
Canlarım, altıncı bölüm ikinci kısım an itibari ile yayında. Şimdiden keyifli okumalar dilerim.
Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya not bırakmayı ihmal etmeyiniz.
Yorumlarınızı da bekliyorum.
Hep birlikte planı uygulamak için harekete geçtik. Planımıza göre Toana ve Tarık yaratığın dikkatini çekecek, Voelina ile bense yaratığın dikkatini bulunduğumuz alana çekecektik. Daha sonra yaratık bizim bulunduğumuz alana geldiğimde bom! Bombalar birbiri ardına patlayacak, yaratığın kabuğunu yerle bir edip koruma kalkanını düşürecekti.
Herkes yerine konuşlandı. Tarık ile Toana, binalardan bize en yakın olanının çatısından aşağı yavaşça süzülürken yaratık harekete geçti. Çok hızlı ilerliyor, toprağı yarıyordu resmen! Bizse pes edemezdik. Korkmak gibi bir lüksümüz de yoktu.
Tarık, elinden çıkardığı alevlerle bir ateş çemberi oluşturdu. Yaratığın çevresi bu çemberle sarıldı ama o hemen yer altına geçerek kendini korudu. Tarık, Mehayöbeler tarafından yukarı çekilirken sıra Toana’ya gelmişti. Toana inanılmaz bir hızla koşuyordu; adeta bir jet gibiydi. Onun bu kadar hızlı hareket edebildiğini bilmiyordum. Demek ki bizim yanımızda bilerek yavaşlıyordu. İpten destek alarak ilerledi ve bizim konuşlandığımız alana doğru yaklaşmaya başladı. Alanla arasında yalnızca beş metre kalmıştı ki yaratık bulunduğu yerden çıkıp saldırıya geçti.
Tam o sırada Tarık hızla atıldı ve yaratığın zırhının bir kısmını ateşe verdi. Ben de fırsatı değerlendirip sesimi kullandım. Yaratığa “Dur!” diye emrettiğimde acı çekercesine mekanik bir inilti çıkararak hareketsiz kaldı. Afallamış görünüyordu; ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Mekanik gözleriyle etrafına bakarken, bordo renkte yanan gözleri krem tonuna dönüştü. Bu, savunmasız kaldığının işaretiydi. Biz de geri çekildik. Yaratık patlayıcıların bulunduğu alana girdiği anda bombaları ateşledik. Patlamalar art arda gerçekleştiğinde yeniden inledi, yer altına kaçmaya çalıştı ama sarsıcı darbeler buna engel oldu. Acısı gözlerinden okunuyordu.
Zırhının büyük kısmı parçalanıp savunmasız kaldığında yeniden sesimi kullandım. Bu kez onun acısını dindirmek istedim. Ellerimi uzatıp yaratığa dokundum. Ortada ne imparatorluk askerleri ne de robotlar vardı; artık gücümü saklamama gerek yoktu.
“Korkma, acın birazdan geçecek,” dedim şefkat dolu bir sesle. Gözlerim dolmuştu. İnsanlar tarafından yapılmış, yapay zekâ sistemi bulunan bir robot bile olsa acı çekmesine dayanamıyordum. Bu durum beni derinden yaralıyordu. Belki de bu, benim vicdanlı olduğumun göstergesiydi. Peki ya vicdan neydi? Neden imparatorlukta yoktu? Neden kimseyi düşünmüyor, yalnızca kendilerini düşünüyorlardı?
Yaşlar yanaklarımdan süzülürken robot yeniden acı dolu bir inilti çıkardı. Patlamalar durmuştu, artık güvendeydik. Ona zarar gelmesine izin vermek istemiyordum. Onu iyileştirmeli, eski hâline döndürmeliydim. Ama nasıl? Bunu nasıl başaracaktım?
“Durun, lütfen!” dedim, ellerimi yaratıktan çekerek. “Ona zarar vermeyin. Şu an savunmasız ve acı çekiyor.”
Bakışlarımı yaratıktan ayırıp arkadaşlarıma çevirdim. Yüzlerindeki şaşkınlık apaçıktı. Sesimdeki titrek kararlılığa inanamıyor gibiydiler.
“Bu yaratık bir sürü Mehayöbe öldürdü!” diye haykırdı Jimy. Gözlerinde daha önce hiç görmediğim bir öfke parlıyordu.
““Bunun farkındayım,” dedim, sesimi olabildiğince sabırlı ve sakin tutmaya çalışarak. “Ama bu yaratığın da duyguları var. Belki de sadece kendini savunuyordu. Siz saldırdığınız için karşılık verdi. İlk hamleyi kimin yaptığını bilmiyorum ama onun başlatmadığına eminim.”
“Ne demek istiyorsun? Bizi mi suçluyorsun?” diye haykırdı Jimy. Sesindeki öfke havada yankılanıp duvarlara çarptı. Şoka uğradığı her hâlinden belliydi.
Usta Merte, sakin ama kararlı bir şekilde elini onun koluna koydu ve durmasını sağladı. Ardından alçak bir sesle, “Onca kayıptan sonra böyle konuşman… Bunun anlamı ne, seçilmiş kişi?” diye sordu.
Derin bir nefes aldım. Sesim titremese de gözlerimin dolduğunu hissediyordum.
“İmparatorluk bunca zamandır zulümden başka bir şey yapmadı. Eğer biz de onlar gibi davranırsak, bunun ne anlamı kalır? Söyler misiniz onlardan ne farkımız olur?”
Tam o sırada imparatorluk gemisinin yaklaşmakta olan sesi kulaklarımıza ulaştı. Belli ki kendilerine gelmişlerdi ve patlama sesleri onlara kadar ulaşmıştı.
Ellerimle yaratığa dokunmaya devam ettim ve “Lütfen iyileş,” dedim gözyaşlarım akmaya devam ederken. Akab gözyaşlarım yaratık ile temas ettiğinde daha önce hiç görmediğim bir şey oldu. Gözyaşı genişledi, büyüdü, yaratığın tüm bedenini bir kremmişçesine sarıp sarmaladı. Daha sonra yaratığın gözlerindeki acı ortadan kalktı. Bana minnet duyarcasına bakmaya başladı.
Kırılan zırhı yeniden eskisi gibi tamir olmaya başladığı sırada imparatorluk askerleri ateş açmaya başladılar. Hemen kolyem harekete geçti ve koruma kalkanını devreye soktu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |