Karşımda, elinde bıçakla nefes nefese kalmış, gözü dönmüş bir kadın duruyordu. Yüzü öfke ve kararlılıkla gerilmiş, gözleri tehditkâr bir şekilde parlıyordu. İçimde büyüyen tedirginliği bastırmaya çalışarak yavaşça ellerimi kaldırdım, avuçlarımı ona göstererek teslimiyetimi belli ettim.
“Sakin ol,” dedim, sesimi olabildiğince yumuşatarak. “Bırak şu elindekini, gel... Adam akıllı konuşalım. Buna gerçekten gerek var mı?”
Ağır adımlarla geriye çekilirken gözlerimi bir an bile ondan ayırmadım. Bıçağı sıkıca kavrayışını, göğsünün hızla inip kalkmasını izliyordum. Eğer yanlış bir kelime seçersem, en ufak bir yanlış hareket yaparsam her şeyin kontrolden çıkacağını hissediyordum.
“Seni gidi sürtük!! Ne olacağını bekliyordun. Bey karısı mı? Utanmıyor musun evli barklı adamı ayartmaya!!” diye sert bir dille konuştu.
Ellerim titriyor gözlerim seğiriyordu. Kalp atışlarım hızlanmış dilim tutulmuş gibiydi.
“Bilmiyordum. Gerçekten evli olduğunu bilmiyordum. Bilseydim ölürüm de olayların bu raddeye çıkmasına izin vermezdim” diyebildim sadece.
Ama gözleri bir an olsun üzerimden hiç eksilmedi. Ben her ne kadar geri geri adımlasam da arkamda soğuk bir duvar olduğunu biliyordum. Eninde sonunda köşeye sıkışacaktım.
Onun korkunç yüzüne bakarken içime derin bir ürperti yayıldı. Nasıl kurtulacağımı, ne yapacağımı hiç bilmiyordum.
Benden oldukça güçlü ve iri yapılıydı.
Saldırısına karşın savunma yapmam imkansızdı. Gözü dönmüş bir şekilde burnundan soluyup kan çanağına dönmüş gözleri tek bir hedefe kilitlenmişken omzu üzerinden gözüm kapıya ilişti. Kapı açıktı, eğer bir şekilde dikkatini dağıtmayı başarırsam kapıdan kaçmayı başarabilirdim.
Tam o anda, ciğerlerime dolan keskin korkuyu bastırarak derin bir nefes aldım. Dikkatini dağıtmak zorundaydım ama nasıl? Gözlerim hızla odada gezindi. Kaçışımı sağlayacak herhangi bir şey… Bir şey…
Elim, arkamdaki küçük ahşap sehpanın üzerinde duran porselen vazoya çarptı. Parmaklarımın ucuyla kavradım ve tüm gücümle ona doğru fırlattım.
Vazo, büyük bir gürültüyle yere çarparken kadının başını bir anlığına yana çevirmesine neden oldu. İşte fırsatım!
Tüm gücümü bacaklarıma vererek fırladım, kapıya doğru koştum. Ayaklarımın altındaki tahta zemin gıcırdadı, nefesim düzensizleşti. Tam kapı eşiğine ulaşmıştım ki, arkamdan gelen boğuk bir homurtuyla irkildim.
Sesi, kanımı donduracak kadar soğuk ve öfkeliydi. Ancak duramazdım. Birkaç adım daha attım ve kendimi koridora attım. Şimdi asıl mesele, onun peşimden gelip gelmediğiydi.
Arkamı dönüp bakmaya cesaret edemedim. Ama o anda, ayak sesleri tahta zeminde yankılandı. Peşimdeydi.
Kendimi olabildiğince hızlı bir şekilde merdivenlerden aşağıya inerken buldum. Adımlarım sık ve hızlıydı. Ellerimle soğuk ahşap korkuluktan destek alırken bir an olsun arkama baktım. Peşimdeydi.
Elindeki sebze bıçağını sıkı sıkıya kavramıştı. Merdivenlerden aşağıya inip konağın avlusuna çıktım ve avazım çıktığı kadar bağırdım.
“İmdat!! Yardım edin” diye haykırdım.
Sesim konağın avlusunda yankılanıp tekrar kulağıma ilişti. Kimseler yoktu.
Hızlıca konağın dış kapısına yetişmek için koştum, ama arkadan bir el saçlarıma yapıştı. Başımda hissettiğim
Yoğun acıyla ellerim istemsizce saçlarıma uzandı.
“Nereye kaçtığını sanıyorsun aşüfte?” diyerek beni kendisine doğru çekip elindeki bıçağı boynuma dayadı.
Soğuk metal etime temas ettikçe içimdeki endişe oldukça büyüyordu. Galiba artık yolun sonuna gelmiştim.
Bıçak boynuma gömüldükçe nefesim kesiliyor, sesim kısılıyordu.
Artık tamamen kapana kısılmıştım. Boynumda hissettiğim sızı, bıçağın tenime battığını kanıtlıyordu.
Gözlerimi yavaşça kapattım, kaçacak başka bir yer yoktu. Kendimi tamamıyla ölüme teslim edecekken arkamdan duyduğum bir sesle gözlerimi açtım.
“İclal! Bırak o elindekini” seslenen Tahir’di. Kadın benimle beraber arkasını dönerken elindeki bıçağı daha da boynuma sapladı. Hissettiğim yoğun acıyla ellerimi boynuma götürdüm.
“Uzak dur Tahir! Bir adım bile atayım deme. Yoksa bu sürtüğü öldürürüm ona göre” diye kesin ve sert bir dille konuştu.
Tahir elini beline götürüp belinden bir silah çıkardı.
“Saçmalama İclal. Bırak o bıçağı yoksa..” Tahir daha sözünü tamamlayamadan İclal araya girdi.
“Yoksa ne? Beni mi öldürürsün? Ben zaten ölüyüm Tahir. Beni gözden düşürdüğün günden beridir ölüyüm.” Dedi gözlerinden akan yaşlar eşliğinde.
Tahir sakin ve ağır adımlarla bize doğru bir adım attı.
“Bak yanlış bir şey yapayım deme. Beni düşünmüyorsan çocuklarını düşün.” Dedi.
İclal Tahir’in tüm uyarılarına rağmen yaptığı işten bir an olsun geri durmadı. Aksine daha çok sinirlendi. Tahir her yaklaştığında o daha da uzaklaşıyordu.
Boynumdaki bıçağı o kadar sıkıyordu ki boynumdan aşağı sızan kanımın sıcaklığını bedenimde hissedebiliyordum.
Tahir’in de bir an olsun geri durmaya niyeti yoktu. Gözleri hep üzerimde, bana bir şey olacak diye ödü kopuyordu.
İclal’in gözü dönmüş, hiç bir şey görmüyordu.
Nefesini boynumda hissedebiliyordum. Parmakları bıçağın sapını daha da sıkarken gözlerindeki öfke yerini deliliğe bırakmıştı.
“Tahir,” dedim, sesim neredeyse fısıltıydı ama o duyabilecek kadar yüksekti. Tahir sesimi duyunca
Bana bir adım atacak oldu ama İclal, bıçağı biraz daha bastırarak onu durdurdu. Boynumdan akan kanın sıcaklığı artık göğsüme kadar inmişti. İçimde korku yoktu, sadece garip bir soğukkanlılık vardı.
“Bir adım daha atarsan onu burada doğrarım,” diye tısladı İclal. Sesi titremiyordu. Gözleri boş, yüzü taş gibi sertti.
Tahir, yumruklarını sıkıp olduğu yerde kaldı. Kaşları çatık, gözlerinde öfkeden çok acı vardı.
“İclal,” dedim yavaşça. “Bunu yaparsan geri dönüşü olmaz.”
Kıkırdadı. Gerçekten güldü. Ama gülüşü insana ait bir şey değildi, daha çok vahşi bir hayvana aitti.
“Zaten geri dönmek istemiyorum,” dedi ve bıçağı biraz daha bastırdı.
Bedenim gerildi. Tahir’in gözleri büyüdü.
Arkadan bir el bıçağa uzandı ve o an boynumdaki bıçak gevşedi.
İşte beklediğim fırsat buydu. Hemen bıçağın altından sıyrılıp kaçtım.
Elimi acıyan boynuma götürdüm.
“Manyak kadın! Ne yaptığını zannediyorsun sen? Diye haykırıp İclal’e baktım. Bıçağa uzanan el Abdullah Bey’in eliydi.
İclal’in bıçağı tutan elini kıvırınca elindeki bıçak yere düştü.
İclal’i kendisine doğru çevirip yüzüne sert bir tokat attı. İclal tokadın etkisiyle yere doğru savurulunca
Abdullah Bey’in sert ve otoriter sesi avluda yankılandı.
“Bu ne kepazelik ne yaptığını sanıyorsun sen?” diye haykırdı .
İclal eliyle yanağını ovuşturup ayağa kalktı. Yaptığından pişman olmuş bir edayla Abdullah Bey’in ayaklarına kapanmaya yeltenince Abdullah Bey eliyle durması için işaret verdi.
“Hele bir durasın orada İclal. Bu yaptığın bardağı taşıran son damla oldu. Yarından tez seni burada görmek istemiyorum” dedi sert ve kesin bir dille.
İclal olduğu yerde kalakaldı. Münevver Hanım, iki hizmetçiye onu odasına götürmelerini emretti ve ardından ekledi: “Odasına kapatın, yarın ahvaline karar vereceğiz.”
İclal’i odasına götürürlerken Tahir bana doğru koşmaya başladı. Yanıma yaklaşırken ellerimi ona doğru uzattım.
“Yaklaşma! Uzak dur Tahir!” diye sert bir dille uyardım.
Tahir olduğu yerde kaldı. Endişe dolu gözlerle bana baktı.
“Boşayacaktım yemin ederim boşayacaktım, ahu gözlüm” diye utanmadan konuştu.
İçinde bulunduğum tüm bu iğrenç an için kendimden utandım. Nasıl olur da evli barklı bir adam utanmadan gelip beni isteyebiliyordu . İşin daha da kötüsü babam buna nasıl izin verebiliyordu. Bir an önce buradan uzaklaşmam gerekiyordu, bu iğrenç yerde bir an bile kalmaya tahammül edemezdim.
Hızla konağın dış kapısına yöneldim. Kalbim öfke ve korkuyla çarpıyor, nefesim düzensizleşiyordu. Adımlarımı sıklaştırarak kapıya vardım ve titreyen ellerimle kapının koluna uzandım. Tam açacakken, ardımdan gelen sert bir el kapıyı şiddetle kapattı.
Kapı, güçlü bir gürültüyle yerine otururken birden irkildim. Soğuk bir ürperti bedenimden aşağı süzüldü. Arkamda duran kişinin nefesi, ensemde tehditkâr bir fısıltı gibi hissediliyordu. Gözlerimi sımsıkı kapatıp yutkundum. Sinirle arkamı döndüm.
“Ne yaptığını sanıyorsun sen Tahir. Evli birisiyle evlenebileceğimi sanmıyorsun herhalde” dedim yüzüne dik dik bakarak.
Ellerini arkada birleştirirken omuzlarını hafifçe geriye attı, bu hareketi ona daha tehditkâr bir duruş kazandırıyordu. Yüzüne sinsice yayılan iğrenç sırıtış, içindeki karanlığın dışa vurumu gibiydi. Gözleri, avını köşeye sıkıştırmış bir yırtıcının gözleri gibi kısılarak üzerime kilitlendi.
Bu sırıtışın ardında neyin saklı olduğunu bilmiyordum. İçimdeki tedirginlik katlanırken, o hiçbir şey söylemeden duruşunun ve bakışlarının ağırlığıyla beni ezmeye devam ediyordu. Sonunda sessizliğini bozup konuşmaya başladı.
“Hiç bir yere gidemezsin Gülnaz. Bir anlaşmamız var biliyorsun.” Dedi sırıtmaya devam ederken.
Sinirle yüzüne baktım. İçimde ona karşı hissettiğim öfke anbean artıyordu.
“Biz böyle anlaşmadık. Ben senin evli olduğunu bilmiyordum.” Dedim sinirle
Gözlerindeki pişkin ifadeyi görünce içimdeki öfke daha da harlandı. Sanki hiçbir şey olmamış gibi omuz silkti, umursamaz bir tavırla dudaklarını araladı.
“Bu bir sorun olmamalı,” dedi, alaylı bir sesle “Boşayacaktım zaten onu” dedi.
Sözleri midemi bulandırdı. Ellerimi yumruk yaptım, kendimi zor tutuyordum. Bu kadar rahat ve umarsız oluşu, sanki benim hislerimin hiçbir önemi yokmuş gibi davranması, her şeyden daha fazla kalbimi acıtıyordu.
“Sen... gerçekten iğrenç bir adamsın,” diye tısladım. “Bana yalan söyledin. Bana...” Sözlerim boğazımda düğümlendi, çünkü devam etmek faydasızdı. O, çoktan zihninde beni önemsiz biri haline getirmişti.
Ama ben... ben öylece durup bu oyunun bir parçası olmayacaktım.
“Bir daha sakın karşıma çıkma,” dedim, gözlerimin içine bakarak “Yoksa gerçekten pişman olursun.”
O sadece güldü. Umursamaz, umarsız, bencilce.
Ve ben arkamı dönüp gitmekten başka bir şey yapamadım. Ama içimdeki öfke sönmemişti. Aksine, büyüyordu.
“Git bakalım Gülnaz. O kapının dışına adımını attığın an o iti öldürürüm!”
Arkamdan duyduğum sesle olduğum yere çakıldım. Birden göğsümde bir sıkışma hissettim. Ellerimi göğsüme götürerek Tahir’e doğru döndüm
Tahir’in gözleri ateş saçıyordu. Elindeki tespihi koparacakmış gibi sıktı. O anda blöf yapmadığını anladım. O, benim zayıf noktamı çok iyi biliyordu. Biliyordu ve acımasızca kullanıyordu.
Göğsümdeki sıkışma artarken, nefesim kesildi. Gözlerim istemsizce kapıya kaydı. Bir adım atsam, Mirali’nin hayatı elimden kayıp gidecekti.
“Sen… bunu yapmazsın,” diye fısıldadım. Sesim titredi. Oysa güçlü durmam gerekiyordu. Bunu yapmak zorundaydım.
Tahir kaşlarını kaldırıp bir adım yaklaştı. “Beni hâlâ tanımıyorsun Gülnaz” dedi alaycı bir ses tonuyla “Sen o eşikten çıkarsan, o adamın yaşama şansı kalmaz. Hatta istersen birlikte izleriz. Bir sözüme bakar anında her şey biter.” Dedi sesinde net bir kararlılık vardı.
Kalbim deli gibi çarptı. Ellerim yumruk oldu. Gitmek istiyordum. Buradan, bu karanlık evden, bu adamın acımasız tehdidinden kurtulmak istiyordum. Ama gidebilir miydim? Bir adımımın bir cana mal olacağını bilerek… Hele ki o can kendi canımdan bir parçaysa.
Dişlerimi sıktım, içimdeki korkuyla öfkemi bastırmaya çalışarak gözlerini aradım. “Onunla derdin ne?” dedim, sesimdeki titremeyi saklamaya çalışarak.
Tahir başını yana eğdi, yüzüne korkunç bir gülümseme yerleşti. “derdim sensin Gülnaz. Ve ben başımda bir dert olmasını hiç istemem.” Dedi alaylı bir ses tonuyla.
Tüylerim diken diken oldu. İçimde fırtınalar koparken nefesimi tuttum. Şimdi ne yapacaktım?
Bir yanım buradan gitmek, bir yanım da gidersem bu canilerin Mirali’ye zarar verirler diye kalmamı istiyordu.
Öylesine arafta kalmıştım. Kalbimdeki tüm acımla Tahir’e döndüm.
“Yalan söylüyorsun” diyebildim sadece. Sesim titriyor, gözlerim dolmaya başlıyordu.
“ İnan Gülnaz hiç bu kadar ciddi değildim. Dedi elindeki tespihi bana doğru uzatarak.
Gözlerimden istemsizce yaşlar boşanmaya başladı. Titreyen sesimle: “onu görmek istiyorum, sana inanmıyorum” diyebildim zar zor.
Bana bakarak pişkin pişkin sırıttı. Ellerini arkasında birleştirdi”
“İllaki gözlerinle görmek istiyorsun değil mi? beni takip et o zaman” diyerek demir sürgülü kapıyı çekince kapıdan tok bir ses çıktı.
Ellerimle birlikte tüm vücudumu tuhaf bir titreme sardı. Bir an nefes almayı bile unuttum, sanki içimi ürperten soğuk bir el göğsüme bastırıyordu. Adımlarım ağırlaştı, ayaklarım yere mıhlanmış gibi hareket edemedim. Gözlerim önündeki manzaraya kilitlenmişken kulaklarım uğuldamaya başladı. Tahir, benim arkasından gelmediğimi fark edince durdu ve bana doğru döndü. Bakışlarındaki ciddi ifade, içimdeki ürpertiyi daha da derinleştiriyordu.
“Eee görmek istiyordun, hadi gelsene ne duruyorsun orada?” Dedi.
Gözlerimden akan yaşları silip Tahir’in arkasından ben de çıktım. Bir müddet yürüdükten sonra konağın arka tarafındaki ahırın önüne geldik. İlerde ahırın kapısında onun atı ve Yağız duruyordu. Panikle elimi kalbime götürdüm. Onu buraya getirmişlerdi.
Hızla Tahir’i takip ettim. Ahırın arka tarafındaki pencerenin önünde durdu. Ellerini arkasında birleştirip bana doğru döndü.
“Gel bak kendi gözlerinle gör ve ne kadar ciddi olduğumu anla” dedi yüzünde yine iğrenç bir sırıtış vardı.
Yanına yaklaşıp temkinli bakışlarla pencereye doğru döndüm. İçeriden gelen boğuk nefes alışlar ve inlemeler, içimi ürpertti. Titreyen ellerimle pencerenin kenarına yaslanarak içeri baktığımda gördüğüm manzara karşısında kanım çekildi. Kalbim öyle hızlı çarptı ki, neredeyse göğsümü parçalayacak sandım.
Ahırın ortasında, elleri arkasından sıkıca bağlanmış, gözleri bir bezle kapatılmış Mirali dizlerinin üzerine çökmüş haldeydi. Kanlı dudakları aralık, nefesi düzensizdi. Üzerindeki giysiler paramparça olmuş, vücudunun çeşitli yerlerinde morluklar ve derin yaralar belirginleşmişti. Omuzları hafifçe titriyor, ama belli ki dişlerini sıkarak acısını bastırmaya çalışıyordu.
Başım döndü, etrafımdaki her şey bulanıklaştı. Dizlerim güçsüzce titrerken geriye yaslandım. Midem kasıldı, ama gözlerimi ondan ayıramadım. Mirali’yi bu hale kim getirmişti? İçimde biriken tüm öfkemle yerimden doğrulup yumruk yaptığım ellerimle Tahir’in göğsünü yumrukladım.
“Bana yalan söyledin, ona zarar vermeyecektin. Nerde senin adamlığın ulan şerefsiz!” diye haykırmaya başladım.
Elleriyle ellerimi sıkı sıkıya kavrayıp kendine doğru çekti. “kendine gel Gülnaz. Bana bunu yapacağını biliyordum. Elimde bir koz olmalıydı. Şimdi karar senin. Ya çekip gider onun ölümüne sebep olursun ya da kaderine razı gelip bana boyun eğeceksin” dedi tehditkâr bir ses tonuyla.
Bir an onu bırakıp arkamı döndüm. Gözlerimden yaşlar akın ediyor, nefesim düzensizleşiyordu.
“Tamam istediğini yapacağım ama Mirali’yi hemen bırak” dedim.
Tahir tam dudaklarını aralayıp konuşacağı sırada, havayı yaran keskin bir silah sesi duyuldu. İkimiz de anında donup kaldık, gözlerimiz birbirine kilitlendi. Korku ve endişe, içimi buz gibi bir hisle doldurdu. Sesin geldiği yöne, konağa doğru döndüğümüzde, içimdeki huzursuzluk katlanarak büyüdü.
Tahir hiç vakit kaybetmeden hızla konağa doğru koşmaya başladı. Ben de peşinden, kalbim göğüs kafesime sığmazcasına çarparak ilerledim. Merdivenleri nefes nefese tırmanırken içeriden yükselen telaşlı sesler, boğuk çığlıklar ve panik dolu fısıltılar kulağıma çalındı.
Üst kata vardığımızda herkes, az önce İclal’in götürüldüğü odanın önünde toplanmıştı. Kalabalığın içinden güçlükle ilerleyerek ön tarafa ulaştım. İçimde büyüyen korkuyla kapının eşiğine adım attığımda gördüğüm manzara karşısında yerimde çakılı kaldım.
Yerde, kanlar içinde yatan İclal vardı. Açık kalan gözleri bir noktaya boş boş bakıyor, solgun yüzü hayattan çoktan kopmuş gibi duruyordu. Kan, ince bir nehir gibi yerde birikinti yapmıştı.
Evet canlar bölüm biraz geç geldi. Hakkınızı helal edin 😊😊 bölümü okurken bol bol yorum yapmayı unutmayın hepinizi çok seviyorum kalın sağlıcakla❤️
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
7.92k Okunma |
2.06k Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |