7. Bölüm

BÖLÜM 2

Ceren Oktay
yazarcerenoktay

Canlarım, ikinci bölüm an itibari ile yayında. Şimdiden keyifli okumalar dilerim.

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya not bırakmayı ihmal etmeyiniz.

Yorumlarınızı da bekliyorum. Bölüm sonundaki soruları cevaplamayı unutmayınız.

Gördüğüm görüntü gerçekten de dehşete düştüğüm kadar vardı. Nileg İmparatorluğu'nun ne kadar acımasız olduğunu elbette biliyordum. Ama bu görüntüler… Kelimelerim kesinlikle içimden geçenleri anlatmaya yetmezdi. Tanrım!

Dehşet içinde izlemeye devam ettiğim görüntü bir anda kesildi. Sanki hiç var olmamış gibi bir hal aldı. Açılan kapıdan içeri Toana girmişti. Onun varlığının farkında olmama rağmen tepki veremiyordum. Gördüğüm görüntüler zihnimde şiddetli bir fırtınaymışçasına dönüp duruyordu. İçimde kıvranan korku, acıma duygusu ve iğrenme hisleri midemi bulandırıyor, başımın daha önce hiç hissetmediğim kadar zonklamasına sebep oluyordu. Kalbim göğsümden fırlayacakmış gibi atarken sakinleşebilmem mümkün değildi. Kendimi tamamen kaybetmiş gibi hissediyordum.

“Sen iyi misin?” diye soran Toana’yı duyduğumda, kendime sakinleşebilmek için komutlar vermeye çalışsam da bu hiç kolay olmadı. Zar zor nefes alırken “Sanırım tansiyonum düştü,” diyebildim. Koluma gidip oturmam için bana destek olurken oldukça endişeli görünüyordu.

Toana, benimle aynı birimde çalışan kadınlardan biriydi. Beline kadar inen siyah saçları, esmer teni, koyu mavi gözleri, oldukça etkileyici görünmesine sebep oluyordu. Oturmamı sağladığında rahatladığını belli eden nefes sesi kulaklarıma ulaştı. Hemen odanın içinde bulunan ve yine ücretli olan sudan bir bardak doldurdu. Ona borçlanmıştım. Kendimi toparlar toparlamaz borcumu hemen ödeyecektim.

Su dolu bardağı titreyen ellerime rağmen güçlükle tutabildim ve birkaç yudum aldım. “Sen işine dön lütfen,” dedim daha sonra da. “Sana zarar verilmesini istemem.”

“Biz, çok değerliyiz Elissa,” dedi Toana. “İnsan canı çok değerli. Bu yüzden tabii ki önceliği sana vereceğim.”

Eğildi ve bana daha da yaklaştı. “Seni tanıyorum. Hem de seni düşündüğünden daha iyi tanıyorum,” dedi. Sesi keskindi. Ne demek istediğini anlamamıştım. Bu sözcükler ne anlama geliyordu?

“Tanıyorum derken?” diye sormadan yapamadım. “Bu ne anlama geliyor? Ne demek istiyorsun?”

Toana, tam konuşacakken alarm sesi ikimizin de kulaklarını doldurdu. Bu hiç ama hiç iyi bir şey değildi. Bunu ne Toana ne de ben beklemiyordum. Alarm sesinin duyulması demek yolunda gitmeyen şeyleri belli ediyordu ki bu şey çok fena bir şeydi. Kolay kolay alarm sesi çalınmaz, çevreyi yanıp sönen kırmızı ışıklar sarmazdı.

“Hemen gitmemiz gerek! Fırsat bu fırsat!”

“Ne saçmalıyorsun sen?” diye haykırmadan yapamadım. Toana, koluma sıkıca yapıştıktan sonra beni çekiştirdi. “Eğer hayatta kalmak istiyorsan buna mecbursun!”

“Ne?” diyerek kısık bir fısıltı çıktı dudaklarımdan. Elbette hayatta kalmak istiyordum ama bu olanların benimle ne alakası vardı?

“Hadi!” diyerek beni tekrar çekiştirdi ve bulunduğumuz odadan kartlarımızı okutarak dışarı çıktık.

Dışarı çıktıktan sonra karşımıza yanıp sönmeye devam eden kırmızı ışıklar çıkmaya devam etti. Personeller aynı benim gibi çok telaşlı ve endişeli görünüyordu. Ne olduğunu anlayamıyor oluşum bir yana, yanıp sönen bu kırmızı ışığın gizlenmiş olan birisini belli ettiğini duymuştum. Nitekim bunun doğru olup olmadığını bilmiyordum.

Nileg İmparatorluğu kurallarına göre doğaüstü güçlere sahip kişilerin varlığı suçtu. Onlar fark edilir edilmez öldürülürdü. Ben de doğaüstü güce sahiptim ve annemle babam, hatta kardeşim bunu biliyordu. Bu yüzden bana dikkatli olmamı söylüyorlardı ya. Yoksa… Yoksa benim gücümü mü fark etmişlerdi? Eğer fark ettilerse kesinlikle hayatta kalmama izin vermezlerdi.

Toana yardımıyla ilerlemeye devam ettim. Daha önce gördüğüm ama ardında ne olduğunu, nereye açıldığını bilmediğim bir kapıdan geçtim. Bu kapıdan geçmemle birlikte beni kocaman ve karanlık bir koridor karşıladı. Bu koridor, diğer alanlarda yer aldığı gibi yanıp sönen kırmızı ışıkla kaplı değildi. Alarm sesi de duyulmuyordu.

“Neler oluyor?” diye sorduğumda Toana, ellerini kaldırdı ve elleri bembeyaz bir ışıkla aydınlanmaya başladı. Bu beni şok etti. Toana da benim gibi doğaüstü güçlere sahipti. Bu gücü saklamıştı. “Sen…” dedim ama konuşmaya devam edemedim. Bunun yerine o konuştu. “Aynı senin gibiyim. Nitekim imparatorluk sağ olsun gücümü saklamak zorunda kaldım.”

Toana’nın sözleri, içimdeki nefreti ve dehşeti daha da körükledi. İmparatorluk sadece masum insanlara zarar vermiyor, bizim gibi olanları da tehdit olarak gördüğü için yakalayıp öldürüyor diye duymuştum. Gerçekte öldürüyor mu yoksa üzerimizde deney mi yapıyordu bilmiyordum ama bilgisayarda gördüğüm görüntüler mutant olan insanların yani benim gibi doğaüstü güçleri olan kişiler üzerinde deney yapıldığını göstermekteydi. Ben, kesinlikle onlar arasında yer almak istemiyordum.

İlerlemeye devam ettik. Koridorun sonunda karşımıza tekrar kapı çıktı. Toana, bu kapıyı açtıktan sonra çıktığımız yer yer altına doğru inmekteydi. Hızla hareket edip merdivenlerden inmeye başladık. İlk inen Toana, sonra ben oldum. Onun ışığı dar alanda ilerlememi kolaylaştırıyordu.

İnmiş olduğumuz merdivenlerde bolca pas ve nem kokusu vardı. Attığımız her adımda pasın kokusunu almak rahatsızlık verse de bu duruma yer altında yaşadığımız için çoğunlukla alışıktım.

“Burayı nereden biliyorsun? Bu kapıyı daha önce kullananı hiç görmemiştim,” diyerek merak içinde sorduğumda Toana “Çünkü yasak. Kullananı öldürüyorlar,” diyerek yanıt verdi. “Burası nereye çıkıyor görünce inanamayacaksın.”

Nereye çıktığını bilmesem de ses tonu beklenmedik bir yere çıktığını açıkça belli ediyordu. İnmeye devam ettik. Nihayet ayağımız zemine değince bulunduğumuz yerin teknolojik aletlerle dolu bir oda olduğunu gördüm. Burada daha önce görmediğim teknolojik aletler vardı. Hiçbirinin ne işe yaradığını bilmiyordum.

Bulunduğumuz yerdeki bu teknolojik olduğunu düşündüğüm aletler bir sürü kabloya bağlıydı. Bu kablolara bağlı olan aletlerden çıkan ışık çok azdı ama Toana’nın ışığı sayesinde çevremi rahatlıkla görebiliyordum. Çevreme daha dikkatli baktığımda makinelerden yükselen turuncu – mavi renkteki ışıklar dikkatimi çekti. Bu ışıklar, bu makineler neydi cidden anlamıyordum. Üstelik içlerinde ne olduğunu anlamadığım garip şeyler vardı bazılarının.

Silindir şeklindeki şeylerin içinde bulunan bu garip şeylerden bazıları hareket ediyordu. Sanki canlı gibilerdi. Ürkmedim desem yalan olurdu. Çünkü dünyamızda böyle şeylerin varlığını hiç görmemiştim.

Çevremi incelemeyi sürdürdüm. “Neden buradayız ve bunlar neyin nesi?” diye sorduğumda bana verdiği yanıt çok şaşırmama sebep oldu.

“Burası imparatorluğun deney yapmak için yakaladığı yaratıkları depoladığı bir gizli alan. Burayı yaklaşık bir hafta önce keşfettim şans eseri. Normalde buraya girmemiz yasak biliyorsun ama bu teknolojik aletlerle bu yaratıklar mıdır artık neyseler bilmiyorum onları hayatta tutuyorlar.”

Toana’nın gözlerindeki endişe, ışıltı ve heyecan görülmeye değerdi. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim doğrusu.

“Burada saklanabiliriz bir süre,” dedi. “Bizi kimse bulamaz. Burası uzun zamandır kullanılmıyor. Terk edilmiş olduğunu düşünüyorum. Ben keşfettiğimden beri gelen giden kimse olmadı.”

Ailem aklıma geldi o anda hemen. Hasta babam, babama bakmak zorunda kalan ailem. Eğer ki gitmezsek buradan kaçak olarak anılacaktık. Bu da onların ölümüne sebep olacaktı. Buna izin veremezdim.

“Üzgünüm ama burada kalamam,” dedim kararlı bir şekilde. Ses tonum ciddiyetimi açıkça ortaya seriyordu.

“Neden?” diye sordu Toana.

“Çünkü annemi, babamı ve kardeşimi öldürürler. Kaçak olarak anılıp yaşayamam.”

Toana, bu sözlerim üzerine bir süre sessiz kaldı. Ne diyeceğini bilemiyor gibi bir hali vardı. Haklı olduğumu biliyordu. Daha öncesinde kendisiyle yaptığım sohbetlerde öğrendiğim kadarıyla kimsesi yoktu ama benim bir ailem vardı. Dolayısı ile ailemi kesinlikle riske atamazdım. Onu burada bırakıp her nereden çıkılıyorsa buradan çıkmalı ve ailemin yanına varmalıydım.

“Onları güvende tutabileceğimi söylesem buna ne dersin peki?” diye sordu Toana.

“Nasıl?” diye sordum. “Onları ben bile güvende tutamazken sen nasıl güvende tutacaksın?”

“Tanıdıklarım var. Onlarla iletişim kuracağım. Telapatik iletişim diye bir şey duydun mu?” diye sordu.

Böyle bir şeyi ilk defa duyuyordum. Bu ne demekti?

“Hayır. Neden bahsettiğini anlamadım. Bahsettiğin şey tehlikeli bir şey mi?”

“Değil,” diyerek yanıt verdi Toana. “Sana nasıl işlediğini göstereyim.”

Gözlerini kapattıktan sonra ona dikkatli gözlerle bakmaya devam ettim. Ne yapmaya çalıştığını, ne yapacağını anlamaya çalışıyordum. Birkaç saniye sonra beynimde kelimeler belirdi. Nasıl olduğunu, bu kelimelerin nasıl ortaya çıktığını bilmiyorum ama çıkmıştı işte.

“Gözetim ekibinden aldığım bilgiye göre annen ve baban, hatta kardeşin iyi durumda. Onlara herhangi bir zarar gelmemiş.”

Bu kelimeler Toana’ya aitti. Dudakları hareket etmeden konuşuyordu. Bu nasıl mümkün olabiliyordu? Anlamak benim için çok güçtü. Bu dünya hakkında, yaşadığım evren hakkında bilmediğim o kadar çok şey vardı ki hepsini öğrenmek istiyordum.

“Sanırım şimdi anladım telepatik iletişim dediğin şeyi. Ailemin iyi olduğu konusunda sana nasıl güveneceğimi bilemiyorum ama,” dedim umutsuz bir şekilde. “Seni uzun zamandır tanıyor olsam da ailem söz konusu olduğunda kimseye güvenemem.”

“Sen de haklısın,” dedi Toana. “Senin yerinde olsam ben de güvenmezdim.”

Toana’nın sözlerinin ardından zihnimde babamın acı içindeki öksürük sesi yankılandı. O kadar çok acı çekiyordu ki, ona yardım edemiyor olmak beni resmen param parça ediyordu. İmparatorluğun her türlü lüks içinde yaşayıp uzun ömürler sürerken bizim bu halde olmamız kesinlikle haksızlıktı! Onların babamı iyileştirme borcu vardı. Ömrünü onlar için harcamıştı. Onlar için çalışmış, daha sonra kaptığı radyasyon sonrası bu hale gelmişti.

Peki, neden bizi hiçe sayıyor ve tedavi olmamız için yardımcı olmuyorlardı? Bunu hiçbir zaman anlayamamıştım. Bana göre onlar vicdandan yoksundu. Kimseye değer vermezlerdi. Sadece kendisini düşünmesi insanın bencillik değil de neydi? Bunu onlara anlatamazdın. Eğer anlatmaya kalkarsan ölüm kapını çalardı. Bu ne benim ne de diğer insanların istediği bir şey değildi.

Elim, endişe içinde boynumda takılı kalan, aile yadigarı olan kolyeye gitti. Kolyeye dokunur dokunmaz içimdeki kıvılcım daha da arttı. Gücümü kullanma isteği kendini gösterdi ama bunu yapamazdım. Gücümü ortaya çıkaramazdım. Buna hakkım yoktu.

Bakışlarım, yeniden endişe içinde Toana’ya döndüğünde kolyemin ışıldadığını fark ettim. Daha önce hiç ışıldamamıştı. Şimdiyse neden ışıldıyordu anlamıyordum. Işıldaması ne anlama geliyordu? Yoksa beklenmedik olaylar mı meydana gelmişti? Ailemden birilerine bir şey olmuş olabilir miydi?

“Ben geçmişte ailemi kaybettim. İmparatorluk onları özel güçleri var diye öldürdü!” diyerek içindeki nefreti kusmaya başladı Toana. “Onlar sen de biliyorsun ki kimseye acımıyor ve deney yaparak bu güçleri kısıtlamayı veyahut kendilerine aktarmayı uygun görüyorlar. Hatta bazılarını dediğim gibi öldürüyorlar. O öldürülenler arasında annem, babam ve akrabalarım da var. Sadece ben kaldım gücü keşfedilmeyen. Üzerimde defalarca kez deney yapıldı ama gücümü asla keşfedemediler. Beni güçsüz sanıyorlar.”

“Senin için çok üzgünüm,” dedim. Gerçekten de anlattıkları beni derinden yaralamıştı. Kalbimin acıdığını hissediyordum. “Lanet olsun böyle düzene!” dedim öfke içinde.

“Öfkende çok haklısın. İnan aynısını ben de hissediyorum. Ben senden daha da öfkeliyim ve imparatorluğu yerle bir etmek istiyorum.”

“Bunu yapamazsın. Bunu yapmanın imkansız olduğunu biliyorsun. Seni öldürürler,” dedim dehşet içinde. Toana, aklını kaçırmış olmalıydı.

“Hani biraz önce seninle gerçekleştirdiğim o telepatik iletişim var ya, o iletişimi kullanarak pek çok kişi ile konuşabiliyorum. Tek özel olan ve kimliğini gizleyen biz değiliz. Düşündüğünün aksine oldukça büyük ve kocaman bir örgütüz.”

Toana gözlerini bana dikti. Sanki içimi okuyordu. O derin, koyu mavi gözleriyle zihnimi yokluyordu sanki. “Biz buradayız Elissa,” dedi. “Yıllardır yer altında, sistemin gözünden uzakta, telepatik iletişimle örgütlendik. Senin gibi olanlar için. Senin gibi düşünenler için. Ve... senin gibi hissedenler için.”

Kalbim daha da hızlı çarpmaya başladı. Kolyem hâlâ solgun bir ışık yayıyordu. Ailemi düşünmemek imkânsızdı. Onlara bir şey olmuş olabilir miydi? Kolyenin parlıyor oluşu kesin bir uyarıydı.

“Eğer gerçekten bir örgüt varsa... neden bugüne kadar hiçbir şey yapmadınız?” diye sormadan yapamadım. Bana mantıklı gelmiyordu. Geçmişte buna cesaret edenlerin başına gelenlerden dolayı korkmuş olabilirler miydi? Kesinlikle öyle olmalıydı.

Toana bir an duraksadı. “Çünkü seni bekliyorduk,” dedi.

Bir anda içime tarif edemeyeceğim kadar kötü bir acı yayıldı. Bu acı çok derindi ve canımı yakıyordu. Daha sonra bir çığlık yankılandı zihnimde. Tanıdık bir sesin yankısıydı bu çığlık. “Elissa...” diyordu bana. “Elissa, yardım et.”

Dizlerim endişe içinde titrerken daha fazla ayakta duracak gücü bulamadım ve yere çöktüm. Göğsümün ortasında alev gibi bir sıcaklık büyüyordu. Bu sıcaklığın ardından hafif bir şekilde parlayan kolye, titremeye başladı.

“Onlara bir şey oluyor,” dedim. “Toana... onları hissediyorum.”

“İstiyorsan seni şimdi bırakırım. Aileni kendi yöntemlerinle korumayı deneyebilirsin. Ama istersen… bizimle gelip bu sistemin kalbini sarsabilirsin. Aileni kaybetmiş olsan da başkalarının yaşamasını sağlarsın.”

Kararsızlık çok kötü bir şeydi. Ne yapmalıydım? Başka insanlar mı yoksa ailem mi önemliydi? Nikke olsa ne yapardı? Kimi seçerdi? O kesin benden daha mantıklı davranırdı.

“Eğer bunu yapmazsam... bir gün Nikke’ye de sıra gelir. İmparatorluk kimseye acımıyor biliyorsun.”

 

BÖLÜM SONU SORULARI

1: İmparatorluk hakkında düşünceleriniz artık nasıl?

2: Toana hakkkında ne düşünüyorsunuz? Sizce güvenilir mi?

3: Elissa'nın ailesi sizce zarar gördü mü yoksa o mu öyle sanıyor?

4: Aile yadigarı kolye, sizce neden ışıldadı? Fikirlerinizi alayım.

5: Elissa ve Toana'nın girdikleri yer hakkında düşünceleriniz neler? Böyle bir yer bekliyor muydunuz?

6 : Bölümü beğendiniz mi?

7 : Sizce sonraki bölümde ne olacak? Düşüncelerinizi benimle paylaşın lütfen.

Bölüm : 26.09.2024 13:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...