Selam arkadaşlar, yeni bölümü çok istediğiniz için yazabildiğim kadarını paylaştım. Şu an oldukça sıkışık bir dönemdeyim ve üstüne sınavlara da çok az kaldığı için bazı şeyleri yetiştiremedim, buna bu bölüm de dahil. Başta uzun olacak demiştim ama vakit yetmedi kusura bakmayın. 8. Bölümde elimden geldiğince uzun yazıp telafi edeceğimden emin olabilirsiniz.
Hepinize hayatınızda başarılar dilerim (özellikle de şu lanet sınavlarda dnxjdj)
Bu arada, sizce bir WhatsApp kanalı açmalı mıyız? Alıntılar atabilir ve bölümlerin ne zaman geleceği hakkında sizi bilgilendirebilirim.1
Kitap biraz daha büyüyünce bir Instagram hesabı açmayı düşünüyorum, oradan da belki bir grup oluşturabiliriz. Size hangisi uygun olursa onu yapalım, siz karar verin. 🌸1
Zaten bir TikTok hesabım var, kitap üzerine ordan bölümleri paylaşıyorum ve hoşuma giden kısımları orada da paylaşıyorum. Oraya da uğrayabilirsiniz istersenizz.❤️
Hastane koridoru, geçen her dakikayla birlikte daha da soğuyordu. Atalay’ın annesi, ellerini kenetlemiş, içten içe dua ediyordu. Babası ise bir köşede, hiç konuşmadan duruyordu.
Beklemek gerçekten, sabır gerektiren bir savaştı.
Devrim, askerleri beklerken ağır adımlarla Atalay'ın annesinin yanına oturdu. Kadın, gözleri dolu dolu ona döndü.
"Siz de onun gibi misiniz? Görev uğruna hayatınızı hiçe sayıyor musunuz?"
Devrim, bir an duraksadı. Bu soruya verecek basit bir cevabı yoktu.
"Hayatı hiçe saymak, bir tercihten çok, şartların sonucu. Bu mesleği seçmek isteyen her insan bu gerçeği kabul eder. Vatan ve bayrak uğruna baş koyduğumuz bu yolda elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışırız hep " dedi,
Kadın, başını hafifçe eğdi, gözlerinde hala bir miktar belirsizlik vardı. "Ama ya geri dönemezseniz? Ya şehit olursanız ve o bayrağa sarılı tabutunuz gelirse" diye sordu, sesindeki korkuyu bastırmaya çalışarak.
Devrim, derin bir nefes aldı. Bu soruya net bir cevap vermek hiç de kolay değildi. "Bunu biliyoruz, ama biz de aynı soruyu her gün kendimize soruyoruz. Her gün, görev başına çıkarken, her anın bir son olabileceğini biliriz. Yine de dönmek değil, gitmek en doğru seçimdir. Çünkü biz, bu bayrağın ve bu vatanın bekçisiyiz."
Kadın bir an sessiz kaldı, gözlerinde biriken yaşları silmeye çalıştı. Devrim, kadının gözlerindeki korkuyu, çaresizliği hissedebiliyordu. Bir yanda, evlat acısının ağırlığı, diğer yanda ise yaptığı işin getirdiği sonsuz belirsizlik vardı.
"Sizin gibi insanlara minnettarız," dedi kadın, sesindeki titremeyi bastırmaya çalışarak. "Ama bir anne... Bir anne her zaman korkar."
Devrim, kadının söylediklerini derinden hissetti. Bu yolun sonunda herkesin kaybedeceği bir şey olduğunu biliyordu. Ama bu yolun sonunda vatanın savunulduğunu, bir evlat için belki de tek amacın bu olduğunu da... Sessizce, "Bir anne olarak korkmanız normal," dedi.
"Ama biz, bu korkuyu bir kenara koyarak, görevimizi yerine getirmek için yola çıkıyoruz. Vatanımızın güvenliği, ailelerin huzuru için."
Devrim, kadının gözlerine bakarak, "Bazen, bir şeyin iyiye gitmesi için beklemek gerekir. Ama beklerken sabırlı olmak, insanı daha güçlü kılar. Güçlü olmanın, başkalarına da güç verdiğini unutmayın," dedi.
Kadın, küçük bir tebessüm ederek. "Bunu söyleyen kişi, hayatında bir kez olsun beklememiş gibi görünüyor."
Devrim gülümsedi, "Beklemek kaderin bir oyunu biz de buna katlanıyoruz."
Kadın, gözlerini yere indirdi, sonra yavaşça, "Umarım oğlum için güçlü olabilirim," dedi.
Bu dünyada her şeyin bir karşılığı vardı ama kaybın karşısında hiç bir şey yeterli olmuyordu.
Hastane koridorunda sessizlik, zamanla derinleşen bir boşluk gibi yayılıyordu. Bir an için, her şeyin durduğu, sadece duyguların kaybolmuş olduğu bir an vardı. Askerlik, cesaret gerektiriyordu, ama bazen sadece sevdiği insanların gözlerindeki korkuyu bile görerek, bunun ne kadar yorucu bir mücadele olduğunu anlayabiliyorlardı.
Bir süre sonra, ameliyathane kapısı yavaşça açıldı. Koridorda bekleyenlerin hepsi birden ayağa kalktı. Her bir yürek, içindeki endişeyle çarpmaya başladı.
Bir doktor, soğukkanlı bir şekilde içeri girdi. Yorgun bir şekilde, ama kesin bir dille, "Atalay Bey’in durumu kritik. Şu anda yoğun bakıma alacağız ve tedaviye devam edeceğiz. Dinlenmesi için uyutulmaya devam edilecek" dedi.
Herkesin gözlerinde, bir miktar rahatlama belirmişti. Ama bu rahatlama, sadece bir süreliğine, belirsizdi. Kadın, derin bir nefes alarak, bir an için rahatladı. Fakat içindeki kaygı devam ediyordu.
Devrim, kadınla bir an göz göze geldi. Sabırlı kalmaları gerektiğini bir kez daha hatırlatarak, "Her şey daha iyi olacak," dedi.
Kadın, başını hafifçe salladı. "Evet," dedi, "Güçlü olacağım."
Yoğun bakım ünitesinin önündeki bekleme alanında herkes kendi köşesine çekilmiş, saatlerdir süren bu bekleyişin yorgunluğunu taşıyordu.
Devrim, sırtını duvara yaslamış, kollarını kavuşturmuş halde bekliyordu. Gökhan, elinde sıktığı su şişesiyle ayakta duruyor, Barlas ve Yaman ise yan yana oturmuş, ara ara gözlerini kapatıp açarak uykusuzlukla savaşıyordu. Miran ise yerinde duramıyordu, sürekli bir aşağı bir yukarı yürüyerek içindeki sıkıntıyı atmaya çalışıyordu.
Kapı her açıldığında herkesin başı o yöne dönüyor, ama içeri giren doktorlar ya da hemşireler kısa bir kontrolün ardından tekrar dışarı çıkıyordu. Kimse hâlâ net bir haber vermemişti.
Bir süre sonra, kapı bir kez daha açıldı ve bu sefer içeriye giren doktor, herkesin nefesini tutmasına neden oldu. Orta yaşlı, yorgun ama kararlı bakışlara sahip adam, önündeki dosyayı kapatarak onları süzdü.
Doktorun sözleri hastane koridorunda yankılandı:
"Atalay Bey kritik süreci atlattı."
İlk başta kimse tepki veremedi. Sanki o anın gerçek olup olmadığını anlamaya çalışıyorlardı. Sonra, ilk hareket eden Miran oldu. Derin bir nefes aldı, başını hafifçe arkaya attı ve gözlerini sımsıkı kapattı. Dudaklarından, "Oh be…" diye bir fısıltı döküldü.
Gökhan, elindeki su şişesini usulca sıktı, sonra bir adım geri çekilip gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı.
Barlas ve Yaman, yan yana oturdukları sandalyelerde bir an birbirlerine baktılar. Yaman başını salladı, Barlas derin bir nefes aldı. Barlas, "Koca adam bizi korkuttun," diye mırıldandı.
Devrim ve Aybars ayakta, sessizce onları izliyordu. Altay kollarını kavuşturmuş, Can ise alışılmış şımarıklığını bir kenara bırakmış şekilde olayı gözlemliyordu.
Giray, sessizliği bozarak, "Bizim Deli Komutan da aynısını yaptı, değil mi?" diye sordu hafif bir gülümsemeyle. "Ölümün kıyısından dönmek gibi bir huyları var bu komutanların."
Yaman, Miran’ın sözlerine başını sallayarak güldü. "Kesinlikle! Sanki bizi erken emekli ettirmeye çalışıyorlar."dedi, gözlerini devirerek.
Gökhan, hala doktorun sözlerini sindirmeye çalışıyordu. Derin bir nefes alıp arkasına yaslandı. "Atalay kendine gelir gelmez yine bize emir yağdırmaya başlar," dedi hafif bir gülümsemeyle. "Ama bu sefer biz ona emir yağdıracağız. İyice dinlenecek."
Miran, yerinde duramayıp ellerini ovuşturdu.
"Devrim komutanım sizde ölümün kıyısına gidip gelmeyi alışkanlık haline mi getirdiniz?"
Can omuz silkti. "E, bizim Deli Komutan ölmeden dönüyor ama döndüğünde biz ölüyoruz," dedi gülerek.
"Yani ya görevde helak oluyoruz ya da geri döndüğümüzde onun gazabına uğruyoruz."
Devrim, Can’a yan gözle bakarak hafifçe başını salladı.
"Sırf konuşmanı kesmek için seni gerçekten bir gün bırakabilirim Can. Bakalım o zaman ne yapacaksın?"
Can, Devrim'in lafını duyunca elini göğsüne götürüp dramatik bir şekilde iç çekti.
"Vay be… Yıllarını şehit olmaktan değil, komutan gazabından korkarak geçiren bir adam oldum. Tarih beni böyle mi yazacak?" dedi, kaşlarını çatıp uzaklara bakarak.
Altay başını iki yana salladı.
"Tarih seni 'Gereksiz Şehadet Dramaları Yazarı' olarak yazacak Can. Emin ol."
Miran hafifçe gülerken, Gökhan derin bir nefes alarak gözlerini kapattı.
"Atalay kendine gelir gelmez topuklasak mı?"
"Yok ya? Adam daha yeni ölümden dönmüş sayılır, biraz yumuşar herhalde?"
Barlas gözlerini kısarak Can’a baktı.
"Sen gerçekten buna inanıyor musun?"
Bir anlık sessizlik oldu. Sonra Can, alnına vurup dramatik bir şekilde bağırdı.
"İşte bu komutanlar yüzünden erken yaşlanıyoruz!"
Atalay’ın annesi ve babası, Can’ın sözlerini duyunca önce birbirlerine bakıp, ardından gülmeye başladılar. Atalay’ın annesi, “Bundan sonra bir asker olarak değil, komedi yazarı olarak hayatını geçirecek bu çocuk!” dedi. Babası ise, “Evet, belki de askerlik yerine senaryo yazarlığına yönelmeli,” diye ekledi. Birkaç saniye süren sessizliğin ardından, tüm odada hafifçe kahkahalar yükseldi.
Devrim, Can’a dönüp hafifçe gülümsedi ve
"Sana ne yapacağımı biliyorum Can, senin bir gün çeneni kapatmayı başaracağım," dedi, gözlerinde hala ciddi bir ifade var ama içindeki gülümseme bir şekilde sızdı.
Bir süre daha gülüşmeler devam etti ve herkesin içinde hafif de olsa bir rahatlama oldu. Ancak bu anlık neşe, hızla değişen bir başka gerçeği getirecekti. Kapı aniden açıldı ve doktor ile hemşireler hızla içeri girdiler.
Atalay’ın annesi ve babası ise yer, korkuyla ayağa kalktı.Doktor, bir süre Atalay’ı inceledikten sonra, hemen dışarı çıkıp derin bir nefes aldı ve sakin bir şekilde,
"Atalay Bey ilaçlara tepki göstermeye başladı,şu an durumu stabil, bugün yoğun bakımda kalacak ama yarın normal odaya almayı planlıyoruz."
Atalay’ın annesi ve babası, birbirlerine bakıp derin bir nefes aldılar. Gözlerindeki korku, yavaşça kayboluyordu.
Telefonun sesiyle herkesin dikkatini çeken Devrim, bir anlık bir tereddütle ekrana baktı. Sonra hemen geliyorum diyerek uzaklaştı. Herkesin içinde bir belirsizlik rüzgarı estikçe, geriye yalnızca bir soru kaldı: Ne oluyordu? ya da ne olmuştu?2
Okur Yorumları | Yorum Ekle |