Tahir’in elinde tutsak olan Mirali, nemli ve küf kokulu ahır köşesine itilmişti. Ellerini arkadan bağlayan ipler bileklerini keserken, başını kaldırıp etrafına bakmaya çalıştı. Loş ışık, çatlamış duvarlardan süzülerek zemindeki taşları solgun bir sarıya boyuyordu. Göğsündeki yara her nefes alışında sızlıyor, ama o acıya aldırmadan Tahir’in yüzüne dik dik bakıyordu.
Tahir, köşede oturmuş, elindeki çakıyla bir ağaç parçasını durmadan yontuyordu. Adamın gözlerinde sabırsızlık vardı, ama bir yandan da keyif aldığı belliydi. “Sana kaç kere söyledim, Mirali?” dedi, sesi karanlıkta yankılanarak. “İnatçılığın bir gün sonun olacak.”
Mirali başını yana çevirdi, gözleri ateş gibi parlıyordu. Dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi. “Belki de bugün değildir, Tahir.”
Tahir’in kaşları çatıldı, çakısını ağır adımlarla Mirali’ye doğru sallayarak yaklaştı. Mirali, kasılmış omuzlarına rağmen dik duruyordu. İçinde bir yerlerde, bir kurtuluş yolu olmalıydı ve o yol, bu taş duvarların ardında bir yerlerde onu bekliyordu. Biliyordu, bu taş duvarların ardında onun için çabalayan birileri vardı. Gözlerini umarsızca kısarak kendisine doğru bıçak sallayan Tahir’e bakarken ince bir çizgi haline gelmiş dudakları yukarı doğru kıvrıldı ve hafifçe gülümsedi .
“ Onun sana yâr olmasını bekleme! O ancak benim yârimdir, sana yâr etmem!”
Diyerek olabildiğince kısılmış sesini yükseltmeye çalıştı. Tahir Mirali’nin bu çıkışmasını duyunca bir an gözleri döndü. Kaşlarını çatarak elindeki çakıyı sinirle Mirali’ye doğru fırlattı. Mirali kendisine doğru gelen bıçağı savuşturmak için başını yana çevirdi. Bıçak arkasındaki taş duvara çarpıp yere düşerken çıkardığı ses Mirali’nin kulağında çınladı. Bakışlarını Tahir’e doğru çevirerek umarsızca sırıtmaya devam etti.
“ Bu kadar da korkma benden Tahir!” Sesi yüksek ve tehditkâr bir tını taşıyordu. “ seni öldürmeden beni öldürsen iyi edersin. Aksi takdirde ecelin alacağım bunu da böyle belle!” Sesi soğuk taş duvara çarpıp içeride korkunç bir yankıya dönüştü. Tahir’e attığı sert bakışları, onu yerle bir edebilecek kadar güçlüydü.
Tahir sinirle yumruk yaptığı elini Mirali’nin yüzüne doğru savurdu.
Mirali yumruğun etkisiyle yana doğru savrulurken ağzı kan içinde kaldı. Ağzına gelen yoğun demir tadıyla yüzünü buruşturup yere kan tükürdü. Güçlükle yerinden doğrulurken yüzüne yine bir gülümseme yayıldı. Ağzından akan kanlar çenesinin altından göğsüne doğru inerken vücuduna sıcak bir his bırakıyordu.
“Adamlığın bu kadar mı, ulan it!” diye bağırdı, boynundaki damarlar öfkeyle şişmiş, patlayacak gibiydi.
Tahir eline bulaşan hafif kan izlerini duvara silip sertçe Mirali’nin saçlarından tutup yukarı doğru kaldırdı.
“Ben sana ne yapacağımı çok iyi bilirim de şuan müstakbel karımın hatırı var ona dua et!” diyerek Mirali’ nin başını hızla öne doğru ittirdi ve hışımla ayağa kalktı. Eliyle üstünü sildikten sonra kapıyı sertçe çekip kilitledi.
Kapının arkasından uzaklaşırken attığı adımların sesi Mirali’nin kulaklarına çalınıyordu.
