2. Bölüm

1. BÖLÜM

Yazarimsibirileri
yazarimsibirileri

Sürücü kapısı çizik ve vuruklarla dolu olan, ön tamponu hafif içeriye çökmüş, annemin uzun zamandır yıkamayı ertelediği gri Impreza garaja doğru ilerledi. Pekâlâ, annem artık kabul etmeliydi ki araç kullanma konusunda ki yetenekleri tam bir fiyaskoydu. Babam her ay bütçemizin hatırı sayılır bir kısmını araç masrafları için ayırmayı gelenek haline getirmişti.

Son birkaç aydır kullandığım alt kattaki odamın penceresinden annemin aracın bagajına tıkıştırdığı alışveriş poşetleriyle savaşmasını izlemekle yetindim. Ona yardım etmek istesem de oturduğum tekerlekli sandalye bunun önünde büyük bir engeldi. Beni hiçbir işe yaramayan birine dönüştürdüğü için mahkûm kaldığım bu alete olan öfkemin sınırı yoktu.

Kazadan sonra hayatımda birçok şey değişmişti. Eve kapanmıştım, ameliyat üstüne ameliyattan çıkmıştım, yarım yılımı yeniden ayağa kalkabilmek için çabalayarak geçirmiştim ve her şeyin sonunda aynaya baktığımda tüm çabamın boşuna olduğunu sindirmeye çalışmıştım. Aslında hâlâ daha sindirebildiğim söylenemezdi.

Annem ellerinde onlarca poşetle birlikte eve girdiğinde, pencerenin önünden çekilerek çalışma masamın üzerinde duran kitaba sarıldım. Benim için tüm gücüyle çabalayan ailemi üzmek istemediğimden çoğunlukla her şey yolunda rolünü oynamaya alışmıştım. Aslında hiçbir şeyin yolunda gittiği falan yoktu.

“Kiara, tatlım,” diye seslendi annem içeriden. Tekerlekli sandalyemi kapıya doğru çevirerek, “Anne,” diye karşılık verdim. Sanki okuyormuşum gibi kitabı hâlâ elimde tutuyordum.

İçeriden patırtı sesleri yükseldi. Sanırım annem elindeki poşetlerden birkaçını düşürmüştü. Gülümsemekten kendimi alamadım. Sakarlık konusunda onunla aynıydım. En azından kazadan öncesine kadar... Şimdilerde odamdan pek çıkmadığım ve yardımsız çoğu şeyi yapamadığım için hayatımda sakarlığa yer kalmamıştı. Sanırım bu iyi bir şeydi çünkü kırılmayan, dökülmeyen her eşyaya karşı bedel ödenmişti.

Ayaklarımla...

Nihâyet odamın açık kapısında annem belirdiğinde büyük bir savaştan çıkmış gibi gürültüyle soluğunu dışarıya verip, “Selam,” dedi. Üzerinde çoğunlukla olduğu gibi kot pantolonu ve babamın tişörtlerinden biri vardı. “İçeriyi biraz batırmış olabilirim, sanırım baban dönmeden temizlesem iyi olacak.”

“Eminim yanlışlıkla olmuştur,” dedim güldüğümü belli etmeden.

“Kesinlikle! Poşetin alttan yırtılacağını nasıl hesaba katabilirdim ki?”

Düşen atkuyruğunu bozarak geçen hafta sarıya boyadığı saçlarını yeniden toplayıp bağladı. Tekerlekli sandalye hayatıma dâhil olmadan önce annem bir bankada çalışıyordu. Ancak benim için işini bırakmak zorunda kalmıştı. Tamamen eve kapanmak onu bazen zorlasa da hoşnutsuzluğunu bana yansıtmadığı için minnettardım.

“Akşam yemeğinde istediğin bir şey var mı tatlım?”

“Yok, teşekkür ederim,” diye mırıldandım. Artık tüm yüküm ailemin üzerindeyken onları basit isteklerimle boğmamayı öğrenmiştim.

“Pekâlâ o zaman ben gidip yapacak bir şeyler bulayım.”

Kafamı sallamakla yetindim. Annem odamdan ayrıldığı anda sandalyemi yeniden çalışma masama doğru çevirdim ve elimdeki kitabı yerine bıraktım. Günlerim işte tam olarak bu düzende geçiyordu. Benim için hayatın daha kolay olabilmesi adına alt kata taşınan odamın içerisinde, genellikle pencereden bakıp sokağı gözleyerek vakit geçiriyordum. Annem biraz hava alabilmek adına alışveriş bahanesiyle neredeyse her gün dışarıya çıkardı. Babam da annemle aynı bankada çalışıyordu ve belirli saatler boyunca evde olmazdı. Erkek kardeşim Lucas ise okula gider, sonrasında çoğunlukla arkadaşlarıyla vakit geçirirdi. Henüz on altı yaşındaydı ve hayatının en güzel yıllarında benimle eve kapanmayı tercih etmediği için onu suçlayamazdım.

“Lucas'ın antrenmanının saat kaçta olduğuna dair bir fikrin var mı?”

Annemin mutfaktan yükselen sesine karşılık çalışma masamın üzerindeki saate gözlerimi diktim, öğleden sonra dördü gösteriyordu. Lucas okulun basketbol takımındaydı ve sıkı çalışıyordu.

“Sanırım bir saat içerisinde evde olacak.”

Mutfaktan bu kez büyük bir gürültü koptu ve hemen peşinden annemin çığlığı yükseldi. “Aman tanrım! Evde yiyecek hiçbir şey yok, acele etmem gerek.”

“Yardım etmemi ister misin? Sebzeleri doğrayabilirim?”

“Gerek yok tatlım, annen halledecek.”

Aslında ona yardım edebilirdim ama bir şeye uzanmak istediğimde ve sürekli bunun için ondan isteklerde bulunduğumda kendimi kötü hissedeceğimi düşündüğünden bunu reddediyordu. Kazadan önce ev işlerine pek katkıda bulunmadığım için tepki gösteren annem artık bunu hiç önemsemiyordu.

Kaza...

Lise hayatımın son güz döneminin henüz başındaydım. Okul açılalı bir hafta bile olmamıştı ve ilkokuldan beri tanıdığım kız arkadaşlarımdan biri olan Martha'yla beraberdim. Okul çıkışı beni eve bırakmayı teklif etmişti. Her şey olması gerektiği gibi giderken bir anda yola atlayan köpeği gördüğümde istemsizce çığlık atıp Martha'nın köpeği ezmemesi için direksiyona sarılmıştım. Gerisini doğru düzgün hatırlamıyorum bile. Tek hatırladığım aracın takla atması ve Martha'nın çığlıklarına karışan çığlıklarımdı.

O kazadan sonra Martha yoğun bakım savaşını kaybetmişti. Bense onlarca ameliyat geçirmiş ve şu anki hâlimle kalakalmıştım. Olanlardan kendimi suçlamış, ciddi bir tedavi süreci atlatmıştım. Hâlâ doktorumla belirli zaman aralığında görüşmeye devam ediyorum, çünkü hâlâ olanlar bana çok ağır geliyor. Yaşadığım acılar bir yana tüm okul arkadaşlarım Martha'yı benim öldürdüğüme o kadar inandılar ki artık hiçbiri benimle görüşmüyor ve hatta hâlâ arkamdan konuşmaya, beni karalamaya devam ediyorlar. Üstelik acımasızlıkları karşısında yapabildiğim tek şey evde kalarak kendimi suçlayıcı bakışlarından korumaktan ibaret.

Henüz on sekiz yaşında olmama rağmen yaşadıklarım yüzünden çok yorgun hissediyorum. Bu laneti ölene kadar taşıyacağımı da biliyorum. Ailem her ne kadar yeniden ayağa kalkacağıma dair umutlu olsa da bir daha yürüyemeyeceğimin farkındayım. Odanın dışında bekletilirken jaluzilerin arasından Doktor Fall'ın umutsuzca kafasını iki yana salladığını gördüğüm an tüm hayallerim yıkılmıştı.

Aklıma doluşan bu sıkıntılı hatıralardan kurtulmak adına alnımı ovalarken kumandaya uzanarak televizyonu açtım. Pek sosyal medya insanı değildim, dizi veya film de pek izlemezdim. Bu yüzden 7-24 haber yayınlayan kanallardan birinin açık kaldığını gördüğümde şaşırmadım. Vaktimin çoğunu haber ya da belgesel izleyerek geçiriyordum. Bazen büyükbabamın ruhunun bedenimi ele geçirdiğini hissetsem de durum değişmiyordu. Son zamanlarda olanlar yüzünden eğlenmeyi ve gülmeyi unuttuğumun farkındaydım.

“Polis, iki ay önce Ashwyn sapağında kaza yapan ve yanan kamyonetin içinde kalan Richard Anderson'un dosyasını kapatma kararı aldı. Yakınları kamyonetin etrafındaki kime ait olduğu belli olmayan ayak izlerinden şüphelenmişti-"

Dış kapının çaldığını duyduğumda habere olan ilgim dağıldı. Küçük bir kasabada yaşıyorduk ve Richard çevre tarafından pek sevilmeyen, hatta uğursuz sayılan biriydi. Kasabanın en ücra köşesinde yaşar, domuzlarıyla ilgilenirdi. Ölümü duyulduğunda annem babam bile sonunda o pisliğin yeryüzünden silinmiş olmasıyla ilgili birkaç cümle sarf etmişti.

“Tatlım, Danika geldi!”

İç geçirdim. Beni her gün ziyaret eden ve yanımda olan tek arkadaşım Danika'ydı. Kaza öncesine kadar fazla bir samimiyetimiz yokken kazadan sonra birden iyi oluvermiştik. Belki de bu onun da toplum tarafından dışlanan biri olmasından kaynaklıydı. Öylece bir kenara itilmişti ve elinde olan tek seçenek kendisi gibi kenara itilmiş biriyle arkadaşlık kurmaktı; yani benimle.

Danika beni gördüğü anda, “Selam,” diye şakıdı. Sesi incecik ve nahifti. Dış görüşüne tamamen tezatlık oluşturuyordu. Onun hemen arkasında olan annemin memnuniyetsiz bakışlarını kaçırmadım. Danika'ya ve daha doğrusu onun büyük annesi Bayan Leanna'ya karşı pek sıcakkanlı değildi. Aslında kazadan öncesine kadar ben de Bayan Leanna'dan çekinirdim. Hatta mümkün mertebe evinin önünden geçmez, yolumu değiştirirdim. Ürkütücü bir havası vardı. Gri uzun saçları daima açık ve karışıktı. Baston niyetine elinde taşıdığı kurumuş ağaç dalına benzeyen asası ve hafif kamburuyla efsanelerden fırlayan cadılardan farksızdı. Üstelik zaten herkes ona cadı gözüyle bakıyordu.

“Selam,” diye karşılık verdim. Danika bana kocaman gülümsedi. Neredeyse tümünde çeşit çeşit yüzük olan parmakları iki kalın kitaba sarılıydı ve yine her zamanki gibi tırnaklarına siyah oje sürmüştü.

“Size bir şeyler hazırlamamı ister misiniz?”

Danika benden önce davrandı. Cevap vermek için anneme doğru döndüğünde üç numaraya vurdurduğu sol tarafına oranla daha uzun olan sağ tarafındaki saçları havalandı. O sırada dikkatimi en çok kulaklarındaki küpeler çekti. Tek bir boş alan bırakmamaya yemin etmiş gibi teninin her yerini takıyla doldurmuştu.

“Bayan Lindsay lütfen zahmet etmeyin, çok kalmayacağım.”

“Pekâlâ, size iyi eğlenceler.”

Annem gözden kayboldu ve giderken odamın kapısını bilerek aralık bıraktı. Büyükannesinin cadılık namından dolayı Danika'ya pek güvenmiyordu. Eğer arkadaşlarım tarafından dışlanmamış olsaydım eminim ki Danika'yla görüşmemi istemezdi.

“Yine haber mi izliyorsun?”

Omuz silktim. “Polis Richard dosyasını kapatmış.”

“Adam her iğrençliği yapan pisliğin tekiydi boş veresene. Ondan kurtulduğumuz için sevinmeliyiz.”

“Okul nasıl gidiyor?” diye sordum konuyu değiştirmeyi seçerek. Bir ay sonra mezuniyetimiz vardı. Şu anda herkes hummalı bir hazırlık içerisinde olmalıydı.

“Sıkıcı,” derken yanaklarını şişirdi. Büyük çantasını yere bırakırken, her gün beni ziyarete geldiği için odamdan çıkarma gereği duymadığım diğer sandalyeyi çekip oturdu. “Her zamankinden daha sıkıcı.”

“Neyse ki bitmesine az kaldı, kurtulacaksın.”

“Mezuniyete gidecek misin?”

“Sanmıyorum,” dedim çalışma masamın üzerindeki küçük ayna aracılığıyla kendimle göz göze gelirken. Gözaltlarım artık alışageldiğim gibi mora çalıyordu. Normalde de süslenip püslenen biri değildim ama artık hepten ipin ucunu kaçırmıştım. Tepemde topladığım kahverengi saçlarımı bile en son ne zaman taradığımı hatırlamıyordum.

Danika bana yarım bir gülümsemeyle baktı. “Öyleyse ben de gitmeyeceğim.”

Solgun ve cansız çehreme bakmaya dayanamayarak aynayı ters çevirirken, “Saçmalama, bunu kaçırmak istemezsin. Hayatında kaç kez liseden mezun olacaksın ki?” diye çıkıştım.

Tek kaşını kaldırıp kollarını göğsünün üzerinde bağlayarak cevap verdi. “Sanırım bu senin için de geçerli.”

“Benim durumum farklı. Son yılı tamamen kaçırdım, mezun olmak için telafi etmem gereken iki dönenim var.”

“Neyse ne,” diyerek beni geçiştirdi. “Mezuniyet törenine katılsam bile beni destekleyecek arkadaşlarım yok. Ayrıca büyükannemin de geleceğini sanmıyorum. Bu yüzden katılmayacağım.”

“Öyle diyorsan,” diye mırıldandım. Danika aykırı giyimiyle kasabadakilerden farklı görünüyordu. Şu anda bile dudaklarına koyu mor tonlarında dikkat çeken bir ruj sürmüştü. Bir ortama girdiğinde anında gözler üzerine dönerdi, ancak hemen sonra insanlar onun hakkında akıl almaz iddialarda bulunarak onu aşağılardı. Oysaki iyi bir kızdı. En azından bana hiçbir zararı yoktu. Medyumluk hayalleri ve ilgilendiği saçma dillerdeki kitaplar dışında tabii...

“Gelirken yanımda birkaç şey getirdim,” dedi bana kaçamak bir bakış atarken. Yüz ifadesinden bunun ilgilendiği sıra dışı takıntılarıyla alakalı olduğunu anlamakta zorlanmadım.

“Şey... Sana fal bakmamı ister misin? Büyükannem kartlarını ilk kez evden çıkarmama izin verdi. Lütfen Kiara,” derken ellerini çenesinin altında birleştirerek bana masum kedi bakışından attı. Bazen baştan aşağıya gotik takılan, insanlara soğuk ve uzak duran bu kızın içindeki karaktere şaşırıyordum, şimdi olduğu gibi.

“Danika-”

“Lütfen, lütfen, lütfen,” diyerek sözümü kesti. “Yapabilirim, sana geleceğinden bahsedebilirim. Artık bunu yapabilecek kadar kendimi geliştirdim. Büyükannem bunu onaylamış olmasaydı bana kartlarını vermezdi. Lütfen kendimi kanıtlamama izin ver.”

Saçmalık diye düşündüm. Aptal birkaç kart geleceğimle ilgini nasıl bilgi sahibi olabilirdi? Ayrıca geleceğimi merak etmiyordum, çünkü on sene sonra ya da yirmi sene sonra nerede olacağımı çok iyi biliyordum. Tekerlekli sandalyede!

Ama yine de kendimi kafamı sallarken buldum. Danika kabul edildiğini anladığında sevinçle bana sarıldı. Ona karşılık vermemiş olmam umurunda bile olmadı. Coşkuyla çantasını karıştırıp söz ettiği kartları ararken bu saçmalığı neden kabul ettiğimi düşünüyordum. Aslında cevap belliydi, onu kıranlardan ve saçma işlerle uğraştığını yüzüne vuranlardan biri de ben olmak istememiştim. Üstelik bir çocuk gibi sevindiğini görünce bu işe birkaç dakika sabredebileceğimden emin olmuştum.

“Ah, biraz karışmışlar,” dedi kendi kendine. Gözlerinin önüne düşen saçlarını geriye doğru savurdu. Neyse ki yüzünü delik deşik etmeden takı sevdasına bir nokta koyabilmişti. Sadece burnunda hızma vardı ve bunu ona yakıştırıyordum.

“İşte,” diyerek herkesçe bilinen Tarot destelerine benzer kartlardan çıkardı. Ancak kartlar çok eski görünüyordu. Neredeyse hepsinin kenarları yıpranmış ve aşınmıştı. Üstelik yılların getirttiği kir yüzünden renkleri koyulaşmıştı.

“Şey... Üzgünüm, çok eskiler. Biraz hırpalanmış olsalar da çok değerliler.”

“Bunlar gelecekten nasıl bahsediyor olabilir?” diye sordum elimde olmadan. Neyse ki ses tonumu normal tutmayı başarabilmiştim. Gereksiz bir işe kalkıştığını hissettirmek istemezdim.

“Aralarından üç tane seçeceksin. Hepsinin ayrı anlamı var ve hepsini birleştirdiğimizde ortaya geleceğine dair ipuçları çıkmış olacak.”

Heyecanla anlatıyordu. Bunu bozmaktan korkarcasına tek kelime etmedim, sadece kafamı salladım. Danika ise kartları karıştırmaya koyuldu. İşi bittiğindeyse desteyi masanın üzerine serdi.

“Hadi üç tane seç ama odaklan. Sadece seçeceğin kartları düşün.”

“Annem bu yaptığımızı görürse-"

“Merak etme suçu ben üstlenirim,” demesi üzerine iç çektim ve öylesine üç kart seçtim. İçimde ufacık bir merak bile olmadığı için fazlasıyla özensizdim.

“Tamam, şimdi diğerlerini kaldırıyorum,” dedi Danika ve masada sadece seçtiğim kartları bırakarak diğerlerini üst üste yığıp kenara çekti. “Heyecanlı mısın?”

Kafamı salladım. Aslında bu saçmalığın bir an önce son bulmasını umuyordum. “Başla bakalım.”

Kartlardan birini çevirdi. Üzerinde değişik simgelerin olduğu kartta tek seçebildiğim kupa şekliydi. Danika da beni yanıltmayarak, “Kupaların ası,” dedi, sesi büyük bir şey keşfetmiş gibi heyecanlıydı ve benimkilerden daha koyu olan kahverengi gözleri kocaman açılmıştı.

“Ah, seçtiğin ilk kart... Çok iyi. Yeni bir başlangıç, yeni bir aşk demek.” Sevinçle ellerini çırptı. “Hazır ol yakında âşık olacaksın.”

İçimden buna güldüm. Kazadan öncesinde bile aşk hayatım berbattı. Çevrede hep bir silik kız olurdu, kimse varlığıyla yokluğunu hissetmezdi; işte o silik kız bendim. Kimse beni görmezdi. Bundan sonra da kimsenin göreceğini sanmıyordum.

Danika benden herhangi bir tepki alamayınca sekteye uğrayan coşkusunun kaybolmasına izin vermeyerek diğer karta geçti. Bu kez kart üzerindeki simgelerden hiçbir şey çıkartamamıştım.

“Ölüm,” dedi beni aydınlatmak istercesine. Buna gülümsedim. “Bak işte bu benimle ilgili olabilir,” diye takıldım ama onun yüz ifadesi ciddiydi.

“Kiara bu da yeni başlangıçları işaret eden bir kart. Sanırım hayatında köklü değişiklikler olacak.”

“Yani...” Dudaklarımı yaladım. “Yeniden yürüyebilir miyim?”

“Bilmiyorum. Bu öyle bir şey olabilir de olmayabilir de.”

Boş versene dedim kendi kendime. Zaten hepsi tamamen saçmalıktan ibaretti. “Hadi son kartı aç, bakalım orada ne saklıymış.”

Danika kartı çevirip, “Deli,” dedi. Bir anda kaçırdığım kıkırtı üzerine bana ters bir bakış attığında hızla kendimi toparlayıp boğazımı temizledim. Çıkan kart bile bu yaptığımızın deli saçması olduğunu kanıtlar nitelikteydi.

“Peki bunun anlamı ne?”

“Bu bir fırsat kartı. Sanırım önüne güzel bir fırsat çıkacak ve eğer bunu iyi değerlendirebilirsen hayatında değişiklikler olacak.”

Anladığıma dair birkaç mırıltı çıkartırken o düşünceli görünüyordu. “Sanırım büyükannem kadar iyi olabilmek için uzun bir yolum var.” İç çekti. İstediği gibi yorumlayamamış olmak canını sıkmışa benziyordu. Asılan yüzünü fark ettiğimde onun için üzülmüştüm. Biraz tuhaf tutkuları olsa da o benim tek arkadaşımdı. Bu yüzden durumu kurtarmaya çalıştım.

“Eminim ilerleyen zamanda çok daha iyisini başaracaksın, sana güveniyorum Danika. Büyükannenden bile iyi olacak-"

Bir anda odamın penceresi açıldığında neye uğradığımı şaşırdım. Sert rüzgâr çehremi dövüp odamın içerisinde sağa sola savruldu ve sanki bir el gibi Danika'nın masanın kenarına çektiği kart destesini dağıttı. Odamın içerisine uçuşan kartların hepsi ters şekilde etrafa saçılırken sadece birinin ön yüzü çevriliydi. Üstelik o kart tam da benim önüme düşmüştü.

“İblis,” diye fısıldadı Danika. Sesindeki şaşkınlığı sezmekte zorlanmadım. Gözleri olabildiğince irileşmişti. Uzanıp kartı alırken geldiği gibi birden yok olan rüzgârın açtığı pencereme bakıyordu.

“Ben... Sanırım bu kadar yeter, eve dönsem iyi olacak.”

Bir şeyler gevelerken aceleyle etrafa dağılan kartları toplamaya çalışmasını şaşkınlıkla izledim. Ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu ama bir şeylerin yolunda gitmediği belliydi.

“Danika, hey, sorun ne?”

Yere düşen kartları toplarken bir anlığına kafasını kaldırarak bana baktı. O an her ne söylediyse duymadım, çünkü kaşlarımı çatmama neden olan bir ayrıntı dikkatimi çekmişti.

“Bu da ne?” diye sorarken Danika'nın boynunu işaret ettim. Üzerindeki boyu kısa ama yakası kapalı olan siyah elbisesinin altında sanki bir ışık parıldıyordu. Sorumla birlikte onun da bakışları kendi üzerine döndü ve öylece donup kaldı.

“Burada... burada hiçbir şey yok.”

“Danika,” dedim sakince. “O ne? Bir şeyin parladığını görebiliyorum.”

Bu kez eli boynuna giderek zinciri görünen kolyeyi gün yüzüne çıkarttı. Kaşları çatık, yüzü gergin ve gözlerinde soru işaretleri vardı. “Parlamıyor işte Kiara, bak, hiçbir şey yok. Basit bir kolye,” diyerek güneş ve ayın iç içe geçtiği, kenarları diken gibi sivri olan kolyeyi bana gösterdi. Ortasında parlak bir taş vardı. Belki de yaşadığım basit bir göz yanılmasıydı ama orada bir ışık gördüğüme yemin edebilirdim.

“Ona bakabilir miyim?”

Danika kararsız kaldı, ancak bu çok kısa sürdü ve kolyeyi boynundan çıkartarak bana uzattı. Avucuma aldığım tuhaf kolyeyi incelemeye koyuldum. Ortasındaki taştan gözlerimi alamıyordum, sanki her an yeniden ışık saçacakmış gibi hissediyordum. Pekâlâ tüm bu uçuk kaçıklık bana fazlaydı. Danika'nın eski püskü ve neresinden bakılsa ürkütücü duran eşyalarıyla yeterince ilgilenmiştim. Artık gerçekten de evine gitmesinin vakti gelmişti.

“Sanırım yanıldım,” diye mırıldandığım sırada bir şey oldu. Kızıl taş yeniden parlamaya başladı. Hayır, aslında bu parlama değildi, taşın içerisinde alevler dans ediyordu. Dehşetle gözlerim aralandı ve ondan kurtulmak umuduyla kolyeyi masanın üzerine savurdum. Bu sırada sivri uçlarından biri parmağımı sıyırdı. Hissettiğim sızıyla yüzümü buruştururken diğer elimle kanayan parmağımı sardım.

“Bunu gördün mü?” diye sorsam da Danika rengi atmış bir şekilde karşımda duruyordu ve bir ruh kadar tepkisizdi. Onu kendine getirmek istercesine bağırdım.

“Danika, bunu gördün mü? O... o şeyin içinde alevler vardı!”

“Ben... ben...” diye geveledi. Onu kendine getirmek istercesine sarstım. İşe yaramıştı, en azından gözlerini kolyeden kopartmayı başarmıştı. “Kiara... Büyükannem bu kolyenin sırrını sadece buraya ait olmayanlar görebilir demişti.”

“Ne saçmalıyorsun-" diye çıkıştığım sırada içeriden annemin sesi yükseldi. Az önceki bağırışımı duymuş olmalıydı.

“Tatlım, bir sorun mu var?”

“Sadece kâğıt parmağımı kesti, önemli bir şey yok anne,” diyerek onu savuşturdum. İğne batması gibi bir kesikti ancak akıttığı kan göz korkutacak kadar fazlaydı.

“Kan!” dedi Danika dehşetle. “Kanın ona bulaştı! Bunu büyükanneme söylemem gerek, gitmeliyim.”

Saniyeler içerisinde odamda yalnız kaldım. Penceremden bahçeden koşarcasına çıkıp giden Danika'yı izlerken hâlâ şaşkınlık doluydum. Ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu ve artık Danika'nın iyice büyükannesine benzeyerek delirdiğini düşünmeye başlamıştım.

Kolye illüzyonist zımbırtılardan olmalıydı. Buna başka bir açıklama getiremiyordum ve getirmek de istemiyordum. Sanırım Danika'yla arama mesafe koymanın vakti gelmişti. Saçma sapan şeylere inanıyordu ve ne kadar inanmıyor olsam da bu durum beni geriyordu.

Çalışma masamın üzerindeki peçeteden bir tane alıp hâlâ kanayan parmağımı temizledim. “Saçmalık,” dedim kendi kendime. “Kafayı sıyırmış.” Minik yaranın üzerine peçeteyi bastırdım. “Deli,” dedim bu kez, tüm olan biteni kafamdan silip atmak istercesine başımı hafifçe iki yana sallayarak. Bu sırada artık kuruduğunu düşünerek peçeteyi kaldırdım ama yanıldığımı anlamam fazla uzun sürmemişti.

İnce delikten sızan ve gittikçe büyüyerek iri bir damlaya dönüşen kanı pürdikkat izlerken, kızıl kan damlasının içerisindeki alevleri fark ettim.

Siktir.

Bu sikik bir göz yanılması olmalıydı!

×××

“Kiara...”

Yüzümü okşayan iri eli hissettim. Parmakları soğuktu, ancak tenime değdiği yerlere nasıl oluyorsa büyük bir sıcaklık yaymayı başarıyordu.

“Kiara...”

Kulaklarıma ulaşan bu ses bir erkeğe aitti. Öylesine derinden ve boğuk geliyordu ki duyabilmek için nefes dahi almıyordum. Birkaç hışırtı hissettim, yatağımın kenarı onun ağırlığıyla ezildi.

“Aç gözlerini.”

Verdiği komutla birlikte gözlerim yavaşça açıldı. Önce nerede olduğumu anlayamadım ama çok geçmeden yatak odamda olduğumu kavrayabildim. Ne olduğunu çözmeye çalışan uykulu bakışlarım hemen dibimdeki kişiyle kesiştiğinde kocaman açıldı, yutkunamadım.

“Senin için geldim, Kiara,” dedi aynı derinden gelen ve boğuk sesle. Sanki bedeni burada ancak kendisi çok uzakta gibiydi.

“Sen... sen kimsin?” diye sorarken sesim titredi. Korkmam gerektiğini biliyordum ama tek hissettiğim heyecandı. Vücudumu ateş basmıştı ve bir şeye ihtiyaç duyuyor, ne olduğunu anlayamıyordum.

“Adrian, adım Adrian.”

“Adrian,” diye tekrarladım. Cam mavisi gözlerinde tutku vardı. Omuzlarına dökülen uzun gri-beyaz saçları dağınıktı. Sakalsız yüzü parlak ve dolgun dudakları aralıktı. Onu her ayrıntısına kadar inceleyen bakışlarım çenesinden aşağıya düştüğünde tükürüğümde boğulmaktan son anda kurtuldum.

Göğsünü örten tek şek uzun, ucunda fil dişine benzer bir taş bulunan kolyesiydi. Onun dışında çıplaktı ve kusursuzdu. Saatlerce ona bakabilirdim. İnce beline, geniş omuzlarına ve biçimli karnına... İştahım kabarmıştı. Bana ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu ama vücudumu ateş bastığını hissediyordum.

“Senin için geldim,” diye tekrarlarken usulca üzerime doğru kaydı. Hareket etmeden onu izlemekle yetindim. Tüm uzuvlarım donmuş gibiydi. Bacaklarımın arasına girerken gözlerim irileşti, nefesim tıkandı. Yerini aldıktan hemen sonra üzerime doğru eğildi. Sık nefesler aldığım için göğsüm şiddetle inip kalkıyordu.

Önce geceliğime kolyesinin ucu değdi ve ardından da boyun girintime sokulup kulağıma, “Senin için,” diye fısıldadı. Dolgun dudaklarını kulağımın hemen altında hissettiğimde alt tarafıma güçlü bir elektrik akımını ulaştı. Daha bunu hazmedememişken Adrian usulca boynuma doğru dudaklarını kaydırdı. Bunu yaparken küçük, baştan çıkarıcı öpücükler bırakmayı ihmal etmiyordu. Niyeti beni delirtmek olmalıydı, çünkü buna başka bir açıklama getiremiyordum.

Elinin hareket ettiğini hissettiğimde yeniden yutkundum. İp askılı geceliğime işaret parmağını geçirip omzumdan düşmesini sağladı. Tenimden aşağıya doğru akan kumaşın yaydığı iç gıdıklayıcı hisle boğuşurken hiçbir şey yapamadım. Hareket edemeyecek kadar kendimden geçmiştim.

Yeniden, "Senin için geldim,” diye fısıldadı. Göğüs oluğumda duran dudakları, benim nefessiz kaldığımı fark etmesiyle birlikte gerildi. Güldüğünü göremesem de hissetmiştim. “Anlayamıyorum,” diye nefes nefese mırıldandım. Sesimi bulmam ve konuşmam biraz zor olmuştu.

Diğer omzumdaki askıya da parmağını geçirdi ve geceliğimi tamamen tenimden sıyırdı. Karnımın üzerine toplanan kıyafet bir kez daha yutkunama neden oldu. Artık üstüm tamamen gözlerinin önündeydi ve gece lambamın sarı ışığı beni açıkça teşhir ediyordu.

“Anlayacaksın,” dedi. “Sana her şeyi anlatacağım. Bunu ister misin?”

Hızlı hızlı kafamı salladım. Bunun üzerine kendisini bana bastırdı. Aradaki kumaşlara rağmen hissettiğim baskıyla gözlerim yerinden fırlayacakmış gibi açıldı. Sonra hafifçe doğrulup çıplak bıraktığı göğüslerime baktı. Dudağının kıvrılan kenarını gördüğümde ölecek gibi hissettim. Cam mavisi gözlerinde bir ışık yanmıştı. Bakışları yeniden benimle buluştuğunda dudaklarım heyecanla aralandı. Söylenecek sözlerim onun beni öpmesiyle tarihe karıştığında aklım başımda değil gibiydi. Nihayet oynatabildiğim ellerimden birini ensesine atıp uzun saçlarını kavradım. Hissettiğim zevkle saçlarına asıldığımda sanki bu onu tetiklemiş gibi bir kez daha kendisini bana bastırdı. Elimde olmadan dudaklarına doğru inledim ve o andan sonra beni deli gibi öpmeye başladı. Diğer elimi de ensesine sarıp onu iyice kendime çektim ve öpüşmemizi derinleştirdim.

Gözlerim yaşadığım zevkle kapandı. Yanıyordum ve içimdeki ateşi hissetmesini istercesine kıpırdanıp duruyordum. Tüm bunlar mantığım dışında gelişiyordu. Ne olup bittiğini düşünemeyecek kadar aklımı kaybetmiş durumdaydım. Adrian kimdi, evime nasıl girmişti ve gecenin bir vakti odamda ne işi vardı, ailem ne âlemdeydi ve tanrı aşkına, biz ne bok yiyorduk?

Hızla kendimi ondan kopartıp, “Adrian,” dedim nefes nefese. O ise bana aldırmayarak yönünü boynuma çevirip tenimde dudaklarını gezdirmeye devam etti. Göğüs oluğuma doğru kayarken onu itmeye çalıştım. Aklım yeni yeni başıma geliyordu.

“Adrian, dur!”

“Senin için Kiara,” dedi ama bu kez sesi boğuk değil, çatallı ve kabaydı. Değişik bir hırıltıya sahipti. Bunu duyduğum anda onu üzerimden itmek için daha çok çırpındım.

Adrian geri çekildi.

Hayran kaldığım ve aklımı başımdan alan teni artık kırmızıydı. Yüzü ise tarafına bakılmayacak kadar çirkin ve korkutucuydu. Ayrıca çığlıklarımı boğazıma dizen asıl ayrıntı cam mavisi gözlerinin ateş kırmızısına dönmesiydi.

Bu Adrian değildi.

Bu iblisin ta kendisiydi.

Kuvvetli bir çığlık atarak yattığım yerden doğruldum. Kan ter içerisinde kalmıştım ve dehşet doluydum. Hızla nefes alıp verdiğim için göğsüm şiddetle inip kalkıyordu. Telaşla kıyafetlerimi kontrol ettiğimde geceliğimin hâlâ üzerimde olduğunu anlayarak rahat bir soluk aldım. Gördüğüm şeyin kahrolası bir kâbus olduğunu kavramam fazla zamanımı almamıştı ama sorun şuydu ki Adrian'ın dokunuşlarını hâlâ tenimde hissedebiliyordum. Dokunduğu yerler kendime itiraf edemesem de resmen sızlıyordu.

Danika'nın aptal falından etkilenmiş olduğumdan emindim. Ne kadar bana saçma geliyor olsa da tuhaf hareketleri aklımda yer edinmiş olmalıydı. “Aman ne güzel,” diye homurdanıp kuruyan boğazımı ıslatmak için yan tarafımdaki komodine yöneldim. Jüt şapkası olan abajuru açtım ve yanında bulunan bardağa uzandım. Annem benim için mutlaka odamda su bulundururdu. Sudan içtikten sonra daha sakin hissediyordum. Saç diplerim terlemişti, sabah duş almam gerekecekti. Hâlâ Adrian'ın yakınlığıyla birbirine karışan soluklarımızın oluşturduğu iç gıdıklayıcı ses kulaklarımda çınlıyordu. Bundan kurtulmak istercesine kafamı iki yana salladım. Artık yatsam iyi olacaktı. Tam abajuru kapatmak üzereyken duyduğum tıkırtıyla birlikte soluğum boğazıma kaçtı. Kocaman açılan gözlerimle birkaç saniye öylece kalakaldım. Adrian gerçekten de burada mıydı?

Saçmalamayı kes dedim kendi kendime. Bu mümkün olamazdı. Korkuyla tıkırtının geldiği tarafa, kapıya doğru döndüm. Annem olur da gece yardımına ihtiyaç duyarsam diye odamın kapısını mutlaka aralık bırakır, seslendiğimde duymak adına hazırda beklerdi. Belki de az önceki çığlığıma kalkmış olabilirdi.

Yavaşça geriye doğru itilen kapıma korku dolu bakışlar fırlatırken, “Anne?” diye seslendim. Cevap gelmedi. Yutkundum. “Baba sen misin?” Yine cevap alamadım. Kendimi korku filmlerindeymiş gibi hissettiğim sırada, “Lucas?” diye umutla mırıldandım. “Eğer sensen bu hiç komik değil.”

Kapı tamamen açıldığında boğazıma tırmanan çığlıklarım yarı yolda kaldı. Kapıdaki annem ya da babam değildi. Her anını benimle eğlenerek geçiren aptal kardeşim de değildi. Beni dehşete düşüren biriydi.

“B-bayan Leanna,” dedim korkuyla karşımdaki yaşlı kadına bakarken. Saçları her zamanki gibi açık ve dağınıktı. Elinde kuru ağaç dalından bozma asası ve üzerinde pelerine benzer kıyafeti vardı. Her zamanki gibi ürkütücüydü ve tanrı aşkına gecenin bir vakti bu yaşlı kadının odamın içerisinde ne işi vardı?

Anlamadığım dilde bir şeyler söyleyerek yanıma doğru yaklaştı. Danika, büyükannesinin bu deliliğini açıklamak adına sağlam bir bahane hazırlasa iyi olacaktı, çünkü kalbim korkudan çıldırmışçasına atıyordu. Aklımdan onlarca kötü senaryo geçip giderken ancak annemlere seslenebileceğimi hatırlayabildim. Ucube kadın bana iyice yaklaşırken, “Anne!” diye olanca gücümle haykırdım. Bayan Leanna beni umursamadan söylediği sözleri tekrarlamaya devam etti. En ufak tıkırtıya kalkıp yanımda biten annemdense ses çıkmıyordu.

“Anne! Baba! Tanrım, Lucas!”

“Seni duyamazlar,” dedi Bayan Leanna. Kırışıklarla dolu yüzü ürkütücü derecede ifadesizdi. Bana zarar verecekmiş gibi durmuyordu, ancak bu ondan korkmadığım anlamına da gelmiyordu. Hele de pelerinin içerisinden çıkardığı elindeki aptal kolyeyi gördüğümde bunun az önceki kâbusumun devamı olduğunu düşünmeden edemedim. Danika'nın boynundaki kolyeydi ve ortasındaki kızıl taşta yine alevler dans ediyordu.

“Uzak dur benden!” diye bağırdım. Eğer ayaklarımı hissedebiliyor olsaydım arkama bakmadan kaçabilirdim ama tüm çabama rağmen hiçbir his yoktu. Var olan korkum ve çaresizce kaderime razı gelmek zorunda kaldığım için hissettiğim öfkeyle ellerimi bacaklarıma vurdum.

“Lanet olsun, nefret ediyorum bundan, lanet olsun!”

Aptal gözlerim öfkemden dolayı ıslandı. Dişlerimi sıktım. Ucube yaşlı bir kadının beni bu kadar korkutmasına izin vermemeliydim. Bana iyice yaklaştığında onu itmek için çırpındım ancak anlamadığım bir şey oldu. Kolyeyi yüz hizamda tutarak bana uzattığında hareket kabiliyetimi tamamen kaybettim. Sırt üstü yatağa düştüğümü idrak etmekte bile zorlandım, çünkü kadının söylediği değişik sözler tüm zihnimi ele geçirmişti. Ondan başka bir şey duyamaz hâldeydim, öyle ki çığlık bile atamıyordum.

“Bana ne yapıyorsun?” diye sordum. Bu sorunun benden çıktığına emin olamıyordum, aklımın bir oyunu bile olabilirdi.

“Kayıp soy... Sen bu dünyaya ait değilsin,” dedi gayet sıradan bir konudan bahsediyormuş gibi. “Ait olduğun yerde, ait olduğun hayatı yaşayacaksın.”

Hareket edebilmek için ne kadar çabalasam da sanki kollarımı sabit tutan görünmez ipler varmış gibi yerimden kıpırdayamadım. Ucube pisliğin ne saçmaladığını dahi düşünemeyecek hâldeydim. Başım dönüyordu ve gözlerim kayıyordu, odaklanamıyordum. Etrafımdaki her şey bir bir siliniyor, yerini karanlığa teslim ediyordu.

Kolyenin soğuk yüzeyinin alnıma değdiğini hissettim. Soğuktu ama ortasındaki kızıl taşın içindeki alev tenimi yakmıştı. Tamamen karanlığa yuvarlanmadan önce aklımda kalan tek şey buydu.

Acı.

×××

Sertçe bir yerden düştüm. Gözlerim hızla açıldı. Yattığım yerde nefes nefese ve ter içerisindeyken saçma sapan bir kâbus gördüğümü düşündüm. Etraftaki karanlığına bakılırsa hâlâ gün ağarmamış demekti. Bu yüzden yeniden gözlerimi kapattım. Nedenini kestiremesem de fazlasıyla yorgun hissediyordum. Sızlayan vücudumu rahat ettirmek istercesine kıpırdandığımda birden huzursuz hissettim. Bunun ilk nedeni sesi gittikçe yaklaşan birkaç köpeğin vahşi havlamaları, ikinci nedeniyse taş kadar sert yatağımdı.

Gözlerim yeniden açılırken kaşlarım çatıldı. Odam ne zamandan beri bu kadar serindi ve ne zamandan beri tavanımın yerini gökyüzü almıştı?

Siktir.

Dehşetle yattığım yerde doğruldum. Omuriliğime saplanan ağrı yüzümü buruşturmama neden olurken hızla etrafımı kontrol ettim. Yatağımda değil, ıssız bir sokakta kaldırımın üzerinde öylece yatıyordum. Üstelik sokağın başında bana doğru son sürat gelen dört adet köpek vardı. Kaçmam gerekiyordu, çünkü ağzından salya akıtarak üzerime üzerime koşan hayvanlar hiç de dost canlısı görünmüyorlardı.

“Tanrım kaçamam, burada öleceğim,” diye çaresizce yakındım. Neden kaçamayacağımı bile bilmiyordum. Umutla etrafıma bakındım, belki bir çıkış yolum olabilirdi. Ancak sokak bomboştu. Müstakil birkaç ev sokak boyu diziliydi ama hiçbirinin ışığı yanmıyordu.

Köpekler iyice yaklaşmıştı. “Yardım edin,” diye çığlık attım. Yerde kollarımla bedenimi çekmeye çalışıyordum. Hâlâ üzerimde askılı geceliğim vardı ve onca çırpınmamdan dolayı yukarıya sıyrılmıştı. Çıplak bacaklarımı kesen gelişigüzel dizilmiş kaldırım taşları tenimde izlerini bırakıyordu. Tanrım, neden kalkıp koşmuyordum ki? Kendimi mantıklı düşünmeye zorlarken neredeyse belime kadar gelen koca köpeklerin üzerime atlamasına ramak kaldığını fark ettim. Korkudan boğazımı patlatacak kuvvette bir çığlık attım. Birinin yardımıma gelmesi için her şeyimi verebilirdim.

Kafamı kollarımla saklayarak güvene almaya çalışırken kendimi gelecek darbelere hazırladım. Sivri dişler birazdan tenime geçecek, kanımı akıtacaktı. Tam da o sırada bir ıslık sesi duydum. Köpeklerin vahşi havlamaları sahibini gördüğündeki sevimli nazlanmalara dönüştü. Korkuyla kafamı kaldırdığımda ilk önce biraz uzağımdaki ayakkabıları ve etrafındaki patileri fark ettim. Bir kadına ait olamayacak kadar kabaydılar. Bakışlarım biraz daha yukarıya kaydı. Koyu renk kot pantolon giyiyordu ve bacakları fazla uzundu. Köpekler uslu uslu etrafında oturmuş, bana tuhaf bir şeymişim gibi bakıyorlardı. Yutkundum. Az önceki vahşi suratlarını unutmuş değildim.

“Köpek gördüğünde yerde yuvarlanmak yerine arkana bakmadan kaçman gerektiğini öğretmediler mi sana?”

Alaycı bir ses... Tanıdık bir ses... Hızla kafamı kaldırarak, zeminle bütünleşmiş olan bana bir aptala bakıyormuş gibi bakan cam mavisi gözlerle karşılaştım.

Siktir.

Hayır, duble siktir!

“Adrian...”

×××

 

 

 

Bölüm : 11.11.2024 20:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...