25. Bölüm

BÖLÜM 25

Dide🌱
yazardide

*ÇELEBİ’NİN AĞZINDAN*

Hayatımın en güzel saatlerini sevdiğim kadınla dans ederek geçiriyordum. Sevdiğimiz bütün insanlarla birlikte hayatımın aşkıyla evleniyordum. Süreyya’m, bal tanem… yine gözlerinden bal damlaya damlaya bakıyordu bana, o kadar huzurlu görünüyordu ki başını omzuma yasladığında derin bir nefes aldığını hissettim. Saçlarından mis gibi yasemin kokusu geliyordu. Benim evime taşınma maceramızı konuşurken tatlılığına dayanamadım onu sevdiğimi sürekli söylediğim yetmiyormuş gibi yine söyledim. Önce hafifçe kızardı, başını azıcık eğdi ve tam o da beni sevdiğini söyleyecekti ki bir silah patladı. Tek el bir silah atışı…

Ben refleks olarak Süreyya’nın başını göğsüme iyice bastırıp aşağı doğru eğildim. Çığlıklar yükseliyordu. Hızla Onur’a baktım, o da benim yaptığımı Gökçe’ye ve Selin’e yapıyordu. Herkes masaların altına eğilmişti. Deniz’de Gökçe’nin yanındaydı. Kimse vurulmuşa benzemiyordu. Silah atışlarının devamının gelmediğini anlayınca ayağa kalkmaya çalıştım. Gözlerim Süreyya’ya kaydı. Kalkmıyordu, bembeyaz gelinliği kırmızıya boyanmıştı. Vurulmuş muydu yani?

Gerçeklik algımı kaybetmiş gibiydim, şaka gibi geldi şu otuz saniye… hemen tekrar eğildim, seslendim ama cevap vermiyordu.

-Onur, ambulans… ambulans… HEMEN AMBULANS ÇAĞIRIN! ÇABUK!

Benim bağırmalarımla ne olduğunu anlayan ama idrak edemeyen Gökçe, Deniz, Onur ve diğer öğrenciler başımıza toplanmaya başladı.

-ABLA? ABLACIM…

Gökçe feryat figan ağlamaya başlamıştı. Hemen ablasının yanına koştu. Onur, ağlamaktan neredeyse yere yığılacak olan Selin’i tutmaya çalışıyordu.

-Abla aç gözünü kurban olayım, nolur… sensiz ne yaparım ben? Ablacım nolur, nolur uyan…

Süreyya’nın göğsü kısık kısık inip kalkıyordu. Bu sefer çok zorlanarak derin bir nefes aldı ve gözlerini açmaya çalıştı. Onun da gözünden yaşlar akıyordu.

-Çelebi…

Dedi kısık sesiyle,

-Süreyya’m hiçbir şey olmayacak merak etme tamam mı? Yetişeceğiz…

-Gökçe, sana emanet…

Bu sözlerinden sonra gözleri kapandı ve başı yana düştü.

-HAYIR, HAYIR, HAYIR… BÖYLE BİR ŞEY OLMAYACAK SÜREYYA, BİRLİKTE OLACAĞIZ DUYDUN MU BENİ? UYAN NOLUR UYAN. NEREDE KALDI BU AMBULANS? SÜREYYA’YI DA KAYBEDEMEM…

Süreyya’yı kucağıma aldığım gibi arabaya gittim. Gökçe’de arka koltuğa ablasının yanına oturmuş, ablasını dizlerine yatırmıştı. Ben çok telaşlıydım ama Gökçe’yi de düşünmem lazımdı. Hemen arabayı çalıştırdım ve en yakın hastaneye doğru sürmeye başladım.

-Gökçe, sakin ol. Kurtaracağız ablanı.

-Çelebi abi, yaşayacak değil mi ablam?

-Yaşayacak tabi ki, bizden kurtulmak kolay mı? Yine şikayet edecek bizden. Sebze yememenden, çayı üç şekerli içmenden, odanı sürekli dağıtmandan, yine her şey eski haline dönecek söz veriyorum sana. Bak yaklaştık zaten tamam mı?

Yarım saatlik yolu on dakikada gitmiştik. Arabayı ortaya bırakıp hemen Süreyya’yı tekrar kucağıma aldım ve hastaneye girdik. Hemşire ve doktorlar bizi görünce hemen harekete geçtiler. Süreyya bir sedyeye yatırıldı ve hemen ameliyata alındı. Biz Gökçe’yle ameliyathane kapısında ağlarken on dakika sonra da Onur ve diğerleri geldi. Artık doktorlardan gelecek olan cevabı beklemekten ve dua etmekten başka yapabileceğimiz bir şey yoktu.

İki saatin sonun doğru içeriden bir doktor çıktı, hepimiz başına toplandık.

-Süreyya Tuncer’in yakınları sizler misiniz?

-Ablam nasıl Doktor Hanım?

-Kurşun karaciğerin hemen altına denk gelmiş. Kurşunu çıkarttık ama bir reaksiyon gösterip göstermeyeceğini ancak önümüzdeki yirmi dört saat içerisinde öğrenebiliriz.

-Yaşayacak mı?

-Yirmi dört saat dolmadan bir şey söyleyemem… Geçmiş olsun.

Doktor Hanım gittiğinde Gökçe tekrar yere yığıldı, ben onu yerden kaldırıp sarıldım.

-Sakin ol Gökçe bak hayatta ablan, bırakmadı bizi.

Onu koltuğa oturtup Deniz’le baş başa bıraktım ve onlardan biraz uzaklaştım. Erkek adam ağlamaz derler bir de… Yemişim erkekliğini onlar hiç sevdikleriyle sınanmamışlar…

Kendimi toparlayıp tekrar yanlarına gittim. Süreyya’yı ameliyathaneden çıkarıyorlardı, odaya geçecekti. Artık sadece bekleyecektik, tekrar o güzel gözlerini açmasını…

*SÜREYYA’NIN AĞZINDAN*

Uzun zamandır en derin ve rahat uykumdan uyandım. Yanımda aynı makine yine ötüyordu. Bir de Çelebi, yanımdaki sandalyeye oturmuş elimi tutmuş Reşat Nuri Güntekin’den Çalıkuşu romanını okuyordu. Eski bir kelimeyi okumakta zorlanıyordu onu okumak için çabalıyordu.

“Ümitsiz hastalıkların, mukadder felaketlerin son bir ilacı vardır: Tahammül ve tevekkül…”

-Mukadder ne demek ki ya? Süreyya’m sen biliyorsundur kesin? Uyandığında soracağım… Neyse devam edelim.

-Mukadder, kdr kökünden gelir “kaderde olan” demektir Çelebi.

-Kaderde olan demek ha vay be, aşkım her şeyi biliyorsun ya.

Benim uyandığımı ilk önce fark etmemiş olsa da ardından fark edince kitabı şak diye kapattı ve sandalyesinde heyecanla doğrulup bana baktı.

-Süreyya? Süreyya uyandın. Biliyordum birtanem biliyordum. Bekle, iyi misin? Dur doktoru çağırayım.

Hemen kapıya koştu.

-Doktor Hanım, hemşire? Süreyya uyandı.

-Çelebi abi, şaka yapmıyorsun değil mi? uyandı mı gerçekten?

-Uyandı tabi ki, uyanacak demedim mi ben sana. Hadi geç içeri de gör ablanı. Hemşire?

İçeriye Gökçe, Onur ve Selin de girdi. Gökçe hemen yanıma geldi yanaklarımdan öptü.

-Ablacım çok korktum. İyisin değil mi şimdi?

-İyiyim kardeşim iyiyim. Her şey yoluna girecek merak etme.

İçeriye Deniz de girdi.

-Açılun bakayum hastanun başundan. Ee edeceğsunuz adami deli! A benim deli gızım uyanmış mi? a benim güzelim, garadeniz’in yaylalarında açan nadir çiçeğum. Oy çiçeğum. Yerum kız seni. İyisun değul mi?

Gülmeye çalıştım ama canım acıdığı için sırıtmakla yetindim.

-İyiyim ballısi. E ne oldi sanki? Ne ölmesi gardaşum bayılmişum.

-He devaminda küfür vardir emme etmeyelum ha çocuklar da vardur.

Daha sonra doktor gelip kontrol etti ve her şeyin normal olduğunu, serum bitince taburcu olabileceğimizi söyledi. Çelebi, çıkış işlemleri için Onur’la birlikte odadan çıkınca kızlarla baş başa kaldık.

-Abla, ben senin ağzının bu kadar bozuk olduğunu bilmiyordum.

-O ne demek kız?

-Söylesene Deniz abla?

-Süreyya, valla Gökçe doğru söylüyor. Narkozluyken Çağatay’a da Nevra’ya da yaşadıklarına da birer tur bindirdin.

-Gerçekten küfür mü ettim?

-Küfür az kalır, buna daha çok sövme ve saydırma diyebiliriz.

-Ay çok utandım şuan. Kimler duydu bunu?

-Sanırım herkes... Ama sonuçta narkoz altındaydın, olabilir böyle şeyler.

-Of, rezil oldum ya.

Ben rezilliğime üzülürken içeriye Çelebi girdi,

-Kızlar araba hazır.

-Hocam, sizi sağ salim uyanmış gördüğüme göre ben artık eve gideyim.

-Teşekkür ederim Selin’cim. Git tabi ki…

-Selin, ben sana arabaya kadar eşlik edeyim, ablam da hazırlanadursun.

-Selin, bir de Onur arabanın yanında seni bekliyor haberin olsun.

-Ben kendim giderdim Çelebi abi.

-Saçmalama Selin’cim, Ali iki dakikada bırakır seni. Onur da eşlik eder sana hem yalnız kalmamış olursun.

Selin yine karşı çıkmak üzereyken Gökçe kolundan tuttuğu gibi çıkışa sürüklemeye başladı. Deniz de ellerini yıkama bahanesiyle odadan çıkıp bizi Çelebi’ye baş başa bıraktı. Çelebi hemen yanıma oturup ellerimi tuttu ve derin derin öptü.

-İyisin değil mi birtanem?

-İyiyim, Çelebi. İyiyim ama bu nasıl oldu hala anlamıyorum.

-Bunu her kim yaptıysa bulacağım ve onu doğduğuna pişman edeceğim Süreyya’m.

-Polise teslim edeceğim demek istedin galiba Çelebi?

-Önce canına okuyayım da sonra gerekirse kendi elimle teslim ederim aşkım.

-Aşkım?

-Aşkım değil misin?

-Yok çok yakıştı ağzına da beğendim, aşkım…

Tekrar ellerimi öptüğünde aklıma az önceki küfürler geldi.

-Çelebi, sen benim küfürlerimi duydun mu? Eğer duyduysan hemen unut olur mu?

-Süreyya, bak nasıl da hatırladım… Of onlar ne kadar yaratıcı küfürlerdi öyle ya. Bak kaç yıllık mafyayım öyle küfür duymadım.

-Çelebi!

-Şaka yapıyorum birtanem. Kolay şeyler yaşamadın olur öyle şeyler. Hadi hazırlanalım da evimize gidelim.

 

Bölüm : 20.04.2025 18:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...