Helikopterin motorları, her geçen saniye daha yüksek bir uğultuyla çalışıyordu. Havanın sert rüzgarı, içerideki sessizliği bastırmıyordu; tam tersine, herkesin içine işleyen bir ağırlık yaratıyordu. Altay, gözlerini Atalay'ın yüzünden ayırmadan tıbbi müdahalesine devam ediyordu. Komutanın solgun yüzü ve kanlar içindeki bedeni, ölümün bu kadar yakın olduğunu haykırıyordu.
Atalay, helikopterin zemininde hareketsiz yatıyordu. Ağır yaraları, sarılmış kanlı sargılarla bile kontrol altına alınamıyordu. Altay, Atalay'ın nabzını sürekli kontrol ediyor, arada bir solunumunu denetliyordu. Göz ucuyla Kurtuluş Timi(esir tim) üyelerine baktığında, onların gözlerindeki korkuyu hemen fark etti.
Yaman, köşeye sinmiş, sessizce ellerini yumruk yapmıştı. Gözlerini bir an bile komutanından ayıramıyordu.
Esir Tim’in en genç üyesi Miran, dudaklarını ısırarak yüzünü diğer tarafa çevirmişti. Helikopterin içindeki kan kokusu ve her an daha da ağırlaşan hava, onun için tahammül edilemezdi.
Helikopter bir sarsıntıyla irkildiğinde, Aybars, gözlerini Altay’a çevirdi. Gözlerinde sabırla örülmüş bir sakinlik vardı ama sesi, gerginliği ele veriyordu.
Altay, bir anlık tereddütten sonra kısa bir cevap verdi:
Altay: "Hastaneye varmamız lazım. Hemen."
Helikopterdeki herkes, bu birkaç kelimenin ağırlığını hissetti. Esir Tim’in diğer üyeleri birbirlerine baktılar. Gözlerindeki ifade, açık bir korkuyu haykırıyordu. Kendi aralarında sessiz bir anlaşma vardı: Komutanlarını kaybetmeyi göze alamazlardı.
Yaman, sessizliği bozarak konuştu. Sesi çatallaşmış ve endişe doluydu:
Yaman: "Onu kaybedemeyiz. O bizim… Bizim pusulamız, komutanımız. Onsuz olmaz."
Helikopter bir kez daha sarsıldı, bu sefer inişe hazırlık sinyalleriyle. Altay, elindeki tıbbi malzemeleri bir kez daha kontrol etti. Son bir müdahale daha yaparken gözleri komutanın yüzündeki solgun ifadeye takıldı. İçi titremesine rağmen, sesine soğukkanlılık kattı:
Altay: "Dayanacak. Merak etmeyin, dayanacak."
Ama bu sözler, sadece çevresindekileri sakinleştirmek için miydi, yoksa Altay kendine de inandırmaya mı çalışıyordu, kimse emin olamadı.
Helikopter bir sarsıntıyla inişe hazırlanırken, herkes içindeki korkuyu bir kenara bırakıp umutlarını korumaya çalıştı.
Helikopter inişi yaptıktan hemen sonra, hastanenin acil müdahale ekibi helikoptere doğru hızla ilerledi.
Hızla sedyeyi hazırladılar ve komutanı helikopterden çıkarırken,
Altay doktora yaklaşarak durum hakkında bilgi vermek için adım attı.
Altay:"Kan kaybı çok fazla. Yaralar çok derin. Şu an bilinci yerinde değil, nabzı zayıf, iç kanama olabilir."
Doktor: “Hızlıca içeri alın, hemen hazırlıkları yapıyoruz! Acil ameliyathaneye."
Atalay Komutan, hızla ameliyathaneye doğru taşınırken, Altay doktorlara durumu anlatmaya devam ediyordu. Ellerindeki kan izleri hâlâ tazeydi;
Altay: "Yaraları çok derin. İç kanama riski var. Sol kolundaki kesiği kontrol altına almaya çalıştım ama kan durmadı."
Doktor, sedyenin başından ayrılmadan kısa bir cevap verdi:
Doktor: "Teşekkürler. Şimdi bize bırakın, elimizden geleni yapacağız."
Altay, bir adım geride durdu ve sedyenin gözden kayboluşunu izledi. Derin bir nefes alıp ellerini yumruk yaptı. Sanki tüm dünya o koridorda durmuş gibiydi. Arkasında Devrim Komutan’ın sesiyle irkildi.
Devrim: "Altay. Sen elinden geleni yaptın. Şimdi sabırlı olmalıyız."
Devrim, bir süre sessiz kaldı. Ardından elini Altay’ın omzuna koydu.
Devrim: "Biz askeriz, Altay. Kaybetme korkusu, omzumuzdaki yüklerden sadece biri. Ama unutma, umut da aynı derecede güçlü bir yük."
Hastane'nin geniş koridorunda, sanki tüm zaman durmuş gibiydi. Hastanenin her köşesinde, Atalay'ın ailesi ve yakınları bir araya gelmişti. Albay, yani amcası hastanenin koridorunda sessizce bekleyenlerden biriydi. Yanında, boynu bükük dağılmış durumda olan Kurtuluş Timi(esir tim), Atalay'ın ne zaman ameliyattan çıkacağıyla ilgili haber almayı bekliyorlardı.
Atalay'ın annesi, beyaz önlüğüyle ama bu kez doktorluk mesleğinden değil, oğlunun yaşadığı korkunç yaraların etkisiyle gözlerinden yaş süzülen bir kadın olarak hastanenin bir köşesine çökmüş durumda. Yanında, ona destek olmaya çalışan bir grup vardı. Gözleri dolu dolu ama hiçbir şekilde sesini çıkaramıyordu.
Albay, yengesinin(Atalay’ın annesinin) gözlerinden süzülen yaşları gördükçe, gözleri kararmaya başladı. Hiçbir şey yapamamak, en acısıydı. O kadar uzun zaman geçmişti ki, Atalay’ı hastanenin kapılarından içeri taşırken, her şeyin düzelmesini beklemişti. Ama şimdi, her şeyin bir yıkıntıya dönüşmesi an meselesiydi. İçinde buruk bir acı vardı; yıllardır, ne kadar soğukkanlı ve profesyonel olsa da, kendi ailesinin acısını görmemek, duymamak istemişti. Şimdi bu acıyı hem yaşayacak hem de onu soğukkanlı bir şekilde yönetmeye çalışacaktı.
Atalay'ın babası(emniyet amiri), bir kenarda oturuyor, ama yüzündeki ifadeye bakılırsa oğlunun durumunu hazmedemiyordu. Hiçbir şey söylemeden duruyor, sadece gözlerini bir yere sabitlemişti. Birkaç adım uzakta ise, babaannesi ve anneannesi gözleri kapalı, yaşlarından dolayı elleri dua pozisyonunda titreyen, gözlerinden yaşlar süzülen iki kadın.
Albay(amca), Yiğeninin durumunu öğrenmek için etrafta dolaşıyor, bir şey öğrenemedikçe içi içini yiyordu.
Bir an yaralarını tedavi ettirmeye bile ikna edemediği Kurtuluş Timi'ne baktı,
"Komutanımız ne zaman oradan çıkar o zaman gider baktırırız yaraların bir önemi yok şuan" demişlerdi.
Israra gerek yoktu biliyordu hepsi ayrı bir inattı çünkü yerlerinden bile kıpırdamazlardı.
Günler geçmiş gibi hissettiren bir sürenin ardından, ameliyathane kapısı açıldı. Doktorun yüzündeki ifade ciddi ve yorgundu. Herkes hemen ayaklandı. İlk sözü Gökhan aldı.
Gökhan:"Durumu nasıl, doktor bey?"
Doktor, derin bir nefes aldı ve konuştu:
Doktor:"Şimdilik durumu kritik. Çok kan kaybetmişti. İç kanamayı kontrol altına aldık. Ama ilk 48 saat çok önemli. Eğer bu süreyi atlatırsa, kurtulma şansı yüksek."
Herkes rahat bir nefes vermişti ilk 48 saat boyunca Atalay için dualar edilecekti ve 48 saatin hemen bitmesi beklenilecekti.
Ameliyat başarılı bir şekilde tamamlandıktan sonra, hastane koridorunda Kemal Albay, Deli Timi üyeleriyle karşı karşıya gelmişti.
Kemal Albay, dikkatle üstü başı toprak ve kan olan Deli Timi’ni inceledi. Onlar, Atalay ve timini kurtarmışlardı, ama üzüntüyle fark edilmemişlerdi şimdi teşekkür edilmesi gerekiyordu.
Kemal Albay: (samimi bir şekilde) "Sizlere gerçekten minnettarım. Bir mucize gibi doğru zamanda doğru yerdeydiniz."
Deli Timi üyeleri arasında, bir anlık bir sessizlik oldu. Devrim Komutan, Kemal Albay'a saygılı bir şekilde başını salladı.
Devrim Komutan:"Herkesin bildiği gibi, biz sadece görevimizi yaptık, Albayım. Teşekkür edilecek bir şey yok
Can:(şakacı bir tavırla)"Ama yiğeniniz uyandığında bir teşekkür eder diye umuyoruz o kadar taşıdık yani"
Kemal Albay(buruk bir gülümsemeyle)"Etmezse çekerim kulağını söz."2
Okur Yorumları | Yorum Ekle |