
Adım Güz. Adımla ilgili bir bağlantı kurmak istedim hep. İnsanların isimlerinin kişiliklerini yansıttığını söylerler. Buna önceleri pek katılmasam da şimdilerde katılmaya başladım. Ağaçlar büyür, yeşerir, sararır ve yapraklarını döker. Şimdi bende sararma evresindeydim. Tekrardan çiçek açacağım zamanı bekliyordum. Sonbahar gibi...
İnsanların hep çift kimliklerinin olduğunu düşünürdüm. Doğruymuş. Sanki büyük bir maskeli balodaydık ve benim dışımda herkes maske takıyordu. Kimse dışarıdan göründüğü gibi değildi. Her şey maskenin arkasındaki kişiye bağlıydı. Ben maske takmayı sevmezdim. Olduğum gibi görünmeyi severdim. Ne eksik ne fazla anlatırdım insanlara kendimi ama insanlar çok tehlikeliydi. Çok samimi olduğunu düşündüğün birisi bile seni bir çıkar uğruna kolayca harcayabilirdi.
Zaten darbeler en yakınımızdan gelmez miydi?
11. sınıfa gidiyordum. Alan seçimi yaptığımız için sınıfları dağıtmışlardı. Benim için sorun yoktu. Eski sınıfımda kendi kafama göre birini bulamamıştım zaten. Ya insanlar çok hayalperestti ya da ben gerçeğin ta kendisiydim. İnsanlar bana sahte geliyordu. Buğday tanesi kadar küçücük şeyleri kendilerine dert ediniyorlardı. Ben öyle değildim. Canım tatlı değildi. Çok acı çeksem bile bazen gıkımı bile çıkartmazdım. İçimde yaşardım her şeyi. Dışarıya yansıtmazdım hiçbir derdimi. İçime atardım.
Acılar paylaştıkça artardı. Kim daha fazla acı çekmek ister. Sanki acılar bir açık arttırmada satılıyordu. Bense en fazla pahayı biçmiştim acılarım için.
11. sınıfın ilk günüydü. Sabah daha 6 bile olmadan kalktım. Dolaptan aldığım peynir, domates ve salamla kendime bir sandviç yaptım. Yanında da kendime filtre kahve demledim. Kahve içmeden yapamayanlardandım. Sevmezdim kantinin yemeklerini. Yemeğimi evde hazırlamayı daha çok severdim. Sandviçimi hazırladıktan sonra odama gidip okulumuzu temsil eden okul formamı giydim. Okul formamın tişörtü beyazdı. Dizimin biraz üstünde biten siyah bir eteği vardı. Okul kıyafetlerimi giydikten sonra üstüme siyah kolej ceketimi geçirdim. Saçlarımı tepede bir topuz yaptım. Makyaj yapmayı sevmediğim için yüzüme hiçbir şey sürmemiştim. Evden çıktım.
Evimle okulun arası çok yoktu. Otobüsle 10-15 dakika sürüyordu. Otobüse biner binmez tekli koltuğa oturdum ve kulaklığımı taktım. Yol boyunca müzik dinlemiştim. Sonunda okul kapısından içeri girdiğimde yeni sınıfımı aramaya başladım. Nöbetçi öğretmene sınıfın kaçıncı katta olduğunu sordum. Sınıf 3. kattaydı. Koşarak merdivenlerin yolunu tuttum. Merdivenlerden hızlıca çıkarken zil çalmaya başlamıştı.Acele etmem gerekiyordu. İlk günden geç kalıp bütün dikkatleri üzerime çekmek istemiyordum. Sonunda sınıfa ulaştığımda sıra yer bulmaktaydı. Eski sınıfımda kimseyle kafa yapım uymadığı için yalnız oturuyordum. Onlara göre ben çok sessiz sakindim. Zaten sessiz olduğum için hep beni ezmeye çalışıyorlardı.
Sınıfta boş yer bulmak için gözlerimi gezdirdiğimde bir yer dışında hiçbir yerin boş olmadığını gördüm. Daha önce hiç biriyle oturmamıştım. Çaresizlikle 3. sıraya doğru yürüdüm. Sıranın yanında dikildiğimi görünce oturan kişi hareketliliği hissetmiş olacak ki gözlerini bana çevirdi. Birkaç dakika konuşmadım, sadece yüzünü inceliyordum. Altın hareleri insanı hipnoz edebilecek kadar dikkat çekiciydi. Keskin elmacık kemikleri vardı. Bakışları çok sertti. Dışarıdan bakan biri onunla konuşamazdı sert siması yüzünden. Uzun süre kahve harelerimi üstünden çekemedim. Benim bakışlarım ona nazaran daha yumuşaktı. Ben ona bakarken o da bana bakıyordu. Onun gözleri de benim üzerimdeydi. Gözlerimi ilk çeken ben oldum. Birkaç dakika sonra onu sapık gibi izlediğimi farkettim ve gözlerimi çektim üstünden. Daha sonra aramızdaki sessizliği bozmak için konuşmaya karar vermiştim.
"Oturabilir miyim?"
Ses gelmeyince oturabileceğimi anladım ve onun yanına oturdum. Benim için garip bir histi sıra arkadaşımın olması. Bu tarafa hiç dönmüyordu. Dönse de ben henüz onunla konuşacak cesareti kendimde bulamamıştım. Onun yanına oturana kadar tek dostum kulaklığımdan dinlediğim şarkılardı. Gözleri hep dışarıyı izliyordu.
Sahi ne vardı bu kadar izlenecek.
Dışarıya kafamı çevirdiğimde neyi izlediğini anladım. Adeta bir sanat eseri gibiydi gökyüzü. Hava biraz pembe biraz mor biraz sarı ağırlıklıydı. Daha güneş tam doğmamıştı. Bulutlar pembe ve beyaz karışımıydı.
Onun baktığı yere bakmayı bıraktım ve kulaklığımı takıp bir şarkı açtım. Ancak şarkılarla dinlenebiliyordum. Şarkılar gösteriyordu bana yolumu. Karanlık gecelerimde yolumu onlarla buluyordum. Belki de ev dediğim bir kişi değildi benim için. Evim şarkılardı.
Dersimiz edebiyattı. Çocukluğumda beri şiir okumaya, bir şeyler ezberlemeyi çok seviyordum. Derslerde genellikle herkes uyuyordu. Bu sefer durum farklıydı. Etrafıma baktığımda benimle beraber dersi dinleyen birini daha fark ettim. Yanımdaki altın hareli yabancıyı...
Teneffüs zili çaldığında 10 dakikalık teneffüsü değerlendirmek için bahçeye çıktım. Yağmur hafif hafif atıştırmaya başlamıştı. Dışarıdaki herkes içeriye konuşturuyordu. Dışarıda bir tek ben kalmıştım. Yağmurdan ıslanmaktan korkuyorlardı. Ben yağmuru severdim. Ben yağmurun ta kendisiydim. Islanmak korkutmazdı beni.
Avuçlarımı yukarı kaldırdım. Kutsal suyun bütün vücuduma nüfuz etmesine izin verdim. Kokusunu içime çektim. Topuz yaptığım saçlarımı açtım. Omzuma düşmelerine izin verdim. Gözlerimi kapatıp kutsal suyun sesini dinledim. Üstümde sadece formam vardı. Hasta olsam bile umrumda değildi. Bu fırsatı kaçıramazdım. Benim için mutluluk buydu. Basitti bu kadar mutlu olmam ama hiç layık görmediler beni mutluluğa.
Düşündüklerimden ayrılıp gözlerimi açmama omzuma bırakılan bir ceket sebep olmuştu. Bu oydu. Yanımdaki altın harelerin sahibi... Yüksek ihtimalle pencereden beni görmüştü. Onun bulunduğu pencere tam benim olduğum yeri görüyordu. Ceketi omzuma bıraktı ve okulun kapısına doğru koşmaya başladı. Omzuma bıraktığı ceket benim ceketimdi. Omzuma bıraktığı ceketi kollarımdan geçirip giydim. Yaşadığım olay karşısında şok olmuştum. Altın hareli yabancı üşümemi istememişti. Islanmak pahasına bana ceketimi getirmişti. Herkese görünmez olduğum şu küçücük dünyamda birisi beni görmüştü. Bana üşümemem için ceketimi getirmişti. Artık görünmez değilsin Güz.
Belki de ev şarkılar değildi. Bir kişiydi.
Bunu söylemek için çok erkendi. Bekleyip görmek en iyisiydi. Karşı taraftan gördüğüm en ufak bir şey karşısında evimi değiştiremezdim.
Ev hala şarkılar Güz...
Sırılsıklam olmuş bir şekilde sınıfa girdim. Ögretmenler masasının yanındaki kalorifer peteğine yaslanıp biraz ısınmaya çalıştım. Belli etmeden oturduğumuz sıraya baktım ama o buraya bakmıyordu bile. Sanki göz göze gelirsek dünyanın sonu gelecekti. İsrafil sura üfleyecekti. Bana ceketimi verebilecek kadar düşünüyordu ama benimle göz teması bile kuramayacak kadar korkaktı.
Seni korkutuyor muyum altın hareli yabancı?
Ben bile insanlarla göz temasına girmeyi sevmeyen asosyal bir kız olan ben bile ona bakmak gibi bir cesaret belirtisi göstermişken o hiç yokmuşum gibi davranıyordu.
Göz göze gelsek ne söyleyebilirdim ki ona.
Onda beni kendine çeken bir şeyler vardı. Adını koyamadığım bir şeyler vardı. Hoşlantı veya aşk gibi değildi bu. Daha farklı bir şeydi. O sert harelere rağmen kendimi ona yakın hissetmiştim. Sanki onu önceden tanıyor gibiydim.
Altın hareli yabancı benim için yabancı değildi.
Bir sonraki dersimiz rehberlikti. Hocamız bizimle tanışmak istediğini söyledi. İşte o zaman öğrendim altın hareli yabancının adını. Ayağa kalktı ve sadece tek bir kelime söyledi. Hayatım boyunca hep kulaklarımda yankılanacak o kelimeyi.
"ASİL"
Adı buydu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |