
Aradan tam bir hafta geçti. Kızlar her gün erkenden evden çıkıp Bangam ve Ayça'yı yalnız bırakmaya devam ediyorlardı. Ayça ve Bangam da hiçbir şey demiyor artık aşklarını saklamıyorlardı. Bangam hala Laden'i korumak için yanın da gelmeyi teklif etse de. Laden bir şekilde onu atlatıyordu. O gün Laden ve Çalıkuşu yine şehir merkezine gittiler. Artık şehir merkezinde gezmek en büyük tutkularıydı. Buse ve Esram da zaten sürekli bir şeyleri bahane edip ayrı takılıyorlardı. “Ayrı gezmeyelim” lafı çabuk unutulmuştu.
Laden şehir merkezinde yaptıkları turlar boyunca çok güzel kurabiyeleri olan bir kurabiyeci keşfetmişti. Hem bu kadını Günel ablasına çok benzetiyor hem de kurabiyelerine bayılıyordu. Ne zaman kadının yanına gitseler kadın onları güler yüz ve hoşgörü ile karşılıyordu. Ayrıca son bir haftadır evde çocuklara göre çorap ve yelek örmeye başladıkları için yavaş yavaş ellerine biraz para geçiyordu. Aslında Suyal onları ziyaret edip "Maya isterse çalışmayabilir" dese de Laden bu gezegende kral ve kraliçenin hatta kızlarının bile belirli görevleri yapmakla yükümlü olduğunu öğrenince o da bir şeyler yapmadan durmak istememişti. Sabah geziyorlar akşamları da toplanıp sohbet ederek örgü örüyorlardı. Bu gezegende telefon veya televizyon olmadığı için bunları yapmak onlara çok iyi geliyordu. Laden eline geçen her para ile artık hemen soluğu bu kurabiyeci kadının yanında almaya başlamıştı.
O gün sabah yine erkenden kurabiyeci kadının tezgahına gittiler. Laden tüm bozuk paralarını neşeyle tezgâhın üstüne döküp gülümseyerek "Bugün kaç tane kurabiye yiyebilirim" dedi.
Kadın alçak sesli bir kahkaha atıp. "Benim kurabiyelerimi sizin kadar seven kimse yok sanırım" dedi.
Laden rengarenk kurabiyelere bakıp "nasıl sevmem ki hepsi birer sanat eseri gibi hepsi rengarenk ve üzerleri özenle sanki nakışla işlenmiş gibi güzel süslerle dolu. Hem gözümü hem karnımı doyuruyorlar tatları hep damağımda kalıyor" dedi.
Kadın tekrar gülümseyerek "ah çok teşekkür ederim. Beni bu sözlerinizle çok mutlu ediyorsunuz sevgili Maya" dedi. Sonra tezgahında ki kurabiyelere bakıp "aslında bugün çok fazla kurabiye yaptım ve tezgahımı erken kapatmak istiyorum. İsterseniz sizinle bir anlaşma yapalım. Eğer ikiniz on dakika içinde on tane kurabiye yiyebilirseniz. Bugün tüm kurabiyelerimi size veririm. Hem siz arkadaşlarınıza da götürmüş olursunuz hem de ben tezgahımı alıp erkenden eve giderim"
"Ama zaten daha yeni gelmediniz mi saat çok erken"
"Evet ama aslında bugün pek tadım yok ve bu kurabiyeleri yarına satamam. Her gün yeniden yapmam lazım ve bugünkülerin de araya girmesini istemiyorum."
Laden kurabiye tezgahına baktı. "Aslında bu kurabiyeler Helusa'lılar için ideal boyutta ama bize biraz büyük on tane yiyebileceğimizden şüpheliyim"
"Bunu denemeden bilemeyiz" dedi Çalıkuşu. "Ayrıca ben dün geceden beri kurt gibi açım. Beş tanesini sen beş tanesini ben yerim. Hadi zor değil."
Laden meydan okumayı kabul etti. Ve kadın yanındaki su saatini on dakikaya ayarlayıp bıraktı. Laden ve Çalıkuşu süre başlar başlamaz hemen tüm kurabiyeleri ağızlarına tıkmaya başladı. Ağızları kurabiyelerle dolup şişmiş suratları arı sokmuş gibi kocaman olmuştu. Laden saate baktı sadece birkaç dakikası ve son bir kurabiyeleri kalmıştı. Kurabiyeleri ağzında sıkıştırmak için parmakları ile içeri yitiriyordu. Son kurabiyeyi de işaret parmaklarıyla ağzının içine doğru ittirirken birinin ona dokunduğunu hissetti. Yanına dönüp baktı. Dokunan Çalıkuşu'ydu. Ve arkasında birkaç kişi vardı. Laden o esnada Çalıkuşu’nun arkasındaki güneş tam gözüne doğru vurduğu için bir şey göremiyordu. Kurabiyeleri kazanmaya o kadar çok dalmıştı ki. Hala kurabiyeleri parmakları ile ağzına teperken yanındakileri görebilmek ve güneşten kaçabilmek için birkaç adım geri gitmek zorunda kaldı. Kafasını kaldırdı, yukarı doğru baktı. Karşısında Çalıkuşu'nun arkasında duran Taru ve arkadaşlarından başka kimse değildi ve Laden'in parmakları hala kurabiyelerle dolup taşmış ağzının içindeydi. Onları görür görmez hemen sırtını onlara doğru döndü. Parmaklarını ağzından çekip gözlerini sıkıca kapadı ve "Rezil oldum" dedi. Utançtan kıpkırmızı kesilmişti. Ağzındakileri yanında ki tezgahın üzerinde duran bir bardak su ile hemen yuttu. Kadın onlara bakıp "Vay hepsini yediniz mi bu harika bütün kurabiyeleri hemen sizin için paket yapacağım" dedi. Laden, kadın öyle deyince Taru'nun onun ne kadar obur olduğunu düşüneceğini, düşündü ve daha çok utandı ama bir türlü arkasına dönemiyordu.
Hun daha fazla dayanamayıp "Arkanı döner misin bir şey diyeceğiz" deyince. Laden’in içinden kaçmak geldiği için bir anda koşmaya başladı. Taru ve Kebbom, Hun'un Laden'i korkuttuğunu düşünerek "Hun" diye bağırıp ona kızgın bir bakış attılar. Çalıkuşu da Laden'in koştuğunu görünce o da koşması gerektiğini düşünüp hemen koşmaya başladı. Taru bu garip durumu düzeltmek ve özür dilemek için hızla Laden'in arkasından Kebbom' da aynı sebepten ötürü Çalıkuşu'nun arkasından gitti. Laden hızlı koşsa da Taru'nun onu yakalaması an meselesi bile değil çok daha kısaydı. Fakat Laden arkasından onu kovalayanın kim olduğunu bilmiyordu ve hala arkasına bakmaya çekiniyordu. O yüzden hemen kendini çarşıda satış yapan tezgahlardan birin altına attı.
Tezgahların altında sürünüp kaçmak için çabalarken birinin birden onu ayağından tuttuğunu fark etti. Çarşı da kargaşaya sebep olsa da tezgahın altından çıkmaya hiç niyeti yoktu. O yüzden yapılması gereken tek bir şey vardı. Kendisini ayak bileğinden tutan ele doğru yaklaştı. Kısık bir sesle "Allah'ım ne olur Taru olmasın ne olur Taru olmasın" dedi ve eli ağzına doğru çekip kocaman ve sert bir ısırık attı. Elini ısırdığı kişi acı içinde bağırıp elini geri çekince tezgahın altından sadece kafasını çıkardı ve kim olduğuna bakmak için yukarı çevirdi. O sırada acıyla elini tutan ve şaşırmış halde ona bakan Taru'yu gördü.
Laden utanç içinde kafasını geri tezgahtan içeri geri soktu. Kendi kendine "Allah da benim belamı vermesin" dedi ve "rezil olduk rezil oldum" diyerek tezgahların altından sürünmeye devam etti. Şehir merkezinde satış yapan o kadar çok tezgah vardı ki ondan ona ona geçeyim derken sonunda izini Taru'ya kaybettirebildi. Ve tezgahların altından çıkıp koşarak çarşının içinde Çalıkuşu'nu aramaya başladı. Birkaç dakika sonra Çalıkuşu'nu buldu fakat yine birisi tarafından yakalanmış ve ayakları havada duruyordu.
Sinsi bir gülümseme attı Laden. Onu tutan kişi yine Kebbom olmalıydı ve geçen seferki gıdıklama taktiğini uygulamanın tam zamanı diye düşündü. Sessizce arkasından yaklaştı ve gülerek koltuk altlarına doğru saldırdı. Fakat daha ne olduğunu anlayamadan bir el onu ensesinden yakaladı ve havaya kaldırdı. Kendini yakalayan kişiye baktı. Bu Hun'du meymenetsiz, Çalıkuşu'nu yakaladıktan sonra şimdi de Laden'i yakalamıştı. Sol elinde Çalıkuşu sağ elinde Laden'i tutup havaya kaldırmış diğerlerinin gelmesini bekliyordu. Laden onun elinden kurtulmak için çabaladı ama Hun o kadar güçlüydü ki uğraşları resmen boşunaydı. Ama yine de kaçmak için ikisi de çabalamaya devam ediyordu. Çarşının ortasında herkesin içinde iki suçlu gibi havaya kaldırılmak çok utanç vericiydi ama Laden için en kötüsü Taru'nun onu bu şekilde görmesiydi. Hala ondan çok utanıyordu.
Hun "kıpırdamayın lütfen birkaç dakika içinde arkadaşlarım gelir" dedi.
Çalıkuşu "bıraksana bizi be" diye bağırdı.
Hun "hayır bırakırsam kaçarsınız ve küçük olduğunuz için sizi yakalamak zor oluyor" dedi.
Laden, Taru'nun onu bu şekilde görmemesi için hemen bir yolunu bulup kaçmalıydı. Ama aklına hiçbir şey gelmiyordu. Sonra uzaktan onlara doğru gelmekte olan Taru, Kebbom ve daha önce görmediği bir askeri gördü. Gittikçe yaklaşıyorlardı. Çaresizce çırpınarak sağına solun baktı. Onunla bu şekilde yüzleşmek istemiyordu. Sonra gözüne bir şey takıldı ve aklına bir fikir geldi. Bu çok çılgıncaydı ama kaçmak için denemeye değerdi. Çalıkuşu'na bakıp Hun'un göğüslerini işaret etti. Çalıkuşu ilk başta anlamadı fakat sonra anlayınca asla yapmam manasında kafasını salladı. Laden "sen bilirsin" dedi ve hemen Hun'un göğüs uçlarını tutup sıkmaya başladı. Hun Laden'in bu yaptığına o kadar şaşırdı ki hemen refleks olarak onları yere fırlattı ve göğüslerini tuttu. Laden ve Çalıkuşu bu fırsattan yararlanarak hemen kalabalığa karıştı ve gözden kayboldu. Taru sinirli bir şekilde hemen Hun'un yanına geldi. Hun hala elleri göğüslerinde acı içinde onları tutuyordu.
"Neden onları öyle tutuyordun. Nasıl bu kadar düşüncesiz olabilirsin. Onlar çocuk değil birisi Maya ve sen onları enselerinden tutup havaya kaldırmıştın"
"Bana göre çocuklar ayrıca saygıdeğer maya memelerimi sıktı"
Kebbom ve Çehomist bu lafın üzerine istemeden de olsa büyük bir kahkaha patlattı.
Ama Taru hala kızgındı. "Bu rezilliği nasıl düzelteceğiz. Bu utançla bir daha mayanın yüzüne bakamayız" dedi Hun'u azarlayarak.
"Bu yaptığın Helusalılara yakışır bir hareket değil" dedi Kebbom sonra geçen gün kendisinin de Çalıkuşu'nu aynı şekilde havaya tutup kaldırdığı aklına gelince "onlara büyük bir özür borçluyuz" dedi
"Taru'nun evine gizlice gelen onlardı" dedi Hun.
"Gerçekte ne olduğunu bilmiyoruz Hun ve senin yaptığın hareket bin kat daha kötü" dedi Taru.
"Ayrıca Maya'yı o şekilde yakaladığın Yakuza'nın kulağın giderse bittik biz." Dedi Çehomist.
Sonra Taru, Hun'a olan sinirini belli etmek için kanatları ile havalarınken onu toz içinde bırakıp uçup gitti. Uçarken Laden'in ısırdığı eline baktı ama ona kızgın değildi hatta o an Laden'in ürkekçe tezgâhın altından kafasını çıkarıp ona baktığı anı hatırladıkça bunun çok komik olduğunu düşündü. Evine doğru uçup Laden'i düşünürken yüzün de nadiren gözüken o tatlı gülümsemesi yerleşti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
