9. Bölüm

8. BÖLÜM

Yazarimsibirileri
yazarimsibirileri

Perdesiz pencereden içeriye dolan cılız gün ışığına bakıyordum. Hava açık sayılmazdı, kara bulutlar her an gökyüzüne yayılacakmış gibi tehditkâr duruyordu. Yataktaydım. Sırtımı başlık kısmına dayamış, kırdığım dizlerimin üzerine yorganı çekmiş öylece duruyordum. Saatlerdir tek yaptığım düşünmekti. Ailemi düşünüyordum, evlatlık olmamı düşünüyordum, bu gece geri dönecek olmamı ve en çok da Adrian'ı düşünüyordum.

Ah, geceyi hatırladıkça vücudumu ter basıyordu. Ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Adrian sorularımdan kaçar gibi yanımdan gitmişti ve beni kendimle baş başa bırakmıştı. Sanırım ikimiz de benzer rüyalar görmüştük. Bu utanç vericiydi. O, bana yardım eden bir yabancıydı. Ona karşı sadece minnet duymalıydım, onu arzulamam doğru değildi.

“Tanrım,” diye inleyerek bedenimi sol tarafıma doğru devirdim. Saatin günü yarılamaya doğru ilerlediğini tahmin edebiliyordum ama yataktan çıkmak istemiyordum. Uykum vardı ve uyumak da istemiyordum. Gördüğüm ilk rüyaya göre ikincisi sınırları epey genişletmişti ve ben üçüncüsünden korkuyordum. Üstelik o kadar gerçekçiydi ki tüm dokunuşları sanki hâlâ hissediyordum.

Kapının ardından birinin, “Hey!” diye seslendiğini duyduğumda kaşlarım havalandı, sesin sahibi Leo'ydu. Buna şaşırmıştım, çünkü güneş çoktan doğmuştu ve onun hangi ara geldiğini duymamıştım.

“Gelebilir miyim?”

“Gel,” diye mırıldandım, ancak sesim o kadar kısık çıkmıştı ki beni duymamıştı. Bazen onun bize ezberletilen filmlerdeki gibi her şeyi duyamadığını unutuyordum. Boğazımı temizleyip onu yeniden davet ettim.

“Gel, Leo.”

Kapı gıcırdayarak açıldı. Leo içeriye girmek yerine omzunu kapının kenarına yaslayarak orada kaldı. Her zamanki gibi tarzından ödün vermemişti, yine askılı pantolonunun içerisine kirli beyaz gömleğini giymiş ama Adrian'ın aksine düğmelerini iliklemeyi unutmamıştı. Fötr şapkası başındaydı ve yüzü sokakta oyun oynamaktan kirlenmiş çocuklar gibiydi. Leo’ya baktığımda nedense yaşını merak ediyordum, çok genç duruyordu. Ama mavi gözlerindeki bakış yorgundu, yılları görüp geçirmiş gibiydi. Acaba buradaki vampirler de ölümsüz müydü?

“Günaydın Bayan Cadı,” dedi yüzüne yerleştirdiği koca gülümsemesiyle. Ona gözlerimi devirdim.

“Kiara.”

“Ah, demek sonunda ismini hatırlayabildin. Bence bunu kutlamalıyız. Tabii tatlı poponu yataktan çıkartırsan eğer! Saatlerdir uyanmanı bekliyorum. Ama şu hâline bakılırsa pek de güzel bir uyku çektiğin söylenemez.” Kaşlarını çattı ve biraz sonra sanki durumu çözmüş gibi yüzü muzip bir ifadeyle şekillendi. “Ad’in durumu da seninle aynı, yoksa siz tüm gece bir şeyler mi yaptınız?”

Bizi yatakta basmış gibi elimde olmadan aşırı tepki vererek yastıklardan birini ona doğru fırlatıp, “Saçmalama!” diye cırladım. “Sürekli bunu ima etmen canımı sıkıyor.” Diğer yastığı da attım. “Bir daha asla bunu yapma.”

Son attığım yastığı havada yakaladığı sırada, “Bazen benden korkan o kadını özlüyorum,” dedi kahkahayla. “Resmen beni dövecek kadar bana alıştın farkında mısın? Karşı konulamaz olduğumu biliyordum da etkimin buraya yabancı olanlar üzerinde de geçerli olacağını düşünmemiştim.”

Homurdandım. İşin aslı Leo bir konuda haklıydı. Artık ona baktığımda ilk hissettiğim korku değildi. Bana yaklaşımı samimi ve dostçaydı, bu yüzden evet, ona alışmıştım. Ne olduğunun bana saldırmadığı müddetçe artık pek de önemi kalmamıştı.

“Neyse ne, bize yaptığın imalardan hoşlanmıyorum.”

“Ne görüyorsam onu söylüyorum,” diyerek kendini savundu. “Birbirinize yakışıyorsunuz, seni gördüğüm ilk andan beri bunu düşünüyorum. Sen kor, o buz gibi... O seni soğutacak, sen onu yakacakmışsın gibi... Ah, kulağa ne kadar da şehvetli geliyor değil mi?”

Yüzümü buruşturdum. “Sen de Victoria gibi aramızda bağ olduğunu falan mı düşünüyorsun?”

“Victoria mı?” diye sorarken hızla kaşları çatıldı ve yüzündeki serseri sırıtışın anında yokluğa karışması beni tedirgin etti. “Victoria öyle mi söyledi?”

Kafamı salladım. “Çevresinde bulunduğum için Adrian ile bir bağım var sanırım ve üzerimde kalkan varmış. Bu bağ zımbırtısının ne olduğunu öğrenmek için ve beni geri gönderebilmek için üzerimdeki kalkanı kaldırması gerekiyormuş.”

Konuşmadan önce dudaklarını yaladı. “Pekâlâ, Kiara, sana şunu söylemeliyim ki ben geri dönebileni hiç duymadım ve burnuma hoş kokular gelmemeye başladı. Üçlüler güvenilmezdir.”

“Hepiniz aynısını düşünüyorsanız o zaman neden onlardan birini buraya getirdiniz?”

“Çünkü en güçlüler de onlardır ve iki dünyanın koruyucuları oldukları için sana yardım edebilecek sadece onlar var. Yine de bu onlara tamamen güvenebileceğimiz anlamına gelmiyor. Sanırım Tyler ve Esta'ya kesinlikle haber vermeliyiz, gece çöktüğünde arkamızı koruyacak birileri olmalı.”

Alnımı ovalarken sıkıntıyla soludum. “Beni germek için bilerek mi böyle konuşuyorsun?”

“Ne? Tabii ki hayır, durumu tüm seçenekleriyle ele alıyorum.”

“Madem ortada problemler var Adrian neden bana bunlardan bahsetmedi?”

“Buraya yabancısın ve hâlâ alışabildiğin söylenemez. Korkmaman için söylememiştir. Ben de seni ürkütmek istemezdim ama dikkatli olmalısın, buradayken her zaman dikkatli olmalısın. Kimseye, özellikle de bir cadıya asla güvenmemelisin.”

Yüzüm asıldı. Halimi gören gerçekten cadı olduğumu ve buna alındığımı düşünebilirdi. “Cadı olduğum söyleniyor, ben de mi güvenilmezim?”

“Ah, tatlım, umarım gerçekten de cadı değilsindir ve Victoria yanılıyordur. Sana karşı düşüncelerim değişsin istemem.”

“Ama Aissa ve Liya'yla dostsun,” diye karşı çıktım. Tam da şu an gülen suratına yumruğumu geçirmek istiyordum, sanki benimle uğraşır gibi bir hâli vardı.

“Aslına bakarsan Liya'yla dost olduğum söylenemez, birbirimize Aissa için katlanıyoruz. Ona saygı duyuyor olsam da benden pek hoşlanmadığını biliyorum. Aissa'ya gelirsek evet, onunla dostuz. Daha toy ve onunla tanıştığımızda çok daha küçüktü. Yanımızda büyüdüğünü söyleyebilirim.”

“Nasıl yani?”

“Şu perdeyi kapatmaya ne dersin?” dedi birden. “Kapıda dikilmekten sıkıldım.”

Kafam tıpkı kurulu bir robot gibi pencereye doğru döndü, içeriye dolan zayıf günışığına baktım. Ardından yeniden Leo'ya döndüm, demek bu yüzden kapının orada kalmıştı. “Ah, üzgünüm, bunu düşünemedim,” diyerek yataktan fırladım ve yatağın iki yanında bulunan pencerelerin perdelerini örttüm. Artık içeriye günışığı dolmuyordu ve etraf tatlı bir karartıyla örtülmüştü.

“Şimdi iyi mi? Perdeler kapalıyken camın önüne kadar gelebilir misin?”

Bana cevap vermeden ellerini ceplerine tıkıp odanın içerisinde ilerledi ve örttüğüm pencerenin önüne geldi. Güneşle arasındaki tek engel minik bir bez parçasıydı.

“Bazen güneşin altında uzandığım günleri özlüyorum,” diye mırıldandı, içine derin bir soluk çekerek. Omuzları düştü, gerçekten de dışarıya özlemle bakıyordu.

“Güneşe çıktığında ne oluyor? Yanıyor musun?”

“Kavrulmak daha doğru bir tabir olurdu,” dedi hâlâ gözleri dışarıdayken. “Çok acı verici olsa gerek. Ölürken ölmeyi dilemek gibi.”

Yatağın kenarına oturdum. Oda çok soğuk sayılmazdı ya da ben artık buranın soğuğuna alışmaya başladığım için pek üşümüyordum. Yine de bol kazağımın eteklerine asılarak dizlerimi örttüm. Oda soğuk olmasa bile Leo'nun son sözleri beni üşütmeye yetmişti.

“Her neyse,” dedi birden bana doğru dönerken. İşte yine yüzünde her zamanki sırıtışı asılıydı, ancak gözlerindeki acı daha yoğundu. “Aissa on yaşındayken ailesiyle yaşadığı ev yandı. O ve ailesi Grilfin soyunun bilinen son üyeleriydi. Cadı ve kâhinlerin soyu yedi aileden türemiştir, bu yüzden o ailelere ait üyeler her zaman daha önemlidir.”

“Ev... bilerek mi yakıldı?”

Kafasını salladı. “Yok edilmek istendiler. Ama o gece oralardaydım ve çığlıklarını duydum. Tek kurtarabildiğim Aissa oldu. Anne babası ve diğer beş kardeşi çoktan ölmüştü.”

“Bu çok üzücü. Tanrım...”

“Sırtındaki yanıkların iyileşmesi ve yeniden ayağa kalkması aylar sürdü. Onunla ilgilendim ama cadı işlerinden pek anlamıyordum, bu yüzden onu korumak için gönüllü olan Liya'ya öncelik tanıdım. Gerçekten de bir abla gibi onunla ilgilendi. Cadılar iğrenç varlıklar olabilirler ancak bu gibi durumlarda birbirlerini kollarlar.”

“Victoria da böyle söyledi,” dedim kendi kendime. Dalgındım, çünkü on yaşındaki Aissa'nın yaşadıklarını düşünüyordum. Leo bana sorarcasına baktığında, “Ben benden olanı korurum demişti,” dedim.

“Bilmiyorum, konu üçlüler olunca her şeyi bekleyebilirsin. Onlar genelde olan bitenle pek ilgilenmezler ama nedense sana yardım etmek için istekliler. Ucunda kazançlı çıkacakları bir şey olmalı, senden güçlerini isteyebilirler. Evet, sanırım bunu isterler, çünkü ancak o şekilde normal bir insan gibi geldiğin yerde yaşamaya devam edebilirsin.”

“Önemli değil,” dedim üzerinde düşünmeden. “Tüm bu saçmalıkların bitmesi için her şeyi yaparım.”

Leo duraksadı. “Senin için önemi yoksa,” derken omuzlarını kaldırıp indirdi. “Nasıl istersen. Yine de arkanı kollarız.”

“Bizimle nasıl geleceksin, yani... akşam olmadan yola çıkacağımızı sanıyordum?”

“Yolculuğa sizinle çıkamayacağım, Adrian'la baş başa olacaksın,” dedi bana göz kırparak. “Ama güneş battığında yanınızda olmam çok sürmez, hızlıyımdır.”

“En azından bu kısım doğru ha? Hız. Peki güç? Normalden daha mı güçlüsün?”

“Orada bizi nasıl anıyorlardı cidden merak etmeye başladım,” dedi gülerek. “Hayalinde nasıl canlanıyorum?”

“Şey... bazı kaynaklar güneşe çıkamadığınızı ya da aynada görünmediğinizi söyler. Bazı kaynaklarda gün boyu tabutta yattığınız bile geçiyor. Kan içersiniz, ölümsüzsünüz. Yine bazı kaynaklara göre çok güçlü ve hızlısınız, her şeyi duyar ve her şeyin kokusunu alabilirsiniz. Kalbiniz atmaz. Hmm... sanırım hepsi bu kadar.”

“Kalbimiz atmaz mı?”

“Evet, çünkü aslında ölüsünüzdür. Anlatılanlar genelde bu şekilde.”

Güçlü bir kahkaha patlattı. “Eğer ölü olsaydım şu anda karşında olamazdım değil mi?” Ortaya attığım teorileri gülünç bulduğunu belli edercesine kafasını iki yana salladı. “Kalbim atıyor, yani ölü değilim. Sadece lanetlendim hepsi bu. Ayrıca evet hızlı ve güçlüyüm. Ancak her şeyi duymamın ve koku almamın imkânı yok. Oradan bakınca kurtadama falan mı benziyorum? Aynada görünmemek de nasıl bir saçmalık? Tabii ki görünüyorum. Tabut olayını kim uydurmuşsa kıçından sallamış. Sana daha önce de söylediğim gibi ben sadece kanla ilgili olan şeylerin kokusunu alır, sesini duyarım. Kalbinin kan pompalamasını, damarlarında gezinen kanın uğultusunu odaklandığım an duyabilirim ya da bir yerin kesildiğinde senden önce ben fark ederim.”

“Ölümsüzlük?”

“Elbette öldürülebilirim. Sana beni nasıl öldürebileceğini anlatmamı mı istiyorsun? Eline bu kozu vermeli miyim henüz cadı olduğu kesinleşmeyen cadıcık?”

Gözlerimi devirsem de muzip tavrına karşılık gülmeden edemedim. “Yani demek istediğim hiç yaşlanmadan uzun yıllar yaşadığın doğru mu?”

“Doğru.”

“Peki... Kan kokusu alınca karşı koyamama durumun var mı ve ne sıklıkla beslenirsin ve...” Sorularımın ardı arkasının kesilmediğini fark edince susup ona mahcup bir bakış attım. Onu sıkmak istemezdim. Leo önemli olmadığını belirtircesine kafasını sallayıp güldü.

“Meraklı cadıcık ne istiyorsa sorabilir.”

“Ve şey, beslenirken...” Doğru kelimeyi bulabilmek için biraz düşündüm ve bulduğumda istemsizce gözlerimi kaçırdım. Gerginliğim ellerimle oynamamdan bile belliydi. “Avını, evet, avını öldürür müsün?”

Beni uzun uzun inceledi. Sonunda konuştuğunda, “Hep böyle meraklı mıydın?” diye sordu. Kafamı iki yana salladım.

“Aslında kendi hâlimde biriydim. Kimseyle ilgilenmezdim ve kimse de benimle ilgilenmezdi. Hayatım oldukça sıkıcıydı.”

“Öyleyse hayatına renk katmış olmalıyız.” Genişçe güldü. “Sorularına gelecek olursam; kana karşı koyabilirim, eğer aç değilsem. Ayda birkaç kez beslenmek bana yetiyor ve avımı,” derken son kelimeye yaptığı vurguya karşılık yüzümü kırıştırdım. “...istersem sağ bırakabilirim, tamamen benim tercihim. Kendimi kontrol edebilecek kadar uzun zamandır yaşıyorum. Ayrıca sormadığın ama aklını kurcaladığına emin olduğum diğer soruya gelirsek yatakta çok iyiyimdir.”

Bana çok önemli bir sır verecekmiş gibi konuştuğu için onu pürdikkat dinliyordum ve son dediğiyle resmen şoka uğramıştım. “Sen... sen...” diye homurdanırken ona fırlatacak bir şeyler aradım ama tüm yastıkları zaten atmıştım.

“Tamam, tamam, sadece şaka yaptım,” derken ellerini kaldırarak kendisini savunmaya çalıştı. Üstelik deli gibi kahkaha atıyordu ve bu gerçek bir gülüştü. Bir zaman sonra kendimi ona katılırken buldum. Kıkırdamalarım yavaşça yükselerek kahkahaya dönüştü. Bundan birkaç gün önce bir vampirle bu şekilde sohbet edeceğim ve karşılıklı kahkaha atacağım söylense bunu aşırı uçuk ya da delice bulabilirdim, ancak şu anda tam olarak bunu yapıyordum.

“Tamam düzeltiyorum aslında şunu diyecektim,” diyerek sırıttı. “Sormayı unuttuğun soru: neyle beslendiğim. Başlarda sadece insandı ama zamanla tatlarda değişikliğe gittim ve tadına bakmadığım varlık kalmadı. Uzak Diyar'a gidip insan avlamaktansa buralardan bir cadı avlamak daha az zahmetli.”

Kafamı salladım. Onu sivri dişlerini birine geçirirken hayal etmek hâlâ tüylerimi ürpertiyordu. Çocuksu yüzü o kadar masum ve günahsız duruyordu ki çehresine kan izlerinin yayılmasını konduramıyordum.

“Hep böyle miydin?” diye sordum temkinli davranarak. Bir şeylerden rahatsız olduğuna emindim ama ne olduğunu çözemediğim için dikkatli davranmam en doğrusuydu. “Yani-"

“Bir zamanlar insandım,” dediğinde yüzünde gülümseme adına en ufak bir kıpırtı bile yoktu. Yutkundum. Birden buza dönmüştü.

“Çok uzun zaman öncesiymiş gibi konuştun.”

“Çok uzun zaman öncesiydi.”

“Anladım,” dedim kafamı sallayarak. Belli ki bu konu onun kırmızı çizgisiydi, üzerinde konuşmak istemiyor olabilirdi. Artık sorularımı kendime saklamanın zamanı gelmişti.

“Bin yıldan fazla,” dedi hiç ummadığım bir anda. Ona sorarcasına baktığımda, “Kaç yaşında olduğumu merak etmiyor musun?” diye sordu. Ona baktım, ona uzun uzun baktım. Yüzüne her zaman asılı duran sırıtmasının ardında yaralı biri vardı. Sonunda yavaşça kafamı sallarken vereceği cevaptan korktuğumu fark ettim. Bin yıl... Gözlerinde saklı olan yorgun bakışın nedeni bu olmalıydı.

“On yedi yaşındayım,” dedi yavaşça. Yüzü zaten bunu belli ediyordu. “Bin yıldan fazladır... On yedi yaşındayım.”

“Ah, şey, ben... Çok uzun bir zaman,” diye mırıldandım. “Krallıkların devrildiğine bile şahitlik etmiş olmalısın. Kulağa olağanüstü geliyor.”

Güldü, mavi gözlerine ulaşamayan bir gülüştü. “Dünya bölündüğünde burada sıkışan insanlardan biriydim. Mu Kıtası,” dedi duraksayarak. “Buraya Mu Kıtası derlerdi.”

Şokla gözlerim irileşti. “Bu ismi daha önce duymuştum, kayıp kıta olarak bahsediliyordu. Efsane olduğuna emindim.”

“Kayıp olduğu konusunda haklı olabilirsin, üçlüler ve yedi cadı ile yedi kahin soyunun liderleri bu kıtayı gizledi. İnsanlar tarafından bulunmasının imkânı yok. Dünyayı yok edecek büyük bir kıyametin yaklaştığını duyurarak doğaüstü varlıkların çoğunu bir çözüm bulmaya davet edip buraya topladılar ve kıyameti kopartan onlar oldu. Davete gelmeyenler diğer tarafta kaldı ama çoğunluk buradaydı ve onlar da burayla sınırlı kaldı.”

“Ama neden? Neden böyle bir şey yaptılar ki?”

“Bu çok uzun bir hikâye ama şunu bilmelisin ki bunu insanları ya da dünyayı korumak adına yapmadılar. Tamamen güç savaşıydı. Cadı ve kâhinlerin ataları meleklerdir. İnsanlarla ilişkiye girdiklerinde doğan melezler zamanla evrildi ve güçlendi ancak melekler tarafından asla kabul görülmediler. Melekler bencil, egoist, merhametsiz ve alçak yaratıklardır.”

“Sanırım burada normal ırk yok,” dedim alayla. “Kimse kimseyi sevmiyor.”

Duraksadı. “Sanırım öyle. Ama en çok nefret edilen meleklerdir. Sonra cadılar.”

“Aman ne güzel,” diye söylendim. Bir yanım cadı olduğum yönündeki iddiaları asla kabul etmiyordu ama diğer yanımsa cadılara yönelen en ufak hakaretlere sinirleniyordu ve buna engel olamıyordum. Sanırım buranın etkisi altındaydım.

“Melekler kendilerini her zaman üstün görmüşlerdir. Yeryüzünün tanrıları,” dedi yüzünü buruşturarak. “İblisler bile onlardan bin kat daha iyidir.”

“Tyler bir melek?” diye mırıldandım. “Ondan korkmalı mıyım?”

“Bana kalırsa Esta'dan korkmalısın. O dişi iblis gerçekten ürkütücü olabiliyor. Ama Tyler sadık bir askerden fazlası değildir, ona güvenebilirsin.”

“Esta iblis öyle mi?” dedim kendi kendime. “Sivriliği demek bu yüzden.”

Leo ufak bir kahkaha attı. “Sanırım tırnaklarının tadına sen de baktın.”

“Neyse ne,” diye geçiştirdim. “Hepiniz birbirinizden nefret edilesi canavarlarmış gibi bahsediyorsunuz ama birbirinizi kolluyorsunuz da.”

“Cadı olman kötü biri olduğun anlamına gelmez, arkadaş olabiliriz. Ama melek olsaydın... şu anda kafanı kopartıyor olurdum,” dedi sona doğru sertleşen sesiyle. Ağzım şokla aralandı, nefes alamadım. Leo ciddi anlamda düşmanca bakıyordu.

“Birkaç kişi haricinde meleklere tahammülüm yok, iyi olsalar bile. Hepsini yok edecek şansım olsa asla ikinci kez düşünmezdim.”

“Onlarla probleminin kaynağı ne?”

“Boş ver,” dedi hızla. Kurcalamamı istemediği açıkça belliydi. “Melekler aşağılık, adi varlıklardır, bunu unutma. Üçlülere bile güvenebilirsin ama meleklere asla.”

Kafamı salladım ve konuyu değiştirmem gerektiğini hissederek, “Koca kıtayı içindekilerle gizlemek kime ne yarar sağladı?” diye sordum.

İç çekti. “Cadılar ve kâhinler burada kendi krallıklarını kurdu; melekler alt sınıfta kaldı. Ancak tabii ki bunu asla kabul etmediler. Hâlâ kendilerini yeryüzünün tanrıları olarak görüyorlar ve hâlâ diğer varlıkların güçlerini yok sayıyorlar.”

Yeniden kafamı salladığım sırada saçlarımı karıştırdım. “Sanırım beynim yanmak üzere. Herkes birbirinden nefret ediyor, kimse güvenilir değil ve tehlikeli bir yer,” dedim acıyla inler gibi bir ses çıkartırken.

Altını çizercesine, “En çok melekler güvenilmez,” diye eklemede bulundu. “En çok onlar.”

Gözlerimi devirerek kendimi yatağa attım. Midem açlıktan kıvranıyordu ve uykum vardı. Bu gece buradan gidecektim, artık merak etmemin anlamı yoktu. MU Kıtasını ve içerisinde yaşadıklarımı korkunç bir kâbus gibi anacaktım, bu yüzden artık kurcalamayı bırakmalıydım.

“Şu yataktan çıkmayı düşünüyor musun? Ad araba ayarlamaya gitti, bir saate yola çıkmış olursunuz. Yoksa gitmekten vaz mı geçtin?”

“Ne? Tabii ki hayır,” diyerek yataktan fırladım. “Burada bir gece daha geçirmeye niyetim yok.”

Leo sırıtarak kafasını salladı. Ancak gözlerindeki ima sinir bozucuydu. “Kabul et Ad'le güzel vakit geçirdin. Asla unutamayacağın bir hatıra olarak sende kalacak.”

Geceyi hatırladım ve anında tepeden tırnağa titredim. “Kâbus demen daha doğru olurdu,” dedim homurdanarak. Sonra arkamı döndüm ve kapıda dikilen Adrian'la göz göze geldim.

×××

Renkli fon perdelerle süslenmiş minik ve biraz kirli pencereden dışarısını görebildiğim pek söylenemezdi. Yine de kafamı o noktaya sabitlemiştim ve tam karşımda oturan, dizleri dizlerime değen Adrian'a asla bakmıyordum, daha doğrusu bakmamak için çırpınıyordum. Tanrım, bu öylesine zordu ki. Beni izliyordu, beni izlediğini yüzümdeki karıncalanmadan bile anlayabiliyordum. Bakışları tenimi deliyordu. Kuruyan boğazımı ıslatma umuduyla yutkundum. Adrian tuhaf davranıyordu. Benimle doğru düzgün konuşmamıştı ve surat ifadesi sertliğinden taviz vermiyordu.

Brougham tipine benzettiğim at arabalarından birindeydik. Yolculuğum pek rahat ilerlemiyordu, çünkü bozuk yol dolayısıyla sürekli oturduğum yerde zıplayıp duruyordum. Ayrıca midemde garip bir sancı vardı, kusacak gibi hissediyordum. Korkuyordum ve heyecanlıydım da. Sonunda aileme geri dönebilecektim. Ayrıca beni rahatsız eden ve henüz neyden kaynaklı olduğunu bilmediğim farklı bir hisle doluydum. Sanki... sanki kaybetmek gibi bir şeydi ama emin olamıyordum. Belki de buraya sandığımdan daha çok alışmıştım.

Bu aptal hissin kaynağını düşünürken kafam yavaşça Adrian'a doğru döndü ve gözlerimizin bağı birleşti. Arabaya bindiğimizden beridir kaçındığım göz teması kurulduğunda o tuhaf his daha çok güçlendi. Sanırım Adrian'ı uzunca bir süre unutamayacaktım, güzel yüzü kolay kolay aklımdan silineceğe benzemiyordu.

Gömleği üzerindeydi ve ilk kez düğmelerini iliklemişti, en azından yarıya kadarını kapatmıştı. Neredeyse dizlerine kadar uzanan deri çizme giymişti. Gri – beyaz saçları açıktı ve minik pencerenin pervazına dirseğini dayamış, parmakları dudaklarının üzerinde geziniyordu. Oraya, dudaklarına bakmamaya özellikle dikkat ediyordum.

“Gözlerin neden kızarık?”

Gece yanımdan çekip gittiğinden beridir benimle normal bir şekilde konuştuğu ilk an olduğu için biraz şaşkınca, “Ne?” dedim ellerim hızla yüzüme tırmanırken. “Bilmiyorum.”

“Ağladın mı?”

“Hayır.”

“O zaman... Uyumadın?”

Ona kurulu bir robot gibi uyuduğum yönünde cevap vermek için dudaklarım aralanmıştı ki birden durdum, kaşlarım çatıldı ve cevap vermekten kaçındım.

Kafasını hafifçe sola eğip, “Sen de uyumaktan mı korktun Rheana?” diye sordu. İçime kesik bir soluk çekerken gözlerimi kaçırmadan doğrudan ona baktım. Tıpkı rüyamdaki gibiydi, cam mavisi gözleri karanlığa esir olmuştu ve bu hâli damarlarımdaki kanın daha hızlı akmasına neden oluyordu.

“Uyku tutmadı,” diye geçiştirmeye çalıştım. “Cevapsız bir sürü soru var ve sen de kaçmayı seçtin.”

“Çünkü cevaplar bende değil.”

“Bir nedeni olmalı,” dedim yakınırcasına. “O kadar gerçek hissettirmesi...” Kafamı yavaşça iki yana salladım. “Doğru değil.”

“Bunu sen yapıyor olabilir misin? Cadı olduğuna göre belki de büyü seni ele geçirmeye başlamıştır ve bu şekilde ortaya çıkıyordur?”

Teorisine karşılık gözlerim irileşti. “Böyle saçma bir şekilde ortaya çıkmasını kabul etmiyorum,” dedim biraz huysuzca. “Ayrıca neden sen? Neden Leo ya da başkası değil?”

Mavi gözlerinde birden fırtına bulutları toplandı. “Burada gözlerini açtığından beridir benimlesin. Bu yüzden beni düşünmen normal, bunu anlarım.”

Yüzümü buruşturdum. “Öyle bir şey yok. Ortada ne varsa benden kaynaklanmıyor.”

“İyi. Cadının bunu açıklaması gerekecek.”

“Ona güveniyor musun?” diye sormaktan kendimi alamadım. Aslında cevabını zaten bildiğim bir soruydu. İşin aslı duyacağım cevabın değişik olmasını umuyordum, belki bu sayede daha az endişelenirdim.

“Hayır.”

“Öyleyse neden hâlâ yanımdasın? Benimle uğraşmak zorunda değilsin. Seni yeterince yordum-"

“Evet, bu hikâyeyi daha önce duymuştum,” diyerek sözümü kesti. “Üçlülere güvenmiyorum ama madem ortada ucu bana dokunan bir sorun var o zaman nedenini öğrenmek hakkım. Senin için değil, kendine pay çıkarmana gerek yok.”

Acımasız sözlerine karşılık nedensizce kalbim kırıldı. Böyle açıkça yüzüme vurmasına gerek yoktu zaten durumun farkındaydım. Benim bu dünyada kimse için önemim yoktu, işte bu yüzden kendi dünyama dönmeliydim.

“Yeterince sevinçli değilsin? Neden? Geri dönmek istediğini sanıyordum?”

“Endişelerim var, korkuyorum,” diye mırıldandım. Gözlerini kıstı.

“Korkmaktan başka bir şey bilmez misin sen?”

İşte yine onu ilk tanıdığım anlardaki gibi aşağılayıcıydı. Gözlerimin kırgınlıkla dolmasına engel olamazken dişlerimi sıktım. “Bilmiyorum tamam mı? Korkağın tekiyim! En çok ben korkarım, her şeyden ben korkarım,” dedim elimde olmadan sesimi yükselterek. Seçeneğim olsa tam da şu an arabadan iner kendi yoluma giderdim ama ona mecburdum.

“Sadece biraz daha katlanacaksın bana, biraz daha sabret. Bu gece kurtuluyorsun benim gibi bir korkaktan.”

Kollarımı göğsümde bağlayıp yeniden pencereye döndüm. Tanrım, ağlamak istiyordum ama bunu yapmayacaktım. Bana böyle davranmaya hakkı yoktu. Bir gün iyi bir gün kötüydü ve aklımı şaşırmama neden oluyordu. Arabayı ayarlamaya gittiğinde benim için de bir çift ayakkabı ve temiz giysiler alan adamla şu anki adam arasında bulunan uçurum beni şoka uğratıyordu. Evden çıkmadan önce bana yemek hazırlamıştı, banyoya sıcak su koymuş, duş almama zaman tanımıştı. Şimdiyse o kadar farklıydı ki sanki karşımda yabancı biri vardı.

“Endişelenme,” dedi oluşan uzun sessizlikten sonra, daha durgun ve daha yumuşak bir sesle. "Kendini ait hissettiğin yere döneceksin. Mutlu ol.”

“İzin vermiyorsun,” dedim hâlâ ona bakmazken. Cevap vermeyerek aramızda soğuk rüzgârlar estiren sessizliğin oluşmasına neden oldu. Oturduğum yerde rahatsızca kıpırdandım. Birlikte geçirdiğimiz son anların güzel ve hatırladığımda yüzümü gülümseten anılar olmasını dilerdim. Oysa Adrian şu anki ters tutumuyla bende hiç de iyi izler bırakmıyordu.

Sonra birden, “Gitmekte kararlı mısın?” diye sordu. Çalışmadığım yerden gelen soruya karşılık kaşlarım çatılsa da “Evet,” derken hiç düşünmedim. “Burada kalmam için hiçbir sebep yok. En önemlisi de bana değer veren kimse yok. Hepinizin gözünde baş belasıyım.” Yüzüm biraz daha asıldı. “Geldiğim yerde arkadaşlarım olmayabilir, yine sakat kalacak olabilirim ama en azından aileme dönmüş olacağım.”

Derin bir solukla ciğerlerini şişirdi. Gerginliğini hissettim. Sanki bir şey onu rahatsız ediyordu ve tüm huysuzluğunun kaynağında bu yatıyordu.

“Gerçek olmayan bir aile için tüm bunlara değecek mi? Ömrün boyunca yalnız olmana? Yürüyememene? Günün birinde onları kaybettiğinde sana ne olacağını hiç düşündün mü?”

Duraksadım. Değindiği noktaları daha önce hiç düşünmemiştim. Annem ve babam zorluk çektiğim her anımda yanımdaydı, ancak onlar olmadığında bana ne olacağı değinmediğim sorulardan biriydi. Yine de kendimi telkin etmeye çalışarak, “Ne olursa olsun orası benim yuvam,” diye mırıldandım. “Orada doğdum, orada öleceğim, çünkü oraya aitim.”

“Burada istediğine sahip olabilirsin Rheana,” diye fısıldadı. “Burayı evin yapabilirsin, bu senin elinde.”

Kafamı iki yana salladım. “Neden fikrimi değiştirmeye çalışıyorsun ki? Ben burada yapayalnızım, görmüyor musun? Bir gece dışarda kalsam sabahı göremeyeceğimi söyleyen sendin. Ben hâlâ zayıfım ve asla da buraya uyum sağlayacak kadar güçlü olamayacağım. Bu yüzden lütfen aklımı bulandırma,” dedim yalvarır gibi. “Ve lütfen bana baş belasıymışım gibi davranma. Seni iyi hatırlamak istiyorum, buradayken bana çok yardımcı oldun.”

Ona kaçamak bir bakış attığımda yine beni izlediğini fark ettim. Öyle bir bakıyordu ki gözlerindeki ağırlığa anlam veremiyordum. Bana odaklı cam mavisi gözlerinde istediğini elde edemediği için çılgına dönen canavar saklıydı ve aynı zamanda anlayışla bakıyordu.

“Bir şeyi merak ediyorum,” diye fısıldadım sesimi bulmakta güçlük çekerek. Boğazımı temizledim. Konu o uçuk rüyalara geleceği için gergindim. “Madem sen de beni rüyanda gördün neden bunu en başında söylemedin? Neden beni tanımıyormuş gibi yapıp, üstüne üstlük beni casusluk gibi saçmalıklarla suçladın?”

“İlk gördüğüm rüya belirsizdi, siluetten ibarettin. Yüzün yoktu, hayal gibi... Uyandığımda tek aklımda kalan adındı ve sen adını hatırlamıyordun. Sanırım benzer rüyalar gördük, sen de benim adımı öğrenmiştin.”

Hızlı hızlı kafamı sallarken gözlerimi kaçırdım. Tanrım, ilk gördüğüm rüya da günah doluydu ve bunu itiraf edemezdim. İçimden neden bu şekilde olduğuna dair isyanda bulunurken, “Yoksa benzer değil miydi?” diye sordu, kuşkuluydu.

“Ne? Tabii ki benzerdi. Adını öğrendim hepsi bu,” dedim soluk alışlarımın hızlanmasını önlemeye çalıştığım sırada. Bana bakarak kafasını ağır ağır iki yana salladı.

“Rheana yalan söylemeyi beceremiyorsun.”

Tanrım, dudağının kenarı hafif kıvrıktı. Bana imayla bakarak bu şekilde gülmemeliydi. Nefes alamıyordum ve terlemeye başlamıştım. Bir önceki giydiğimin benzeri olan kazağın yakasına asılarak boğazımı gevşetmeye çalıştım. Bilerek yapıyor olmalıydı, üzerimdeki etkisinin farkında olmamasının imkânı yoktu.

“Yalan söylemiyorum,” diye beceriksiz bir çıkış sergiledim.

“Ama gerçeği de söylemiyorsun.”

“Bu konuyu artık kapatabilir miyiz?” dedim birden. Önüme gelen saçlarımı geriye ittim, resmen bir anda o kadar terlemiştim ki tenime yapışmışlardı.

Adrian, “Bunu al,” diyerek bileğindeki tokayı çıkartıp bana uzattı. Siyah, esprisiz, dümdüz lastik benzeri bir şeydi. Yavaşça ona uzandım ve tokayı alırken parmaklarım avucuna değdi. Sanki teninden tenime geçen bir akım varmış gibi irkilmekten kendimi alamadım. “Teşekkür ederim,” dedim hızla saçlarımı toplamaya çalışırken. Anlamsızca heyecanlandığım için pek becerikli olduğum söylenemezdi. Alıştığımdan daha uzun ve gür olan saçlarımla baş edemiyordum. Adrian verdiğim savaşı komik bulmuş olacak ki gülerek, “Bırak ben yapayım,” dedi ve parmaklarıma geçirdiğim tokaya uzandı. Hiçbir şey söyleyemedim, reddedemedim de. Yutkunarak bana yaklaşmasını izledim. Elleri zarar vermekten korkarcasına saçlarıma dolandı. Bana o kadar yakındı ki soluğu yüzüme vuruyordu. Hareket dahi etmeden, bir put gibi öylece duruyordum. Nefes almayı bile unutmuştum.

“Bu sıkılık yeterli mi?” diye sorduğunda saçlarım aslında bol olmasına rağmen kendimi kafamı sallarken buldum. Gözlerimi ondan ayıramıyordum ve o da doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. “Rheana,” diye fısıldadığında bunu söylerken ki o garip aksanının tadını çıkardım. “Geri döndüğünde bu güzel saçlara yazık olacak.”

Tam da o sırada bulunduğumuz at arabası tümsekten geçti, sarsıldık ve neredeyse öpüşecek kadar birbirimize sokulduk. Ancak Adrian hızla kendisini toparladı ve benden uzaklaştı. Yeniden yerine yaslandığında bu kez gözleri penceredeydi ve kaşları çatılmıştı. Kalbimin hızlı vuruşlarını kontrol altına almaya çalışırken ben de pencereye döndüm. Tanrım, onu öpebilirdim. Gerçekte de rüyadaki kadar iyi olup olmayacağını bilmek için bile onu öpebilirdim. Böyle düşünmemem gerektiğini biliyordum ama kahretsin ki bir türlü kendime engel olamıyordum. Sanırım feci şekilde etkisine kapılmıştım, geri dönmek bana ilaç olacaktı.

Kirli pencereden dışarısını izlerken aramıza sessizliğin girmesini istemediğim için konuşmadan önce dudaklarımı yalayarak, “Havaya hükmettiğini söylemiştin,” diye mırıldandım. “Bunu nasıl yapabiliyorsun?”

“Hissetmekle alakalı. Havayı hissediyorum ve onu yönlendirebiliyorum. İstersem fırtına çıkartabilirim ve istersem güneşi gösteririm. Kışı yaz yazı kış gibi yapabilirim,” dediğinde yeteneği karşısında hayranlıkla dolu olduğumun farkındaydım. Kulağa çok mükemmel bir şeymiş gibi geliyordu.

“Tabii bu tüm kıta genelinde değil, yaşadığım yerle sınırlı. Nereye gidersem orayı etkilerim.”

“Çok güzel,” diye mırıldandım. Sesimdeki hayranlık elle tutulur cinstendi. Yavaşça bana doğru döndü. “Bazı yanları kötü,” dedi karanlık bir bakışla. “Öfkeli ve kızgın olduğumda ya da üzgün olduğumda isteğim dışında havayı etkilerim. Bu gibi anlarda kopan fırtınalar etrafımdakilere çok zarar verdi.”

Kafamı ağır ağır sallarken gözlerim yeniden pencereye kaydı ve dışarıyı daha net görebilmek için kirli camı kazağımın koluyla sildim. Havadaki değişiklik işte tam da o an yüzüme çarptı. İlerlediğimiz yolun olduğu yön güneşli ve açıktı, ancak arkamızdan bizi takip eden kara bulutlar hızla havayı kapatıyor, birbirlerine sürttükçe kıvılcım çıkartır gibi çatırdıyorlardı. Sertçe yutkunarak Adrian'a döndüm. Cam mavisi gözleri tıpkı bizi takip eden bulutlar gibi karaydı.

Peki, havanın böyle olmasının kaynağında hangi duygu yatıyordu?

Cevabını merak ediyordum.

Ve cevabından korkuyordum.

×××

 

 

 

 

Bölüm : 24.11.2024 19:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...