
Ne kadar süredir burada olduğumuzu bilmiyordum. Zaman, karanlıkta eriyip gidiyordu. Beklerken zihinlerimiz arasında ufak bir muhabbet başlatmıştık, ama her seferinde metal ayak sesleri ve devriye robotlarının uğultusu yaklaşınca yakalanacakmış gibi muhabbetimizi kesmek durumunda kalıyorduk. Her gelişlerinde nefesimizi tutuyor, göğsümüzdeki basıncı bastırmaya çalışıyorduk. Bu hem sinir bozucu hem de dayanılmaz derecede yorucuydu; kalbim sanki her bekleyişte biraz daha hızlı atıyordu.
Birkaç dakika sonra kırmızı ışıklar ortaya çıkıp alarm devreye girdiğinde, planı başarılı bir şekilde gerçekleştirebildiklerini anlamıştım. Panellerden yayılan sert kırmızı aydınlık, dar koridorun zeminine çizgiler çiziyor; her çizgiyle birlikte kalbim daha da hızlanıyordu. Birkaç saniye sonra bu kırmızılığın arasında Toana’nın yüzünü gördüm. Özgürlüğe kavuşmanın rahatlaması vardı gözlerinde, aynı zamanda ciddi ve dik duruşunu eksik etmiyordu.
Arkamdaki görünmezlik sağlayan kişi “Hareket et,” dediğinde hızla ayaklandım. Benim ayaklanmamla başka kapıların açıldığına dair sesler kulaklarımı doldurdu. Kilit mekanizmalarının gevşeme sesi, borulardan gelen tiz bir ıslık gibi koridorda yankılanıyordu.
Kaçan kişilerden bazılarının yüzlerindeki acıyı görmek canımı çok yakmıştı. İmparatorluk buna sebep oluyordu işte. Gördüğüm yüzlere daha dikkatli baktığımda kimisinin yüzünde umut, kimisinin yüzünde ise korkunun varlığını sürdürdüğüne tanık oldum.
Tarık, Voelina ve diğer iki sızan, kapıları tek tek açıp insanları dışarı yönlendiriyordu. Onlar bunu yaparken hızla uzanıp Toana’nın elini sıkıca tuttum. Onu bırakmak istemiyordum. Her açılan kapı, içimde bir sevinç kıvılcımı yakarken aynı zamanda üstümüze çökecek yeni bir tehlikenin habercisiydi.
İlk birkaç sekme boyunca kimse dikkat çekmedi; görünmezlik örtümüz işe yarıyordu. İnsanlar fısıltıyla birbirlerini çağırıyor, yaraları sarmaya çalışıyorlardı. Bir kadın bana doğru sürünerek geldi, gözleri dehşetle büyümüştü; “Nerede?” diye mırıldandı. O an, kurtuluşun sıcaklığını yüzümde hissettim — ama bu sıcaklık, kendini hemen soğuk bir gerçeklikle dengeledi: dışarıdakiler hâlâ alarm veriyor, robot devriyeleri birkaç adım ötede bekliyordu.
Birden karşı koridorun sonunda, metalik bir uğultu yükseldi; daha önce görmediğim bir robot devreye girmişti. Normal taramalar görünmezliği atlayamıyordu ama bu yeni robot, elektromanyetik anormallikleri algılıyor ve termal desenleri farklı parametrelerle eşleştiriyordu. Toana bunu hemen fark etti; zihnimizdeki sesi daha sıkı, daha keskin yankılandı. “Yeni tip bir tarama. Hemen dağılıyoruz. Üçerli gruplar halinde, yerlere yapışın ve az hareket edin.”
Sözlerine uyduk ve hızla dağıldık. Merdiven boşluğuna doğru hareket eden gruptan ayrılırken, arkamızda kapılar kapanmaya başladı; birkaç kişi daha içeride kalmıştı. Bir an sonra Toana’nın avuç içi titredi ve kolyem hafifçe ısındı. O anda kalbim sıkıştı: Bu küçük ısı, kontrolsüz bir tepkiden mi geliyordu? Nefesimi tutmadan yapamadım. Ne yazık ki stresim her geçen saniye daha da artıyordu.
“Hayır! Şimdi değil!” diye düşündüğünü fark ettim. Daha sonra “Etkisiz ol!” diye fısıldadım kolyemi tutup.
Bir an için koridor sessizleşti; herkes nefesini tuttu, alarmlar susup ışıklar normale döndü. Saniyeler sonra bir uğultu sesi kulaklarıma ulaştı. Uğultu sesinin ardından bir patlama sesi yankılandı. Bakışlarım patlama sesinin yükseldiği alana kaydığında dehşet içinde hissediyordum kendimi.
Bulunduğumuz yerden uzakta bulunan makine kısa devre yaptı; kırmızı ışıkların birindeki panel kıvılcım saçtı ve kısa süreliğine karardı. Bu bizim için bir kapı açtı: Tarık keskin bir hareketle birkaç kişiyi çekti, ben de yardımcı olabilmek amacıyla Voelina’yı omuzladım. Hızla merdivenlere doğru sürükledim Aşağı inerken, pasın ve ısının kokusu burnuma geldi; her basamakta ayak seslerimiz çığ gibi büyüyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |