
İyi okumalar dilerimm ✨️
Bayadır bölüm atmıyordum kusura bakmayın çünkü bu kitap hakkında bazı düşüncelerim var.
Kitabı kafamdaki gibi yazamadım aslında ya yayından kaldırıp başka kitap yazıcam ya da düzenlemeye almak istiyorum. Bölümün kısa olduğunun farkındayım sizin ne düşündüğünüze bağlı olarak devam edicem böyle güzel derseniz bir sonraki bölüm her zamankinden uzun olur.
Sizce ne yapmalıyım yazmaya devam etmeli miyim?
Düşünceleriniz benim için çok önemli❤️
🇹🇷Hastane Koridorunda🇹🇷
Hastane'nin geniş koridorunda, sanki tüm zaman durmuş gibiydi. Hastanenin her köşesinde, Atalay'ın ailesi ve yakınları bir araya gelmişti. Albay, yani amcası hastanenin koridorunda sessizce bekleyenlerden biriydi. Yanında, boynu bükük dağılmış durumda olan Kurtuluş Timi, Atalay'ın ne zaman ameliyattan çıkacağıyla ilgili haber almayı bekliyorlardı.
Atalay'ın annesi, beyaz önlüğüyle ama bu kez doktorluk mesleğinden değil, oğlunun yaşadığı korkunç yaraların etkisiyle gözlerinden yaş süzülen bir kadın olarak hastanenin bir köşesine çökmüş durumda, yanında, ona destek olmaya çalışan bir kadın topluluğu vardı. Gözleri dolu dolu ama hiçbir şekilde sesini çıkaramıyordu.
Albay, yengesinin(Atalay’ın annesinin) gözlerinden süzülen yaşları gördükçe, gözleri kararmaya başladı. Hiçbir şey yapamamak, en acısıydı. O kadar uzun zaman geçmişti ki, Atalay’ı hastanenin kapılarından içeri taşırken, her şeyin düzelmesini beklemişti. Ama şimdi, her şeyin bir yıkıntıya dönüşmesi an meselesiydi. İçinde buruk bir acı vardı; yıllardır, ne kadar soğukkanlı ve profesyonel olsa da, kendi ailesinin acısını görmemek, duymamak istemişti. Şimdi bu acıyı hem yaşayacak hem de onu soğukkanlı bir şekilde yönetmeye çalışacaktı.
Atalay'ın babası, bir kenarda oturuyor, ama yüzündeki ifadeye bakılırsa oğlunun durumunu hazmedemiyordu. Hiçbir şey söylemeden duruyor, sadece gözlerini bir yere sabitlemişti. Birkaç adım uzakta ise, aile büyükleri gözleri kapalı, yaşlarından dolayı elleri dua pozisyonunda titriyordu.
Albay(amca), Yiğeninin durumunu öğrenmek için etrafta dolaşıyor, bir şey öğrenemedikçe içi içini yiyordu.
Bir an yaralarını tedavi ettirmeye bile ikna edemediği Kurtuluş Timi'ne baktı,
"Komutanımız ne zaman oradan çıkar o zaman gider baktırırız yaraların bir önemi yok" demişlerdi.
Israra gerek yoktu Atalay'ın iyi olduğunu duymadan yerlerinden bile kıpırdamazlardı biliyordu.
Bir süre sonra
Koridorun sessizliği, sadece kalp monitörlerinin uzaktan gelen ritmik sesiyle bölünüyordu. Loş ışıkların altında, Deli Timi kapının önünde dimdik duruyordu. Ne bir yere yaslanmışlardı ne de yorgunluk belirtileri gösteriyorlardı.
Albay, Deli Timi’ni süzdü. Gözleri önce Devrim'e kaydı. Her halinden Tim'in komutanı olduğu belli oluyordu. Kadın binbaşı, omuzları dimdik, hareketsiz bir kaya gibi duruyordu. Sadece varlığı bile çevresindekilere disiplin ve ciddiyet yayıyordu. Gözlerinde ne yorgunluk ne de şüphe vardı. Sanki bir görevden değil, basit bir yürüyüşten dönmüş gibiydi.
Gözlerini yavaşça timin diğer üyelerine kaydırdı. Hepsi aynıydı.
Üzerlerindeki yorgun ama sert ifadeler, boş bakışlar ya da sıradan bir asker duruşu değildi. Bu insanlar, deneyimli ve çok şey görmüş askerlerdi. Özellikle en öndeki kadın gözlerini doğrudan ona dikmişti.
"Siz hangi birliktesiniz, gençler" diye sordu albay, sesine otoritesini yansıtarak.
Devrim,
"Özel Kuvvetler Komutanlığı'na bağlıyız, komutanım."
Albay,
"Bu operasyonun içinde olduğunuzu bilmiyordum. Kim yönlendirdi sizi?"
Bu sefer Aybars devreye girdi.
"Görev bilgilerimiz gizlidir, komutanım. Doğrudan yetkili mercilere rapor veriyoruz. Halka açık bir yerde detay vermek güvenlik riski oluşturur."
En sonunda iç çekerek konuştu. "Bize büyük bir iyilik yaptınız. Siz kurtarmasaydınız Atalay ve timi kim bilir ne halde olurdu."
Devrim'in ifadesi hafifçe yumuşadı ama disiplinini korudu. "Umarım en kısa sürede sağlığına kavuşur da görevine döner."
Albay, bir süre sessizce onları inceledi. Disiplinli, soğukkanlı ve tek bir gereksiz kelime bile etmeyen bir grup. Onları tanımadığı halde içgüdüleri, önünde duran timin sıradan olmadığını söylüyordu.
Tam konuşmasını bitirecekken hastane kapısından hızla biri girdi. Üniformasıyla tanınan bir isimdi: Fatih Albay.
Albay, hızla ona döndü. "Fatih?"
Fatih Albay, gözleriyle Deli timini taradı. Sonra bir an duraksadı. Kaşlarını kaldırdı.
Albay'ın gözlerindeki merakı fark eden Fatih Albay, hafifçe gülümsedi. "Onları tanımıyorsun, değil mi?"
Albay, kaşlarını çattı. "Belli ki özel birliklerden ama kim olduklarını bilmiyorum."
Fatih Albay, başını iki yana salladı. "Bilmemen normal. Başka göreve çıkmışlardı çünkü o görev bitince gelmeden Atalay'ın yanınada bi uğradılar. Ama şunu bilmelisin, karşında duran tim en iyilerden biri."
Albay’ın gözleri hafifçe büyüdü. "Kim bunlar?"
Fatih Albay, hafifçe gülümsedi. "Deli Timi."
Albay’ın nefesi bir an kesildi. Tüm karargahlarda isimleri konuşulan, en zorlu görevleri başarıyla tamamlayan, istihbarat ve operasyonlarda rakipsiz olan Deli Timi.
Albay, şaşkınlığını gizlemeye çalışarak tekrar Devrim’e döndü.
Fatih Albay, durumu toparlamak için konuştu. "Binbaşı, Atalay çıkana kadar burada bekleyebilir misiniz? Güvenlik açısından riskleri göz önüne almak zorundayız."
Devrim, hiç tereddüt etmeden, sert ama net bir sesle cevap verdi. "Bekleyebiliriz, komutanım."
Fatih Albay başını salladı. "O halde askerler birazdan gelir, teçhizatlarınızı aldıracağım. Hastane halka açık, bu yüzden dikkat çekmeyecek şekilde organize olacağız."
Devrim başını eğerek onayladı. "Anlaşıldı, komutanım."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |