap geldi.
Devrim rahatlayarak telefonu kapattı. Ardından timine dönüp kısa bir emir verdi: “Tamamdır, Boran’ı bırakıp karargâha geçiyoruz.”
Kapının hemen karşısında, pijamalarıyla ama telaşlı gözlerle bekleyen Neşe Hanım vardı. Onları görünce gülümsedi. “Ver bakayım bana,” dedi ellerini uzatarak.
Devrim dikkatle Boran’ı ona teslim etti. Neşe Hanım bebeği kucaklarken başını kaldırıp onlara baktı: “Allah yardımcınız olsun evlatlarım. Yolunuz açık olsun. Siz rahat olun, Boran bana emanet.”
Devrim hafifçe başını eğdi: “Sağ ol Neşe abla. Siz olmasanız içimiz rahat etmezdi.”
Can dayanamayıp araya girdi: “Neşe abla, Boran ağlarsa Altay suçlu, haberiniz olsun.”
Altay sertçe Can’a bakınca Giray kıkırdadı, Aybars ise gülümseyerek omuz silkerek cevap verdi.
Neşe Hanım tatlı bir tebessümle onları süzdü: “Haydi bakalım, fazla oyalanmayın. Görevinize gidin.”
Devrim son kez Boran’a bakıp derin bir nefes aldı, sonra kapıdan ayrılan timin önüne geçti. Artık görev için yola çıkma vaktiydi.
Deli Timi, kısa bir sürenin ardından karargâha ulaştıklarında sessiz ama kararlı adımlarla koridorlardan geçip harekât odasının kapısına geldiklerinde Devrim kapıyı tıkladı. İçeriden tok bir ses geldi: “Gel!”
Kapıyı açtıklarında içeride sadece onlar yoktu. Masanın diğer tarafında Kurtuluş Timi de hazır bekliyordu.
Albay sert bakışlarını üzerlerinde gezdirip, “Oturun,” dedi.
Fatih Albay’ın gözleri Deli Timi’ne ve Kurtuluş Timi’ne tek tek kaydı. “Bu görev sıradan bir operasyon değil. Yük ağır, risk büyük.”
Albay dosyayı masanın üzerine koydu, haritayı açtı. “İstihbarata göre düşman unsurlar bu gece büyük bir silah sevkiyatı yapacak. Konvoy şu an sınırın öte tarafında toplandı; sabaha karşı yola çıkacaklar. Hedefleri sınırı geçip iç bölgedeki hücreye silah ulaştırmak.”
Atalay yüzünü buruşturdu: “Bu miktarda silahı geçirmelerine izin verirsek, bölgede dengeler değişir.”
Albay başını salladı: “Doğru. Bu yüzden iki timi birden görevlendirdi. Göreviniz konvoyu sınır hattına varmadan durdurmak. Arazi engebeli, yollar mayınlı olabilir. Dikkatli olun.”
Devrim dosyaya eğilip haritaya baktı: “Konvoy kaç araçtan oluşuyor?”
Albay net bir sesle cevapladı: “Üç kamyon, iki zırhlı pikap. Ağır silahlarla donatılmışlar. Koruma sayısının yirmi ila otuz arasında değiştiği hakkında bilgi aldık.”
Devrim haritaya eğilip, “Operasyon alanı dağlık. Konvoyun yolunu sınıra varmadan kesmemiz şart,” dedi.
Albay onayladı: “Doğru. Tek bir timin altından kalkabileceği bir görev değil. ”
Can araya girip gülümseyerek, “İyi ya, Kurtuluş bizim yedek kuvvet olur. Biz önden hallederiz,” dedi.
Miran gözlerini kısmıştı: “Yedek kuvvet mi? O zaman bakarız, kim kime yetişiyor.”
Albay masaya yumruğunu vurdu: “Yeter! Burası çocuk bahçesi değil. Silahlar bu ülkenin damarına saplanacak zehir demek. O konvoy sınıra yaklaşmayacak. Anladınız mı?”
İki tim aynı anda cevap verdi: “Emredersiniz, komutanım!”
Uzun bir sürenin ardından tekrar merhabaa🤍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |