
Canlarım, altıncı bölüm birinci kısım an itibari ile yayında. Şimdiden keyifli okumalar dilerim.
Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya not bırakmayı ihmal etmeyiniz.
Yorumlarınızı da bekliyorum. Bölüm sonundaki soruları cevaplamayı unutmayınız.
Sarsıntı çok şiddetliydi. Az kalsın bulunduğum yerden düşecektim. Neyse ki Toana beni yakaladı da dengemi sağladım, düşmekten son anda kurtuldum.
Ellerimi göğsüme götürdüğümde kalbim heyecanla çarpıyordu. “Bu da neyin nesi böyle? Solucana benziyor ama kesinlikle solucan değil,” dedim.
“Onun adı Dolmerek,” diyen Usta Merte’nin sesi kulaklarıma ulaştı.
Kaşlarımın çatılmasına mani olamadım. “Dolmerek mi?” diye sordum. “Evet,” dedi. “Dolmerek, bu toprakların solucanı. Son derece tehlikeli ve acımasız bir canlı. Bu zamana kadar pek çoğumuz onun yemi olduk. Bu yüzden kütüphaneye geçişiniz hiç kolay olmayacak.”
Canlarım, altıncı bölüm birinci kısım an itibari ile yayında. Şimdiden keyifli okumalar dilerim.
Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya not bırakmayı ihmal etmeyiniz.
Yorumlarınızı da bekliyorum. Bölüm sonundaki soruları cevaplamayı unutmayınız.
Sözlerimin ardından duyduklarım hiç ama hiç hoşuma gitmemişti. Bu yaratığı nasıl aşacaktık hiçbir fikrim yoktu. Onu nasıl görmezden gelip geçebilir, dahası kendimizi ondan uzaklaştırabilirdik ki? İşimiz fazlasıyla zor görünüyordu.
Burnuma dolan toz kokusunu iyice içime çekerken hapşurdum. “Çok yaşa,” diyen Toana’ya kaydı gözlerim. O da benim gibi endişeli ve düşünceli görünüyordu.
“Havadan geçiş sağlasak? Sizce hisseder mi? Ya da yer altından oraya bir geçiş yok mu?”
Bu soruyu soran Voelina’ydı. Hepimiz gibi o da fazlasıyla stresliydi. Bu da çok normaldi. Bu kadar stresli olması, benim gerginliğimi daha da arttırdı. Zaten diken üstündeydik, işimiz hiç ama hiç kolay değildi.
“Yer altından geçiş yok,” diyerek yanıtladı Voelina’nın sorusunu Usta Merte. “Eğer böyle bir geçiş olsaydı o yaratığa yem olmazdık.”
“Sahi,” diyerek meraklı sesiyle sordu Tarık. “Bu yaratık yer altında hareket ediyor ama yerleşim yerlerine saldırmıyor mu?”
“Bilmiyorum,” dedi Usta Merte. “Daha önce onun hiç yapılara saldırdığını görmedik. Genelde saldırışını karaya çıktığımızda gerçekleştiriyor.”
Bu bilgilendirme sonrasında bir an için düşündüm. Yaratık acaba binalara yaklaşmaktan çekiniyorsa binaları kullanarak kütüphaneye erişim sağlayabilir miydik? Denemekten zarar gelmezdi. Tek sorun bunu nasıl yapacağımızdı.
“Yaratığın derisi, metalden görünüyor. Doğru mu fark ettim bilmiyorum ama eğer o metal derisini ortadan kaldırabilirsek şayet yaratığı öldürmek adına bir alan açığa çıkarabiliriz.”
“İşte bu harika fikir,” diyerek şen şakrak konuştu Toana. “Sahi, var mı bir zayıf noktası?”
“Bunu Elissa’nın dediğini yaparsak öğrenebiliriz. Tek bir sorun var. Elimizde onun metal zırhını kırabilecek bir ekipman yok. Elimizdeki hiçbir ekipman daha önce kırmak konusunda bize bir fayda sağlamadı.”
“Vay anasını! Bu hiç beklenmedik bir yanıttı.”
Alt dudağımı ısırdım gerginlik içinde. Daha sonra yaratığı tekrar ortaya çıkarabilmek için bir yol düşündüm. Yarığa, yarığı aşmayı başarabilirsek de kütüphaneye ulaşım sağlayabilmenin yolu öncelikle bu yaratığı yok etmekten geçiyordu.
“Pekala,” dedim arkamı dönerken. “Hadi aşağı inelim ve bu yaratığı yok edebilmek adına bir plan yapalım. Eminim ki yaratığın zırhını kırabilecek bir yol bulabiliriz.”
Birlikte gerisin geri yer altı sığınağına inmemizin ardından bize merakla bakan gözlerle karşılaştık. Bu halk, gerçekten de çok minyondu. Bizim dünyamızda yaşayan cüceleri andırsalar da onlardan daha kısa duruyorlardı. Liderleri kendisini belli eden kıyafetiyle öne çıkmaktaydı ki zaten bir süredir yanımızdaydı. Çevreyi tanıma işinin büyük kısmını onun sayesinde halledebilmiştik.
Ellerimi belime koyduktan sonra “Bu yaratığı alt edebilmek için birlikte çalışmalıyız,” dedim. “Sesimle onu bir süreliğine etkisiz hale getirebilirim belki ama zırhını kırmak tamamen size düşüyor.”
Zorlukla yutkundum. Boğazım günlerce susuz kalmışçasına kurumuş gibi hissediyordum. Korkumu belli etmemeye çalışmak çok zordu ama bu zorluğun üstesinden gelmeliydim.
“Ne öneriyorsunuz?” diye sordum.
Benim bu sorumun ardından endişeli fısıldaşmalar ve konuşmalar kendini gösterdi.
“Onu yenmek imkansız.”
“Yem olmak istemiyorum.”
“Bütün çabamız boşa. Elissa, sen bile onu yenmemize sebep olamazsın.”
“Hiç patlayıcı malzemeniz var mı?” diyen Voelina, sessizliği yarıp geçti.
“Var,” dedi Usta Merte. “Ne düşünüyorsun?”
“Patlayıcılar ile yaratığın zırhını yarmayı hiç denediniz mi?”
“Hayır,” dediler aynı anda. “Bunu hiç denemedik,” diyerek konuşmayı devam ettirdi Usta Merte.
“Patlayıcılarınız var ve bu yaratık üzerinde gerçekten hiç denemediniz mi?” diye sordu Tarık. Şaşkınlık sesinde bariz bir biçimde belliydi.
“Denemedik dendi ya. Daha ne üsteliyorsun?” diye sordu huysuz mu huysuz bir sesle içlerinden birisi. Neden bu kadar huysuzlandığına anlam verememiştim doğrusu.
“Sen onun kusuruna bakma,” dedi Jimy konuşurken. “Perina hep böyle hırçındır.”
“Hırçın olmasaydı iyiydi. Yani bu hırçınlığını hak edecek bir şey yapmadık.”
“Doğru yapmadınız. Lütfen bunun bird aha tekrarı olmasın Perina,” dediğinde Usta Merte “Ama…” diyerek itiraz edecek oldu ki Jimy, ters bir bakışla onu susturdu.
“Patlayıcıları görebilir miyim?” dedi Tarık, gözlerinde kararlı bir parıltıyla. “Eğer o zırhı kırabilirsek yaratığı yere serebilir, kütüphaneye giden yolu açabiliriz.”
Jimy başını salladı, dudaklarında sert bir çizgi belirdi. “Beni takip edin,” dedi. Tek bir kelime etmeden, onun adımlarının peşine düştük.
Pas ve küf kokusu arasında ilerlemek zordu; ama lağım kokusu da işin içine girince her nefes ciğerlerime değil, boğazıma diken gibi saplandı. Mide bulantım katlandı, sanki içerim kaynayan bir kazan olmuştu. Midem ağzıma geldi, dişlerimi sıkarak bastırmaya çalıştım ama başaramadım. Acı içinde kıvranırken boğazımdan istemsiz bir öğürtü koptu.
“Zamanla bu kokuya alışırsınız,” dedi Jimy, burnunu hafifçe buruşturarak. “Başlarda midemizi altüst ediyordu ama sonra, biz de bu çürümüş havayı normal saymayı öğrendik.”
Odaya adım attığımızda gözlerim kutulara takıldı. İçleri, ağzına kadar patlayıcılarla doluydu. Yüzlerce, belki de binlerce. Tozun ve pasın altında ölüm sessizce bekliyordu. Bunların hâlâ işe yarayıp yaramayacağını bilmiyordum. Nitekim bildiğim tek şey vardı; denemekten başka çaremiz yoktu.
“Plan şu,” dedi Tarık ve sesi, duvarlardan yankılanan bir karar gibi çınladı. Biz, nefesimizi bile tutarak ona döndük. Her kelimesi, sanki ipten sallanan hayatımızı bağlayan düğümler gibiydi. Hiç kimse konuşmadı. Hiç kimse kıpırdamadı.
“Anlaşıldı mı?” diye sordu anlatması bitince.
“Riskli ama işe yararsa hepimiz rahat nefes alırız,” dedi Jimy endişeli bir sesle.
“O halde yaratığın dikkatini çekmek için planı uygulamaya koyulalım,” dedi Tarık. Ardından ağır, ölçülü adımlarla kapıdan çıktı. Onun gölgesi koridora karışırken bakışlarım dondu. İçimdeki endişeyi susturamıyordum. Ya her şey ters giderse? Ya hepimiz ölürsek?
Tam o anda zihnimde Toana’nın sesi çınladı. “Ters gitme gibi bir ihtimal yok. Sakın ola ki böyle düşünme!”
Sesi, karanlıkta çakan bir şimşek gibiydi. Soğuk, keskin, sarsıcı.
BÖLÜM SONU SORULARI
1) Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?
2) Sizce portala varmayı başarabilecekler mi?
3) Toana ve diğer karakterleri sevdiniz mi?
4) Bölge hakkında ne düşünüyorsunuz?
5) Sizce yaratığı yok edebilecekler mi?
6) Sonraki bölümde neler olacak? Tahminlerinizi bekliyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |