18. Bölüm

Pazarlık

Vedat Türker
yazarcizer_trk

“Beyim, bahçede biri var!” cümlesi, içimde çığ gibi büyüyen bir korkuya dönüştü.

Dünya bir anlığına durdu.

Babamın eli havada asılı kaldı.

Kalbim deli gibi atıyordu.

“Mirali mi?” diye fısıldadım. Ellerim buz kesmişti. Allah’ım, lütfen o olmasın...” Diye dilimin ucuna bir dua ilişti.

Babam hışımla kapıya doğru yürüdü. O an içimde büyüyen korku, beni felç etmişti. Eğer Mirali bulunduysa, bunun sonu ancak kan olabilirdi...

Adamın yanına vardığında gözleri çakmak gibi açılmış, kaşları çatılmıştı.

“Ne demek bahçede biri var? Gecenin bu vaktinde kim bahçeye girmeye cüret edebilir?” diye bağırdı babam. Öfkeyle adamı kenara iterek bahçeye çıktı.

İçimdeki korku çığ gibi büyüyor, tüm bedenimi sarıyordu. Tereddüt etmeme rağmen babamın peşinden ben de dışarı adım attım. Bahçe surlarının ve kapının yanında, ellerinde silah olan birkaç adam duruyordu. Gözlerim endişeyle çevreyi taradı, ama onu göremedim. Bir anlığına içimi hafif bir rahatlama kapladı. Demek ki kaçmayı başarmıştı.

Babam hızla kapının oradaki adamlara doğru ilerledi. “Neler oluyor burada, Halis? Kim var orada?” diye sert bir sesle sordu.

Halis Amca ellerini önünde birleştirerek başını eğdi. “Beyim, yabancı birini surlardan atlarken görmüşler. Ben yetişene kadar atına binip kaçtı. Peşinden birkaç atlı gönderdim. Kim olduğunu bilmiyoruz,” dedi.

Babamın peşine adam yolladığını duyunca içimdeki korku tekrar alevlendi. Vücudumu ince bir titreme sardı.

Babamın öfkesi gözlerinden belliydi. Ellerini yumruk yaparak iyice sıktı.

“Benim evime kim girmeye cesaret edebilir onu çabuk bulun” diye öfkeyle bağırırken benim de orada olduğumu fark etti.

“Senin ne işin var burada? Derhal odana çık! Seninle sonra görüşeceğim” diye bağırdı.

Adımlarımı istemeye istemeye gerisin geri atarak eve doğru yürürken . İçimden ettiğim dualarım, gözlerimde birer göz yaşına dönüşüp yanaklarımdan usulca süzülüyordu.

Odama çıktığımda pencerenin yanına koştum. Babamlar aşağıda, Halis amcayla beraber bir şeyler konuşuyorlardı. Geceyi yaran sesleri rüzgârın uğultusuna karışıyordu ama yine de babamın öfkeli tonu, diğerlerinin sesini bastırıyordu.

“Hemen bulun o iti! Konakta kim varsa sorguya çekin!” diye hırladı. Yumruk yaptığı ellerini havada savurdu, ay ışığı yüzündeki öfkeyi daha da belirgin hale getiriyordu.

Yüreğim daraldı. İçimde kopan fırtınalar bedenime sığmıyordu artık. Yalnızca Mirali’nin güvenliği için değil, kendi geleceğim için de endişeliydim. Babamın hiddeti, gecenin zifiri karanlığında bile kör edici bir ateş gibi parlıyordu.

Tam geri çekilip yatağıma oturacaktım ki Halis amcanın sesi duyuldu:

“Beyim, adamlar konakta bir iz bulamamış. Lakin konağın arka kısmında bir ayak izi var, henüz taze.”

Kalbim bir anlığına durdu sanki. Mirali…!

Babam derin bir nefes aldı, ellerini arkasında kavuşturup ağır adımlarla ileri geri yürümeye başladı. Bir şey düşünüyordu. Eğer iz sürmeye kalkarlarsa, Mirali’yi bulabilirlerdi.

Bacaklarım titreyerek geriye çekildim. Şimdi ne yapacaktım? Eğer babamın görderdikleri adamlar eğer Mirali’yi bulurlarsa…

Kelimeler boğazımda düğümlendi. Bir şey yapmalıydım ama ne?

Elim kolum bağlanmış bir şey yapamaz durumdayken babamın otoriter sesi tekrar kulaklarımda çınladı.

“Kim girer, kim! Neredeydiniz ulan? Uyuyor muydunuz?”

Sinirden gözü dönmüş, masum adamları tek tek tokatlıyordu. Öfkesini susturacak birini arıyordu ve her zaman olduğu gibi suçsuzları cezalandırmak en kolay yoldu. Yine benim yüzümden başkaları zarar görüyordu. Ben ne yapmıştım ki Rabbim bana böyle bir imtihan vermişti?

Dizlerimin bağı çözülmüş gibi olduğum yere yığıldım. İçimdeki korkuyu yatıştırabilecek tek şey, dilimden dökülen dualardı.

Saatlerce pencerenin önünde bekledim. Ne gelen vardı ne giden. Babam bile hışmını kusup odasına çekilmişti. Gecenin zifiri karanlığı, tüm kasvetiyle konağın üzerine çökmüş, etrafta yalnızca cırcır böceklerinin monoton sesi yükseliyordu.

Derken, konağın ağır demir kapısı gıcırdayarak açıldı. İçeri bir grup atlı girdi. Sessizliği delen ilk ses Halis Amca’nınki oldu.

“Ne yaptınız? Buldunuz mu?”

Atlılardan biri öne çıktı. Gençti, ama sesi yaşından büyük bir ağırlık taşıyordu. Ellerini önünde kavuşturup başını hafifçe eğdi.

“Kaçtı, Halis Ağa. Karanlıkta izini kaybettik ama köyün aşağısındaki kiliseye kadar kovaladık.”

Sözleri beynime bir çivi gibi saplandı.

Yerini buldular!

Nefesim kesilmiş gibi hissettim. Babam bir şeyi aklına koydu mu, asla peşini bırakmazdı. Sabah olduğunda kesinlikle oraya gidecekti.

düşüncesi bile korkunç ama Mirali’yi orada bulursa işler daha da kötüleşecekti.

Sabaha kadar gözüme bir gram uyku girmedi .

Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte konağın avlusu hareketlenmeye başladı. Babam, sert adımlarla merdivenleri inerken peşinde Halis Amca ve birkaç adamı vardı. Yüzü sert, bakışları tehditkârdı. Ne yapacağını biliyordum.

Bir şeyler yapmalıydım!

Titreyen ellerimle penceremin pervazına yaslandım. Aşağıda adamlar atlarına binmek için hazırlanıyordu. Babamın sesi yükseldi.

“Haydi gidelim!”

İçimdeki korku büyüdü. Eğer kiliseye giderlerse Mirali’yi canlı ele geçirirlerdi. Ya da... Daha kötüsü...

Düşünmeden kapıya doğru koştum. Hızlı adımlarla konağın dışına çıktım, babamlar uzaklaşmadan Yağız’ı alıp peşlerine düştüm. Fark edilmemek için aradaki mesafeyi koruyarak daha yavaş sürüyordüm.

Kiliseye gittiklerinden emindim. Ama bir müddet takip ettikten sonra yolun yön değiştirdiğini fark edince içime bir şüphe düştü. Bir hata mı yapıyordum? Babamın gözleri önüne kan oturduğunda tek bir hedefe kilitlenirdi. Ama şimdi…

Şok içinde duraksadım. Kiliseye gitmiyorlardı. Köyü terk ediyorlardı! Ama neden?

Biraz daha ilerleyince yolun sonunda genişçe bir arazi belirdi. Uçsuz bucaksız bir tarla, yer yer sıralanmış yaşlı ağaçlar ve gölgelikli bir koruluk. Burasını daha önce görmüştüm ama bizim köyün mülkü olmadığını çok iyi biliyordum.

Babam ve adamları burada durduklarında ben de aceleyle atımı ağaçların arasına sürdüm. Yağız’ı sıkıca bir ağaca bağlayıp sessizce yanlarına yaklaştım. Ne konuştuklarını anlamak için yere çömelip dikkat kesildim.

O sırada karşıdan gelen birkaç silüet belirdi. Yaklaştıkça yüzlerini seçmeye başladım ve içimde buz gibi bir korku yayıldı. Çünkü gelenler

Karabeg Beyi Abdullah Bey ve adamlarıydı.

Yanlarında Tahir de vardı. Babam onları gördüğünde yerinden kıpırdamadan bekledi. Adamlar yaklaşınca Abdullah Bey elini uzattı, babam tereddütsüz sıktı. Aralarında hararetli bir konuşma geçiyordu. Ama tam net duyamıyordum.

“Anlaştık mı, Necat Bey?” diye bir ses duydum. Merakla kaşlarımı çattım.

“ Ne anlaşması?” diye geçirdim içimden.

Babam başını salladı.

Abdullah Bey bir eliyle babamın elini tutarken diğer eliyle babamın omzuna koydu.

“Topraklar senin olacak. Karşılığında istediğimi alacağım.”

Kanım çekildi. İçimde korkunç bir his belirdi. Toprak mı? Karşılığında ne alacaktı?

Sonra Abdullah Bey eliyle arazileri gösterdi.

“Bu toprakları istiyorsan o zaman kızını hazırla” dedi.

Dünya başıma yıkıldı. Kalbim göğsüme sığmaz olmuştu. Nefesim kesildi.

Beni veriyorlardı.

Başım dönmeye başladı. Olduğum yerde sendeledim. Bunu yapamazdı! Babam beni satıyordu, toprak karşılığında…

Bir çığlık atacak oldum ama elim refleksle ağzıma kapandı. Eğer beni fark ederlerse her şey biterdi. Kaçmalıydım! Ama nereye?

Ayaklarım taş kesilmişti. Kaçsam bile, bu anlaşma çoktan yapılmıştı.

Ve babam bir şeyin sözünü verdiyse, onu asla geri almazdı.

 

 

Yazardan not:

bir bölümün daha sonuna geldik ben yazarken çok eğleniyorum ya siz okurken eğleniyor musunuz hadi aşağıdaki köşelerimize bildir👇👇👇

Mendil köşesi(😊🥺😳😔😅🤔😭)3

👇👇👇

Dert köşesi( bedava dert dinlenir😊)4

❤️❤️❤️❤️❤️❤️

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 22.02.2025 23:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...