Önsöz 2
Siz "maraz"ın ne demek olduğunu biliyor musunuz?2
Maraz, sadece bir hastalık değildir. Vücudu saran bir illet, kalbe çöreklenen bir sancı ya da teni acıtan bir yara değildir yalnızca. Maraz, bazen gecenin bir vakti ansızın uyanıp içinin sıkılmasıdır. Sebepsizce değil aslında; hatırlamadığın ama unutmaktan da kurtulamadığın şeyler yüzünden.
Siz hiç konuşamadığınız bir cümleyi boğazınızda ömür boyu taşıdınız mı? İşte o da marazdır. Susmanın da konuşmak kadar can yaktığını anladığınız an, maraz içinizde kök salmaya başlar.
Bazen bir bakış olur maraz, bir vedadır. Gidenin ardından kalanın içini yakan, ama kimsenin görmediği bir yangındır. Gülümseyerek el sallarken içinizden “kal” diye haykırırsınız ama sesiniz size bile ulaşmaz. İşte o sessizlik… marazın ta kendisidir.
Siz marazı bir hastalık sanırsınız. Oysa maraz; suskunlukta gizli, gözyaşında saklı, bir mektubun son cümlesinde yarım kalmış bir kelimedir. Herkes sağlıklı görür sizi, ama içinizde yıllardır iyileşmeyen bir yara taşır gibi yürürsünüz.
Siz marazın ne demek olduğunu bilmiyorsunuz. Çünkü maraz, görünmez bir acıdır. Ve onu sadece gerçekten canı yanmış olanlar tanır.2
Maraz, hâlâ umudu olan bir kalbin, yavaş yavaş susmayı öğrenmesidir...1
Siz hiç acının ne demek olduğunu hissettiniz mi? Bir acının tam olarak kaç farklı şekilde tarif edilebileceğini düşündünüz mü?18
Çünkü ben, yıllar boyu bir türlü çözemediğim bir acıyı kalbimde taşıdım. Her sabah uyanıp gözlerimi açtığımda, o acıyı içimde bir yerlerde hep hissettim. Her adımımda, her nefesimde…
Acı, bana çok tanıdık gelen bir histi; ama ne yazık ki, o acının tarifini bulmak o kadar da kolay değildi.1
Gelin size bir türlü tarif edemediğim acımı anlatayım… Ben Gülnaz. Yıllar önce Muş’un en sert coğrafyasında, etrafı dağlarla çevrili bir dağ köyünde dünyaya geldim.1
Babam, köydeki herkesin 'Beyim!' diyerek saygı gösterdiği bir adamdı. Ama ben onun gözlerinde boşluktan başka hiçbir şey görmedim. Beylik(!) kime göre neye göre ... Ben doğduğumda babam köydeki herkese 'Bir oğlumuz olacak!' diye kutlama yapacağına dair hikayeler duydum, ama ben doğduğumda kutlama yerine babamı derin bir keder aldı . Bir damla sevinç göz yaşını bile dökmeden oğlan doğacak diye kesilen onca koyunun etini benim bir erkek çocuğu olmadığımı öğrenince köyün köpeklerine dökmek…28
İşte babam, tam da böyle bir adamdı. Ama ben, her şeye rağmen, ona yaranabilmek için yıllarca çırpındım. Her defasında, bir adım daha yakın olabileceğimi düşündüm ama her seferinde yine sadece bir hayal kırıklığıyla baş başa kaldım. O kadar ki, bazen kendimi sanki ona değil, bir yabancıya, bir duvara hitap eder gibi hissediyordum.4
karşımdaki insanın bu kadar soğuk olması sadece bana karşı mıydı . Yoksa ben bu kadar soğuk hissettirecek bir insan mıydım? . Galiba hayatım boyunca bu çelişkiyle yaşayıp gidecektim.Beni hiçbir zaman bir insan olarak görmediler.5
Her zaman 'Ağa'nın kızı' oldum, 'Beyin' torunu oldum. Ailem için ben sadece bir araçtım. Ne kadar çabalasam da, ne kadar başarılı olsam da, en önemli şeyin sadece *saygınlık* olduğunu düşünüyorlardı. Saygınlık ne kadar da derin bir kelime , heleki Saygın bir bey olmak için boyuna oğlan çocuğun olmasıyla bağdaştırmak ...1
Ama ne yazık ki, saygı kazanmakla bir insanın yüreğine dokunulamayacağını anlamıyorlardı. Ben de yıllarca bu düşünceyi taşıdım, ama her defasında kalbim daha da kırıldı. Yavaş yavaş fark ettim ki, hiç kimse, hiçbir gelenek, benim için önemli değildi. Benim için önemli olan ben ve tek mal varlığım diyeceğim atım Yağızımdı. Sadece onunlayken kendimi bu denli özgür ve mutlu hissediyorum.4
Bazen bir çok insandan daha çok hayvanlarla iyi hissedebiliyorum. Benim için dünyada sahip olduğum tek şey vardı: Yağız. O, sadece bir at değildi. Yağız, benim tek dostum, sırtımı yasladığım tek güvenli alanımdı. Onunla geçirdiğim her an, bu köydeki bütün herkesin hiçbir önemi kalmıyordu. Birçok insanın arasında olsam da, sadece Yağız’la yalnızken gerçekten özgür hissediyordum.4
Bazen, insanlar ne kadar yakın olursa olsun, hiçbir zaman bana Yağız kadar yakın olamazlardı. Çünkü o, gözlerimdeki mutluluğu görüyordu, kalbimdeki boşluğu duyabiliyordu. İnsanlar belki de sadece yüzeyde kalıyor, dışarıdan bakıyordu. Ama Yağız, benim içimdeki o derin, karanlık boşluğu tanıyordu. Birlikte geçirdiğimiz her dakikada, bir insanla geçirdiğim zamandan daha fazla huzur buluyordum.3
O, beni tam anlamasa da, bana sahipti ve ben de ona… Özgürlük, işte o anlarda benimleydi, her iki bacağımı Yağız’ın sırtına yerleştirip, rüzgarı hissederken. Gerçekten tek mal varlığım, tek sahip olduğum şey, Yağız’dı ve o, benim gerçek dünyamdı. her canım sıkıldığında, her bir şeye üzüldüğümde ilk gideceğim ilk derdimi anlatacağım tek dünyam . Köyden yaylaya göçerkenki zamanlarda, yaylamızın soğuk esintisinde, uçsuz bucaksız çayırlarında, rüzgarın her zerresini bedeninde hissederek onun sırtında koşmak, sanki gökyüzündeki bulutların kadifemsi dokusunda süzülüyor gibi hissettiriyordu.2
Yine hayatımın en büyük dönüm noktası olan yıllarımın en güzel anılarını cımbızlasak yer kaplayacak büyük bir alanın Yağıza ait olacağı kesindi . Ve tabi benim onunla karşılaşmam yine Yağız sayesinde gerçekleşti.4
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
6.59k Okunma |
1.94k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |