12. Bölüm

BÖLÜM 5

Ceren Oktay
yazarcerenoktay

Canlarım, beşinci bölüm an itibari ile yayında. Şimdiden keyifli okumalar dilerim.

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya not bırakmayı ihmal etmeyiniz.

Yorumlarınızı da bekliyorum. Bölüm sonundaki soruları cevaplamayı unutmayınız.

“Size tekrar söylüyorum, her kimden bahsediyorsanız bilmiyorum ama ben o kişi değilim. Ben beklediğiniz kişi değilim.”

“Gerçekte osun ama korkuyorsun,” dedi içlerinden bir tanesi güçlü ve vurucu bir ses tonuyla. “Korkunun seni ele geçirmesine izin verme. Bırak, seninle beraber imparatorluğa karşı savaşalım.”

“Savaşmak mı? Hem de imparatorluğa karşı? Siz delirmiş olmalısınız. Neler yapabileceklerine dair fikriniz var mı?”

İmparatorluğun ne kadar gaddar olduğunu biliyor olmalıydılar. Burada yaşıyor olmaları onların bunu biliyor olmasına engel olmamalıydı.

Böyle olmasını umuyor, onların güçlü nefretlerinin imparatorluğu tanıyor oluşlarından kaynaklandığını düşünüyordum. Onlardan bahsedebildiklerine ve onlardan korktuklarına göre, başka bir şeye inanmam mümkün değildi. Beni anlamalıydılar. Onlara karşı dik duramayacağımı bilmeliydiler.

“Ben buradayım, biz buradayız. İmparatorluğa karşı hepimiz el ele verirsek durabiliriz,” dedi Toana elini uzatıp omzuma dokunmasının ardından. “Korkma. Biz savaşacağız ne olursa olsun ve korkmuyoruz. Ölüm gelip bizi alacak olsa bile korkmuyoruz. Ölüm, er ya da geç gelecek. Nasıl olursa olsun.”

“Benim bir ailem var!” diye haykırdım. “Onların iyi olduğundan emin olmalı ve onların zarar görmemesi için sessiz kalmalıyım. Üzgünüm ama size yardımcı olamam.”

“Elissa…” dedi Tarık içten bir sesle. “Seni çok iyi anlıyorum ama sen de bizi anlamalısın. Onlar doğru söylüyorlar. Senelerdir seni arıyorduk. Senin gibi güçlü birisi ancak imparatorluğu durdurmak için bize yardımcı olabilir.”

İmparatorluk… Acımasız katillerin sığınağı… Halkı açlıktan ölecek bile olsa onlara acımayanların diyarı… Aslında onlardan intikam almayı ben de çok istiyordum ama aileme bir şey olacağı düşüncesi bu isteğimin önüne geçiyordu. Bana bir şey olsa önemsemezdim ama hasta babama ve kardeşime, anneme bir şey olmasına izin veremezdim. Bu yüzden imparatorluğa karşı durmayacaktım.

“Seni artık biliyor ve tanıyorlar! Özel gücün olduğunun farkındalar. Peşini bırakmayacaklar!” dedi endişeli ve yarı öfkeli bir sesle Voelina.

“Ben yakalansam da umrumda değil. Önemli olan ailem. Onlara zarar gelmemeli.”

Onlar güvende demişlerdi bana ama gerçekte güvendeler miydi bilmiyorum. Dolayısıyla da onlara bu konuda inanacak değildim.

“Pekala, birlikte ailene gideceğiz ama öncesinde burada kalmanız gerek. Bir süre,” diyerek konuştu Usta Merte.

“Neden burada kalmam gerekiyor? Neden gidemiyorum? Esiriniz miyim yoksa?” diye sordum dehşet içinde.

Voelina, başını salladı. Tarık, derin bir iç çekti. Toana ise “Bizi esir aldıklarını sanmıyorum,” diyerek düşüncesini söyledi. “Tıpkı bizim gibi senin başına bir şey gelmesinden endişe ediyorlar.”

Onların benim için endişelendiklerini sanmıyordum. Bana kalırsa endişeli değillerdi, daha çok beni kullanma niyetinde gibiydiler. Benim gibi bulunmaz hint kumaşı olan bir insan, çok işlerine yarardı sonuçta. Özellikle de efsanede geçtiğimi düşünürsek…

Kaşlarımı çattım. “O halde ben gidiyorum. Benimle geliyor musunuz yoksa kalıyor musunuz?” diye sordum ellerimi yumruk yaparak. Öfkelendiğimi hissediyordum. İçimde neden olduğunu bilmediğim ve köpürdükçe köpürmekte olan bir öfke kıvılcımı vardı.

Kolyem yeniden ışıldadığında, gözlerimde de bir ısınma hissettim. Yumruk yaptığım ellerim gözlerime gitti, hemen ovaladım. Neden gözlerim ısınmıştı? Dahası neden kendimi farklı hissediyordum?

Gözlerimi ovalamayı bırakıp yeniden açtığımda, Tarık’ın, Voelina’nın ve Toana’nın gözleri irileşti, ağzı bir karış açık hale geldi. Büyük bir şaşkınlık içinde gibi görünüyorlardı.

“Ne oldu? Ne var?” diye sorduğumda “Gözlerin,” dedi Voelina. “Tıpkı kolyen gibi parlıyor.”

“Ne?” diyebildim sadece. Bu yanıtı kesinlikle beklemiyordum.

“Bak,” dedi bana Voelina cebinden bir ayna çıkarıp. Yanında ayna taşıdığını bilmiyordum. Kendimi o kadar uzun zamandır görmüyordum ki, kendimi görmek büyük bir lükstü şu anda.

Solgun yanaklar, çukurlaşmış gözler, hafif kırık gibi duran bir burun, yıpranmış sarı saçlar… Bu ben miydim gerçekten? Kendimin bu halde olduğunu bilmiyordum. Resmen beklenen kişi olamayacak kadar zavallı gibi görünüyordum.

“Pekala,” dedi Usta Merte. “Sanırım işler tahmin ettiğimizden daha farklı ilerleyecek. Beni takip edin.”

Gözlerimin parlamasının ardından Usta Merte’nin böyle bir şey söylemesi, kesinlikle gözlerimin parlaması kadar beklenmedikti. Bunu ilk defa yaşıyordum ve bu his pek hoşuma gitmemişti.

Birlikte Usta Merte’nin peşinden ilerlediğimizde karşımıza bir koridor çıktı. Koridor boyunca ilerlemeye devam ettik. Daha sonra bu koridorda bulunan bir merdivenin yanına gelince durdu.

“Buradan çıkacağız ama çok dikkatli olun,” dedi.

Hep birlikte dışarı çıktığımızda bulunduğumuz yer bir binanın çatısıydı. Aslında tam olarak çatı demek doğru olmazdı, eski dünyada bulunan ve sağlam kalan bazı yapıların teraslarına benziyordu.

Yapının üstüne çıktığımda çevreyi çok daha net bir şekilde görebildiğimi fark ettim.

“Dikkatli olun,” diyerek bizi uyardı. “İmparatorluk size görmeden kısa bir vaktimiz var.”

Çevreme baktığımda yıkılmış binalardan kalan enkazları, parçalanmış binalardan ayakta duranları, araba kalıntılarını, toprakla ve küflerle, hatta paslarla kaplanmış olan, ne olduğunu bilmediğim kalıntıları net bir şekilde görebiliyordum. Toprakla kaplanmış yollar açıkça kendisini belli ederken, çevresinde ise ufak tefekli göze çarpan bitkiler vardı. Hayır, hayır, bu bitkiler yeşil değildi. Daha çok ortamla bütünlenmiş gibiydiler.

“Vay canına,” demekten kendimi alamadım. Böyle bir görüntüyü kesinlikle beklemiyordum. Çevremi dikkatle incelemeye devam ederken bir sarsıntı meydana geldi ve dengemi sağlamakta zorlandım. Az kalsın düşüyordum. Neyse ki Toana kolumdan yakalayıp beni durdurdu ve düşmeme engel oldu.

Sarsıntı tekrar kendini belli ettiğinde ikimiz de geri çekilmiştik. “Neler oluyor?” diye sorduğumda Usta Merte “Yaratık,” dedi ruhsuz bir sesle. “Bugün de avlanmak için dolaşmaya çıkmış olmalı.”

“Avlanmak mı?” diye sordum hayret içinde. Bizim bölgemizde de avlanan yaratıklar vardı, onlara karşı dikkat içinde olmamız gerekiyordu ama bu çok başka bir şeydi. Neden böyle olduğunu, bu yaratıkların ortaya çıktığını bilmiyordum. Bildiğim tek şey bu yaratıkların kıyamet sonrasında ortaya çıktığıydı.

“Bu gördüğümüz bölge neresi?” diye sordu Tarık.

“Eskiden burada merkez kütüphane varmış. Kütüphanenin çevresinde pek çok kafe, yolun en sonunda da üniversiteye girişi sağlayan alan varmış ama yol orada yıkıldığı için geçiş yok maalesef. Devasa bir boşluk var.”

Devasa boşluk mu? Duyduklarım tüylerimi ürpertmeye yetmişti bile. Böyle bir şeyi beklemiyordum.

Peki, o devasa boşluk varsa içinde bir şey var mıydı? Var olmalıydı. Boş olduğunu sanmıyordum. Bu düşüncemi dile getirdiğimde Usta Merte “Orada başka bir bölgeye açılan portal vardı bir zamanlar ama yaratıklar sağ olsun epeydir yaklaşamadığımız için durum nedir hiç bilmiyorum.”

“Sakın bu yaratıklar oradan gelmiş olmasın?” diye sordu Voelina. Sesi kesik kesikti. Heyecanlandığı çok belliydi.

“Belki de öyledir. Bunu hiçbirimiz uzunca yıllardır burada yaşıyor olmamıza rağmen bilmiyoruz.”

Gözlerim çevreyi taramaya devam ederken çevrede pek çok metal yığını görmeye devam ettim. Bu metal yığınlarından bazıları hayvan denilen şeyleri andırıyordu. Onları annemin gizli arşivinde görmüştüm. Gerçekte var olduklarını bilmiyordum bile. Bana hep varlıkları hayal gibi gelmişti. Şimdiyse bu hayvanların metallere benzeyen hallerini görmek, garip hissetmeme sebep olmuştu.

“Bu metalden yapılma şeyler de neyin nesi?”

“Onlar bu bölgede bizden önce yaşayan insan ırkının yaptığı hayvanlar,” diyerek açıklama yaptı Jimy. “Geçmişte insanlar hayvan nesli azalmaya başlayınca robotlarını yapmışlar ve onları kullanmışlar. Yapay zeka denilen şeyle çalışıyorlarmış. Böylece onları yönlendirmek ve kullanmak epey kolay hale gelmiş.”

Yapay zeka da neyin nesiydi? Bu kelime bana oldukça yabancıydı.

“Yapay zeka da ne demek?” diye sordu Toana benden önce davranıp. Meraklı gözlerle Jimy’ye baktım.

“Yapay zeka, geçmişte yaşayan insanların yaptığı makinelere ve robotlara aktardığı bilgi sistemiymiş. Öyle ki, bizlerden daha zeki olan formlar ortaya çıkmış.”

Tekrar sarsıntı ortaya çıkıp yoldan bir şey geçtiğinde –dev bir solucanı andırıyordu- titremeden yapamadım. Bu solucan, bizim bölgede gördüğümüz solucanlardan değildi kesinlikle.

 

BÖLÜM SONU SORULARI

1 - Bölümü beğendiniz mi?

2 - Devam bölümünde sizce neler olacak?

3 - Yapay zeka sizce insanlık için tehdit olacak mı? Bu konuda düşünceleriniz neler?

4 - Siz olsanız böyle bir dünyada hayatta kalabilir misiniz?

Bölüm : 24.09.2024 21:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...