
Sürpriiiizz 🥳
Yorumlarınızı bekliyoruz çünkü onlar bizim yazma hevesimizi arttırıyor 🤩
Bu bölüm ortalık birazcık karışıyor. ☠️🤫
♧
Korkuyu görmeyi bekledim.
Barut’un gözlerine baktığımda orada onu aradım ama bulamadım. Zehirli mavi gözlerinde beklenmedik karşılaşmamızdan dolayı şaşkınlık vardı ama korku yoktu, panik yoktu, dehşet yoktu. Bu az da olsa moralimin bozulmasına neden oldu. Çünkü onun korkudan aklını yitirmesini istiyordum, tıpkı bana yaptıkları gibi.
Elinde silahla karşımızda dikilen hâline bakarken onu sanki ilk kez görüyormuşum gibi inceliyordum. Kafamı hafifçe sol omzuma doğru eğerek, “Seni uyandırdık mı?” diye sordum. Sesim hafif alaylıydı. “Tatlı rüyalarını bölmeyi istemezdim ama bilirsin işte, eğlenme sırasının artık bana geçmesi gerekiyordu.”
Barut bana doğru bir adım atıp durdu. İyice sokak lambasının altına çıktığı için artık yüzünü daha kolay seçebiliyordum. “Nehir,” dedi garip garip, sanki ne diyeceğini kafasında toparlayamamıştı.
“Şaşkın surat sana hiç yakışmıyor,” derken burnumu kırıştırdım. “Benim. Buradayım, evinde. Öylece bırakacağımı mı düşündün yoksa?” Gözlerim kısıldı. “Sen benim canımdan bir parça kopardın,” dedim her kelimeyi bastıra bastıra. “Bu öylece yanına bırakılacak bir şey değil.”
Ufak hatırlatmamdan sonra durumdan nefret edercesine dişlerini sıkıp elindeki silahı hiç düşünmeden beline yerleştirdi. Bunun üzerine Cesur burnundan güler gibi bir ses çıkartarak, “Onu elinden ayırdığına pişman olacaksın,” dedi kapkara tavrını korurken.
Barut bunu duymazdan geldi. Sadece bana odaklıydı. Cesur umurunda bile değildi. Sanki beni yıllar sonra yeniden görüyormuş gibi tepeden tırnağa süzdükten sonra, “Ne kadar farklı görünüyorsun,” dedi. Bunu sanki kendi kendine demişti ve biraz hüzünlü gibiydi. Değişimimden hoşlanmadığını hissetmiştim.
Dudaklarımda acı bir kıvrım oluştu. “Birisi silahını bana doğrulttu ve sıktığı tek kurşun birden çok şeyi öldürdü.”
“Üzgünüm-”
“Hayır, değilsin,” diyerek hızla lafını kestim. Beni bastırdı.
“Üzgünüm,” dedi daha güçlü şekilde. Tavrı sahte durmuyordu. “İşler kontrolüm dışında gerçekleşti. Bunu sen de biliyorsun.”
Cesur’un arkamda sinirden gerildiğini hissettim. “Kontrol edemiyorsan neden ortalıkta lider olarak dolanıyorsun?” dedi tükürür gibi.
Barut’un gözleri arkama doğru yükseldiğinde mavi harelerine sinen apaçık nefreti gördüm. “Kendini kontrol edebilmeyi öğrendikten sonra karşıma geçip benimle konuş,” dedi onun damarına basmaktan asla çekinmediğini belli ederek.
Cesur sanki en keyifli anındaymış gibi ellerini ceplerine tıktı. Aslında Barut’un üzerine atlamasına sadece bir adım kaldığının netçe farkındaydım. Arkamda öyle sert nefes alıp veriyordu ki öfkesi doruktaydı. “İçim rahat,” dedi sonra sıkılı dişlerinin arasından. Söylediği sözle tavrının arasında hiçbir uyuşma yoktu. “Beş on kişinin kemiklerini kırdım, doğru ama kimsenin bebeğini öldürmedim.”
Kasıldım. Barut bile kaskatı kesildi. “Bu benim özellikle planladığım bir şey değildi,” dedi. Canının sıkkınlığını hissetmek içimdeki ateşe su serper gibi olmaya başladığında bundan nefret ettim. Ona karşı yumuşamak istemiyordum. Ancak karşımda kuyruğunu dik tutup, olanla övünmek yerine açıkça tavrını belli etmesi bir noktada beni durduruyordu. Ondan iyi ki yaptım demesini beklemiyordum ama bunu da beklemiyordum. Bu karşılaşma bu şekilde ilerlememeliydi. Daha en başında beni etkilemeye başlamıştı.
“Sen olasılıkları hesaplamadan adım atmazsın,” dedi Cesur. Onun düşmanca tavrı hâlâ aynıydı. Hatta konuştukça daha çok arttığını bile söyleyebilirdim.
“Onun hesaplayamadığı şey Mila’ydı,” dedim nefretle.
Barut’un çenesi kasıldı. “Öyleydi,” diye kabul ederken bu çaresizlikten nefret ediyor gibiydi. “Nehir,” derken yine tüm odağını bana verdi. “Gerçekten üzgünüm-”
Elimi kaldırarak onu susturdum. “Onu hâlâ yanında tutarken bana üzgün olduğunu söyleme. Sonrasında ne yaptın? Evine geri dönüp onunla hayatına devam ettin-”
“Düşündüğün gibi kaldığımız yerden devam etmedik,” diyerek müdahale etti. “Elbette bir bedeli oldu.”
Cesur komik bir şey duymuş gibi gülmeye benzer ses çıkarttı. “Kadın hâlâ yaşıyor. Bir cana karşılık ödediği bedel birkaç günlük ayrılıktan ibaret. Sen bizimle dalga mı geçiyorsun?”
“Nehir,” diyerek sadece benimle konuşmak istiyormuş gibi yine bana baktı. Cesur’u sürekli dışarıda tutmaya çalışması benim bile sinirlerimi gererken onun delirmesi normaldi. Nitekim, “Bir daha ağzından Nehir çıktığını duyarsam çeneni kırarım,” dedi Cesur birden tüm saldırganlığıyla.
“Siktir git. Seninle konuşmuyorum.”
Cesur artık arkamda durmaya devam edemedi. Kirpiklerimin kapanıp açıldığı süre zarfında hareket edip Barut’un karşısına dikildi. Bir an yanımdaydı ve bir an sonra onunla kafa kafaya durması nefesimi keserken Barut’u tek eliyle yakasından kavrayıp kendisine doğru çekti.
“Senin ona olan bu ilginin nedeni ne lan?” dedi ölümcül sakinliğiyle. Ancak ben derisinin altında gerinen canavarı görüyordum.
Barut rahat tavrından ödün vermeyerek kafasını biraz daha yukarıya kaldırıp ona hafif alayla baktı. “Seninle kalıp kendisini heba etmesine gönlüm razı gelmiyor.”
“Sana ne?” derken Barut’un yakasındaki eli iyice sıklaştı. Solak lambasının altında bile uyguladığı güç yüzünden teninin beyazlaştığını seçebiliyordum.
“Onu senden alacağım, Cesur,” dedi Barut daha sonra. Zehirli mavi gözlerinde eğlenen bir ifade saklıydı. Bilerek yapıyordu, o an anlamıştım. Sırf Cesur’un damarına basmak için böyle konuşuyordu.“Bugün ya da yarın. Onu senden kurtaracağım. O zaman bunu yaptığım için bana teşekkür edecek.”
Cesur bir saniyeliğine öylece durdu. Ancak sonrasında öyle hızlı hareket etti ki soluğumu tutmuş hâlde izliyor olmama rağmen yakalamakta zorluk çektim. Kafasını aniden Barut’un suratına geçirdiğinde kırılma sesini duyarak irkildim. Barut kan fışkıran burnunu tutarak küfürler savurdu. Cesur ona saldırmak için ileriye doğru adım atacağı sırada hızla koşup önüne geçtim. Gözlerindeki vahşi bakışın önünde durmak çok zordu. Ellerimi göğsüne dayayarak, “Seni kışkırtmaya çalışıyor, yapma,” dedim biraz kısık sesle. “Oyununa düşüyorsun.” Sonra ardımı dönüp Barut’a öfkeyle bağırdım.
“Benim kurtarılmaya ihtiyacım yok, kes şunu!”
Burnundan akan kanı elinin tersiyle silip geçti. Birazının yüzüne yayılmış olması umurunda bile değil gibiydi. “Bunu şimdi anlamıyor olmanı normal karşılıyorum,” dedi tüm umursamazlığıyla. Cesur yine ona doğru atılmak istedi ancak bir şekilde onu olduğu yerde tutmayı başardım.
“Sen hastasın, biliyor musun?” dediğim sırada evin karanlığa gömülü bahçesinden çıkan Özgür, kafasındaki kapüşonu geriye iterek yanımıza doğru gelirken, “Şeytan kışkırtma modunu açmış demek ki,” diye takılmayı da ihmal etmedi. Barut’un kanlanmış yüzünü ve şişmiş burnunu gördüğündeyse, “Yakışmış,” dedi alayla. “Bahse girerim daha fazlasını hak etmişsindir.”
“Adamlarım nerede?” dedi Barut onu duymazdan gelerek.
Özgür umursamazca elini havada savurdu. “Garajındalar ve evet, hâlâ yaşıyorlar, eğer merak ediyorsan.”
Aynı sırada Akın ve Tuna da göründü. Evin etrafından dolanıp yanımıza geldiklerinde arkalarından birkaç adamımız daha geliyordu. Bir anda Barut karşımızda tek başına kalmıştı ve bizse epey kalabalıklaşmıştık.
Tuna, “Abi Gökhan yaklaşıyor. Beş dakika içerisinde burada olur,” diye bilgi geçti. “İstersen yolda indirelim?”
Barut’un dişlerini sıktığını gördüm. Emindim ki burnu feci şekilde ağrıyordu, ancak hiç umurundaymış gibi görünmüyordu. Ve artık gözlerinin gerisine sinen endişeyi seçebiliyordum. Nihâyet beklediğim tepkileri alabiliyor olmak ancak doyumu hissetmeye başlamamı sağlamıştı.
“Gelsin,” dedi Cesur önemsiz bir ayrıntıymış gibi. “Birazdan başlayacak şölenin seyircisi olmalı.”
Barut savaşmaya hazırlanıyormuş gibi omuzlarını dikleştirdi. Ancak yine de beline attığı silahına saldırmadı. Belki de bunun gereksiz olduğunu bildiğinden dolayı yapmıyordu. Çünkü herkes tetikteydi ve onu indirmek için an kollayan adamlarımızın elleri silahlarında hazır duruyordu.
“Dolaşırken fark ettim ki evin güzelmiş,” dedi Akın, suratında şeytani sırıtışı asılıydı. “Ama dekora verdiğin önemi biraz da götünü kollayan adamlara vermelisin. Bak böyle dımdızlak kaldın ortada.”
Barut cevap vermedi.
Akın ise sanki onun yalvardığını duymuş gibi daha çok keyiflenirken, “Birileri ben yatağımda mışıl mışıl uyurken kulübü ele geçirseydi kahrımdan geberirdim kurşuna gerek bile kalmazdı lan,” dedi. Alay dolu tavrı etrafımızı sarmış olan adamları güldürdü.
Yaptığımız gerçekten onur kırıcıydı. Onu evinde yakalamıştık, en güvenli olması gereken yerde. İlk plan açık arttırma gecesi harekete geçmekti, ancak son dakika bundan vazgeçip geceyi huzurla bitirmelerine izin vermiştik ve işte, daha vurucu planımız hayata geçmişti. Onu evinde, Akın’ın da dediği gibi yatağında mışıl mışıl uyurken sessizce ele geçirmiştik. Eğer uyanmamış olsaydı odasına kadar girmeyi bile hesaplamıştık ama ben uyanacağından başından beri emindim. İçgüdüleri onu ayağa dikecekti, öyle de olmuştu.
“Nihâyet bir şeyi becerebildiğin için tebrik mi bekliyorsun?” dedi Barut sinir bozucu şekilde gülümserken. “Önemsemediğinizi falan düşünmeye başlamak üzereydim. Zira birisi benim canıma kast etmiş olsaydı en geç sonraki gün onun canını alırdım.”
Ucunda kendi ölümü yatıyor olsa bile kışkırtmaktan asla geri durmaması ürkütücüydü. Cesur’u delilikle itham edip duruyordu, ondan bile deliydi. Bile bile sınırlarla oynuyordu ve bunu yaparken korkunun zerresini dahi taşımıyordu. Sanki başına gelecekleri zaten biliyordu ve çoktan hazırlığını yapmıştı. Ayrıca sadece benimle konuşurken samimiydi, diğerleriyle konuşurken gerçekten şeytaniydi.
“Evet, evet, aynen,” dedi Akın kısaca kafasını sallarken. “Bir tarafların tutuşmamış gibi orada durmaya devam et. Alev aldığında keyifle izliyor olacağım.”
“Sıranızı iyi kullanın. Çünkü sıra bana geçtiğinde aramızda dönen rulet son kez dönmüş olacak.”
Kendimi tutamayıp, “Buradan canlı çıkacağına nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?” diye sordum.
Barut’un eğlenen bakışları bana döndüğünde o zehirli mavi harelere durgunluk sindi. “Yanında durduğun adamın aldığı nefesi neye göre aldığını bile sana söyleyebilirim.” Hafifçe güldü. “Ben ondan her zaman bir adım öndeyim, Nehir.”
Ben de güldüm ama bu soğuk bir gülüştü. “Öncelikle benim adım Nehir değil, bunu düzeltelim,” dedim. Barut’un tek kaşı hafifçe havalandı. “Sana o tek kurşunla ölen birçok kişinin olduğunu söylemiştim. Bunlardan biri de Nehir’di.”
“Ne demek bu şimdi?”
Özgür pantolonun cebinden çıkarttığı sigara paketini avucuna vurarak içerisinde kalan birkaç dalı dışarıya çıkarttı. Birini çekip dudaklarının arasında kıstırırken aralarından diğerini de bana uzattı. Sigarayı parmaklarımın arasına çekip, “Adım Deniz,” dedim sakince. Barut biri suratına sert bir yumruk geçirmiş gibi irkildi ama bu öyle kısa bir andı ki yanlış gördüğümü düşündüm. Sonra Cesur’a baktı ve mavi harelerini ele geçiren öfkeyi gördüm. Sadece bir saniye sonra yumruğu Cesur’un suratında patladı ve bağırdı.
“Hasta orospu çocuğu! Onu bu şekilde kullanmaya utanmıyor musun lan?”
Akın ve Özgür’ün Barut’u yakalayıp onu kollarından tutarak olduğu yerde sabit kalmasını sağlamalarını dehşetle izledim. İşte bu tepkisi gerçekti. Gerçekten bunu duymak onu rahatsız etmiş gibiydi.
Cesur ise çenesini ovup, sağa sola eğerek hasar kontrolü yaptıktan sonra gerçekten deli bir adam gibi sırıttı. Ardından, “O, benim,” dedi bastıra bastıra. Sert ve bir o kadar ağır adımlarla Barut’a yaklaşmasını takip ederken bunun sonunun iyiye gitmeyeceğini biliyordum ama hareket edemeyecek hâldeydim.
Cesur yumruğunu Barut’un karnına geçirerek, “Ve sen benim olanla fazla ilgilisin,” dedi. Bunu sakince söylese bile yemin edebilirdim ki tüm deliliği üzerine giyinmişti.
Barut ağzına dolan kanı yana tükürdü. Kolları sıkıca tutuluyor olmasına rağmen tüm dik başlılığıyla Cesur’a bakarken, “Onu bencil heveslerin uğruna mahvediyorsun. Deliliğine ortak olmasına nasıl ikna ettin söylesene? Tehdit mi ettin? Gözünü mü korkuttun?” dedikten sonra tüm gücüyle bağırdı. Boğazındaki damarlar açık seçik ortadaydı. “Ona nasıl ben Deniz’im dedirttin lan?”
Cesur tek elini Barut’un boğazına sararken, “İnan çok kolay oldu,” dedi. Bilmesem tavrına kanardım. Barut’u daha çok çıldırtmak için böyle konuşuyordu, tıpkı biraz evvel Barut’un yaptığı gibi. Bunun farkındaydım ama yine de tavrındaki ürkütücü umursamazlık beni rahatsız etmişti.
“Manyak piç kurusu! Senin o hasta beyninin içinden geçen her şeyi sikeyim!”
Cesur oralı bile olmadı. Parmaklarını biraz daha sıkarken, “O, benim. Yürüdüğü yol, kurduğu hayal, aldığı nefes, baktığı yön... Benim,” dedi boğazının gerisinden hırıltıyla. Tane tane, vurguyla. Eline aldığı kırmızı kalemle bunun altını ikinci kezdir çiziyordu ve kesinlikle bir uyarıydı. “Seni ne ilgilendirir? Başkasının kadınına bakmaya mı başladın?” Kafasını hafifçe sağ omzuna doğru yatırdı. “Hmm? Bu mu?”
Gökhan’ın yaklaşan aracı sert bir frenle biraz ötemizde durdu ve peşindeki iki araç da onun gerisinde kaldı. Tuna’nın ıslığını duydum. Gelenleri anında etkisiz hâle getirmeleri sadece birkaç saniye sürdü. Gökhan’ın küfürleri kulağa geri planda çalan şarkı gibi geliyordu.
Barut şahsına büyük bir küfür edilmiş gibi dişlerini sıkarken, “Ben senin baban gibi tek kadınla yetinemeyen doyumsuz biri değilim,” dedi boğazındaki baskı yüzünden boğukça. “Sakın beni kendi soyunla karıştırma!”
Akın homurdandı. Özgür sabır dilenircesine gözlerini havaya dikip kendi kendine bir şeyler mırıldandı. Cesur ise yine aynı tekinsiz gülüşüyle birlikte Barut’un boğazını bırakıp, “Babalarımızın pisliklerinden bahsedeceksek seninkini kimsenin geçemeyeceğini yedi cihan biliyor,” derken yıllanmış bir hikâyeden bahsediyormuş gibi elini havada savurdu. Ardından yüzü birden olduğundan çok daha sert bir ifadeye büründü. “Doyumsuz, piç kurusu baban tam da senin şu anda yaptığını yapıyordu. Yatağında bir kadın varken başka birinin peşindeydi. BAŞKA. BİRİNİN. KADINININ.”
Nefesim kesildi.
“Siktir git,” dedi Barut. “Senin hasta beyninle uğraşamam.” Sonra bakışlarını bana çevirdi. “Nehir-” demişti ki Cesur onu saçlarından yakalayıp kopartmak istercesine asılırken, “Onun adı Deniz ve ona bakan gözlerini oyacağım,” dedi yemin edercesine. Ardından da iki eliyle Barut’un kafasını kavradı. Baş parmaklarını adamın gözlerine bastıracağı sırada biri beni sırtımdan itmiş gibi yanına koşarak kolunu tuttum. “Bekle,” dedim endişe yüzünden nefes nefeseyken. Parmaklarının tehditkâr tutuşunu değiştirmeden kafasını çevirip bana baktı. Yutkunamadım. Karşımda deli bir adam vardı ve onu nasıl geri getireceğimden emin değildim.
“Önce izlemesi gereken şeyler var,” dedim birden. “İzlemesini istiyorum. Her saniyesini.”
Cesur sanki bir robottu ve onu oynatma kumandası bendeymiş gibi birden ellerini Barut’un yüzünden geri çekti. Verdiğim soluğu belli etmemeye çalıştım. Kesinlikle onu birinin gözlerini oyarken izlemek isteyeceğimi sanmıyordum. Parmaklarımı koluna iyice dolayıp onu kendime doğru çekerek az da olsa Barut’tan uzaklaştırmaya çalışırken niyetimi belli etmemek için elimden geleni yapıyordum. Eğer fark ederse şu an da işler iyice çıkmaza girebilirdi.
Cesur bir kolunu sahiplenircesine belime sarıp beni vücudunun yan tarafına yapıştırırken, “Her saniyesini izleyecek, Deniz,” dedi. Sesindeki ölümcül vaat tüylerimi ürpertmişti.
Barut, “Sana bunu yapmasına nasıl izin verebilirsin?” dedi bana öfkeyle. Çıldırmış gibiydi.
“Bana zarar verecek bir şey yapmıyor. Onu kafanda hangi yere koymuşsan oradan çıkartmanı öneririm,” dedim sakince. Aslında diken üstündeydim ve Cesur’u kolluyordum. Çünkü Barut konuştukça Cesur’un öldürme isteği artıyordu.
“Onun istediği kadını oynamaya başlamışsın!” dedi bu asla kabul edilemez bir şeymiş gibi. Beni tutup sarsmak ve kendime getirmek istercesine bakıyordu.
“Onun istediği kadını oynamıyorum,” dedim bu konudan sıkıldığımı belli ederek. “Neye inandığın umurumda değil. Benim adım Deniz. Onun yıllardır aradığı kadın benim. Senin için Cesur’u dize getirme yolunda çok iyi bir koz olduğumu biliyorum ama bundan vazgeç. Beni asla istediğin yönde kullanamayacaksın. Hiçbir zaman. Ona ihanet etmektense ölürüm daha iyi.”
Barut söyleyeceği tüm kelimeleri yutarak bana baktı. Uzunca ve sessizce. Sanki benimle yeniden tanışıyor gibiydi. Ancak biraz daha gözlerini dikip durmaya devam ederse bu kez Cesur’u durduramayacağımı bildiğim için tüm odağı buraya gelme nedenimize çevirdim. “Ne kadar soğuk bir gece,” derken ürpermiş gibi Cesur’a biraz daha sokuldum. Neyi istediğimi elbette anladı. Bana o koyu kahve gözleriyle bakarken uzanıp çeneme dokundu.
“Senin için geceyi tutuştururum.”
Hâlâ parmaklarımın arasında duran sigarayı göreceği şekilde kaldırdım. “Tutuştur.”
Cesur cebinden çıkardığı zippo çakmağı avucuna aldı. Üzerinde arka ayaklarının üzerine kalkmış şekilde kükreyen bir aslan figürü işlenmişti. Kapağını açtığında ortaya çıkan ateş kümesine titreyerek baktım. İçimde, tam kalbimin orta yerinde de o ateşten vardı ve bu geceden sonra sönmeyecek olsa bile daha katlanılır hâle geleceğine inanıyordum.
Sigarayı dudaklarımın arasında kıstırıp Cesur’un ucunu tutuşturmasını izledim. İlk yudumu aldıktan sonra dumanı havaya üflerken bana odaklı olan derin bakışları boğazımın kurumasına neden oldu. Böyle bir anda bile kanımı kaynatabiliyor olmasına şaşırmadan edemezken içime çektiğim ikinci yuduma ait dumanı doğrudan onun yüzüne üfledim. Dudağının kenarını hafifçe kıvırarak, “Daha fazla?” diye sordu.
Yavaşça kafamı salladım. “Her zaman daha fazla.”
Cesur topuklarının üzerinde dönerek arkamızda kalan eve doğru yürümeye başladığında Barut önce donakaldı. Sadece bir saniye sonraysa başından beri hiç yapmadığı kadar güçlü şekilde çırpınarak Akın ve Özgür’ün tutuşundan kurtulmaya çalışırken, “HAYIR!” diye haykırdı. “YAPMA LAN! BUNU YAPMA!”
Cesur onu hiç duymadan bahçe kapısına kadar gitti. Ardından da çakmağını yeniden çaktı. Çıkan alev topu gecenin hafif rüzgârında kıvrıla kıvrıla dans ederken onu bahçe kapısından içeriye savurdu. Akın ve Özgür’ün başı çektiği ekibin her yana döktüğü yakıcı maddenin sağladığı yardımla birkaç saniye sonra büyük bir alev yumağı göründü ve evin tamamının alevler içerisinde kalmasıysa yine birkaç saniye sürmüştü.
Mila’nın çığlıklarını duymayı bekledim ama tek duyabildiğim ahşabı yutan alevin çıkarttığı çatırdama sesleriydi. Onun derin bir uykuda olduğunu biliyordum. Açık arttırma gecesine katılmamıştık ama bizden birisi içeriye girip Mila’nın içkisine onu derin bir uykuya düşürecek ilaçlardan katmıştı. Kuşkusuz uyanık olmasını ve beni nasıl yakmışsa öyle yanmasını tercih ederdim ama kaçma riskini göze alamazdık.
Alevlerin alacalı ışıkları geceyi gittikçe daha güçlü şekilde aydınlatırken Barut boğazını patlatacak şekilde, “HAYIR! MİLA! HAYIR!” diye bağırdı. Sesinde saklı olan yakarış anında beni ele geçirdiğinde sertçe yutkunmaktan kendimi alamadım. Dizlerinde derman kalmamış gibi yere çöktüğündeyse gözüme yıkılmış bir adam gibi görünmüştü. Mila’yı gerçekten çok seviyor olmalıydı. Bu derece kendisini bırakmasına başka anlam verememiştim. Ancak ona daha dikkatli baktığımda bir şeyi fark ettim. Alevlere en büyük korkusu ve en büyük düşmanıymış gibi bakıyordu.
Korku onun gözlerinde görmeye alışık olmadığım bir duyguydu.
Akın ve Özgür onu bıraktığında Mila’yı kurtarma umuduyla eve doğru koşacağını düşünmüştüm ama o bunun yerine yerde gerisin geri sürünerek uzaklaşmayı seçti. Zehirli mavi gözleri artık acı doluydu. Saf, ham, çiğ bir acıydı.
İşte şimdi aynı pencereden bakıyorduk ama ben tatmin olmuş hissetmekten uzaktaydım. Mila için asla üzülmemiş olsam da Barut’a baktığımda boğazımda düğümlenmeler oluşuyordu. Parmaklarımın arasında asılı kalan sigarayı yere atıp üzerine bastıktan sonra istemsizce ona doğru yaklaştım. Ellerini yüzünün iki yanında tutuyor ve evini yutan alevlere dehşetle bakıyordu. Arada sırada ellerini yüzüne vurup duruyordu. Her ne söylüyorsa anlamsızdı. Arkamda kalan Gökhan’ın boğuk küfürlerini bile daha iyi seçebiliyordum ama Barut farklı bir dünyadaymış gibiydi.
Travma.
Onun alevlerle ilgili bir travması vardı.
Ve Cesur bunu bilerek ateşi seçmişti.
Cesur’u kınamamalıydım. Onun yerinde olan herkes düşmanını en nokta atışı yerden vurmak için planlarını kurardı. Ancak elimde değildi, bu bana çok vahşi gelmişti.
Peki hiç suçu olmayan Yavuz’un ve henüz doğmamış bir bebeğin ölmesi de vahşice değil miydi?
Kafamı iki yana sallayarak kendimi toparlamaya çalıştım. Duruşumu bozmak, hiç derdim yokmuş gibi bir de düşmanımın derdini omuzlanmayı asla istemiyordum. Barut’a biraz daha yaklaştım. Mavi gözleri bana döndüğünde orada boşluk vardı ve alevlerin yansımalarını taşıyordu. Boğazımı temizleyip tüm samimiyetimle, “Üzgünüm,” dedim. Alay etmiyordum, dümdüz söylemiştim. Tıpkı bana söylediği gibi. Ve işe yaramadığını da biliyordum. Çünkü bende yaramamıştım.
“Üzgünüm, Barut.”
Barut evin içerisinden yükselen devrilme sesleriyle birlikte gözlerini yumup dudaklarını ince bir çizgi hâline getirdi. Çenesindeki kasların seğirişini izlerken ondan bir adım uzaklaştım. Sonra bir adım daha ve bir adım daha. Artık burada durmak istemiyordum. Çığırından çıkmış şekilde büyüyen ateş beni rahatsız etmeye başlamıştı. Onu tutuşturan bizdik ama sanki bizi yutacakmış gibi büyümesi gözüme korkutucu görünüyordu. Topuklarımın üzerinde dönüp Cesur’a baktım ve onu belindeki silahı çıkartırken görünce donakaldım.
“Ne yapıyorsun-” dememe kalmadan namluyu kaldırıp geldiğinden beridir bir saniye bile susmayan Gökhan’a çevirdi ve çekti. Dehşetle gözlerim yuvalarından fırlarken çığlık atmamak için ellerimi ağzıma örttüm. Gökhan göğsünden aldığı darbeyle kanlar içerisindeydi ve artık bağırıp çağırmıyordu.
“Siktir,” dedi Özgür hemen yanımda. Akın’a baktı. “Sana bu gecenin kan dökülmeden bitmeyeceğini söylemiştim. Uzamasa bari. Gökhan’ın üç beş adamdan fazlasını çağırdığına eminim.”
Cesur namluya yeni bir mermiyi ittikten sonra bu kez hedefini Barut’a yöneltti. Yapmayacağını sandım. Sadece korkutmak istediğini düşündüm ama hiçbiri değildi. Tetiğe asılmak için bir saniye bile beklememişti. Barut’u sol ayağından vurup ağır ve tehlikeli adımlarla üzerine doğru yürümeye başlarken namluya yeni bir mermi itmesini nefes bile almadan izledim.
Akın, “Hassiktir,” dedi. O bile eğlenmiyorsa işler çığırından çıkmış demekti.
Cesur bir kez daha hedef alırken, “Dur!” diye çığlık attım. “Dur! Ne yapıyorsun? Dur!”
Omzunun üzerinden dönüp bana öyle bir bakış attı ki olduğum yere çivilendim. “Neden durmamı istiyorsun?” dedi. Sesi, bakışları, duruşu kapkaranlıktı.
“Bunu planlamamıştık,” dedim nefes nefese kalmış şekilde. “Mila için buradaydık. Sadece Mila için!”
“O senin planındı,” dedi hâlâ bana bakmaya devam ederken. “Şimdi sıra benim planımda.”
Yeniden Barut’a dönecekti ki buna engel olma dürtümle, “Yapma!” diye atıldım. Benim neyim vardı böyle? Kendim bile tepkime şaşırırken Cesur’un yeninden bana odaklanan koyu kahve harelerine yabancı bir hissin sindiğini fark ettim.
“Bana bir neden söyle,” dedi. “Neden ölmesine engel olmaya çalışıyorsun, Deniz?”
“B-bilmiyorum,” dedim elimde olmadan kekeleyerek. “Kahretsin! Bilmiyorum. Bu doğru gelmiyor, tamam mı?”
“O, bizim bebeğimizin ölmesine neden oldu. Silahı başkasının tutması gerçek suçluyu aklamaya yetmez.”
Sertçe yutkundum. Doğruydu. Gözlerim yerde acıyla bacağını tutan Barut’a kaydığında dudaklarımı birbirine bastırıp geri çekildim. Vicdanım asla bunu onaylamıyordu ve hâlâ deli gibi engel olmak istiyordum, ancak sadece bir kez daha bunu belli edersem Cesur’un tepesinin atacağından emindim. Daha az evvel Barut’u bana yan gözle bakmakla suçlamıştı ve şimdi de benim onu durdurmamı, Barut’u korumaya çalışmak olarak algıladığından emindim. Durmam gerekiyordu, ancak sessizce izleyebileceğimden ben bile sanmıyordum.
Cesur yerimde kalmamı irdelercesine baktıktan sonra namluyu yeniden Barut’a doğru kaldırdı. Hızla aralanan dudaklarımdan kelime kaçırmamak için dilimi ısırmak zorunda kaldım. Akın bana yandan bir bakış atıp, “Ona bu kadar acıma,” diyerek beni uyardı. Sesi sadece benim duyabileceğim seviyedeydi. “Ölmesi daha iyi. Adamın sevgilisini elinden aldık. Bundan sonra tek hedefi sen olacaktın.”
“Ona acıdığımdan değil,” dedim sıkılı dişlerimin arasından. “Böyle kolay olması garip ve kabul edilebilir gelmiyor. Bunu nasıl anlatacağımı bilmiyorum, tamam mı? Doğruymuş gibi hissetmiyorum.”
“Hislerini içinde tut, yoksa her şey daha çok boka saracak. Abimin gözlerindeki bakışı gördün mü?” Yavaşça kafamı salladım. “Bir daha sakın başka bir adamı bu kadar düşünme, Nehir. Ya da Deniz. Her neyse işte.” Homurdandı. “Ayrıca bin beş yüz bölümlük dram dizisinde yaşamıyoruz. Elinde fırsatın varken düşmanını ortadan kaldıracaksın, o kadar. Şimdi sıkmadığın mermi yarın bir gün döner senin kafana girer.”
Anladığımı belli edercesine kafamı gelişigüzel sallarken Cesur’un tetiğin üzerinde hareket eden parmağını takip ediyordum. Bir mermi sesi daha duyuldu. Ancak mermi Cesur’un silahından çıkmamıştı. Daha sessiz, daha boğuktu.
Susturucu.
Gözlerim dehşetle büyürken Cesur’un geriye doğru hafifçe savrulduğunu gördüm. Eli göğsünde bir noktaya kondu. Delicesine bir korkuyla, “Cesur!” diye bağırdım. Beni hiç duymadı ve sanki tek göreviymiş gibi Barut’a doğrulttuğu silahın duruşunu yeniden ayarlayıp ateşledi. İkinci kurşun Barut’un karın boşluğuna saplandı. İlki ayağına, ikincisi karnına ve üçüncüsünün kafasına geleceğinden emindim.
Cesur namlunun ucuna mermiyi iterken artık çok daha hızlıydı. Etrafımdaki her şey hızlanmıştı. Özgür’ün beni arkamızdaki arabalara doğru çekiştirdiğinin farkındaydım. Adamlarımızdan birinin doğrudan kafasına yediği kurşunla yere yığıldığını da görmüştüm. Sonra birisi daha düştü. Tuna deli gibi bağırarak herkese siper almasını emretse de görünmeyen düşmanla savaşmak epey zordu.
Sadece bir saniye sonra susturucu takılmış silahlardan yağan kurşunların sayısı artmaya başladı. Cesur ise bundan hiç etkilenmiyormuş gibi Barut’un kafasına hedef almakla meşguldü. Karanlığın içerisindeki nişancının doğrudan onu hedef aldığını görmesem bile hissederek bağırdım ve Cesur’a doğru koştum. Tavrım uzaktaki nişancının fikrini değiştirmiş olacak ki kırmızı nokta göğsümün üzerinde belirdi ve çok geçmeden de darbeyi hissettim. Bedenim biri tarafından büyük bir güçle itilmiş gibi savruldu. Kulaklarım uğuldadı, sesler birbirine karıştı. Mermi tam göğsüme saplanmıştı ve beni nefes alamayacak hâle getirmişti.
♧
Eva’nın endişeli sesi cızırtılı şekilde yankılandı. “İyi misiniz? Akın? Özgür? Tuna? Cesur abi? Tanrım! Biriniz bana cevap verin? Nehir- Deniz iyi mi? Beni duyuyor musunuz? Biri iyi olduğunuzu söylesin, tanrı aşkına!”
Öksürdüm, göğsümdeki ağrı çoğaldı. “İyiyiz,” dedi Akın bu sırada. “Sakin ol.”
“Bana sakin olmamı söyleme! Orada resmen bir çatışmanın içerisinde kaldınız! Aklımı kaçıracağımı sandım, tanrım!”
“Herifin gözümüzün önünde durarak bu kadar adamı nasıl kontrol ettiğini anlayamadım ama yine bir şekilde götünü kurtarmayı başardı.”
Bir sessizlik oldu. Eva yeniden konuştuğunda gerginliğini fark ettim. “Pislik adam, her zaman sinsi. Sizi dikkatli olmanız konusunda uyarmıştım. Hiç kaybımız var mı?”
Ceketimin omuzlarımdan sıyrılmasına yardım etmek için beceriksizce çabaladım. “Birkaç adamımızı kaybettik,” diye devam etti Akın. “Tuna ucuz atlattı. Abim ve Deniz de.” Homurdandığını duydum. “Kurşun geçirmez yelek giymemiz konusunda iyi ki ısrarcıydın.”
Usta parmaklar ceketten sonra üzerimdeki kurşun geçirmez yeleği de çıkarttı ve ancak nefes alabildiğimi hissettim. Açlıkla ve büyük bir gürültüyle havayı ciğerlerime doldurup peş peşe öksürdüm. Kurşun tenimi delmemiş olsa da verdiği ağrı nefes kesiciydi. Elimi ağrıyan noktaya yaslarken Cesur’un beni göğsüne doğru çekmesine izin verdim. Daha sonra elini elimin üzerine koyarak hafifçe masaj yapmaya başladı ve bir şekilde daha iyi hissetmemi sağladı.
“Oraya çıplak ve açık hedef şeklinde gitmeyi düşünmeniz delilikti. Her zaman hazırlıklı olmalısınız.”
“Doğru, Eva. İyi yerden yakaladın.”
“Rica ederim,” dediğini duydum. Yüzünü göremiyor olsam da sanki sırıttığından emindim.
Akın homurdandı. “Teşekkür etmedim.”
“Ah, insan lisanıyla etmedin, evet. Koca ayı diliyle ettin ve ben de kabul ettim. Önemli değil.”
Özgür’ün bastırılmış kıkırtıları kulaklarıma ulaştı. Artık sesler daha net ve düzgündü. Odağımı yeniden toparlayarak çevremde olup bitenle daha bilinçli şekilde ilgilenmeye başladığımda kirpiklerimi birkaç kez kırpıştırarak onlara doğru döndüm ve Akın’ı Özgür’e kötü kötü bakarken yakaladım. Ancak çok geçmeden dudağının kenarı kıvrıldı ve elinde tuttuğu telefona doğru, “Eva, Peri’ye birkaç pansuman malzemesi ver. Biricik kocasının kolunu kurşun sıyırdı. Onunla ilgilensin,” dedi yaramaz bir çocuk gibi.
“Siktir git,” diye kükredi Özgür.
“Ne var lan? Senin doktora ihtiyacın falan yok işte. Karın baksın sana.”
Özgür, Akın'ın kafasına elini geçirmeye çalıştı ancak Akın hızlı manevrasıyla üzerine gelen darbeden kurtuldu. On dakika öncesinde bir çatışmanın ortasında kalmamışız gibi takılmalarını dehşetle izledim. Akın’a isabet eden kurşun olmamıştı ama Özgür sağ kolundan vuruşmuştu. Tuna da bacağından. İkisi de şanslıydı, çünkü sadece sıyrık almışlardı. Bense tam göğsümün ortasından vurulmuştum. Muhtemelen üzerimde yeleğim olmasaydı kalbim aldığı kurşunla kaburgalarımın arasında dağılmış olacaktı.
Acı verici bir ölüm.
Düşüncesiyle birlikte titreyerek Cesur'un kucağındaki yerimden doğrulmaya çalıştım. O da göğsünden vurulmuştu ama sarsıntıyı benden daha kolay atlatmıştı. Epey kolay. Aslında umurunda bile olmamıştı. Ağrıdığını biliyordum, çünkü kaburgalarım kırılmış gibi ağrı hissediyordum ve kurşunun isabet ettiği yer çok yakında çürüyüp moraracaktı. Sadece bununla ucuz yırtmıştık. Gerçek anlamda ucuz yırtmıştık.
Akın elindeki telefonun hoparlörünü kendisine doğru yaklaştırdı. “Gökhan iyi adam toplamış. Tuna’nın arka planda koruma çemberine dizdiği her adamı sessizce halletmişler önce. Sonra bize saldırmışlar.”
Eva yeniden ciddileşirken soluğunu gürültüyle bıraktı. “Düşman sıradan biri değildi,” dedi. Sesindeki gerilimin farkındaydım, herkes farkındaydı. Çatışmadan dolayı olduğunu düşünebilirlerdi ama ben öyle düşünmüyordum. Eva korkuyordu. Barut’tan ve onun yapabileceklerinden başından beri korkuyordu. Düşmanlar onu geriyordu. Belki de her ne kadar bu dünyanın içerisinde dursa da aslında dışarısında kaldığından dolayı böyleydi. Bizimle gelmek bile istememişti. Geri kalmayı tercih edeceğini söylediğinde Akın’ın bariz şekilde yüzünün düştüğü anı görmüştüm. Sanırım onun geride durmasından rahatsızdı.
“Sadece bir dakika daha,” dedi Akın hayıflanır gibi. “Siktiğimin bir dakikası daha geç gelseydiler Barut çoktan geberip gitmişti.”
“Şimdi... peki şimdi ne olacak? Onun duracağını sanmıyorum. Toparlandığı anda saldıracaktır.”
“Bekliyor olacağız,” dedi Cesur dümdüz şekilde. “Tedbirler artacak, içerisinden sen sorumlusun, Eva.”
İç geçirdi. “Her gece kapıdan içeriye yüzlerce insan girip çıkarken bu biraz zor olacak.”
“Sen halledersin,” dedi Özgür destek çıkarcasına. “Bu işte Tuna’yı bile solladın. Eminim bu gece yanımızda olsaydın saldırıdan önce geldiklerinden haberimiz olurdu.”
Büyük bir Vito araçta karşılıklı oturuyorduk ve ön yolcu koltuğunda oturan Tuna’yı bizden ayıran panel açıktı. Onun omzunun üzerinden bize doğru bakarak homurdandığını gördüm. “Duyuyorum ulan. Bari ben duymazken arkamdan konuş.”
Özgür sırıttı. “Sesindeki acılı tınıyı duydunuz mu? Sanki bacağı koptu! Alt tarafı bir sıyrık. Sessizce ağlıyorsundur da sen.”
“Ne yapayım birader? Ben ağlamayayım da kimler ağlasın? Eve dönünce beni soğuk odalar karşılayacak, yaramla kendim ilgilenmek zorunda kalacağım. Bir karım yok ki bana baksın. Sen şanslı adamsın tabii!”
“Hay sizin o gevşek ağzınızı!” dedi Özgür öfkeyle. Daha çok küfredecek olsa bile kendisini tutarak sürücü kısmıyla bizi ayıran paneli tutup kırmak istercesine kapattı. Sonra da somurtarak elindeki bezi yarasına bastırmaya geri döndü. “İbne it!”
“Duydum!” diye bağırdı Tuna. Kahkaha attığını da biz duymuştuk.
Özgür, “Abi elimde kalacak bu gevşek haberin olsun,” diye köpürdü.
“Bir köşede kafasına sık gitsin,” dedi Cesur. Umursamaz görüntüsü oldukça gerçekçiydi.
Tuna dehşete kapılmış şekilde aradaki paneli geri indirdi. “Abi beni böyle kolay harcayamazsın. Beni! Beni, beni! Sağ kolunu!”
Eva hattın diğer ucundan kahkaha attığında Akın’ın iç çekerek uzaklara daldığını fark ettim. “Bir Tuna Ziyagil kolay bulunmuyor.”
“Değil mi? Benden bir tane daha yok.”
Bu kez Akın aradaki paneli kapatarak Tuna’yla olan münasebetimizi kesti. Telefona sanki Eva’yı görüyormuşçasına dalgın dalgın bakarken, “Orada her şey yolunda, değil mi?” diye sordu. Sanırım onu yanında arzuluyordu. Bizimle burada olmalıydı. En azından çatışma bittiğinde sihirli bir şekilde yanımızda belirse Akın kesinlikle daha mutlu olurdu.
“Evet, burada her şey iyi. İyiyiz. Sizin dönmenizi bekliyoruz. Eğlenceye erken paydos verdik. Buradaki ekiple kulüpte oturuyoruz. Bir dahakine yakanıza küçük kameralar iliştireceğim. Görmek istiyorum, yoksa neler olduğunu düşünerek aklımı kaybedebilirim.”
Akın yorgunca kafasını arkasına yaslarken bunu konuşmayı hiç istemiyormuş gibi, “Kapatıyorum. Gelince devam ederiz,” dedi boğazını temizledikten sonra.
“Pekâlâ,” dedi Eva. O da duraksamıştı. “Dikkatli gelin.”
Telefon kapandı. Akın aleti avucunun içinde sıkarak uzaklara dalan bakışlarını pencereden dışarıya yöneltirken dönüp Cesur’a baktım. Akın’ın üzerinde gezdirdiği kısık bakışlarını benim ona dönmemle birlikte bana doğru çevirdi. İç çekip, “İyi misin?” diye sordum. Sesim kısıktı.
Kısaca kafasını salladı. “Sen?”
“İdare ediyorum.”
“Kulübe döndüğümüzde doktor sana bakacak.”
Bu kez ben kafamı salladım. Beni nasıl kucaklayıp arabaya soktuğunu bölük pörçük hatırlıyordum. Darbeyi aldıktan sonraki sarsılma beni tepetaklak ettiği için zaman ve mekândan bir anlığına sıyrılmıştım. Sanırım benim vurulmamla birlikte Barut’un kafasına saplayacağı kurşunu sıkamamıştı ve bundan memnun olmadığını anlamak için ona bakmam yeterliydi. Onu iki kez vurmuş olmasına rağmen öldürücü dokunuşu yapamamıştı. Hâlâ yaşıyor muydu bile emin değildim. Belki de aldığı iki kurşun ona yetmişti ama Cesur’a yetmemişti. Aramızda bir uçurum varmış gibi hissediyordum. Bana uçurumun diğer tarafından bakıyor gibi uzak bakıyordu. Uzak ve soğuktu.
Birden, “Bana neden onun ölmesini istemediğini açıkla,” diye buyurduğunda buna hazırlıksız yakalandığım için afalladım. Konunun o noktasına takılı kalmış gibiydi.
“Sana söyledim. Doğru gelmediği için-”
“Ölüm ölümdür. Kadının ölmesi doğruydu da onun ölmesinin nesi yanlıştı?”
Ondan hafifçe uzaklaşıp, “Bana neyi ima etmeye çalışıyorsun, Cesur?” dedim biraz öfkeyle.
Alnına düşmüş olan saçlarından elini geçirerek, “Ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum,” derken duruma olan öfkesi yüzünden okunuyordu. “Bana düşmanımı korudun!”
Dişlerimi sıktım. “Oldu olacak açıkça ondan hoşlanıyor musun diye de sor!” dedim ölçüsüz şekilde sesimi yükseltirken. Akın ve Özgür’ün bile gerildiğini hissettim ama ikisi de yorumda bulunmaktan kaçındı.
Bana öyle bir bakış attı ki öfkemi unutup yerimde çakılı kaldım. “Bir daha ağzından böyle bir şey çıktığını duyarsam,” dedi cümlesinin sonunu tehditkâr biçimde açık bırakarak. Yutkunamadım. Ancak yine de içime tırnaklarını geçiren öfkeye tutundum.
“Sen aklından geçirebiliyorsun ama! İstemedim çünkü onun işini bu gece bitirmeyecektik, öyle planlamıştık. Birden her şeyi bozdun ve beni şoka soktun. Doğru gelmedi. Yoksa geberip gitsin, umurumda değil, tamam mı?”
Sakinleşmek bir yana dursun dişlerini daha çok sıktığı için çenesi kasıldı. “Sadece bu mu?”
“Sadece bu!”
“Seni manipüle ediyor,” dedi düşmanca. “Ona kanıyorsun, fırtına. Bunu görüyorum.”
“Ya seni?” dedim kollarımı göğsümün üzerinde bağladığım sırada. “İki lafıyla tüm zincirleri kopartıyorsun. Aptal bir ima yapıyor ve sen kendini kaybediyorsun. Seninle oynamasına izin veriyorsun.”
“Benimle oynayacağı oyunun sonunda öleceğini emin ol biliyor. Bu yüzden seni dâhil edip duruyor. Bu gece açıkça seni kullanmasına izin verdin. Hâlâ yaşıyorsa bu senin yüzünden.” Tehditkâr şekilde bana doğru eğildi. “Ve bunun canımı ne kadar sıktığını tahmin bile edemezsin.”
Hırsla tırnaklarımı avuçlarıma geçirdim. “Hâlâ yaşadığından emin değiliz ama eğer hâlâ yaşıyorsa bir dahaki sefere mermiyi derisinin altına gönderen ben olacağım,” derken kendimden emin duruyordum. “Sanırım ancak o zaman bana böyle bakmayı bırakacaksın.”
Kaşlarından biri hafifçe havalandı. “Nasıl bakıyorum ki sana?”
“Uzak,” dedim homurtu şeklinde. “Soğuk.” Üşüyormuş gibi kollarımı ovaladım. Ceketi ve yeleği çıkartınca sadece tişörtle kalmış olmam da hiç yardımcı olmuyordu. Yüzümü ekşitip Cesur’a yandan bir bakış atarken, “Başkasına bakar gibi,” dedim olduğum yerde rahatsızca kıpırdanarak.
“Beni deli ediyorsun,” dedi sanki aşk sözcüğü söylüyormuş gibi iç geçirdiği esnada. Ardından güçlü kolunu etrafıma dolayarak beni tutup kolayca kucağına çekti. Kafamı göğsüne doğru bastırdığında direnmemi umursamadan ona yaslanana kadar baskı uygulamaya devam etti. Pes ettim, çünkü onunla savaşmayı hiç istemiyordum.
“Zaten yeterince deliyim bence,” dedi sinirli bir homurtuyla. Beni göğsüne sokmak istercesine sarıldı. Arkamda kalan ikiliyi umursamadan ona sokuldum. Sanırım ikisi de bizden başka her yere bakarak vakit geçirmeye çalışıyordu.
“Evet, delinin tekisin,” dedim kısık sesle.
“Evet,” diye kabullendi. “Sen de bana mecbursun.”
Hâlâ üzerinde olan kurşun geçirmez yeleği rahatsız etse de yanağımı göğsüne hafifçe sürttüm. “Evet.”
Özgür'den sessiz bir iç çekiş duydum. Bezginlik miydi yoksa imrenme miydi emin olamasam da daha sonra, “Uykum geldi,” diye sızlandı. “Dün geceki gibi güzel bir uykuya ihtiyacım var.”
“Dün gecenin özelliği neydi?” dedi Akın fırsatını bulmuşken asla geri durmayarak.
“Sana ne lan. Sana ne!”
Göz ucuyla Akın’ı kolunu Özgür arkasındaki koltuk başlığına doğru atarken gördüm. Sanki çok önemli bir mevzuyu konuşuyorlarmış gibi bedenini de ona doğru çevirdi. “Konuyu açan sensin birader. Ne kızıyorsun şimdi?”
“Siktir git. Sanki bilmiyorsun.”
“Vallahi bilmiyorum. Ne oldu dün gece?” derken yüzünde sinir bozan yamuk sırıtışı asılıydı.
Özgür kardeşine ters ters baktı. Kesinlikle sinirli görünüyordu. Hatta burnundan soluyordu. Sanırım konunun ve tüm imaların dönüp dolaşıp Peri’ye gelmesinden nefret ediyordu.
Bu esnada Akın’ın telefonu çalmaya başladığında uzanıp ekrana bakana kadar yüzünde aynı gıcık sırıtış hâkimdi ama ekrandaki ismi gördüğünde bu hızla silindi. “Dayım arıyor. Bu saatte,” dedi hafif şaşkın şekilde. “Olanları haber mi aldı acaba?”
Cesur, “Muhtemelen,” dedi. Kulağım göğsüne dayalı olduğu için sesini en derinden duymanın hissi bir başkaydı.
“Hiç nasihat dinleyecek havamda değilim. Sabah konuşurum.”
Telefonun sesini kısıp onu bir kenara attığında şaşırmadan edemedim. “Adam uykusundan uyanıp bu saatte arıyorsa sizin için endişelenmiş demektir. Bence şimdi konuş,” dedim yavaşça.
Akın esnedi. “Binlerce soruya cevap verecek enerjiye şu an sahip değilim. Boş versene, sorun olmaz.”
“Sorun çıkartıp sorumluluk almayan veletler gibisin,” diye söylendiğim sırada bu kez Cesur’un telefonu çalmaya başladı. Beni kucağından indirmeden hafifçe kalçasını havalandırıp arka cebindeki aleti çıkartmasını takip ettim. Ekranda Yunus Şanlı yazıyordu.
Akın merakla, “Şimdi de seni mi arıyor?” diye sordu. Cesur kafasını salladığındaysa hafif şaşkınlıkla kaşlarını havaya kaldırdı. “İhale Özgür’e kalır sanmıştım.”
Bu sırada Özgür, “Beni zaten aramış,” dedi yenice cebinden çıkarttığı telefona bakarken. “Sesini kısmıştım. Dört kez üst üstte aramış.” Gözlerini elindeki ekrandan kaldırıp Cesur’a dikti. “Bir sorun var abi. Bunu şimdiye kadar hiç yapmadı.”
Neyi yapmadığını sormamak için dilimi ısırmak zorunda kaldım. Cesur’u araması mı garipti ya da Cesur’u ancak çok önemli bir şey olduğunda mı arıyordu? Ben bunları düşünürken Cesur parmağını ekranda kaydırıp aramayı açtı ve sesi hoparlöre verdi.
“Cesur? Neredesiniz siz? Neden çocuklara ulaşamıyorum?” diye köpürdü hattın ucundaki ses. Biraz otokontrolünü kaybetmiş gibiydi.
Cesur açıklama yapma gereği bile duymadı. “Bir sorun mu oldu?”
“Özgür nerede?”
“Buradayım dayı, seni duyuyorum,” dedi Özgür çabucak.
“Evlat, lazım olduğunda neden hep ortadan kayboluyorsun? Neredesin?”
“Kulübe gidiyorum. Sorun ne dayı? Neredesin sen? O sesler ne?”
“Arabadayım. Hay aksi!” Hattın ucundan fren sesi yükseldi ve hızla gelip geçen motosikletin çıkarttığı yüksek egzoz sesi duyuldu. Hemen üstüne Yunus’un birkaç küfür savurduğuna hepimiz şahit olduk. Epey sinirliydi. Ancak kendisini çabuk toparladı. “Köşke geçiyorum. Sen de gel hemen.”
Özgür ve Akın birbirine baktı. “Neden? Annem mi rahatsızlandı?” dedi Akın merakla.
“Siz hepiniz aynı yerde misiniz oğlum? Siz hiç mi öğrenemediniz arkanızı kollamanız gerektiğini?”
Akın gerginlikle elini saçlarından kaydırırken, “Dayı ne olduğunu söyleyecek misin yoksa uzatmaya devam mı edeceksin?” dedi ters ters.
Adam onu hiç umursamadan, “Özgür,” dedi kızgınca. “Karın nerede Özgür? Karın nerede oğlum senin?”
Sırtımdan aşağıya yuvarlanan soğuk hisle birlikte yavaşça doğrulup boş koltuğa doğru kayarken Özgür'ün duyduğu soruyu garipseyen suratına bakıyordum. “Kulüpte,” dedi. “Kulüpte nerede olacak başka?”
“Kulüpte falan değil. Annen gidip onu almış.”
Aramıza bir bomba düşmüş gibi hepimiz birbirimize baktık. Özgür telefonu Cesur’un elinden kapıp kendisine yaklaştırırken, “Ne demek annem gidip onu almış?” dedi şokla. “Nasıl yani?”
“Siz kulüpten ayrıldıktan sonra annen oraya gitmiş ve kızı almış. Onunla ne yaptı bilmiyorum, öğrenemedim ama annen köşke geri dönmüş. Tek başına. Orada bana çalışan bir kız vardı, anneni adamlardan biriyle konuşurken duymuş, hemen beni aradı, olaydan bu sayede haberim oldu. Şimdi köşke gidiyorum. Anneni aradım ama cevap vermiyor. Çalışanları aradım onlar da kimseyi odasına almadığını söyledi. Madem hep berabersiniz sizinle orada buluşalım.”
Sonra telefon kapandı. Özgür, “Sikeyim!” derken elini kuvvetle dizine vurdu. “Sikeyim! Sikeyim!”
Akın ön kısmı ayıran paneli aşağıya indirip, “Köşke gidiyoruz. Olabilecek en hızlı şekilde,” diye emretti. Araç şerit değiştirip anında hızlandı. Tuna, “Ne oluyor?” diye sorarken şaşkındı.
“Kulüpte kimler vardı Tuna? Biz kimi arkamızda bıraktık? Annem gidip Peri’yi almış. Seni arayan oldu mu?”
“Siktir,” dedi Tuna şokla ve ceketinin cebindeki telefonu bulmaya çalıştı, ancak sonra durdu. “Siktir, telefonu çatışmada düşürdüm, siktir!”
Akın da küfrederek telefonu yeniden eline alıp kulağına dayadı. Açıldığı anda, “Eva, Peri nerede?” dedi bağırırcasına. Ardından cevabı hepimizin duymasını istercesine hoparlörü açtı.
“Odasında. Ne oldu? Sorun ne?”
“Odaya gidip bak ya da birini gönder. Hemen.”
Ayaklandığına dair sesler işittik. “Ne oluyor? Bana da anlatacak mısın?”
“Siz orada ne yapıyordunuz kızım? Annem gelip Peri’yi almış. Sizin nasıl bundan haberiniz olmaz?”
Eva şokla, “Ne?” derken koşmaya başladığını fark ettim. Nefesi anında hızlanmıştı. “Bu nasıl olabilir? Emin misin?”
“Kontrol et, umalım da yanlış bilgi olsun.”
Eva merdivenleri gürültüyle çıktı. Bu sırada etrafında gördüğü her adama, “Peri’yi gören oldu mu?” diye defalarca sordu. Ancak hiçbirinden olumlu cevap alamadı. Nihâyet hedefindeki odaya ulaştığında, “Tanrım, burada değil!” dedi şokla. Bir kapının daha açıldığını duydum. “Banyoda da yok. Tanrım, nasıl kimse görmez?”
Derken arkadan başka bir adamın sesi gelmeye başladı. “Eva, Hakan’ın haberi varmış. Halide anne gelmiş Peri’nin köşkte daha güvende olacağını söylemiş. Bizzat kendisi gelince bizimkiler sorun görmemiş. Asım’la Fuat da Tuna’ya haber vermek istemiş ama ona ulaşamamışlar.”
Özgür, Akın’ın tuttuğu telefona uzanıp mikrofonun bulunduğu kısmı ağzına doğru yaklaştırırken, “Kim görmüş ve izin vermişse onların kafalarına sıkın!” diye bağırdı. Eva cevap veremeyecek kadar ürkmüş olmalıydı ki ses çıkartmadı. Tedirgin bakışlarımı Cesur’a doğru çevirdim ve ona yaklaşıp fısıldadım.
“Durum kötü mü?”
Eğilip kulağıma doğru konuştu. “Kadın gerçek bir deli, fırtına.”
Buz gibi bir hisle ürperdim. Bu da demek oluyordu ki her şeyi yapabilirdi. Her şeyi yapmış olabilirdi.
♧
Barut yaşıyor mu dersiniz? 🥺
Peki Peri'ye ne olmuş olabilir? 🥲
Tatliş kaynanamız Halide Hanımefendi siz neler yapıyorsunuz öyle? 🤔
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 65.91k Okunma |
4.22k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |