37. Bölüm

Suskun sözler

Vedat Türker
yazarcizer_trk

Tahir’in varlığıyla birlikte zaman donmuş gibiydi. Göz göze geldiğimiz an, içimdeki tüm kelimeler sus pus oldu. Mirali kaşlarını çatmış dik dik Tahir’e bakıyordu, ama ben kıpırdayamadım. Tahir’in sesi bir kez daha duyuldu.

“ Sana diyorum! Ne işin var bunun yanında?”

Sesindeki öfke, çakmak gibi parlayan gözlerine yansımıştı. Bakışlarıyla delip geçiyor, elindeki silahı indirmeyi ise aklının ucundan bile geçirmiyordu.

Titreyen bacaklarımı öne doğru atarak Mirali’ yi arkama aldım.

Kendimi geçtim, onun teline zarar gelsin istemiyordum. Bunu ne ben ne de yüreğim kaldırabilirdi.

Gözlerimden akan yaşlar eşliğinde ellerimi Tahir’e doğru uzattım.

“ Ne olursun dur!” sesim oyuğun içinde yankılanmaya başlarken Mirali eliyle kolumu kavrayıp kenara çekti. Bakışlarını Tahir’e kilitlemiş, bir an olsun tereddüt etmeden ağır adımlarla Tahir’e doğru ilerlemeye başladı. Sinirden boynundaki damarlar kabarmış, elleri yumruk olmuştu. Öne doğru atılıp kolunu tuttum ama eliyle ellerimi kollarından iterek namlunun ucuna kadar geldi.

“ Beni ölümle korkutamazsın Tahir!” dedi.

Gözlerindeki öfke fırtına öncesi sessizlik gibiydi . Ne bir ses çıkarıyordu ne de bir tepki veriyordu. Korkuya dair tek bir iz yoktu yüzünde. Alnında dağılmış hafif dalgalı saçları arasında çatılmış kaşları seçilebiliyordu. Gözbebekleri karşısındakine saplanmışken elini namlunun ucuna koyarak alnına dayadı.

Namlunun ucunda Mirali’nin alnını gördüğüm an...

O an dünyanın bütün ağırlığı omuzlarıma çökmüş gibiydi. Göz göze geldik. Gözlerinde korku yoktu, ama benim içimde dizlerimi çöktürecek kadar ağır bir yük vardı. Bir anlığına her şeyin sonu olabileceğini düşündüm. Ya bir saniye… sadece bir saniye gecikirsem? Ya o tetik çekilirse? O an, hiçbir şey söyleyememek, bağıramamak, hareket edememek kadar dehşet verici bir şey yoktu.”

Adeta dilimi yutmuş gibi kilitlenmiştim. Bakışlarımda korku kol gezerken bedenimdeki titreme dileme kadar sirayet etmişti. Konuşamadım. Kelimeler boğazımda diziliyor, her biri dışarı çıkmak için feryat ediyordu. Çaresizce bakışlarımı Tahir’e çevirdim. Mirali’nin yüzünde gördüklerimin aynısı onda da vardı. Korkmuyordu. Bakışları umarsızca Mirali’nin yüzünde dolaşırken parmaklarını bir an olsun tetikten çekmiyordu.

Olduğum yerde kalakaldım. Her ikisi de dehşet verici bir şekilde birbirlerine meydan okuyorlardı.

Bir şey yapmalıydım, bir şekilde kimse zarar görmeden buradan uzaklaşmamız gerekiyordu. Korku içinde içim içimi kemirirken Mirali’nin boğuk sesi ortamdaki sessizliği bıçak gibi kesti.

“ Ne oldu yüreğin yetmedi mi Bey oğlu?”

Sözleri, kulaklarımda tokat gibi çınladı. Kendini zar zor ayakta tutarken bile meydan okuyordu. O an onun ne kadar inatçı, ne kadar kararlı olduğunu bir kez daha anladım. Fakat bu inat, ikimizi de mezara sürükleyebilirdi.

“Bu, yüreksizlik değil keçi çobanı” diye karşılık verdi Tahir. Elindeki silahı indirerek şarjörünü çıkarıp ileri doğru fırlattı. “ bizim kitabımızda silahı olmayana sıkılmaz” diyerek kollarını yukarı doğru sıyırdı. “ erkek erkeğe kapışalım ne dersin?” diye sordu.

Mirali, dudaklarının kenarında beliren alaycı bir gülümsemeyle Tahir’e baktı.

“ Ben erkek gibi kapışırım da seni bilemiyorum Bey oğlu.”

Tahir’in kaşları çatıldı, ama yüzünde hırslı bir tebessüm vardı. Ceketini çıkardı, yere fırlattı. Adımları sert, kararlıydı. “Demek öyle…” dedi, sesi kısık ama tehditkârdı. “Görelim o zaman kim erkekmiş.” Diyerek yumruğunu havaya doğru savurdu.

Yüreğim ağzımda kendimi onların kavgasını izlerken bulmuştum. Adeta nutkum tutulmuş ileriye adım atacak mecal kalmamıştı.

Tahir’ in yumruğu Mirali’nin yüzüne inmeden önce Mirali’ nin sert bileklerine denk geldi.

Tahir’in elini kavrayan bilekleri gelen saldırıyı savurmayı başarmıştı ama Tahir’in durmaya niyeti yoktu. Yumruk yaptığı diğer elini havaya doğru kaldırıp Mirali’nin yüzüne indirdi. Mirali yüzüne inen darbeyle hafif sarsıldıktan sonra başını geriye doğru çekip Tahir’in burnuna sert bir kafa darbesi indirince Tahir geriye doğru sendeledi.

Elini kan içindeki burnuna götürdü. Ne dediği tam anlaşılmayan boğuk bir sesle küfürler savurmaya başladı.

“Seni doğduğuna pişman edeceğim or.... Çocuğu”

Diyerek yumruk yaptığı elini tekrardan Mirali’ye doğru savurdu. Yumruk Mirali’nin burnuna isabet edince yüzü kan içinde kaldı. Eliyle burnundan akan kanı sildikten sonra öfkeli sesi sert bir tınıyla çıktı.

“ Yapabildiğin bu mu lan!” diyerek Tahir’in yakasına yapıştı. “ hadi lan! Ne duruyorsun vursana lan!” diye bağırmaya başladı.

Bir şeyler yapmalıydım. Etrafa bakındığım sırada, mağaranın hemen altındaki uçurumun kenarında olduğumuzu fark ettim. Geriye doğru adımlayıp uçurumun kenarına geldim. Altındaki hırçın derenin suları uçurumun kıyısını yalarken çıkardığı ses kulaklarıma çalınıyordu. Cesaretimi toplayıp tüm gücümle bağırmaya başladım.

“Yeter!”

Sesim mağarada yankılanıp tekrardan kulağımda duyulurken bir kez daha bağırdım.

“ Yeter artık! Birinizin daha canı yanarsa atarım kendimi aşağıya!” sesim oyuğun dibindeki sarp kayalıklarda yankılanınca Mirali Tahir’in yakasındaki ellerini gevşetip bana baktı. Onunla beraber Tahir de durdu. Ortalık bir an sessizliğe gömüldü. Sonra Mirali’nin tedirgin sesi ortamdaki sessizliği bıçak gibi kesti.

“ Saçmalama Gülnaz . Uzaklaş oradan hemen!”

Sesindeki korku, buradan bile hissediliyordu. Gözlerim yüzünde gezinirken, kavisli burnunun üzerinde pıhtılaşmış kanı fark ettim. Yüreğim bir kez daha parçalandı; her bir kıymığı, ruhuma tek tek saplanıyordu.

Ona verdiğim zarar gün geçtikçe artıyordu. Her seferinde daha derine iniyor, içindeki en savunmasız yerleri kanatıyordum. Bunu istemiyordum… Ama elimde olmadan, onun gözlerindeki parıltıyı her geçen gün biraz daha söndüren kişi haline geliyordum.

Bir adım atmak istedim, sadece “özür dilerim” diyebilmek için… ama dudaklarım kilitlenmişti. Sessizliğim, her şeyden daha çok bağırıyordu. O an anladım; bazen en büyük acı, söylenemeyen bir sırrın altında ezilmekti.

Söylersem Mirali’nin gönlü ferahlayacak mıydı? Ya da daha da mı daraltacaktım?

Hayır hayır kesinlikle en iyisi susmaktı. Verdiği acı dayanılmaz olsa da susmalıydım. Adımlarımı yere iyice bastırıp elimi yaklaşmamaları için ileri doğru uzattım.

“ Mirali ne olursun git! Gitmezsen hiç acımam atlarım.” Sesimdeki çatallaşma gittikçe artıyordu. Boğazımdaki kuruluk hissi dilimin dönmesini engelliyor, sesimin kısık çıkmasına neden oluyordu.

Yüzünde derin bir hüzünle bana bakarken gözlerinin feri sönmüş gibi yorgun ve solgun yüzünde bir bitkinlik hissi gizliydi ama geri durmaya niyeti yoktu. Hiç tereddüt etmeden bir adım öne çıktı.

“ yapma sen ölürsen ben durur muyum sanıyorsun? Kıyarım canıma ahdim olsun Gülnaz yaparım bunu!” diye konuştu.

Dolu gözlerle elimi ona doğru uzatmış bir şekilde bakarken ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözleriyle bana bakıyordu. Yüreğindeki kırıklığı, hissettiği acıyı bir tek ben anlayabilirdim.

Bakışlarımı ondan kaçırmaya çalışıyordum. Yüzüne bakacak cesaretim yoktu. Titreyen sesimi kontrol etmek için yutkundum ama Tahir benden önce davrandı.

“ ya bırak ya! Canına kıyacakmış. Lan onun saçının teline zarar gelsin seni ben öldüreceğim oğlum!”

Mirali Tahir’i duyunca bakışlarını yana devirdi. Gözlerindeki alev gittikçe harlandı. Yumruklarını sıkarak Tahir’e yöneldi.

“Bana bak lan! Seni öyle bir döv..”

“ Yeter! Durun ne olursunuz durun.” Diyerek sözünü kestim. Bir adım daha geriye doğru attım. Topuklarımın artık boşlukta olduğunu hissedebiliyordum. Ayağımın altından yuvarlanan bir kaç ufak taş uçurumdan düşerken yere çarpmasındaki tok ses kulaklarıma çalınıyordu. Mirali son çare olarak geriye doğru bir adım attı.

“ Tamam uzaklaşıyorum. Lütfen sakin ol ve oradan uzaklaş” dedi.

Başımı iki yana salladım. Gözlerim dolmuştu ağlayamıyordum. Ağlamak... ağlasam içimdeki fırtına diner miydi ? Gözlerinin içine bakarken dudaklarımı ısırdım.

“Yaklaşma...” dedim bu kez daha kısık bir sesle. “Sakın... Ne olur bir adım daha atma.”

Altımdaki toprağın giderek kaydığını hissedebiliyordum.

Bir adım daha atarsam düşecektim, ya ondan vazgeçecektim ya da kendimden… bilmiyordum.

Kalbim deli gibi çarpıyordu. İçimdeki fırtına, gözlerimden taşamasa da bedenimi sarsıyordu. Ellerimi yumruk yaptım, titriyordu parmaklarım.

“Bak, ben... İstediğin gibi giderim buradan ” dedi yavaşça, sesi neredeyse duyulmayacak kadar kısıktı.

“ Git! Atına bin ve git” dedim. Gözlerim hâlâ onunkilerdeydi, kaçamıyordum. Kaçmak istesem de oraya mıh gibi çakılmıştım. “Her şey değişti zaten. Artık biz diye bir şey yok Mirali...” bakışlarının yüreğimi dağladığını bir ben bir de içimdeki o biliyordu. O yüzden gözlerimi devirdim. Başım usulca öne eğilirken bir rüzgar esti, saçlarım örtümün altından yüzüme savruldu. Bir anlığına onun bakışlarından koptum. Belki de o an sondu.

Yüzüme baktığını hissedebiliyordum ama benim yüzüne bakacak yüzüm yoktu. Sadece kırılgan sesi kalbimde derin bir iz bırakıyordu.

“ Tamam Gülnaz...” sesindeki titreme konuşmasına engel oluyordu. Biraz duraksayıp soluklandı. Göz ucuyla yüzüne baktığımda bir eliyle kalbini tuttuğunu ve göğsünün durmadan inip kalktığını fark ettim. Acı çekiyordu. Sessizce arkasını döndü. Gözlerinden akan yaşları buradan bile fark edebiliyordum.

Atına binerken atının dizginlerini çekip şaha kaldırdı.

“ Sen beni bıraktığın gün öldürmüştün zaten. Tekrardan mezarıma ne demeye geldin?”

Sesindeki öfke hüznüyle karışıyordu. Son bir kez daha bakışları üzerimde gezindi.

Konuşmak istedi, ağzını araladı ama sanki biri onu durdurmuş gibi bir şey diyemedi. Atının dizginlerini çekip oradan uzaklaştı. Yüreğim kanıyordu. İçime düşen kör ateşler bedenimi yakıp kavuruyor gibiydi. Ayaklarım istemsizce geriye doğru kaydı. Artık onsuz ben bir hiçtim. Kendimi öylece boşluğa bıraktım. Gözlerimi kapattım. Kendimden vazgeçmiştim.

Düşüyordum.

Ardımdan belli belirsiz Tahir’ in çığlıklarını duyabiliyordum ama artık çok geçti...

Artık bunun geri dönüşü yoktu. Şimdi yaptığım hataların bedelini ödeme zamanıydı...

Uçurumun dibindeki Suya sert bir şekilde düşüp derinliklere batıyordum. Suyun altında belli belirsiz karartılar eşliğinde kırık güneş ışınları dışında hiç bir şey fark edilemiyordu. Hırçın derenin akıntısına kapılırken ağzımdan ve burnumdan giren sular soluğumu yavaş yavaş keserken kendimi tamamıyla suya teslim etmiştim. Suyun altından cılız ışıklar içinde bir karaltı fark ettim. Gittikçe bana yaklaşıyordu. Son anda birinin kolumu kavradığını hissedebiliyordum. Onun dışında gördüğüm sadece zifiri bir karanlık vardı.

Yazarın anlatımıyla

Gülnaz’ın atlamasıyla birlikte Tahir donakaldı. Gözlerinin önünde olup bitenlere bir anlam veremiyor, ne yapması gerektiğini kestiremiyordu. Gülnaz’ın peşinden kendisi de tereddüt etmeden atladı. Gülnaz derin suya düştüğü gibi güçlü akıntıya kapıldı. Hemen peşinden Tahir de buz gibi suda akıntıya karşı koyarak yüzmeye başladı.

Başını olabildiğince yukarıda tutmaya çalışarak yüzüyordu. Suda sürüklenen Gülnaz’ a yaklaşırken bir yandan da kendi kendine söylenmeye başladı.

“Bunu neden yaptın Gülnaz... Neden?”

Eliyle buz gibi suyu yararak Gülnaz’a iyice yaklaşıp kollarından kavradı. Suya gömülmüş başını yukarı kaldırarak göğsüne yatırdı akıntının tersine yüzerek kıyıya ulaşmak istedi ama akıntıya karşı koymak mümkün değildi.

Başıyla etrafı iyice süzdü. Hem kendi başını hem de Gülnaz’ın başını yukarıda tutmakta zorlanıyordu. Son anda kenarda gördüğü bir ağaç kökünü koluyla sıkıca kavradı. Kendisini kıyıya doğru çekerken peşinden Gülnaz’ı da çekiyordu.

Zorlukla kıyıya çıktığında Gülnaz’ı hemen yanına çekti. Nefes nefese kalmış, yorgunluktan kolları titriyordu. Gülnaz’ın gözleri kapalıydı, dudakları solgun… elini kalbine götürdü. Cılız bir şekilde atıyordu. Panikle onu sarsarak kendine getirmeye çalıştı. Gözlerindeki endişe ve korku her geçen saniye biraz daha artıyordu.

“Gülnaz! Gülnaz, gözlerini aç!” diye seslendi panikle. Avuçlarıyla Gülnaz’ın yüzünü okşadı, ıslak saçlarını geriye itti. Sonra, öğrendiği kadarıyla göğsüne baskı yaptı. Eliyle burnunu kapatarak ağzıyla ciğerlerindeki suyu çekmeye çalıştı. Bir iki defa tekrar ettikten sonra Gülnaz hafif öksürmeye başladı. Sonunda ciğerlerindeki suyu çıkarmayı başarmıştı. Onu yana çevirip nefesini kontrol etti. Zayıf da olsa bir soluk vardı.

Derin bir oh çekti ama zaman kaybedemezdi hemen başını dizlerine koyup , etrafta yardım isteyebileceği birini aradı ama yalnızlardı.

Gülnaz hafifçe inlediğinde bir umut doğdu içine. Eğilip, kulağına fısıldadı:

“Dayan, biraz daha… Seni buradan çıkaracağım, söz veriyorum...” diyerek kucağına aldı. Islanmış gömleği vücuduna yapışmıştı. Kayalıkların arasından sendeleyerek ilerlerken Gülnaz’ın dilinden dökülen fısıltılar kulağına çalınıyordu.

“Mirali...”

Biliyordu. Onun zihninde de kalbinde de yerinin olmadığını ama yüreğini bir kere yoklayan sevdası gözlerini karartıyordu. İçindeki derinliklerinde bir yerde doğurduğu kıskançlıkla onu kucağında daha da sıkı kavradı.

(Gülnaz’ın anlatımıyla)

Üç saat sonra

Etrafımı saran sisler arasında bir o yana bir bu yana sendelerken elim ağrıyan başımdaydı. Cılız adımlarımla sık meşe ağaçlarının arasındaki açıklıkta dar bir patikada yürüyordum. Üzerimdeki ıslanmış elbiselerim. Vücuduma iyice yapışmış, üzerimde bir ağırlık bırakmıştı. Gözlerimi hafifçe kırpıştırıp nerede olduğumu anlamak için başımı hafifçe öne doğru kaldırdığımda ilerideki açıklık alanda bir siluetin olduğunu fark ettim.

Kimdi bu?

Oturduğu alanda yemyeşil otlar bitmiş, rengarenk çiçekler etrafında adeta dans eder gibi hafif esintide salınıyorlardı. Biraz daha yaklaştığımda üzerine giyindiği uzun beyaz entarisi bana bir yerden tanıdık geliyordu. Sonra esen bir esintide burnuma kokusu geldiği an olduğum yere mıh gibi çakıldım. Bu koku...

Bu koku annemin kokusuydu.

Dizlerimdeki ağırlıkla adımlarım her geçen dakika biraz daha yere çakılıyordu. Elimle uzanmak istedim ama yapamıyordum. Sanki gittikçe benden uzaklaşıyor gibiydi.

Gözlerimden süzülen her damla yere düştüğünde, orada bir gül bitiyordu.

O an anladım ki bir rüyanın içindeydim. Asla uyanmak istemeyeceğim bir rüya...

Ellerimi ona doğru uzattım. Tutulmuş dilimi zar zor döndürerek,

“Anne...” diyebildim sadece.

Sesimi duyunca elindeki bir demet gülle ayağa kalkıp bana baktı. Onu gördüğüm an gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladı. Yüreğime inen derin bir acıyla sanki önümdeki tüm engelleri yerle bir eder gibi ileri doğru atıldım.

O ise her zamanki gibi gülümsüyordu. Ona ulaştığımda ellerini sıkıca kavradım.

Saçları güneşin içinden süzülmüş gibiydi, elleri hâlâ sıcaktı.

Ben küçük bir çocuk gibi koşmuştum ona.

O beni kucakladığında içimdeki bütün kırıklar sanki onarılmış, içimdeki yangına su dökülmüş gibiydi.

“Üşümüşsün,” dedi fısıltıyla,

Sesini işitmek bile yüreğime ilmek ilmek huzur işliyordu.

Bu bir rüyaysa bile, hiç bitmesin istedim.

Çünkü annem, o sonsuz gül bahçesinin ortasında bana sarılıyordu.

“ Anne ben seni çok özledim.”

Kırık sesim neredeyse duyulmayacak şekilde çıkarken bakışlarım yavaşça yüzüne yöneldi.

Başımı avuçlarının içine alarak gözlerimin içine bakarak gülümsedi.

“ Ama ben hep senin yanındaydım. Sen her üzüldüğünde her döktüğün gözyaşında bahçemde sana bir gül ektim.” Melodik sesi içimde bir dinginlik oluşturuyordu. Gözlerimin içine bakarken konuşmaya devam etti. “ Güçlü olmak zorundasın.” Dedi ve ellerimi bıraktı. Arakasını döndü. Gidiyordu.

Ellerimi ileriye doğru uzatıp peşinden gitmek istedim ama sanki sert bir engele çarpmışım gibi olduğum yerde kalakaldım.

İlerideki sık ışıkların arasında kaybolurken birden gökyüzüne onlarca güvercin uçmaya başladı.

Olduğum yere diz çökerken birden tüm bahçe giderek soldu. Etraftaki sis yoğunlaştı.

Çevrem zifiri karanlığa gömülürken derinlerden duyduğum bir sesle birlikte gözlerimi yavaş yavaş araladım.

“Gülnaz kızım iyi misin?”

Gözlerim etrafa alışınca ilk başta bulanık görünen halamın görüntüsü gözlerimde belirginleşti.

Yerimden zorlukla doğrulurken elinde gördüğüm kadarıyla kurdeleye bağlanmış bir yüzük vardı.

Kaşlarımı çatarak halama baktım.

“ Hala elindeki de ne?” diye sordum.

Bakışlarını önce elindeki yüzüğe sonra da bana çevirdi.

“ Ah benim bahtsızım, öksüzüm. Senin sözünü kestiler hem de sen baygınken. Birazdan yüzükleri takacaklar senin uyanmanı bekliyorlar” diye fısıldadı.

Evet nasıldı bölüm😊2

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 15.05.2025 21:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...