15. Bölüm

BÖLÜM 6 - KISIM 3

Ceren Oktay
yazarcerenoktay

Canlarım, altıncı bölüm üçüncü kısım an itibari ile yayında. Şimdiden keyifli okumalar dilerim.

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya not bırakmayı ihmal etmeyiniz.

Yorumlarınızı da bekliyorum.

Kalkan ortaya çıkar çıkmaz, imparatorluk askerlerinin ateşlerinden korunmayı başardık. Yalnızca biz değil, yaratık da kalkanın içindeydi. Minnet dolu bakışlarını üzerime dikti, ardından doğrulup harekete geçti. Bedeni büyük ölçüde toparlanmış, eski gücüne kavuşmuştu. Bir an sonra, askerlerin üzerine şiddetli bir elektrik saldırısı yöneltti.

Elektrik saldırısıyla karşılaşan askerler neye uğradıklarını şaşırmıştı. Kimileri savrulup cansız bir şekilde yere yığılırken, kimileri elektriğe daha az maruz kaldığı için acı içinde çığlık atıyordu. Yaratık tiz bir ses çıkarıp yeniden saldırıya geçtiğinde hiç düşünmeden sıçradım. Bedeninde tutunabileceğim bir yer aradım, bulduğum noktadan yukarı tırmanarak üzerine çıktım. Dizgin benzeri bir şey olup olmadığını kontrol ederken sonunda iki kabloya rastladım. Onlara tutunarak yaratığı kontrol altına alabilirdim.

Yaratık, üzerine çıktığımı fark etmiş olmasından mıdır yoksa kendini tuhaf hissettiğinden midir bilinmez, hafifçe hareketlenip başını bulunduğumuz alana çevirdi. Kaşlarımı çattım. “Sakin ol,” diyerek komut verdim ve durulmasını bekledim. Sesimle onu kontrol altına almaya çalışıyordum. O sırada hayatta kalan imparatorluk askerleri yeniden saldırıya geçti.

Akın akın geliyorlardı; geri çekilmek nedir bilmiyorlardı. Bu kadar kalabalık olmalarını hiç beklemiyordum. Şaşkınlıktan adeta nutkum tutulmuştu. Daha önce bölgemizde çok daha fazla olduklarını görmüştüm ama şu an durum bambaşkaydı.

Yaratığa komut verdiğimde yeniden saldırıya geçti. Elektrik fırlattığında düşmanlarımızın bazıları savrulup yere yığıldı. Bunun onları hazırlıksız yakaladığına emindim.

Birkaç saniye sonra onu gördüm. En korkulu rüyamı… İmparatorluğun acımasız baş kumandanını.

Siktir. Bu hiç iyi değildi. Onun burada olması hepimiz için büyük bir talihsizlikti. Çok güçlüydü; hem özel güçlere sahipti hem de bu güçleri imparatorluğa hizmet ederek bizleri cezalandırmak için kullanıyordu. Şimdi ne yapacaktık? Onun karşısında, o güçlerin karşısında nasıl ayakta kalacaktık? Kendimizi savunmamız neredeyse imkânsızdı…

“Lanet olsun!” diye haykırdım. Gözlerim onu baştan aşağı süzerken nefretle doluydu. Birkaç saniye sonra arkasından esirler çıkarıldı. Ve onları görmemle nefesim kesildi.

Hani güvendelerdi? Hani iyilerdi? Tanrım… Bana bütün gücümü kullanmam için yalan mı söylemişlerdi?

Babam, annem, kardeşim… Hepsi onların elindeydi. Bu hiç iyi değildi. Ne yapacaktım? Onları nasıl koruyabilirdim? Ona karşı koyamazdım ki… Gücüm yetmezdi. Hele şimdi, her zamankinden daha da güçsüz hissediyordum.

“Bana onların iyi olduğunu söylemiştiniz!” diye haykırdım. “Hani iyilerdi? Neden bana yalan söylediniz?”

Gözlerim acıyla yanıyor, saniyeler geçtikçe yaşlarla doluyordu. Onun gözlerine bakarken ağlamamak için verdiğim mücadele dayanılmazdı.

“İyiydi,” dedi Tarık, hayatının en büyük şaşkınlığını yaşıyormuş gibi bir sesle. “Güvendelerdi… Bu nasıl oluyor, anlamıyorum.”

“Al benden de o kadar,” diye ekledi Toana. “Bu mümkün değil.”

“Elissa!” dedi baş düşmanımız, güçlü ve tok sesiyle. “En sonunda kaçmayı ve güçlerini ortaya çıkarmayı başardın. Seni tebrik ederim.”

“Canın cehenneme!” diye bağırdım. Boğazım neredeyse yırtılacaktı. “Ailemi rahat bırak!”

“Bu o kadar kolay değil, küçük hanım,” dedi alaycı bir sesle. “Bunu yapabilmem için önce senin teslim olman, imparatorluğa boyun eğmen ve ardından infaz edilmen gerekiyor. Bir kereliğine, aile üyelerinden sadece birini sağ bırakabiliriz. Karar senin.”

Bu kadar vicdansız ve soğukkanlı olmasını aklım almıyordu. Ama gerçi, İmparatorluk hep böyleydi. Kimseye acımaları yoktu. Özellikle bizim gibi özel güçlere sahip insanlardan son derece nefret ediyorlardı. Biz, onlara karşı en büyük düşmanlardan sadece ilki ve en güçlüsüdük.

İmparatorluk, özel güçlere sahip olanlarla sürekli savaşmış, yakaladıklarını infaz etmiş, bazılarını geçmiş savaşlarda diri diri yakmıştı. Tıpkı eski kitaplarda anlatıldığı gibi; insanlar “Cadıyı yakın!” diyerek cadı olmayanları yaktığı gibi, gücü olmayan ve günahsız insanlar da hayatlarını kaybetmişti. Büyükannemin vefatından önce anlattığına göre ölen insan sayısı o kadar fazlaydı ki, bir gün İmparatorluk bunu önlemek için infazları ertelemiş; nüfus artana kadar –özel güçleri olanlar hariç– kimseyi öldürmemişti.

Gözlerim öfkeyle doldu. Akan gözyaşlarımı silip kendimi topladım. “Teslim oluyorum… ama sadece ailem ve başkaları zarar görmesin diye. Onları bırakacaksınız.”

Marcus’un dudakları acımasız bir gülümsemeyle kıvrıldı. “Yanılıyorsun. Sadece birini bırakacağız,” dedi. Sesi kalbimi delip geçen bir hançer gibiydi.

“Bunu yapmaya hakkınız yok!” diye haykırdım. Çenem daha önce hiç olmadığı kadar kasılmıştı, dişlerim kırılacak gibi birbirine bastırıyordu, öfkem sesime bile ağır bir titreme katıyordu.

Bu kadar kötülerdi işte. Bu kadar bencillerdi. Buna izin veremezdim.

“Onları bırakacaksınız ve burada olduğumu unutacaksınız,” diyerek emir verdiğimde sesimi kullanmıştım. Normalde onların karşısında kullanmamam gerekiyordu ama başka şansım yoktu. Ailemi korumam gerekiyordu. Gerekirse kendimi ateşe atmaya hazırdım.

Marcus haricinde herkes etkilenmişti. Ailemi bırakmak için harekete geçtiklerinde Marcus parmaklarını şaklattı. Bunun ardından imparatorluk askerleri, “Ne yapıyoruz biz?” dercesine çevrelerine bakındılar.

“Bunu yapmayacaktın, ufaklık!” dedi Marcus ve elini babama doğru uzattı. Babamın bedeni acıyla sarsılırken gözlerindeki ıstırap içimi dağlıyordu. Onu kurtarmak için ileri atıldım, fakat yaratık vücudunu önüme siper ederek yolumu kesti. Lanet olsun! Onun yüzünden babama ulaşamamıştım. Çaresizlikle yeniden hamle yaptığımda bu kez Toana ve Tarık kollarımdan tutup beni geriye çekti.

“Gitmeliyiz,” dediler, seslerine sinen derin bir üzüntüyle. “Burada kalmak hepimizi, özellikle de seni tehlikeye atıyor.”

“Gidemem! Babamı, annemi, kardeşimi kurtarmalıyım!” dediğimde gözlerimden yaşlar sel gibi boşalıyordu. Önce babamın, sonra annemin, ardından kardeşimin acı dolu çığlıkları kulaklarımı doldurdu.

Ellerimi kulaklarıma kapatarak bu sesleri bastırmaya çalıştım. O an kolyem yeniden ısındı; bedenimi daha önce hiç hissetmediğim bir sıcaklık sardı. İçimde yükselen güçle onlardan kurtulup doğruldum.

Yaratığın üzerine atlayıp koşmaya başladım. O, yeniden yolumu kesmeye çalıştı ama hızlı manevralarla engelini aştım. Nasıl yaptığımı bilmiyordum. Belki kolyem, belki de içimde saklı olan bilinmez güçler bana yardımcı oluyordu.

Koşmaya devam ettim. Daha önce hiç bu kadar hızlı, bu kadar enerji dolu olduğumu hatırlamıyordum. Marcus, şok içinde bana bakarken elini uzattı ve bedenim bir anda ona doğru çekildi. Boynum avcunun içinde kaldı. Öfke dolu gözlerle gözlerine baktım, ardından yüzüne tükürdüm.

Marcus ise hiç umursamadı. “Ah, zavallı kız,” dedi, aynı alaycı tonla. “Ne zaman durman gerektiğini bilmiyorsun değil mi?”

Ardından bir silah sesi kulaklarımı doldurdu. Bu ses, ailemden birinin vurulduğunu açıkça belli ediyordu, fakat hangisi olduğunu göremiyordum; Marcus’un boynumu kavrayışı görüşümü engelliyordu.

Kolyem iyice ısındı, alev gibi yanarak Marcus’un tenini yakmaya başladı. Acıyla geri çekildiğinde boynum serbest kaldı. Hemen bakışlarımı aileme çevirdim, vurulanın kim olduğunu görmek istiyordum.

Babamın cansız bedeni yere yattığında yaşlar gözlerimden süzüldü. Hemen hızla hareket edip ona ulaşmak istedim, fakat imparatorluk askerleri engel oldu; kollarımdan tutup beni geri çektiler.

Annem, “Sakın pes etme, Elissa. Sakın onlardan korkma!” dediğinde ikinci, ardından üçüncü silah sesi kulaklarımı doldurdu. Annem ve kardeşim de vurulmuştu.

“Sen…” dedim, öfkeyle Marcus’a dönerken. “Sen ve askerlerin çok yanlış yaptınız. Onları öldürmemeliydiniz!”

“Hadi ya? Senden mi izin alacaktık, ucube parçası?” dediğinde, Marcus hemen askerlerden birine döndü ve silahını ateşledi. Askerin bedeni, cansız bir manken gibi yere düşerken tüm vücudumun şok içinde kaldığını hissettim. Marcus’un kesinlikle kimseye acıması yoktu.

Toana’nın sesi zihnimde yankılandığında kaşlarım çatıldı.

“Gitmeliyiz, Elissa. Bizimle gel. Ailenin intikamını birlikte alalım. Marcus’a karşı şu anda tek başına hiçbir şey yapamazsın. O çok güçlü.”

Ben de güçlüydüm. Gücüme, kendime, en önemlisi de hissettiğim hislere güveniyordum. Ailemin ölümü beni bambaşka bir hale sokmuştu. İşe önce Marcus’u, sonra buradaki askerleri öldürerek başlayacaktım.

Yeniden sesimi kullanmak istediğimde Marcus tekrar parmaklarını şıklattı. Şıklatmanın ardından vücudum ağırlaştı, kendimi taşıyamaz hâle geldim. Gözlerim yavaşça kapandı, görüşüm kararmaya başladı. En son hatırladığım, Toana, Tarık ve Voelina’nın aynı anda “Elissa!” diye bağırışlarıydı.

Bölüm : 06.10.2024 15:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...