Güçlükle yerinden doğrulurken yüzüne yine garip bir hüzün çökmüştü. Aklı hep Gülnaz’daydı. Onun şimdi nerede olduğunu, başına neler geldiğini düşünmekten kendini alamıyordu. İçindeki endişe, yaralarından daha fazla acıtıyordu. Dudaklarını sıkarak derin bir nefes aldı, ama içindeki sıkıntı bir türlü geçmiyordu. En son onu yol ayrımında Tahir’le birlikte oradan uzaklaşırken görmüştü. Ama onu en çok üzen şey onu orada bırakıp uzaklaşması değil, giderken Tahir’e seninle evlenirim demesiydi. Bu cümle her aklına geldiğinde kalbine ince bir sızı ilişiyordu. Bakışlarını yukarıdaki pencereden dışarıya çevirdi. Pencereden gökyüzünde tüm ihtişamıyla parlayan yıldızlara baktı. Onunla aynı göğü paylaşıyordu ama sanki farklı dünyaların insanlarıydılar. Bakışları gökyüzündeyken dudakları hafifçe aralandı. “Seni seviyorum güzelim, benim için ulaşılmaz olsan dahi, yanımda olmasan dahi seni seviyorum, güzelim. Sadece güzel günlerde değil, gözlerin bulutlandığında, sesin titrediğinde, omuzların düşüp dünyaya ağır geldiğinde de seviyorum. Belki de en çok o zaman seviyorum. Çünkü aşk, yalnızca güneşin altında yürümek değil; fırtınanın içinde el ele kalabilmek demek değil mi zaten
Seni seviyorum, güzelim. Ve bunu anlatmanın milyonlarca yolu olsa da en basit haliyle söylüyorum: Varsan, dünya güzel. Yoksan, her şey biraz eksik.
Ve ben, hep tamam kalmak istiyorum. Şimdi senin baktığın göğe bakıyorum ve biliyorum sen de oralara bir yerlere bakıyorsun. Sakince elini kalbine götür ve beni o zaman göreceksin.
Titreyen dudaklarında dökülen kelimelere daha fazla devam edemedi. Sesi titrerken aldığı nefes boğazında bir yumru gibi sıkışıp kaldı. Gözlerinden akan gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. Başını hafifçe yana eğdi. Gözüne birden duvar dibinde ay ışığında parlayan bir cisim takıldı. Biraz daha net görebilmek için gözlerini kıstı. Yerdeki cismin ne olduğunu anlayınca vücuduna ani bir rahatlama yayıldı. Çünkü yerde az önce Tahir’in ona fırlattığı çakı duruyordu. Hiç ummadığı bir anda küllerinden bir umut doğmuştu...
Araba yavaş bir şekilde toprak yolda ilerlerken çıkardığı sarsıntı, ahşap tekerleklerin gıcırtısıyla karışıp garip bir ritim tutturmuştu.
Kaç dakikadır yoldaydık bilmiyordum. Kendimi bu daracık yerde zaman ve mekandan sıyrılmış gibi hissediyordum ama işin sonunda Mirali’yi kurtarmak vardı ve ben bu yüzden buradaydım. Bir an önce Ebe Hatun’a gitmeliydim Gerçi Ebe Hatun’a gidip ne yapacağım da pek belli değildi ama bana yardımcı olabilecek başka kimse de yoktu.
Biraz daha zaman geçtikten sonra araba yavaşlayarak durdu. Örtü altından belli belirsiz bir ses duydum.
“ Gülnaz geldik, çıkabilirsin”
Ses Hacer’e aitti, neredeyse duyulmayacak kadar kısıktı.
Üstümdeki örtüyü yavaşça kaldırıp yerimden doğruldum.
Etraf karanlık olmasına rağmen ilerdeki kilisenin surları ayın verdiği cılız ışık süzmesi arasından seçilebiliyordu.
Ağır ve temkinli bir şekilde arabadan inince birden içime anlamsız bir titreme yayıldı. Hızla elimi kalbime götürürken bakışlarım istemsizce gökyüzüne kaydı. Sanki birileri kulağıma o an gökyüzüne bak diye fısıldamıştı. Neden bilmiyordum ama Mirali’nin de şuan benimle birlikte gökyüzüne baktığını hissedebiliyordum. Elim kalbimdeyken dudaklarımdan kelimeler dökülmeye başladı.
“Bekle beni ay yüzlüm...” titreyen bir tınıyla çıkan kelimeler eşliğinde gözlerimden, kalbimin üzerinde olan elime bir damla gözyaşı damlayınca hızla elimle gözlerimi sildim. Ne olursa olsun bugün ağlamayacaktım.
Hacer de arabadan inip yanıma geldi. Yüzünde gergin bir ifade ile bana baktı.
“ Ya Gülnaz tek başına nasıl başaracaksın?” diye sorarken diğer yandan da ellerimi tuttu.
Başımı iki yana çevirip tekrardan Hacer’e baktım.
“Mecburum Hacer” diyerek derin bir iç geçirdim. “Onu kurtarmanın başka yolu yok” diye ekleyerek Hacer’in elini daha da iyi kavradım.
“ Şimdi bundan sonrası bende” Hacer konuşmaya çalıştı ama hızla sözünü kestim. “ Hayır Hacer sen konağa döneceksin. Herkes seni konaktan çıkarken gördü. Dikkatleri üzerine çekme”. Dedim.
Hacer hiç de istemeyerek başını onaylar gibi sallayarak bana sıkı sıkıya sarıldı.
“Lütfen dikkatli ol” dedi. Gözlerinden benim için endişelendiği belliydi. Bir müddet sarıldıktan sonra onunla vedalaşıp şalımı tanınmamak için iyice üzerime çektim. Kiliseye doğru uzanan taş yolda ilerlerken etrafta, uzaklaşan at arabasının çıkardığı sesten başka ara sıra yükselen cır cır böceklerinin sesiyle birlikte ritim tutan bir baykuşun sesi de vardı. Ağır ve temkinli adımlarla ilerliyor, neredeyse her adımda panikle arkama dönüp bakıyordum. İçimde hissettiğim garip duyguyu bastırmaya çalışırken yolumu aydınlatan ay ışığı az ilerde Ebe Hatun’nun evinde parladı. Evi görür görmez adımlarımı daha da sıkı tutarak hızlanmaya başladım. Evin önüne varınca elimle ahşap kapıyı alacaklı gibi sertçe çaldım. Kapı bir müddet sonra yavaşça açıldı.
Kapının arkasında şaşkın bakışlarıyla bana bakan Ebe Hatun duruyordu. Bir müddet duraksadı, sonra yorgun bedenini hareket ettirip kenara çekildi. Eliyle içeriyi göstererek yaşlılıktan büzülmüş dudaklarını araladı .
“Hele geçesin içeriye kızım” dedi yorgun sesi titrek bir tınıyla çıktı.
Yavaş ve temkinli adımlarla içeri girince gözüm, Mirali’ yi yaralayınca yatırdığımız ahşap karyolaya takıldı. Bir an duraksayıp uzaklara dalmış gibi bir müddet bakışlarım karyolada kilitli kalırken yaşadıklarım bir bir gözümün önünden bir film şeridi gibi akıp gidiyordu. Ağlamamak için kendimi zor tutarken Ebe Hatun’un sesiyle irkildim.
“Gülnaz! Ne işin var gecenin bir vaktinde evimde?” diye sordu. Sesi meraklı bir tını taşıyordu.
Yavaşça Ebe Hatun’a döndüm. Gözlerimden ,her ne kadar zor tutsam da, bir damla gözyaşı damladı.
“başaramadım, onu koruyamadım.” Ellerimi saçlarımın arasına alıp odada dolanmaya başladım. “ Biz sadece mutlu olmak istemiştik. Bize zehir olacağını nereden bilebilirdim.” Dedim. Gözlerim dumanlaştı, göğsüm sıkışırken nefesim düzensizleşiyordu. Ebe Hatun yavaşça omzumdan tutup beni sarstı.
“Kendine gel kızım!” diyerek beni yavaşça yerdeki minderin üzerine oturttu. Hızla yandaki sehpanın üzerindeki sürahiden bir bardak su doldurdu.
“Al kızım hele bir soluklanasın Betin benzin atmış kendine gel” dedi ve önümde diz çöküp ellerini dizlerinin üstüne koydu. Ben suyu içerken meraklı bakışları üzerimdeydi. Elimdeki bardağı sehpanın üzerine koyduktan sonra yavaşça Ebe Hatun’a döndüm.
“Ebe Hatun, biz kaçtığımızda babamlar ve Karabeg’ler peşimize düştü.”
Bir an olanlar zihnimde canlanınca içime derin bir hüzün çöktü. Gözlerimi ocağa çevirdim. Ocakta yanan titrek ateşe takılıp kaldım. Gözlerimin kenarında biriken yaşlar, ateşi bulanıklaştırdı.
“Sonra...” dilim dönmeye cesaret edemiyordu. Sanki omuzlarımda bir dünya ağırlık çökmüş gibi hissediyordum.
Ebe Hatun, buruşuk yüzünü daha da buruşturarak derin bir nefes aldı. Yer yer beyaz tellerin aralardan sızdığı gür kaşlarını çatarken, gözlerinde merakın izlerini taşıyan sert bir ifade belirdi. Bir an duraksadı, sanki zihninde olanlar canlanmış gibi bakışları üzerime kilitlendi. Büzülmüş dudaklarını aralayıp meraklı bir ses tonuyla:
Bakışlarımı ocaktan çekip Ebe Hatun’a döndüm. Dilimde kalan son mecalle konuşmaya devam ettim.
“Sonra Tahir ve adamlarına yakalandık” gözlerim bulanıklaşırken sesimde bir titreme vardı. “ Onu yakaladılar ve Tahir onunla evlenmem karşılığında hayatını bağışlayacağını söyledi.” Nefesim daraldı göğsüme ince bir sızı ilişti. Ellerimi kalbime götürürken bakışlarımı Ebe Hatun’a çevirdim.
İçimde kalan son bir umut parçasıyla konuştum.
“Yalvarırım yardım et!” diye ağlarken birden dizlerine kapıldım
“Benim artık dayanacak gücüm kalmadı, gidecek kimsem de kalmadı. Yardımcı olabilecek tek kişi sensin” diye ağlamaya başladım. Ebe Hatun yüzünde bariz görülebilen bir hüzünle bana baktı. Yavaşça omzumdan tutarak beni ayağa kaldırdı. Gözlerinde derin bir ürperti taşıyordu. Bakışlarını yana devirip derin bir iç çekti. Sonra benden uzaklaşarak ocağa koyduğu bakır bir tasın içindeki koyu renkli bir sıvıyı karıştırmaya devam etti.
“ Ah benim bahtsız kızım” ocaktaki muhtemelen hazırladığı yeni merhemi karıştırırken göz ucuyla bana baktı. “ Sizin kaderiniz baştan beri dürülmüştü zaten” dedi.
Ebe Hatun’un sözleri içime soğuk bir esinti gibi esti. Kaşığını ağır ağır merheme daldırıp karıştırmaya devam ederken yüzündeki derin çizgiler gölgeleniyordu.
“Ne demek istiyorsun, Ebe Hatun?” diye sordum, sesim farkında olmadan titredi. Aynı zamanda ellerime istemsiz bir titreme tuttu.
Kadın gözlerini bana dikti, içinde beni yutacakmış gibi bir derinlik vardı. “Bazı yazılar silinmez, bazı yollar dönülmez. Senin de yolun çoktan çizildi, Gülnaz.” Dedi. Sesi ilk defa bu kadar ciddi ve kararlı çıkıyordu.
Göğsümde sıkışan nefesle başımı iki yana salladım. “Kim çizdi? Kim benim kaderimi böyle yazdı?” diye sorarken gözlerim yine buğulanmıştı.
Ebe Hatun iç geçirdi, kaşığı kenara bırakıp ellerini kucağında birleştirdi. “Bazen insan kendi kaderini kendi seçtiğini sanır kızım, oysa ipler çoktan örülmüştür. Senin iplerin de yıllar önce kanla atıldı.” Sözleri odada yankılanıp kulaklarımda çınlayınca kalbim yerinden çıkacak gibi çarptı. “Mirali mi?” diye sordum fısıltıyla. “Bunun onunla ilgisi var mı?” Aynı zamanda onunla bir bağlantısının olmaması için içimden dua ediyordum .
Ebe Hatun bir an sustu, sonra kalkıp bana sırtını döndü. “Her şeyin bir zamanı var, kızım. Ama bazı şeyleri bilmek, onları değiştirmez.” Dedi sesinde melankolik bir hava taşıyordu.
Yutkundum. İçimde bir şeyler parçalanıyordu. Neyden bahsediyordu bilmiyordum ama ne olursa olsun benden sır gibi sakladığı şeyi öğrenmek istiyordum. Merakla kaşlarımı çatarak karşısında dikildim.
“Ben öğrenmek istiyorum, Ebe Hatun. Ne pahasına olursa olsun.” Dedim. Omuzlarımı dikleştirip karşısında güçlü durmaya çalışıyordum.
Kadın başını hafifçe bana çevirdi, gözleri alev alevdi. Bir an duraksadı gözleri boşlukta takılı kaldı. Sanki geçmişten bir sahne gözlerinin önünde canlanıyordu.
Ağır bir şekilde bakışlarını bana çevirdi.
“Söyleyeceklerim çok ağır şeyler buna dayanabilir misin?” diye sorarken sesinde garip bir tını taşıyordu.
Yavaşça ona doğru bir adım attım. İçimden bir ses onu dinleme diyordu ama bir yanım da gerçekleri öğrenmek istiyordu .
Neyi öğreneceğimi bilmiyordum. Her şeye hazırlıklı olmak zorundaydım o yüzden bacaklarımı iyice güçlendirip dimdik ayakta durmaya çalıştım.
“ Ne saklıyorsun Ebe hatun? Bilmek istiyorum.” Dedim sesimi yükselterek.
Yaşlı kadın yavaşça karyolanın yanında diz çöktü. Yatağın altından eski küçük bir sandık çıkardı. Üstünde yılların biriktirdiği tozlar vardı. Eliyle üstündeki tozları silip ağır bir şekilde sandığın kapağını açtı. İçinden eski bir mektup çıkarıp bana doğru uzattı.
“O yaşlı bunak zamanı gelince bu mektubu ortaya çıkar demişti. Demek zamanı gelmiş” diyerek yüzünde hafif bir gülümseme belirdi ama çok kısa sürdü, tekrar yüzü düşüp hüzünlenmeye başladı.
“ Aradığın tüm cevaplar bu mektubun içinde güzel kızım” dedi.
Ne dediğini anlamamış gibi bir bakış attım. Titreyen ellerimle eski mektubu elime aldım. Gözlerim eski mektubun üzerindeki eski el yazısına ilişince büyük bir şaşkınlıkla Ebe Hatun’a baktım. Çünkü üzerinde “sevgili torunuma” yazıyordu. Merakla Ebe Hatuna bakarken konuşmak için ağzımı açtım.
“Bbu Mirali’ nin dedesinden mi?” diye sordum. Titreyen parmaklarımla mektubu zar zor elimde tutuyordum. Ebe Hatun önce bir müddet duraksadı. Sonra yüzündeki derin hüzünle başını onaylar gibi salladı.
Elimdeki mektuba kısa bir bakış attım. Açmaya cesaretim yoktu ama açmak zorundaydım. Zihnimi kurcalayan onca sorunun cevabı bu satırlarda gizliyse eğer ne pahasına olursa olsun bu mektubu okumalıydım.
Neredeyse hissizleşmiş ellerimle güçlükle mektubu açtım. İçinde yılların verdiği etkiyle sararmış, buruşuk bir kağıt vardı. Kağıdı tereddüt ederek yavaşça açıp okumaya başladım.
Bu mektup eline geçtiği zaman benim bu aciz bedenim çoktan toprağa karışmış olacak. Öncelikle hayatını mahvettiğim için çok pişmanım. Ben sana yüklediğim kehanetlerle, seni zincire vuran sözlerimle, sana bıraktığım mirasla… Her adımını, her nefesini gölgeledim. Bunun farkına vardığında artık çok geç biliyorum. Ama bil ki, ben de seni sevdim. Seni orada bırakıp gitmemin sebebini bilmeni istiyorum. Seni o zalimin elinden kurtarmak için bunu yapmak zorundaydım.
Benim yaptığım bir hatanın bedelini annen ve baban ödedi. Ama sana aynı kaderi yaşatmak istemedim. Senin hayatını mahveden, umutlarını çalan, anneni ve babanı gözünü bile kırpmadan öldüren kişi Bekir Aşireti’nin reisi, Necat Bey’dir.
Bunu böyle belle! Ve eğer bir gün içindeki ateşi söndürmek istersen, annenin ve babanın kanını yerde koyma.
Rasim
Evet arkadaşlar öncelikle bölüm hakkında görüşlerinizi yazabilirsiniz.
Arkadaşlar artık yavaş yavaş finale yaklaştığımız için geri kalan bölümler üzerine detaylı bir şekilde düşünüp çalışmak istiyorum. Bu bölümü bir nevi sezon finali olarak görün buraya bir müddet bölüm gelmeyecek onun yerine öne çıksın diye belirli aralıklarla boş bölüm atacağım bilginize geri dönüş bomba gibi olacak 😊 😊 😊 önemli olan beni burada yalnız bırakmamanız 🥺2
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
6.82k Okunma |
1.99k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |