57. Bölüm

57. BÖLÜM

Yazarimsibirileri
yazarimsibirileri

Herkese merhabaaa 🥳

Beklenilen düğün bölümüne hazır mısınız?

Eh, hazırsanız biz de yorumlarınızı hevesle bekliyoruz 🥺😍

Sürpriz ziyaret herkesin dönüp birbirine bakmasına neden oldu. Eva’yı sanki hastalıklıymış gibi Akın’dan uzaklaşırken yakaladım. Yüzünde saf bir korku vardı ve kadının onun için geldiğinden emin duruyordu. Peri’yi ise gerisin geri kaçarken buldum. Birden yüzü öyle beyazladı ki bayılacağından emindim ama bir şekilde ayakta kalmayı başarabildi.

Özgür kabaca, “Senin burada ne işin var?” diye sorduğunda onun annesiyle ilk kez bu tonla konuştuğuna şahit oluyordum. Buz gibiydi.

Halide bozulmuş şekilde yüzünü düşürdü, içeriye giren adımları duraksadı. “Bu bir aile yemeği değil miydi oğlum?” diye sorduğunda sesindeki kırgınlık belirgindi.

“Ve seni davet etmemiştim,” dedi Özgür aynı tavrını koruyarak.

“Burada asıl olması gereken kişi benken mi?” diye karşılık verdiğinde sanki kalbi sızlamış gibi eli göğsünün üzerine kondu. Özenle hazırlanmıştı. Giydiği elbiseden yaptırdığı saçına kadar her şeyi özenliydi. Ona baktığımda gerçek bir hanımefendi görüyorum ama tabii ki bu sadece görüntüden ibaretti.

“Neden çağrılmadığını bana hatırlattırma, tamam mı? Gerilmek istemiyorum. Köşke geri dön anne.”

“İzin ver telafi edeyim oğlum, lütfen. Yanında olmak istiyorum. Annenin yanında duruyor olması onları da memnun edecek, biliyorsun.”

Özgür, “Umurumda değil, abim yeter,” diyerek son sözüymüş gibi dönüp yanında Peri’yi aradı ama kadın en köşeye kaçmıştı. Ona doğru gidip elinden tutarak yanına çektiğinde Peri’ye olan desteği açıkça görülüyordu.

Halide kısa bir anlığına durdu. Dişlerini sıkıp önünde iki eliyle tuttuğu çantaya tırnaklarını geçirdi. Gözlerimi kısarak onu izledim. İyilik meleği edasıyla ortaya çıkıvermişti ama tavrının arkasında yatan kötü ruhunu görebiliyordum. Ne kadar maskeliyor olsa da gelişinin niyeti asla masumluk barındırmıyordu.

“Özgür, lütfen,” dedi saf bir bakışla. “Olanlar için çok üzgünüm. Düzeltmem için bana bir şans ver.”

“Anne-”

“Kendimde değildim,” dedi hızla. “Biliyorsun ben... aklımı başıma topladığımda çok pişman oldum. Lütfen.”

Akın kafasını çok hafifçe iki yana salladı. O bile annesine inanmıyordu. Özgür, Peri’nin solan yüzünü, tir tir titreyen hâlini gördükçe gerilip daha büyük bir öfkeyle annesine dönerek, “Taner!” diye kapıdaki adamlardan birine bağırdı. Tuna kulüpteydi. Adam tüm ciddiyetiyle kapıda belirdiğinde, “Annemi köşke götürün,” diye buyurdu. “Bir daha bu eve gelmeyecek. Gelirse girmeyecek. Eğer izin veren olursa canından olur.”

Taner hızlı hızlı kafasını salladı. Halide hayal kırıklığıyla dişlerini sıkarken maskesinin altında sakladığı şeytani yüzünü göstermekten son anda kendini geri alabildi. Her an ağlayacakmış gibi dururken, “Oğlum,” diye sayıkladı. Kadın gerçekten iyi rol yapıyordu, çünkü bundan emin olmama rağmen sahte üzüntüsüne kanmak üzereydim. Gerçekten kırılmış, yıkılmış duruyordu.

Özgür başka bir şey söylemeden Taner’e kafasıyla işaret verdi. Adamın temkinli şekilde Halide’ye yaklaşmasını izlerken evin bahçesine vuran arabaların ışıklarını gördüm. Peri’nin ailesi gelmişti ve Halide bunu fark ettiğinde yemin edebilirdim ki gözlerinden hain bir bakış geçip gitmişti.

“Pekâlâ, sen nasıl istiyorsan oğlum,” deyip gitmek için döndüğünde Özgür birkaç küfür savurdu. “Dur, bekle. Kal, anne, kal tamam mı?” derken buna mecbur kaldığı için tamam dediği ortadaydı. “Ama eğer tek bir ters lafını duyarsam... beni evladın olarak bilme artık. Anladın mı?”

Kadın afalladı, işte bu gerçekti. Gerçek duyguları daha sert ve aniden yüzüne konuyordu. Diğerleriyse dipten tepeye planlıydı, bir kez daha emin olmuştum.

“Özgür, sen ne diyorsun-”

“Anladın mı dedim?” diye bastırdı. “Bu akşam sorunsuz şekilde bitecek. Ciddiyim anne, umarım sen de beni ciddiye alırsın.”

Araçlarından inenlerin konuşma sesleri açık olan kapıya doğru yaklaşırken Halide kısaca kafasını sallayarak girişin önünden çekildi. Yüzümü gözümü bir kez daha silip kendimi toparlamaya çalıştım. Herkes duruşunu toparladı. Eva, Akın’dan uzakta kalmaya özen gösterdi ama Halide’nin ona kısa bir bakışı vardı ki nefesimi kesmişti. Kadın gerçekten şeytanın vücut bulmuş haliydi ve ondan bir şey kaçırmak neredeyse imkânsızdı.

Çok geçmeden kapıdan önce yaşına rağmen kendisine iyi baktığı belli olan bir adam girdi. İlk adımı onun atmasından dolayı onun Peri’nin amcası Talat olduğunu düşündüm. Talat'ın arkasından başka bir adam daha girdi, çok daha gençti. Boynuna gömleğinin açık yakasından belli olan kalın bir zincir takmıştı. Keldi. Onun ardından Orhun göründü. Buz gibi hissettim, çünkü adam açıkça misafir gibi değil düşman gibi geldiğini belli edercesine alev ateş gözlerle bakıyordu. Gelmeyeceğini düşünmüştüm ama sanırım Talat otoriteyi sağlam kurmuştu, zaten adamın duruşundan bile otoritesi belli oluyordu. Peşlerinden başına siyah renkte bir şal dolamış kadın girdi. Girdiği gibi sadece Peri’ye baktı ve gözlerinde yaşlar belirdi. Annesiydi. Onun ardından başka bir kadın daha girmişti ama ilk girenin Peri’nin annesi olduğundan emindim. Sadece bakışıyla bile bunu belli ediyordu.

Annem bana hiç gözlerinin içi titreyerek bakmamıştı.

Yeniden boğazım sızladı ama bunu bastırdım. Cesur herkesi karşıladı, tokalaştı. Akın sessiz kaldı, birkaç kafa sallamayla durumu geçiştirdi. Sadece Orhun’a kilitlenmiş gibiydi ve ona bakarken yüzünde kışkırtmayı amaçlayan sırıtışı saklıydı. Orhun’la eğlendiğini görebiliyordum. Sıra Özgür’e geldiğinde birisi Peri’yi sırtından itmiş gibi çekinik şekilde öne çıkarak öpmek için amcasının eline uzandı. Talat herkese sunduğundan daha sert ifadesiyle elini Peri’ye uzattı. Peri’nin rahat bir soluk verdiğini gördüm. Amcasının elini öpüp diğer adama geçti. Onun da elini öptükten sonra abisine yöneldi ama Orhun oralı bile olmayıp yönünü çevirdiğinde Peri omuzlarını düşürerek annesine yaklaştı. Eline uzanıyordu ki kadın onu tutup sıkıca göğsüne bastırdı. Sıkı sıkı sarıldı. Ardından geri çekilip yüzünü, üst başını inceledi. İyi olduğundan emin olduğunda ona yeniden sarıldı. Gözlerimi kaçırdım. İşaret parmaklarım baş parmaklarımın kenarlarını eşelerken Cesur elini belime dolayarak beni kendisine yasladı. Yutkunarak ona döndüm. Bu adama delicesine aşıktım ve her bakışında, her hareketinde bu katlanıyordu.

Talat, “Selamun aleykum damat efendi,” diyerek öpmesi için elini Özgür’e uzattığında havadaki gerilim zirveyi buldu. Özgür katı suratını bozmadı, öfkelendiğini belli etmedi. Kafasını sallayıp, “Aleykümselam,” diyerek adamın elini tuttu ve onunla sadece tokalaştı. Bunun üzerine Talat’ın kaşlarını çatması ve ağzının içerisinde bir şeyler demesi duyuldu ama Halide bir kurtarıcı edasıyla hızla müdahale ederek elini adama doğru uzattı.

“Hoş geldin, Talat. Seni görmeyeli yıllar oldu. Nasılsın, iyi misin?”

“İyiyim yenge. Memleketteydim. Bu tarafa dönmeye hiç niyetim de yoktu ama olanlar ortada.”

“Gençlerin cahilliğine vermek lazım. Neyse ki biz hâlâ başlarındayız da doğruyu eğriyi gösteriyoruz.”

Çenem neredeyse yere düşecekti. Öyle olgun, öyle lafını bilerek konuşuyordu ki şoka girmiştim. Gerçek bir aile büyüğü, yol gösteren rolündeydi ama sahteydi ve işte herkes, en azından bizim tarafımızdan herkes bunun farkındaydı.

“Buyurun, ayakta kalmayın. İçeriye geçelim,” diyerek ev sahibiymiş gibi gelenleri salona yönlendirmeyi de ihmal etmedi.

Herkes birer ikişer salona doğru geçerken geride kalmayı tercih ettim. Eva da benimle kaldı. Peri annesiyle ayaküstü hasret giderirken onu yutkunarak bekledim. Kadın kızının yüzünü avuçlarının arasına alıp yine defalarca incelerken, “İyi misin? İyi misin Peri’im?” diye sordu. Peri hızlı hızlı kafasını sallayıp yeniden annesine sarıldı ve ağladı.

“Şşş... tamam, tamam, toparla kendini, görmesinler böyle, tamam,” dedi kadın çabucak. O da ağlıyordu ama bunu anlamak epey zordu. Peri’yi kendisinden ayırıp yaşlı yanaklarını silmek istedi, ancak Peri hızla kafasını geri çekerek bunu kendisi yaptı. Dikkatli ve makyajını bozmayacak şekilde. Ardından annesinin bize baktığını fark edince onun elini tutarak bize, bana doğru çevirdi.

“Anne, Cesur abinin nişanlısı Deniz,” diye beni tanıştırdığında hafifçe gülümseyerek kadına doğru elimi uzattım. “Merhaba efendim. Hoş geldiniz.”

Peri, “Annem Züleyha,” dediğinde hızla kendimi düzelttim. “Hoş geldiniz Züleyha teyzeciğim.”

“Hoş bulduk,” dedi, ciddi tavrını kuşanmıştı. Mesafeli duruşunu saygıyla karşıladım.

Peri daha sonra Eva’yı gösterdi, ancak Eva ondan önce davranarak elini kadına doğru uzatıp, “Ben de Akın’ın,” derken bunu yabancıladığı için durup boğazını temizledi. “Akın’ın eşiyim,” dedi sonra. Yanakları kızarmıştı. “Eva. Memnun oldum. Hoş geldiniz.”

Züleyha Hanım kısaca kafasını salladı. Eva’yla bana mesafeli duruşu sanırım Peri’den dolayıydı. Sonuçta biz Peri’nin eltileri oluyorduk ve genel düşünce eltilerin birbirine sevmediği yönündeydi, değil mi? İçimden buna gülümsedim. Geleneklerinden kopmamış bir kadın için eltiler önemli bir ayrıntıydı. Bizim içinse asla böyle bir durum söz konusu değildi.

Hep birlikte diğerlerinin peşinden salona geçtiğimizde beylerin yönlendirmesiyle doğruca masaya geçtik. Yemek boyu Cesur ve Talat arasında hafif soğuk muhabbet geçti. Ne kadar dostluğu yeniden oluşturmak için bu akşam düzenlemiş olsa da aradaki gerilim hâlâ olduğu şekilde duruyordu. Halide’nin ortamı yatıştıran kişi olması beni her seferinde şoka sokuyordu. Onu izlerken usta bir oyuncuyu izler gibiydim. Nitekim, “Kızını pek bir güzel yetiştirmişsin Züleyha,” dediğinde gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutmuştum. Kahrolası kadın sadece birkaç gün önce onu öldürmek istememiş gibi davranıyordu. O, korkunç biriydi. Aklı olan herkes ondan korkardı ve Peri de deli gibi korkuyordu. Halide ne zaman konuşsa kasılıyor, olduğu yere siniyordu.

“Saygıda kusur etmiyor. Büyüğü küçüğünü biliyor. Su gibi de güzelliği var maşallah.”

Züleyha memnun şekilde kızına baktı. “Öyledir,” derken sesi kısıktı. Tıpkı Peri gibi. Konuşurken sesini kısık tutuyordu. Özellikle de erkeklerin yanındayken bunu daha belirgin yapıyordu. Sanırım Peri’nin çekinikliği bundan dolayıydı. Muhtemelen erkeklerin yanında sesini bile çıkartmaması için onu binlerce kez tembihlemiş olmalıydı.

Orhun komik bir şey duymuş gibi birden güldüğünde herkesin gözü ona döndü. O ise bardağındaki suyu incelemekle meşguldü. Akın tek kaşını kaldırarak, “Ne oldu Orhan? Anlat biz de gülelim,” derken tavrı feci şekilde üstendi.

“Orhun,” diye düzeltti adam birden gülmeyi bırakıp kaskatı çenesiyle.

“Her neyse işte.”

Orhun, Akın’a karşılık verecekmiş gibi gerilirken Talat uyarır gibi boğazını temizledi. Bunun üzerine Orhun parmaklarının arasına alıp ezdiği bıçağı önündeki ete adeta sapladı. Bunu Akın’a bakarak yaptı ve ete değil ona saplamak istediği ortadaydı.

Talat, “Bildiğin gibi Yamanlarla yıllardır süregelen hukukumuz vardı,” dedi doğrudan masanın başında oturan Cesur’a hitaben. Cesur ağzına attığı eti çiğnerken gözlerini kaldırıp devam etmesini istercesine adama baktığında kendimi yutkunurken buldum. Piyasadaki birçoğuna göre yaşı gençti ama kurduğu üstünlük çoğundan daha baskındı.

“Ailelerimizin arasına artık uçurumlar girdi. Düzelmez, eyvallah. Ancak bundan çıkacak sorunlar artık bizim kadar sizin de meseleniz. Sonuçta bir aile olduk. Birlikte hareket edip, çıkarlarımızı ona göre gözetebiliriz.”

Cesur gözlerini çok hafifçe kıstı. Üst dudağının minicik hareketle yukarıya kıvrıldığını belki de sadece ben fark ettim. “Onlardan bir atak görmeyeceksiniz. İçin rahat olsun,” dedi teferruata girme gereği görmeden. Geri kalanı için tepki bile vermedi.

Talat’ın yanında oturan diğer adam, onun Peri’nin dayısı olduğunu öğrenmiştim, “Yakında torun haberini de alırız inşallah,” diye patavatsızlığını konuşturduğunda Peri olduğu yerde yok olmak istercesine küçüldü. Özgür ise elindeki çatalı ezerken adama ölümcül bakışlarını dikmişti. Elbette torun isterlerdi. Böylece evlilikleri sağlamlaşmış olacaktı.

Halide bu kadarına tahammülü yokmuş gibi hafif sinirli şekilde, “Bırakalım da bunun zamanına gençler karar versin,” diye müdahale etti. Sanırım evliliklerini güzelleyebiliyordu ama bebek mevzusuna rol bile yapamayacak kadar bozulmuştu.

“Bazen gençlere bırakmamak gerekir yenge, bilirsin sen de,” dedi adam geri adım atmayarak. Ardından az da olsa yumuşatmaya çalıştı. “İş gençlere kalınca yarım yamalak kalıyor ortada. Hele de bu zamanın gençleri... rahatlığa pek alıştırmamak lazım.”

Tam da o sırada Halide Çağlayan'dan bir çığlık yükseldi. Rol yapmaya dayanamayıp çirkefliğini ortaya sereceğini düşünerek tüm gerginliğimle ona baktığımda üzerine dökülmüş olan şaraptan ötürü böyle tepki verdiğini gördüm. Akın, “Özür dilerim, anne, elimi çarptım,” dese de sesindeki sertlik hiç de yanlışlıkla olmuş gibi değildi.

“Ah, oğlum... izninizle, üzerimi temizleyip geleyim.”

Halide masadan kalkarak çalışanlardan birinin yol göstermesiyle göz önünden kayboldu. Çalışanların ikisi dağılan masayı temizlemek için aceleyle koşuştururken çok geçmeden hepimiz masadan kalktık. Yemek faslı böylece olması gerektiğinden kısa sürdüğü için aslında memnundum. Belki de Akın bilerek bunu yapmıştı. Hem konuyu değiştirmek hem de geceyi hızlandırmak için. Kurban olarak annesini seçmesiyse absürttü.

Kahve faslına geçildiğinde ancak Halide geri gelebildi. Sohbete katıldı, yine tüm hünerlerini sergiledi ve nihâyet misafirler gitmek için ayaklandı. Her ne kadar Halide geldiği için rahatsız olsam da kadın resmen iyi iş çıkartmıştı. Birçok yerde sohbeti yumuşatmış ve değiştirmişti. Tüm çabasına rağmen Özgür’ün ona tavrı hiç yumuşamamıştı. Sanırım hepsinin sahte olduğunu bildiği için yumuşamak yerine annesinden iyice uzaklaşıyordu.

Onları uğurlamak için hepimiz ayaklanıp kapıya doğru geçtik. Peri yeniden tüm ailenin ellerini öptü, annesine sıkı sıkıya sarıldı. Orhun yine ondan uzak durdu. Bizse sadece sözle vedalaştık. Arabalarına binip gittiklerinde Akın fazladan bir saniye bile beklemeyerek, “Anne hadi seni köşke bırakayım,” dedi ve annesinin karşılık vermesine müsaade dahi etmeden kendi arabasına yöneldi. Eva kaskatı kesildi, yine elini ayağını nereye koyacağını bilemedi. Sanırım Akın’ın annesine ani evliliğinden bahsedeceğini düşündüğü için gerilmişti.

Halide çalışanlardan birinin getirdiği paltosunu giyerken yüzü düşmüştü. Sürekli Özgür’e bakıyordu ve ondan bir tepki bekliyordu ama Özgür oralı bile değildi. Sanki bir an önce annesinin çekip gitmesini bekliyormuş gibi sabırsız duruyordu.

Halide çantasını da eline aldığında gitmek için hazırdı ama kapıya doğru adım atamıyordu. “Oğlum,” dedi biraz hüzünle. “Beni sen bıraksan olmaz mı?”

“İşlerim var anne.”

Yavaşça kafasını salladı. “Anladım,” derken Özgür’ün işi olmadığını elbette biliyordu. “Müsait olduğunda... uğra, olur mu? Lütfen.”

Özgür’ün tek yaptığı geçiştirir gibi kafa sallamak oldu. Annesine bile bakmadan bunu yapmıştı. Kadın artık sahte davranmıyordu, gerçekten duruma canının yandığını anlayabiliyordum, ancak tek derdinin oğluyla arasına giren mesafe olması bir noktada sinir bozucuydu. Çünkü Peri’ye yaptığı şey için pişman değildi, Özgür ondan uzaklaştığı için üzgündü.

Halide çıkmadan önce çok kısa bir anlığına Cesur’a baktı. O kısacık bakışta gözlerinden bir şey geçip gitti ama ne olduğunu çözemedim. Sonra da çekip gitti. Cesur hiç üzerine bile düşmeden, “Biz de çıkalım,” dediğinde Peri gerginlikle elleriyle oynamaya başladı.

“Ben... hepinize teşekkür ederim. Aileme iyi davrandığınız ve güzel ağırladığınız için... teşekkürler,” dedi boğazını temizleyerek.

Cesur kısaca kafasını salladı. “Bir süre daha babanın evine gitme ama istediğin zaman anneni buraya davet edebilirsin.”

“Gerçekten mi?” dedi Peri bunu duymayı sanki hiç ama hiç beklemiyormuş gibi saf saf.

Cesur’un düz tavrında değişiklik olmadı ama ezbere bildiğim koyu kahve harelerine merhametin izlerine rastladım. “Ne zaman istersen anneni ara. Onlar da geri çevirmeyecek,” derken bundan emin duruyordu. Ardından, “Taner,” diye seslendi. Adam ikinci kez mükemmel bir hızla kapıda belirip kafasıyla selam verirken, “Buyur abi,” dedi her türlü emre hazır şekilde. Bunun üzerine Cesur yeniden Peri’ye döndü.

“Taner burada senin elin kolun olacak. Güvenliğinden ve diğer her şeyden o sorumlu. Anneni görmek istediğinde ona söyle gidip alır buraya getirir. Ya da başka her ne istersen, tamam mı?”

Peri sanki ağlamamak için kendisini kasarken güçlükle kısa bir gülümseme bahşetti. “Teşekkür ederim, sağ olun.”

Çabucak, “Burada güvende olacaksın, endişelenme,” diye ekleme gereği hissettim.

“O... o tekrar gelirse ne yapacağım?” dedi birden. Saf bir korkuyla bahsettiği kişinin Halide olduğunu anlamak için düşünmemize gerek yoktu.

Özgür, “Gelmeyecek. Taner,” dedi bastıra bastıra. “Hiçbir bahaneyi kabul etmem haberin olsun.”

“Anladım abi.”

“Etraftan kuş uçsa haberiniz olacak. Nereye gitmek isterse götürün, ne isterse getirin. Güvenliği daima üst düzeyde tutulacak. Hangi durumlarda bana haber vereceğini biliyorsun zaten.”

“Biliyorum abi.”

Daha sonra Eva müdahale etti. Bir köşede hazır şekilde bekleyen kusursuz giyimli çalışan kadınlardan kısa saçlı olanı gösterip, “Gaye burada daima seninle kalacak. Bana İtalya'ya gitmek istediğini söylediğin için yakında İtalyanca derslerine başlayacaksın. Her gün belirli saatlerde dersler ayarlayacağım. Burada hiç yalnız kalmayacaksın ve ekstra İngilizce dersleri de alacağın için pek boş vaktin de olmayacak,” dedi.

Sanki söylenen her şey Peri’yi yatıştırmak yerine daha çok korkutuyordu. Bunu saklamaya çalıştığını ifadesinden çıkartabiliyordum. Anlayışla iç çekerken bakışlarım Cesur’u buldu, zaten bana bakıyordu ve emindim ki aklımdan geçenin farkındaydı. “Hemen gitmemizi gerektirecek bir durum yoksa biraz daha oturalım mı?” diye sordum yavaşça. Peri’nin iri kahve gözleri bana doğru döndüğünde orada maskelemeye çalıştığı sessiz bir yakarış yatıyordu. Ona hafifçe gülümsedim. “İçtiğim kahveden hiçbir şey anlamadım. Bir tane daha içebiliriz diye düşündüm. Ne dersiniz?”

Özgür sıkkınca soludu. “Kahveyle rahatlamam ben. Gidip kafayı çekeceğim. Siz isterseniz takılın. Bana eyvallah.”

Cesur’un tek kaşı hafifçe havalandı. Çenesinin ucuyla salonu gösterirken, “Hazır buradayız iki tavla atalım. Uzun zamandır yapmamıştık. Sonra birlikte çıkarız,” dedi karar verecek kişinin kendisi olduğunu açıkça belli ederek. Özgür karşı çıkmak istese bile dilinin ucuna gelen tüm cümleleri yutarak biraz sinirle üzerindeki ceketi çıkarttı ve sessini çıkartmadan Cesur’u takip etti.

Eva hızla koluma girdi. Biraz daha kalacak olmamızdan tamamen memnun şekilde, “Umarım gelinlik kataloğu yanındadır. Vaktimiz varken ve artık düşünmemiz gereken başka bir şey yokken oturup onu inceleyelim,” dedi hevesli hevesli. Gürültüyle iç geçirirken bariz şekilde rahatlamış olan Peri’nin koluna girip onu da bizimle hareket ettirdim.

“Yanımda değil. Onu yanıma almadım.”

“Nasıl almazsın? Sana uyumadığın ve yemediğin her an ona bakacaksın demedim mi?”

“Eva... benden yapabileceğim şeyler ister misin? Hiç o kadar sabırlı biri olmadım.”

“Olacaksın, üzgünüm çünkü başka şansın yok. Seni en güzel gelin yapacağım.”

Yüzümü buruşturdum. “En güzel gelin olmakla ilgilenmiyorum.”

“Ben ilgileniyorum ve bu yeterli,” dedi itiraz kabul etmeyecek şekilde. Her ne kadar sesini ciddi tutsa da yüzünde güzel gülümsemesi asılıydı. “Katalog gerçekten de yanında değil mi? Onu butikte mi unuttun?”

“Yanımda, merak etme. Arabada bıraktım.”

“Teknik olarak yanında sayılmıyor,” diye homurdandı. Ardından da kapının orada duran Gaye’ye seslendi. “Arabadan kataloğu getirir misiniz?”

Kadın onaylayarak gözden kayboldu. Bu sırada bizde salondaki büyük L koltuğa geçtik. Peri’nin ortamıza oturmasını sağladım. Bir yanına ben diğer yanına da Eva geçti. Eva tıpkı yemek masasında olduğu gibi rahatsızca oturuyordu ve bunu maskelemek için elinden geleni yapıyordu. Durumunu bilmeseydim farkında bile olmayabilirdim. Cesur ve Özgür ise bizden daha ayrı bir köşede, şöminenin önüne konumlandırılmış berjerlere yerleşti. Getirilen tavlayı açmakla meşgullerdi. Çok sürmeden Gaye elinde gelinlik kataloğuyla geri geldiğinde sıkkınca omuzlarımı kaldırıp indirdim.

“Bence başka aktiviteler yapabiliriz?”

“Olumsuz,” dedi Eva. “Şu anda senin en büyük aktiviten düğünün.”

Somurttum. Peri ise bana destek olmak istercesine hafifçe gülümsedi. “Bence kolayca sana yakışacak bir gelinlik bulabiliriz. Birlikte bakmak istersen sana yardımcı olabilirim. Zevklerimin çok iyi olduğunu iddia etmiyorum tabii ki... elimden geldiğince.”

Kataloğu aldığım gibi Peri’nin kucağına bıraktım. “İkiniz benim için elemeye ne dersiniz?”

“Pekâlâ, unutma ki bir gelinlikte beğendiğin kısım beğenmediğin kısım olabilir. Beğendiklerinden birleştirip yepyeni bir gelinlik de tasarlatabiliriz. O yüzden lütfen tüm dikkatini bize ver,” dedi Eva ve sayfaları karıştırmaya başladı. Elbette epey şaşaalı parçalara yer verilmişti. Her birinin absürt bir detayı vardı ve genellikle bir oda uzunluğunda kuyrukları bulunuyordu.

“Bu nasıl?” dedi Peri parmağıyla on ikinci sayfadaki gelinliği gösterirken. “Bence balık model sana çok yakışır. Dantelleri de çok güzel duruyor. Omuz detaylarına bayıldım.”

Sayfaya eğilerek inceledim ve çok geçmeden burnumu kırıştırdım. “Sırtı çok açık değil mi?” Bunun üzerine Peri daha dikkatli inceledi ve neredeyse mankenin kalçasını gösterecek kadar açık olan dekoltesine bakarken, “Doğru, üzgünüm,” dedi hafif yanakları kızarmış şekilde. “Ona hiç dikkat etmemiştim.”

Önemi olmadığını belli edercesine kafamı salladım. Bu sırada Eva başka bir sayfaya geçti ve işaret parmağıyla sayfanın üzerine birkaç kez vurdu. “Göğüs kısmına bakın. Satenden güllerle süslenmiş. Mükemmel durmuyor mu?”

Büyükçe güller tüm göğsü ve sırtı kaplıyordu. Düşük omuzları da aynı güllerden oluşuyordu. Kesinlikle çok hoş görünüyordu, ancak gelinliğin devamı tam bir fiyaskoydu. “Eteği minicik,” derken gözlerimi devirmekten kendimi alamadım. “Neden tasarımcılar hep çılgınlık peşinde oluyor ki?”

“Herkesin sanatını yansıtma biçimi farklı olabiliyor,” dedi Eva hızla sayfayı çevirirken. “Ama yaka kısmı güzeldi. Bence orasını aklımızda tutabiliriz.”

Kısaca kafamı salladım. Daha sonra sayfalar çevrildikçe çevrildi. Sunulan her örneğin illa ki bir tarafında kusur buluyordum ve bu bir süre sonra sıkıcı olmaya başlamıştı. İşte aradığım bu diyebileceğim hiçbir gelinliğe rastlamamıştım. Hiçbiri hayalimdeki gelinlik değildi. Durdum. Benim hayalimde gelinlik var mıydı ki?

Evet, vardı.

“Buldum, Eva!” dedim bana göstermeye çalıştığı sayfayı hızla kapatırken. “Aklımdakini buldum. Bunu kaldırıp bir kenara atabiliriz. Aslında aklımın bir köşesinde zaten karar vermişim ama unutmuşum şimdi hatırladım.”

“Neyi hatırladın?” dedi Cesur hızla. Sesimdeki coşku dikkatini çekmiş gibiydi.

“Hangi gelinliği giymeyi istediğimi,” dedim. Sonra Eva’ya döndüm. “Seninle ilk gittiğimiz butiği hatırlıyor musun? Hani şey...” Duraksadım. Eva’nın heyecanlı hâli yavaşça sönerken kısaca kafasını salladı ve mahcup şekilde bana baktı.

“Evet, orayı hatırlıyorum,” dedi tüm neşesi sönmüş şekilde.

Kataloğu tamamen kapatıp Peri’nin kucağından aldım. İstemsizce benim de keyfim kaçmıştı, çünkü o gün Yiğit resmen bana saldırmıştı ve Barut’la baş başa kalmıştım. Üstelik bundan herkesin haberi de vardı. Kötü kısmını düşünmemeye çalışarak, “Orada bir gelinlik görmüştüm ve hatta denemek istemiştim,” dedim hızlı hızlı.

Peri havaya sinen gerginliğin farkındaydı. Bu yüzden kimsenin ayağına basmayı istemezmiş gibi yumuşacık bir sesle, “Ah, zaten aklında olan bir gelinlik var mıydı? Bu iyi haber,” dedi.

Kafamı salladım. “Evet, onu istiyorum.”

Eva sertçe yutkunduktan sonra, “Tamam... yarın orayla iletişime geçeceğim. Denemek için gelmek ister misin yoksa... onu sana getirmem mi doğru olur?” dedi tereddütlü tavrıyla.

Hiç düşünmeden, “Onu bana getir lütfen,” dedim.

“Pekâlâ, nasıl bir şeydi? Buradakilerden birine benziyor muydu?”

“Sade ve şıktı. Düşük omuzlu, saten ve sanırım prenses model denilenlerdendi ama kabarık değildi. Uçuş uçuştu. Gördüğüm anda ona bayılmıştım. Bir gün gelinlik giyeceğim aklımın ucundan bile geçmezken o an onu giymeyi çok istemiştim,” dedim dalıp gitmiş şekilde.

Cesur, “Yarın onu göreceğim, Eva,” dedi. “Hiçbir bahane duymak istemiyorum. Eğer satılmışsa yenisini yapmaları için gün batana kadar vakitleri olduğunu özellikle belirt.”

Ardından tavla oynamaya devam etti. Eva yutkunarak kafasını sallarken Peri hayran kalmış şekilde iç çekip, “Aynı filmlerdeki gibi,” dedi sadece bizim duyabileceğimiz bir sesle. Bana bakarken gözlerinin içi parlıyordu. “Çok şanslısın. Onu pek yakından tanımasam bile seni herkesten ayrı tuttuğunu görebiliyorum.”

Hafifçe gülümsedim. “Filmlerdeki aşklardan istiyorsun, değil mi?”

Yanakları kızarırken, “Evet,” diye mırıldandı. “Ama artık olmayacağını biliyorum.”

“Neden olmasın?” dedi Eva. “Burada eğitimini hızla tamamlayıp İtalya’ya gittiğinde istediğini yapabilirsin. Belki de o meşhur İtalyan aşk prenslerinden birini bulursun ve onunla filmlerdeki gibi bir aşk yaşarsın.”

“B-bilmiyorum. Sanki hayatım hiç yoluna girmeyecekmiş gibi.”

“Tatlım, bana inan her şey yoluna girecek. Sana gerçekten güzel ve parlak bir gelecek ayarlayacağım. Öyle güzel olacak ki yerinde olmayı bile isteyeceğimden eminim.”

Yutkunduğunu yakaladım. Özgür’e kaçamak bir bakış attı. “İtalya’ya giderken hâlâ evli olacak mıyım?”

Eva ne cevap vereceğini bulamayınca cevabı bilen kişiymişim gibi bana baktı. “Bilmiyorum ama her şey bir şekilde ayarlanacak,” dedim yavaşça. “En iyisini hak ediyorsun.”

“Hak ettiğimi pek düşünmüyorum,” diye fısıldadı. “Abimin hâline hiç dikkat ettiniz mi? Hayatım boyu onu hiç bu kadar yıpranmış görmemiştim. Ben babamın kalp krizi geçirmesine, dahası ölmesine sebep oldum. Abim nişanlısından ayrılmak zorunda kaldı. Ailem dostlarıyla düşman oldu. Tüm bunlara sebebiyet verdikten sonra... iyi olan hiçbir şeyi hak etmediğimden eminim. Bu yüzden hayal kurmuyorum. İtalya’da iyi şeyler yaşayacağımı düşünemiyorum, sanki lanetlenmişim gibi. Nereye gidersem gideyim hayatımda artık hiç iyi şeyler olmayacakmış gibi.”

Peri’ye baktığımda başına gelecek tüm iyiliklere yabancı ama kötülüklere göğsünü açmış bir kadın görüyordum. Öyle ki iyi bir şeyle karşılaşsa şaşırıp kaçabilirdi ama kötü bir şeyle karşılaşsa bunu hak ettiğini düşünerek canının yanmasına bile isteye izin verebilirdi. Kabullenmiş, boyun eğmiş ve kaderine razı gelmişti. Onu tutup sertçe sarsma isteğimi bastırmaya çalışırken, “Olan hiçbir şeyde senin kabahatin yoktu. Başkalarının suçlarını üstlenmeyi hemen şimdi bırakacaksın, beni duydun mu?” dedim sesimin sert çıkmasına engel olamayarak. Her ne kadar Cesur ve Özgür’ün bizi duymayacağı şekilde konuşuyor olsam da tavrımın sivrileşmesi sanki dikkatini çekmiş gibi Özgür kısa bir anlığına önce bana sonra da Peri’ye bakıp oyununa geri döndü.

“Eğer o gece kulübe gelmeseydim-”

“Seni sevmeyen ve en yakın arkadaşınla aldatan boktan bir piçle evlenecektin ve arkandan nasıl pislikler çevirdiğini belki de çok geç öğrenecektin. Karnında onun çocuğunu taşırken seni arkadaşınla aldattığını öğrenseydin ne yapardın? Ne yapabilirdin? Ailen seni geri alıp destek olur muydu? Ben cevap vereyim olmazlardı. O pislik herifle yaşamaya mahkum edilirdin. Hem de hiçbir suçun yokken Peri. O zaman da şu anki gibi olanları hak ettiğini düşünür müydün?”

Çok kısa bir anlığına dediklerimi kafasında canlandırdı. Yüzü şekilden şekle girdi ve elini karnına bastırıp olmayan bebeğin hayaliyle kıvrandı. Nihayetindeyse hızlı hızlı kafasını iki yana salladı. Bunun üzerine Eva, “Şimdi de hak etmiyorsun,” diye söze karıştı. “İyi ki kulübe geldin ve iyi ki Özgür’le yattın, tamam mı?” Peri’nin gözleri büyüdü, yanaklarındaki kırmızılık arttı. “Böylece herkesin gerçek yüzü ortaya döküldü. Ufuk’un ve arkadaşının pisliğini gördün. Abinin sadece kendisini düşünen bir piç olduğunu da gördün. Tanrım, üzgünüm ama gerçekten de çok bencil, Peri. Sadece kendisini düşünüyor. Bir gün bile seni düşündüğünü sanmıyorum. Bak, bu dünya bana çok uzak, tamam mı? Birkaç yıldır buradayım ve bu birkaç yılda bile uygunsuz şekilde başka biriyle, özellikle de nişanlısı falan varsa, başka biriyle birlikte olan bir kadının, özellikle de kadının, asla affedilmeyeceğini biliyorum. Senin abinse seni kulüpten alıp sırf kendi evliliği bozulmasın diye sesini bile çıkartmadı, hatta olayın üzerini kapattı. Lütfen aç gözünü. Ailenden olduğu için kıyamıyorsun anlıyorum ama sana kıymalarına da izin verme.”

Burnumu kırıştırdım. “Şerefsiz. Onun seni koruması kollaması gerekirdi. Kendi evliliği için bir araç olarak kullanması değil. Eminim ki Ufuk’un seni aldattığını bile biliyordur ve ondan vazgeçersen kendi evliliği de bozulur diye sesini çıkartmamıştır,” dedim tiksinerek.

Peri şokla dudaklarını araladı. Durdu, düşündü, inanamıyormuş gibi kafasını hafifçe iki yana salladı. “Olabilir mi? Ufuk’un Melike’yle birlikte olduğundan haberdar olabilir mi?” dediğinde sesinde yatan inkâr ortadaydı.

“Şimdi sana biraz kaba şekilde anlatacağım lütfen bana kızma,” dedim önden uyarırcasına. “Kardeşini kulüp köşelerinden gelip aldığını saklayan bir adam tüm pislikleri yapabilir.”

Eva da beni onaylarcasına kafasını salladı. “Ayrıca aile dostluklarını bozan da sen olmadın. Ufuk zaten her şeyi ipin ucuna sürükleyen kişiydi. Ve babana gelirsek... kızını öldürmeyi düşünmek yerine kızına bunu yapanı öldürmeyi düşünseydi onun için üzülebilirdim.”

“Kısacası kendini suçlu hissetmeyi bırak. Olanların sorumlusu sen değilsin. Evet kötü şeyler oldu ama bunlar sana nasıl bir pisliğin içerisinde olduğunu gösterdi. Böyle düşünmelisin. Artık gözün açıldı, silkelendin ve arındın,” diye ekledim.

Sanki büyük bir iç hesaplaşmaya düşmüş gibi sessiz kaldı. Elleriyle oynadı ve sık sık derin nefeslerle göğsünü şişirdi. Dudakları birkaç kez açılıp kapandı ama her ne söyleyecekse vazgeçti. Elleriyle giydiği elbisenin eteğini kavrayıp sıkarken kendi kendisine ağır ağır kafasını salladı. Ardından da “Silkelendim ve arındım,” dedi onaylarcasına. “Haklısınız. Belki de etrafıma örülmüş olan ağdan kurtulabilmem için biraz ortalığın karışması gerekiyordu.” Yine kafasını salladı ve Eva’yla bana kaçamak bakışlar attı. “Bana neden hiç kızmıyorsunuz?”

“Sana neden kızalım ki?” dedi Eva. Bende hayretle kaşlarımı kaldırıp devam etmesini bekledim.

“Özgür’ün hayatını mahvettim,” dedi. “Dolaylı yoldan sizin de canınızı sıktım. Biliyorum. Başınıza bela oldum. Farkındayım.” Sertçe yutkundu. “Yine de bana hiç kızmadınız. En azından ikiniz... hiç kötü davranmadınız. Abim bile kötü davranırken... siz bana akıl veriyorsunuz.”

Gözlerinin dolduğunu fark ettiğimde uzanıp yanağına düşmüş olan saçını kulağının arkasına iterken parmaklarımın tersiyle yanağını okşadım. Çok nahifti. Kırılgan bir çiçek gibiydi ve onu koparmak isteyenler, güneşini çalanlar olmuştu. “Başımıza bela olduğun falan yok. Bu şekilde düşünme, tamam mı?” dedim yumuşacık bir sesle. Eva da bana katıldı.

“Biliyorum Akın biraz terstir ve eminim ki sana da ters davrandığı anlar olmuştur,” derken sıkıntıyla gözlerini devirdi. “O tam bir koca ayıdır. Etrafta dolanıp herkesin enerjisini sömürür, suratını asar ve homurdanıp durur. Ona aldırma tamam mı? Henüz insanlarla nasıl konuşması gerektiğini öğrenecek kadar mağarasından çıkamadı.”

Peri’nin çenesi neredeyse yere düşecekti. “Ama... ama o senin kocan?”

“Evet, öyle ve evet kocam bir koca ayı. En büyüğü, en kabası ve en sinir bozanı.”

Suratındaki ekşiliğe karşılık sırıtmaktan kendimi alamadım. Peri ise kısık sesle kıkır kıkır gülmeye başladı. Yanaklarındaki çukurlar genişledi, yüzü aydınlandı. Saf güzelliği ona içim gitmiş gibi bakmama neden olurken istemsizce Özgür’ü kontrol ettim. O da Peri’ye bakıyordu. Doğrudan gülüşüne, gamzelerine... Odaklanmış, kilitlenmiş ve tutulmuş şekilde.

Genişleyen sırıtışımı bastırmaya çalışırken, “Özgür’ü de kafana takma. Evlilik hayatında hiç istemediği bir şeydi. Bu yüzden biraz nevri döndü. Yoksa en azından Akın’dan daha iyidir,” dedim.

Eva inler gibi bir ses çıkarttı. “Kendimi çok yanlış bir evlilik yapmış gibi hissediyorum. Boşanmak için hâlâ geç değil, değil mi?”

“Değil ama tüm boşanma avukatlarının hayatı tehlikeye girer ve mahkeme salonları havaya uçabilir. Benden söylemesi,” diye ona takıldım. Peri daha çok güldü ve Eva dediklerimi hayal ederek gözlerini kocaman açıp elleriyle yüzüne hava akımı yapmaya başladı.

“Tanrım! Bazen beni gerçekten korkutuyor.”

“Beni de,” dedi Peri ve sonra bunu ağzından kaçırmış gibi birden gözleri irileşti, boynuna kadar kızardı. “Özür dilerim. Şey... özür dilerim.”

Kahkahayı bastım. Aynı şekilde Eva da bana katıldığında biraz ötemizde tavla oynayan beylerin tüm dikkati bize döndü. Cesur’un sıcak bakışlarının yüzümde gezindiğini hissediyordum. Benim gülmem onun da hafifçe gülümsemesine neden olmuştu. Özgür ise meraklıydı. Peri’nin oturduğu yerde ufalan hâline ve çekinik gülümsemesine bakarak neye güldüğümüzü anlamaya çalışıyordu.

Cesur, “Sizi böyle güldüren ne?” diye sorduğunda Peri telaşlandı. Elini ayağını nereye koyacağını bilemedi. Sanırım Cesur’dan da epey çekiniyordu. Onu yadırgamıyordum.

Eva’nın gözlerinin hinlikle parladığını yakaladım. “Özgür, karın kocamın tam bir mağara ayısı olduğundan bahsediyordu,” diye şikâyet ettiğinde Peri’nin gözleri yuvalarından fırlayacaktı.

“HAYIR!” diye bağırdı, ancak verdiği aşırı tepkiden daha çok utanınca ne yapacağını iyice şaşırdı. “Hayır ben... ben öyle bir şey demeyi asla düşünmedim.” İnanması için doğrudan Özgür’e baktı ve ona bakışlarıyla yalvardı. “Yemin ederim.”

Özgür’ün ifadesiz suratına yerleşen yumuşama beni bile şaşırttı. Ardından da Eva’ya dönüp, “Doğru söylemiş. Seni omzuna atıp nikâh kıymaya götürmesinden belli değil miydi?” derken eğlendiğini saklamıyordu.

Eva somurtarak kollarını göğsünün üzerinde bağladı. “İçimden bir ses bunu bana sık sık hatırlatacağını söylüyor.”

“Çocuklarınıza bile anlatacağım.”

Eva birden irkildi ve bu kez onun yanakları kızardı. “Hain,” diye homurdansa da sesi artık eskisi kadar gür değildi.

Özgür daha çok sırıtırken, “Ne oldu? Benimle uğraşmak Peri’yle uğraşmaya benzemedi mi?” dedi. Normal bir anda gibiydik. Sanki Özgür kalmadan önce gitmek için can atıyormuş gibi davranmıyordu. Sanki hep buraya aitti ve yanımdaki kadına. Evet ona bazen hâlâ bir belaymış gibi davranıyordu ama sakladığı bakışları yakalıyordum. Ona kapılmamak için elinden geleni yapıyor gibiydi. Savaşının ne kadar süreceğini ve nasıl sonuçlanacağını çok merak ediyordum.

“Oyununa döner misin?” dedi Eva aynı somurtan ifadesiyle.

Özgür avucundaki zarları gelişigüzel savurdu. “Yenildim zaten. Abimi yenmek hayalden başka bir şey değil.”

“Yeniden diz. Odaklanabilsen en azından beş dakikada yenilmeyeceksin. Aklın nerede Özgür? Başında olmadığı kesin,” dedi Cesur. Bıyık altı gülüşünü seçmekte zorlanmıyordum.

Özgür sıkılmış gibi püfleyerek saçlarını karıştırdı. “Gergin bir geceydi. Kafam uyuşmuş gibi. İmalar, istekler... bunaldım.”

“Hiçbiri sürpriz olmadı,” dedi Cesur, artık tamamen ciddiydi. Siyah pulları dizerken kafasını bile kaldırmadan içerideki çalışanlara seslendi. “Bize içecek bir şeyler getirin.” Ardından zarları yeniden eline aldı. “Yine de iyi geçti. Sorun yok. Tolere edilebilecek şeyler.”

“Yine gelmek isteyecekler abi, göreceksin. Bunun peşini öylece bırakacaklarını hiç sanmıyorum.”

“Zamanla belli olur. Fazla karışmalarına izin verecek değilim. Peri artık bizden biri ve ona her istediklerinde ulaşamayacaklarını, her dediklerini yaptıramayacaklarını öğrenecekler,” dedikten sonra hitabını yanımda kaybolmak istercesine sinmiş olan kadına çevirdi. “Onlar senin ailen, eyvallah ama hayatında artık öncelikleri yok. Seni kullanmalarına ve yönlendirmelerine izin vermeyeceksin. Böyle bir şey hissetmeyeyim bile. Anlaştık mı?”

Peri hızlı hızlı kafasını sallarken Özgür, “Ailesiyle görüşmesine neden izin veriyoruz ki? Tüm bağları kopartalım gitsin işte,” diye homurdandı. Peri’nin kaskatı kesildiğini hissettiğimde elimdeki kataloğu Özgür’e fırlatmak istedim.

“Peri bizim tutsağımızdı da benim mi haberim yok?” dedi Cesur. Hafif ters tavrı Özgür’e anında geri adım attırdı.

“Öyle değil tabii ki. Ama ailesiyle görüştükçe onlar bir şeyler talep etmeye devam edecekler. Sen de tahmin edebiliyorsundur abi. Kestirip atmamız gerekiyor.”

“Gerekli olduğunda ben kestirip atarım, orasını bana bırak. Onu zaten birkaç aya yurtdışına göndereceğiz. O zamana kadar ailesiyle istediği kadar görüşecek. Problem çıkarsa ben ilgileneceğim, sen kafanı takma.”

Özgür getirilen içkinin masaya konmasını bile beklemeden kadının tuttuğu tepsiden çekip aldı. Bardağı parmaklarının arasında sıkarken, “Onu yurtdışına göndermemize de laf edecekler,” dedi sinirleri bozulmuş gibi. “Adamı duymadın mı torun haberi bekliyormuş,” dedikten sonra ağzının içerisinde küfretti. “Düşmeyecekler yakamdan.”

Cesur kardeşinin derdinin farkındaymış gibi yatıştırıcı şekilde, “Bana bırak dedim,” dedi kırmızı bir kalemle altını çizercesine. “Sen sana düşen kısmı hallettin, gerisi bende. Kimsenin daha fazla canını sıkmasına izin vermem.”

Özgür kısaca kafasını sallayıp bardaktaki tüm içkiyi kafasına dikti. Belirgin şekilde rahatladığını görebiliyordum. Sanki omzundaki dertlerden bir anda kurtulmuş gibiydi. Cesur onun dertlerini avucunda toplamıştı. Cesur herkesin dertlerini kendisinde topluyordu. En çok da benim dertlerimi. Birden ona olduğundan daha büyük bir aşkla dolup taştım ve kimseyi umursamadan kalkıp sarılmak istedim. Gerçek anlamda bu ailenin babası gibiydi ve bir babanın yapacağı her görevi üstlenmiş durumdaydı.

“Keşke beni hemen gönderseniz,” dedi Peri kısık sesle. Çehresi üzüntüyle kaplıydı. “Onun iyi olmasını istiyorum. Benim için yeterince fedakârlık yaptı.”

Eva şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. “Seni kırmaktan asla vazgeçmiyor ama sen hâlâ onun iyiliğini düşünebiliyorsun. Ben bunu yapamazdım. Yemin ederim. Beni ne kadar kırıyorsa onu o kadar kırardım.”

“O olmasaydı çoktan ölmüştüm. Beni kurtardı. Hem de birkaç kez.”

“Seni kurtardığını düşünüyorsun ama daha çok onurunu kurtarmanın peşindeydi,” dedi Eva gerçeği netçe ortaya sermekten çekinmeyerek. “Onu çok seviyorum, Peri, benim için kardeşten öte ama üzgünüm, amacının ne olduğunu saklamayacağım ya da süslemeyeceğim. Çünkü bu kadar ılımlı yaklaşılmayı ve alttan alınmayı hak etmiyor, tamam mı? Onu ne kadar sevsem de bu konuda savunmayacağım.”

Peri anlayışla kafasını sallarken boğazına yerleştiğinden emin olduğum sızıyı gidermek istercesine yutkundu. “Benim hikâyemde herkes kendisini kurtarmanın peşinde, o yüzden önemli değil. İsteyerek yapmadığını zaten biliyorum. Öyle ya da böyle... onun sayesinde yaşıyorum. Belki yaşamamamı daha çok isterdi ama-”

“O kadar da değil,” diye müdahale ettim. “Özgür bazen berbat biri olabilir ama o kadar kötü değil, Peri. Eğer yaşamanı istemeseydi mecbur kalmış olsa bile bu kadar uğraşmazdı. Bundan eminim. Ayrıca seni babanın evinden aldığında onu kimse buna zorlamamıştı. Hepimizden habersizce oraya geldi ve seni aldı. Oradan seni alırken devamında başına ne geleceğini eminim ki zaten biliyordu.”

“Doğru, o kötü değildir. Çoğu zaman düşüncelidir. Üçü arasında belki de en sakinidir. Onunla çoğu şeyi rahatça konuşabilirsin. En azından bana böyle hissettiriyor,” dedi Eva hafifçe omuz silkerek. “Bu günlerde pek sakin değil, doğru. Sanırım evlilik ona gerçekten de ağır geldi.”

“Ama neden?” dedi Peri merakla. “Ondan hiçbir şey beklemiyorum ki. Sahte bir evlilik onu neden bu kadar bunaltıyor?”

Eva konuşmadan önce yanına bırakılan içki bardağından yudumladı. Gerilmiş gibiydi. “Sanırım bu ailesinde gördükleriyle ilgili,” diye söze girdiğinde bakışları oyuna odaklanmaya çalışan Özgür’ün üzerindeydi. “Babası annesiyle aşk evliliği yapmadı. Onun babası yani Sarp baba, Cesur abinin annesini seviyordu. Biraz delicesine sevgiydi bu. Yani... nasıl anlatabilirim ki? Cesur abi de Deniz’i benzer ölçüsüzlükle seviyor. Sen ona da şahit olmadın, anlayamamanı normal karşılarım. Her neyse işte, babasının başkasını sevmesine rağmen Halide Hanım’la olması sanırım onları fazlasıyla etkiledi. Özgür onu tanıdığımdan beridir tek gecelik ilişkilerin dışına hiç çıkmadı. Kimseyi sevdiğine şahit olmadım. Hiçbir kadına ekstra değer vermedi. Hayatına girip de uzun süre kalmış olan birkaç isim vardır; mesela ben, Deniz gibi. Onun dışındakilerin hiçbiri bir günden fazla yanında durmadı. İsimlerini bile hatırlamadığına yemin edebilirim. Evliliği istemediği bir kadına mecburiyet gibi görüyor. Tıpkı babasının Halide Hanım’a mecbur kalması gibi.” Gözlerini kaçırdı. “Bir kere Akın’a sormuştum, o anlatmıştı.”

Peri karmakarışık ifadesiyle Özgür’e bakarken olayları tam olarak anlamadığından emindim. Henüz kimin kim olduğunu pek bilmiyordu ve Cesur’un üvey olduğunu da yeni duyduğu yüzünün hâlinden bile belliydi.

Eva gürültüyle iç geçirdi. “Akın’ın da düşünceleri ona benzerdi ama... değişmiş.”

“Aşık olunca birçok şey değişir,” dedim. Gözlerinin içi parlarken tenine ateş basmış gibi yeniden içkisinden yudumladı.

“Buna hâlâ inanamıyorum. Resmen evliyim. Beni omzuna atıp götürdü ve nikâh memurunu yatağından kaldırttı. Tüm evrakları hazırlamaları için herkese kök söktürdü. Ah, onların yerlerinde olmayı asla istemezdim.”

Gülümsedim. “Aşık Akın’ın nasıl olacağını merak ediyorum.”

“Pek değişeceğini sanmıyorum,” derken gözlerini devirmekten kendisini alamadı. “Bilirsiniz işte koca ayı her zaman koca ayıdır.”

Yorumuna hepimiz güldük. Yine beylerin bakışları üzerimize döndü ve biz yine kısık sesle, kendi aramızda sohbet etmeye devam ettik. İyi hissettiriyordu. Bana eski günlerimi hatırlatmıştı. Hümeyra ve Yonca’yla sabahladığımız, bin bir konudan konuştuğumuz ve kıkır kıkır güldüğümüz günlerdeki gibiydi. Eva, Hümeyra’nın başka bir evrende benzeriydi sanki. Onun hoşlandığı şeylerden hoşlanıyordu. Başından beri bana Hümeyra’yı çağrıştıran birçok yanına denk gelmiştim. Sadece erkek seçimi Hümeyra’dan epey farklıydı. Akın, Yavuz’un beyefendiliğinin yanından bile geçemezdi. Yavuz sakin ve ağır başlıydı. Akın ise her şeyin tam tersiydi.

Diğer yandan Peri de Yonca’ya benziyordu. Bitmek bilmeyen ailevi problemler ve sessiz bir kişilik. Yonca gibi nahifti. Her şeyi alttan alıp, her şeye iyilikle yaklaşmaya çalışıyordu. Onu kırmak çok kolaydı. Kırıldığını maskeleyip orada durmaya devam ederdi ama onu biraz tanıyan herkes canının yandığını görebilirdi. Yonca daima kendisini ailesinin pençesinden kurtaracak bir aşk arardı. Ne yazık ki bulamadan toprağa karışmıştı. Peri’yi ise Özgür öyle ya da böyle ailesinden çekip almıştı. Devamının nasıl olacağını yaşayıp görecektik. Artık Peri’nin gitmesini hiç istemesem de onun burada kalmasını sağlayacak kişinin Özgür olduğunu biliyordum.

Umarım Peri için her şeyin en iyisi olurdu.

×××

Akın köşkün çift kanatlı kapısının bir kanadına sırtını yaslamış sigara tüttürüyordu. Annesi çoktan içeriye geçmişti ama onun içeri girmeye pek isteği yoktu. Arabası merdivenlerin önündeki süs havuzunun orada duruyordu. Bugatti. Geceden karaydı ama buna rağmen bahçe aydınlatmalarının altında ay gibi parlıyordu. Onunla hız yapmaya bayılıyordu ve bu yüzden aldığı trafik cezalarından dolayı Tuna neredeyse her gün söylenirdi.

Kafasını kapının sert yüzeyine yaslarken sigarayı yeniden dudaklarına taşıdı. Gömleğinin kollarını kıvırmıştı ve üstten birkaç düğmesi açıktı. Boynundaki ince zincir açıkça görünüyordu. Dövmeli kolları, sakalsız yüzü, kısacık saçları ve son tıraşında kaşına attırttığı façayla tekinsiz göründüğünün farkındaydı ve bundan hoşlanıyordu. Tam bir bela olduğunu sadece bakmakla bile anlayabilirlerdi. İnsanların uzak durmasından, çekinmesinden ve hatta korkmasından memnundu.

Telefonunun titreyişini bacağında hissettiğinde boştaki eliyle uzanıp cebindeki aleti çıkarttı. Ekranda bir mesaj vardı ve Eva’dandı. Kadının adını gördüğünde dudağının kenarında ufak bir kıvrım belirdi.

“Neredesin?”

“Köşkte.”

“Geri dönecek misin?”

Sırıttı. “Beni yatağında mı istiyorsun? İstiyorsan söyle, hemen dönerim.”

Eva’nın gözlerini devirdiğine ve söylendiğine yemin edebilirdi. “Her şey yolundaymış gibi eğlenmeyi bırakır mısın? Annene söyledin mi?”

“Henüz değil.”

“Yani söyleyeceksin öyle mi?”

Kaşları çatıldı. “Başkasından mı duysun?”

“Bilmiyorum, tamam mı? Beni korkutuyor.”

O an mesaj yazmayı bırakıp onu aradı ve telefonu kulağına dayadı. Neredeyse sonuncu çalışa ulaştığında ancak cevap alabildiğinde hattın ucundaki kadının sesi hafif nefes nefeseydi.

“Tanrım! Rahatça konuşabilmek için resmen odadan kaçtım. Umarım beni yanlış anlamazlar-”

“Neden korkuyorsun?” dedi Akın tek önemli nokta buymuş gibi kadının cümlesini tamamlamasına bile izin vermeden.

“Bunu soruyor musun gerçekten?” Duyulmak istemezmiş gibi iyice sesini kısarak devamını getirdi. “Annen resmen Peri’yi öldürtmek istedi. Farkındasın değil mi?”

“Evet.”

“Güzel. Beni de öldürtmek isterse lütfen daha erken müdahale etmek için orada ol,” dedi ters ters.

“Öyle bir şey olmayacak.”

“Buna gerçekten inanıyor musun? Annen benimle evlendiğini duyunca çıldıracak. Kabul et, Akın. Bu doğru değildi. Çok acele ve yanlıştı. Tanrım... büyük bir aptallık ettim-”

“Annemin favori gelini olacaksın,” dedi soğuk bir alayla.

“Diğer seçeneği Peri olduğu için bunu bu kadar kolay söyleyebiliyorsun, değil mi?”

“Evet.”

“Çok küstahsın.” Kadının onaylamayan ifadesiyle kafasını iki yana salladığı sanki gözlerinin önündeydi.

“Evet,” dedikten sonra sigaradan yeni bir yudum daha aldı.

“Akın! Tanrım! Beni sinirlendiriyorsun.”

“Annemi düşünmeyi bırak, halledeceğim,” dedi net, kendinden emin şekilde.

“Sadece onu daha çok kızdıracaksın.”

Omuz silkti. “Umurumda değil.”

“Ah, tanrım! Duyarsız, umursamaz bir piç gibi davranmayı bırak.”

Akın sanki övgü sözcüğü almış gibi güldü. “Annemden bu kadar korkacağın aklımın ucundan bile geçmezdi.”

“Peri’yi-”

“Sen Peri değilsin,” dedi birden sesi sertleşirken. “Kendini onunla kıyaslamayı bırak. Ona verdiği tepkiyle sana vereceği tepki bir olmayacak.”

Hattın ucundan bir iç çekiş yükseldi. “Sonuçta bir tepki vereceğinden eminiz, değil mi?”

“Boş ver gitsin, önemi yok.”

Eva duraksadı. Yeniden konuştuğunda sesi tereddütlüydü. “Lütfen her şeyi güzelce anlat ve gönlünü al. Tamam mı?”

“Elini öpmeye de gelecek misin?”

“H-hayır... hayır bir süre gözüne görünmesem daha iyi sanırım.”

Yeniden dudakları kıvrıldı. “Neredesin şu anda?”

“Şey... Misafir banyosundayım.”

“Ne zaman kulübe geçersiniz?”

“Bilmiyorum. Biraz daha oturacağız. Peri’yi öylece tek başına bırakmamız kırıcı olacaktı.”

Bunun üzerine alaycı bir ses çıkarttığında Eva homurdanmaya başladı.

“Lütfen şu kızı biraz önemsiyormuş gibi davranabilir misin? Gerçekten iyi birisi ve senden korkuyor. O, kötü adamlığını göstereceğin biri değil. Ona biraz daha ılımlı davranmaya ne dersin? Kabalığı bir kenara bırak.”

Sigarayı dudaklarından çektiğinde gri dumanın havaya dağılmasını izlerken, “Önemsediğim tek kız var, gerisi sikimde bile değil,” dedi.

Eva iç çekti. “Tanrım, gerçekten de koca ayının tekisin,” diye tısladıktan sonra telefonu kapattı. Akın sırıtarak ekrana bakarken parmaklarını hareket ettirip ona mesaj gönderdi.

“Geri döndüğümde seni yatağa atacağım ve koca ayıyı yeniden göreceksin.”

Cevap anında geldi. Kelimenin sonundaki sayamayacağı kadar çok bulunan ünlemleri gördüğünde ufak bir kahkaha atmadan edemedi.

“ASLA!!!!!!”

Başka bir şey yazma gereği duymadan telefonu yeniden cebine attı. Ardından da sigaradan son nefesini çekip izmaritini ayağının altında ezikten sonra yüzündeki tüm gülümsemeyi silerek eve doğru döndü. Eva’yla konuşurken az da olsa öfkesinden, düşüncelerinden sıyrılabilmişti, ancak telefon kapandığında işte her şey eski yerindeydi. Yüzüne yerleştirdiği ürkütücü ifadesiyle açık bırakılan kapıdan içeriye geçti ve doğruca merdivenlere yönelerek üst kata çıktı. Annesinin odasına ulaştığında hiç düşünmeden, çalma gereksinimi bile duymadan odanın kapısını açtı.

Oda pahalı parfümlerin kokularıyla doluydu. Uzanıp tüm aydınlatmaları açtı. Tavandan aşağıya sarkan taşlarla bezeli avize göz kamaştırıcıydı. Devasa yatağın üzerine örtülmüş şatafatlı örtü yeni serilmiş gibi düzgündü. Antika tanımının bu odadan doğduğunu söyleyebilirdi. Her köşedeki işlemeler, detaylar ve süslemeler tam bir sanat eseriydi. Annesi bir kraliçe değildi ama sahip olduğu oda bir kraliyet odası gibi döşenmişti.

Kat kat sıralanmış ağır perdelerden gözlerini çekip odanın içerisinde ilerledi. Annesi burada değildi ama çok geçmeden geleceğinden emindi. Üzeri tüllerle örtülmüş olan ve dört adet altın varaklı direğin çevrelediği yatağın yanındaki makyaj masasına doğru yürüdü. Önündeki koltuktaki işlemeler ve taşlar göz yorucuydu. Makyaj masasının her yanından taşan varaklar da öyle. Bu oda ilk bakışta herkesi büyüleyebilirdi ama biraz zaman geçirdikten sonra fazla ağır gelmeye başlıyordu. Akın burada daima boğulduğunu hissederdi. Çok fazla eşya, çok fazla detay vardı. Annesi garip şekilde antika olayını seviyordu ve kullanmaktan da hoşlanıyordu. Eğer burada kendisi kalacak olsaydı ilk işi cebindeki çakmağı çıkartıp odayı yakmak olurdu.

Sanki sıradan bir şey yapıyormuş kadar rahat tavrıyla ellerinden birini cebine atarken diğeriyle makyaj masasının üst çekmecesini kendisine doğru çekti. Çekmecenin içerisi onlarca bölümden oluşuyordu ve kırmızı kadife kutucukların her birinde servet değerindeki ziynet eşyası bulunuyordu. Açık arttırmadan alınan yadigar eserler, en ünlü tasarımcıların ellerinden çıkan parçalar ve bir köşedeyse babasının bizzat kendisinin yaptığı takılar vardı. Pençe şeklinde kenarlarıyla ortasındaki siyah taşı tutan yüzüğü eline alıp incelerken babasına ait bazı hatıralar zihnine doluştu.

Hâlâ yaşıyor olsaydı neler farklı olurdu diye düşünmeden edemedi. Onun otoritesi çok farklıydı. Annesine tek bakışı onu susturmaya yetiyordu. Hayır, aslında yetmiyordu. Bunu şimdi çok daha iyi anlayabiliyordu. Annesi o an susuyordu ama her ne istiyorsa bunu bir şekilde yapmaya devam ediyordu. Babası bunun farkındaydı, herkes farkındaydı ama kimse ona gerçekten dur demiyordu. Buna kendisi de dâhildi. Şimdiye kadar yaptığı şey tolere etmekten başka bir şey değildi. Onu kırarsa daha da kötüleşmesinden hep çekinmişti. Annesi zaten iyi değildi. Yolun sonunda onu hepten kaybetmek vardı ve herkesin sabrının bundan kaynaklı olduğunu biliyordu.

Yüzüğün siyah taşının üzerinde baş parmağını kaydırırken annesinin, “Oğlum?” diyen şaşkın sesini işitti. “Burada ne yapıyorsun?”

“Seni bekliyordum,” dedi. Hâlâ yüzüğe bakıyordu ve sırtı annesine dönüktü.

“Ben de seni aşağıda bekliyordum. Nida bana yukarıya çıktığını söyleyince... sen iyi misin?” diye sorduğunda kelimeler ağzından özellikle sonlara doğru duraksayarak çıkmıştı.

“Evet.”

Birkaç adım yaklaştı. “Emin misin?”

“Evet.”

Bir sorun vardı ve Halide bunun artık farkındaydı. Yine de bozuntuya vermeden oğlunun yanına gidip çekmecesinde ne aradığına baktı. Elindeki yüzüğü görünce yüreğine bir hüzün çökerken, “Babanın yüzüğüydü,” dedi özlemle. “Evliliğimiz boyunca hiç parmağından çıkartmamıştı. Kendisi yapmıştı, ilk emek verdiği parçalardan biriydi.”

“Babam mücevherlerle uğraşmayı severdi,” derken sesi dalgındı. “Çocukluğumda onu hayal meyal mücevher yaparken hatırlıyorum. Sonra bıraktı.”

Halide hüzünle iç çekti. Takılar arasından yine kocasının yaptığı başka bir yüzüğe uzanıp onu parmağına takarken, “Çok uğraş veriyordu ve gazinosu gün geçtikçe büyüdüğü için mücevherlere ayıracak vakti kalmıyordu,” dedi. Yeraltı Kulübü’nün başlangıcı gazinoydu ve başında da Sarp vardı.

Akın sol tarafında duran annesine yandan bir bakış attı. “Gazinoyu bize bırakıp emekliliğe çekildiğinde yeterince vakti vardı ama yine de eli tekrar mücevherlere gitmedi. Onu küstüren neydi?”

“Emekliliğe çekilmek mi? Hiç evde durduğunu görmedim oğlum. Yine sürekli işleri vardı, bazen birkaç gece gelmediği bile oluyordu. Unuttun mu?”

Unutmamıştı ve babasının gelmediği gecelerde nereye ve kime gittiğini de çok iyi biliyordu. Cevap vermek yerine geçiştirir gibi kısaca kafasını salladı. Parmaklarının arasındaki yüzüğü aldığı yere geri bıraktığı sırada, “Hangilerini senin için yapmıştı?” diye sordu.

Halide de parmağındaki yüzüğü çıkartıp yerine yerleştirdi. Bu sırada yüzünden garip bir duraksama geçti. “Hepsini tabii ki,” dediğinde sesi hafif sertti.

“Hmm.”

“Hepsini benim için yaptı,” diye vurgularken kaşları çatılmış, çehresi gerilmişti ve tırnaklarını göstermeye hazırdı.

Hiçbiri onun için değildi.

“Bir tanesini arıyorum anne. Tarif etsem onu bana bulabilir misin?” diye sorarken diğer elini de cebine tıkarak annesine doğru döndü. Aralarındaki boy farkı yüzünden kafasını hafifçe aşağıya doğru eğmişti.

Halide gözlüklerini düzeltme ihtiyacına karşı koyamayıp onları geriye doğru ittiği esnada, “Tabii ki. Nasıl bir şeydi?” diye sordu.

“Aslan ayağı şeklindeydi arkasında babamın adı yazıyordu. Eski bir kolye, bayağı eski hem de.”

Halide belli belirsiz gülümsedi. Açık çekmeceyi gelişigüzel gösterdikten sonra, “Burada öyle bir şey yok,” dedi. “Diğerlerine de bakarım ve sana haber veririm, olur mu?”

Akın kafasını hafifçe sağ omzuna doğru eğdi. “Babam onu kimin için yapmıştı anne?”

Halide birden alev ateşe dönen bakışlarını saklayamadı. “Tabii ki benim için!” derken öyle hırs doluydu, öyle saldırgandı ki karşısında başkası olsa ondan çekinirdi.

“Senin içinse öyleyse neden Filiz’deydi?” dedi Cesur’un annesinin yasaklı ismini açık seçik şekilde dillendirmekten çekinmeyerek.

Halide sinirden kıpkırmızı kesildi. Titreyen avuçlarını yanaklarına bastırarak tenindeki ateşin seviyesini düşürmeye çalışırken, “Çünkü onu benden çalmıştı!” dedi ölse bile sönmeyecek nefretini kuşanarak. “O iğrenç hırsızın tekiydi. Benden birçok şey çaldı!”

“Sonra sen de onu geri çaldın, öyle mi?”

“Ne?” derken yüzüne beceriksiz bir şaşkınlık belirtisi kondu. “Sen ne dediğinin farkında mısın? Benimle nasıl böyle konuşabilirsin? Ben senin annenim!”

Akın sadece gelişigüzel kafasını salladı. Bu daha çok keşke olmasaydın der gibi bir ifadeydi. “Kadın o kolyeyi abime bırakmıştı. Abim de Deniz’e. Kolye Deniz’deydi anne. Sonra birden ortadan kaybolup gitti. Hem de bizim kulüpteyken. Kulüpte bir şeylerin öylece kaybolmayacağını az çok bilirsin.”

“Bu konuşmayı derhal sonlandır,” derken işaret parmağını uyarırcasına oğluna doğru sallandırıyordu.

Akın, “Her şeyden önce Deniz’in kim olduğunu, bulunup bulunmadığını sormayacak mısın?” dedi sanki eğleniyormuş gibi gülerek. Ancak buz gibiydi.

Halide daha fazla bunu konuşmak istemiyormuş gibi arkasını dönerken, “Umurumda değil. Bu konuyu artık kapat oğlum. Eğer kalacaksan odan hazır,” dedi. Ancak bu sırada Akın’ın konuşmasıyla birlikte atacağı adım havada kaldı.

“Çünkü zaten Deniz’in kim olduğunu biliyordun.”

Halide dişlerini sıktı. Sırtı Akın’a dönük olduğu için ifadelerini maskelemek zorunda kalmıyordu ve nefreti açık seçik suratında duruyordu. “Evet,” dedi geri adım atmayarak. “Şimdi git.”

“Biz bilmeden önce sen zaten biliyordun,” dedi Akın. “Aylar önce öğrenmiştin. Kolyeyi kulüpte bulduğundan beri.”

“O kolye benimdi!”

“Senin değildi,” diye bastırdı. “Filiz’indi, abimindi, Deniz’indi. Ama. Senin. Değildi.”

Halide hışımla yüzünü oğluna doğru dönerken ifadesini düzeltme gereği dahi duymadı. Saf, ham bir nefretle kuşandığını saklamadan, “BENİMDİ!” diye çığlık attı. Birden çıldırmış gibiydi. Önceden olsa Akın geri adım atardı, sakinleşmesi için ona ilaç içirmeye çalışır, gönlünü yapardı. Şimdiyse orada öylece durmaya ve annesine suçlayarak bakmaya devam etti.

“Onu çaldın.”

“ÇÜNKÜ BANA AİTTİ! BABAN ONU BENİM İÇİN YAPMIŞTI! O İĞRENÇ KADIN BANA AİT OLAN HER ŞEYİ ÇALMAYA KALKMASAYDI BABAN ONU BANA HEDİYE EDECEKTİ!”

Bunlar kadının kafasında kurduğu kurgudan ibaretti.

“Onu çaldığın yetmedi bu akşam boynuna takıp geldin,” dedi Akın sertçe. “O da yetmedi görmelerini istercesine açığa çıkartmaya kalktın.” Halide’nin yüzü şokla gerildiğinde ona yine buzdan tebessümünü sundu. “Ne yapmaya çalıştığını gördüm. O şarabı yanlışlıkla üzerine dökeceğimi mi düşündün cidden? Seni engellemek için yaptım. Tam karşında Deniz oturuyordu. Sol çaprazında abim oturuyordu. Gördüklerinde planlanan yemek mahvolacaktı. Bunu biliyordun. Bile bile geldin, bile bile kolyeyi taktın, bile bile ortaya çıkartmaya çalıştın. Yemeğin bozulması, barışın sağlanmaması için. En çok da abimi çıldırtmak için. Değil mi?”

Halide istemsizce boynundaki kolyeyi elbisesinin üzerinden bulup parmaklarının arasında sıktı. İlk anda sessiz kaldı, ancak sessizliğin durumu kabullenmek olduğunu bildiği için elini alnına dayayıp hafifçe sendeledi. Her an bayılacakmış gibi yanındaki makyaj masasına tutunurken Akın’ın oralı bile olmaması elbette gözünden kaçmıyordu.

“Sen... sen beni nelerle itham ediyorsun? Allah’ım... bu kadarı fazla oğlum, lütfen kendine gel. Benimle nasıl böyle konuşabilirsin? Bana bunları nasıl söyleyebilirsin?”

“Abimden nefret ettiğini biliyorum anne,” dedi Akın gözlerini hafifçe kısarken. “Sen belli etmediğini sanıyorsun ama ona normal şekilde bakamıyorsun bile. Varlığına tahammülün yok, görüyorum. Ölse en çok sen sevineceksin, farkındayım. Şimdiye kadar incinme diye önünü kesmedim. Hepimiz sen biraz daha delirme diye seni alttan aldık ama yeter. Buraya kadardı.”

Halide bayılma numarasını anında keserken gözleri şokla yerinden çıkar gibi açıldı. Kalbi endişeyle atmaya başladı. “N-ne demek şimdi bu?” diye sorduğunda cevabı duymaktan korktuğu her hâlinden belliydi.

“Şu demek, anne,” dedi Akın alaycı tavrıyla. İlerleyip annesine iyice yaklaştı ve kadının boynundaki kolyeyi öyle hızlı bir şekilde tutup kopardı ki Halide ne olduğunu anladığında kolye çoktan elinde duruyordu. Kadın hiddetlenerek kolyeyi geri almak için çabalasa da Akın izin vermedi.

“Sende kalmasına müsaade edebilirdim ama hayır, bunu hak etmiyorsun. Onu başka emellerin için kullanacağını biliyorum-”

“Ver onu bana! HEMEN!”

Sakince kafasını iki yana salladıktan sonra annesine ciddiyetle baktı. “Yeter artık tüm bu saçmalığa son vermenin zamanı gelmedi mi? Babam öldü gitti sen hâlâ kin gütme peşindesin. Abim senin aylardır Deniz’i bildiğini ve sakladığını öğrenseydi yine tepkisiz kalır mı sanıyorsun? Seni görmezden geliyor, yaptıklarını dikkate almıyor diye her şeyi yutar mı? Annemiz olmasaydın yemin ediyorum seni yaşatmazdı. Sırf bizim için sana karışmıyor, onu sinirlendirsen bile. BİZİM İÇİN. O, bunu yapabiliyor ama sen bizim için yerinde durmayı bir türlü beceremedin. Lafa sıra geldiğinde bizim için yaşadığını söylüyorsun ama yaptıklarının hiçbiri bizim için değil. Yeter. Beni de Özgür’ü de kendinden uzaklaştırıyorsun. Yapma, anne. Bir dahakine uyarım asla böyle sakin olmayacak, çünkü bendeki tüm limitin doldu. Artık annem olman da beni durdurmayacak ve sonra pişman hissetmeyeceğim. Çünkü seni şu anda uyarıyorum. Eğer devam edersen başına gelecekleri göze almışsın demektir. İşte o zaman sakın benim iki tane evladım var deme. Çünkü ikimiz de senin yanında olmayacağız haberin olsun.”

“Beni... beni tehdit mi ediyorsun?” dedi kadın sıkılı dişlerinin arasından.

“Hayır, seni tehdit etmiyorum. Uyarıyorum. Dur artık. Dur yoksa bana sen hâlâ sağken annem yok dedirteceksin.” Ardından kafasını onaylamıyormuş gibi hafifçe iki yana sallayıp annesine sırtını dönerek kapıya yöneldi. Ancak sonra durdu. Kafasını sağ omzuna doğru çevirdi, ancak annesine yeniden bakma tenezzülünde bulunmadı. Sağında kalan banyo kapısına bakarken, “Ben Eva’yla evlendim,” dedi. Kadından sanki göğsüne mermi yemiş gibi sert bir nefes duyuldu. “Mecbur kaldığımdan da değil, seviyorum onu. Aylardır kıvranıyordum onun için. Bana baktığında hiç kıvranışımı fark ettin mi?” Dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı. “Etmedin. Çünkü tek derdin hâlâ beslediğin nefretin ve abimdi.” Önüne dönüp başını ağır ağır iki yana salladı ve gitmeden önce, “Bana annem yok dedirtme anne, olur mu?” dedi ve cevabını bile beklemeden oradan ayrıldı.

×××

“Artık kendinize bakabilirsiniz.”

Görevli kadın gelinliğimin iplerini bağlamayı bitirerek rahatça hareket edebilmem için kenara çekildi. Kalbim heyecanla göğsümü döverken kapalı kirpiklerimi birbirinden ayırıp önümdeki boy aynasına baktım. Makyajım için neredeyse iki saattir uğraş verilmişti ve her saniyesine değdiğinden artık emindim. Gözlerimin mavisini vurgulayan, saf ve temiz bir makyajdı. Belirginleştirilmiş dudaklarım normalden daha büyük görünüyordu. Bakıldığında hem çok çekici hem de çok doğal duruyordum. Buna bayılmıştım. Gerçek anlamda bayılmıştım.

“Tanrım! Gözlerimi senden alamıyorum,” dedi Eva hayranlıkla. “Zarif ve ihtişamlısın. Gerçek bir kraliçe gibi... resmen parlıyorsun Deniz. Çok güzelsin. Gerçekten de en güzel gelin oldun.”

Neredeyse ağlayacakmış gibi duruyor olması karşısında gülümsedim. Gözlerimi aynadaki yansımamdan ayıramıyordum. Kendimi en çok beğendiğim an işte bu andı. Ensemin üzerinde toplanmış olan saçlarıma ince taşlardan süslemeler yerleştirilmişti. Birkaç tutamın yüzümün yanlarına dökülmesine izin verilmişti. Boynum boştu. Eva, Cesur’un kolyesini çıkartmam konusunda ısrar ettiği için onu çıkartmıştım. Sanırım başka bir planı vardı. Onun dışında gelinliğim tam da istediğim gibiydi. Sade, şık ve göz alıcı. Bedenimi sımsıkı sararak kalçalarıma kadar iniyordu ve etek kısmı kademe kademe genişleyen bir kuyruğa sahipti. Askısızdı. Omuzlarım çıplaktı ve dirseklerimin biraz üzerlerine kadar uzanan eldivenler giymiştim.

Sürekli gülümsemekten kendimi alamıyordum. Ağzım kulaklarımdaydı. Heyecandan göğsüm körük gibi inip kalkıyordu ve saatin yaklaştığını bildiğim için elimi ayağımı nereye koyacağımı şaşırmaktan kendimi alamıyordum.

Eva açık bıraktığı saçlarını kulağının arkasına iterken, “Birazdan Cesur abi gelecek. Ona seni aşağıda beklemesi gerektiğini söyledim ama beni dinleyeceğini pek sanmıyorum,” dedi hafif söylenerek. “Ayrıca lütfen kiminle aşağıya ineceğine artık karar ver olur mu? Akın ve Özgür hâlâ bunun için kavga ediyorlar.”

Kıkırdadım. Nihâyet aynadan kopartabildiğim bakışlarımı Eva’ya çevirdiğimde onun da ne kadar göz alıcı olduğunun farkına varabildim. Zümrüt yeşili gözleri tıpkı benimkiler gibi heyecanla parlıyordu. Tüm hazırlıkların baş mimarı oydu. Benim düğünümle benden çok ilgilendiği için ona minnettardım. Sürekli etrafta bir şeylerin peşinde koşuşturmakla meşgul olmuştu ve buna rağmen kusursuz şekilde hazırlanmayı da başarmıştı.

“Mükemmel görünüyorsun Eva.”

Dizlerini kırarak bana reverans benzeri bir hareket yaptı. “Baş nedimen olarak özenli olmam şarttı. Ayrıca Peri’yi nasıl hazırladığımı görmelisin. Ona da bayılacaksın.”

Uzanıp ellerini tuttum. “Dokunduğun her şey resmen parıldıyor. İyi ki varsın. Teşekkür ederim. Benim için elinden gelenin fazlasını yaptın. Her şey rüya gibi.”

Utanmış şekilde gülümsedi. “Seni mutlu edebilmiş olmak bana yetiyor. Heyecanlı mısın?”

“Sanki kalbim duracak.”

Güç vermek istercesine ellerimi sıktı. “Ah, bunu görebiliyorum ama lütfen kalbine söz geçir ve sakın bayılma.”

Kahkaha attım. “Bunun için söz veremem. Eğer bayılırsam beni o şekilde kimsenin görmediğinden emin olun.”

“Eğer bayılırsan kendine geldiğinde tepende beni bulacaksın ve yemin ederim ki yeniden bayılıp benden kurtulmak isteyeceksin. O yüzden sakın bayılayım deme.”

İkimizin kahkahası birbirine karıştı. Kullandıkları malzemeleri toparlayarak odadan çıkan makyaj artistleri bile bizimle birlikte gülüyordu. Sonunda odada yalnızca ikimiz kaldığımızda yeniden aynaya doğru döndüm ve kendimi incelemeye kaldığım yerden devam ettim. Hayalini dahi kurmadığım gelinliğin içerisindeydim. Çok garip hissettiriyordu ve çok heyecan doluydum. İçim içime sığmıyordu. Sürekli üzerimi yoklayıp gelinlik giydiğimi teyit etmek istiyordum. Dürtü gibiydi. Onun içerisinde olmak, onu taşıyor olmak benim için asla elde edemeyeceğim bir şeye sahip olmak gibiydi.

“Hiç aşağıya baktın mı?” dedi Eva pencerenin önüne doğru giderken. “Tanrım, sanki tüm İstanbul burada.”

Korku dalgaları göğsümde havai fişek gibi patlayarak damarlarıma yayıldı. “Gerçekten mi? Çok mu kalabalık?”

“Gel ve kendi gözlerinle gör. İğne atacak yer yok. Son hazırlıklar yapılıyor.” Sonra birden telaşlandı. “Ben dışarıdakilere bir göz atıp geleceğim, tamam mı? Organizasyon şefiyle son durumu konuşup seni yönlendireceğim. Hazırlanacağım diye yanlarından ayrılmıştım, umarım ben yokken problem çıkmamıştır.”

Gitmesini hiç istemiyordum ama usulca kafamı salladım. Kapıya doğru hızlı adımlarla gidip topuklu ayakkabılarının çıkarttığı seslerle birlikte kayboldu. Odada yalnız kaldım ve gözlerim artık aynada değildi. İşlemeli pervazlara sahip pencereye odaklanmıştım. Hazırlıklar başladığından beridir pencereden özellikle uzak durmuştum. Dışarıya bakıp da kimseyi göremeyecek olmaktan aşırı çekiniyordum, ancak Eva tam tersinin olduğunu söylüyordu. Zaten biraz durup dinlesem seslerini duyabilirdim ama çekincelerimden dolayı bunu yapmaya da hiç yeltenmemiştim.

Heyecanlı ve korkulu birkaç adım attım ve pencerenin kenarından aşağıya kaçamak bir bakış gönderdim. Gördüğüm kalabalık beni şoka soktuğunda hızla geriye kaçtım. Boğazın hemen yanında sıra sıra dizilmiş tüm masalar doluydu. Boş olan tek bir sandalye bile görememiştim ve ayakta olan onlarca kişi daha vardı. Sertçe yutkunup tüm cesaretimi toplayarak yeniden pencereye yaklaştığımda bu kez tamamen önüne geçecek gücü kendimde bulabildim. Kalabalığın çıkarttığı gürültüyü az da olsa duyabiliyordum. Herkes şık kıyafetlerinin içerisindeydi ve ortamda gerginlik yoktu. Gülümsemeler, kahkahalar havada uçuşuyordu. Her bir yanı beyaz çiçeklerle süslenmiş alanda mükemmel bir ahenk vardı. Sanki hiç düşmanlık yoktu, herkes dost gibiydi.

Orkestra bir köşede rahatlatıcı, sakin müziğiyle ortama eşlik ediyordu. Pencerelerin tamamı kapalı olsa bile yine de dinlediğimde müziği duyabiliyordum. Alanda dolanan gözlerim nikâhımızın kıyılacağı yeri bulduğunda içime titrek bir soluk çektim. İşte yine elimi ayağımı koyacak yer bulamıyordum ve hatta sabit şekilde yerimde duramayacak kadar heyecanlanmıştım.

Birazdan orada Cesur’la yan yana durup evlilik yemini edecek ve imza atacaktım. Tüm yeraltı dünyasının önünde onun yanında olduğumun imzası olacaktı bu. Aynı zamanda benim bir daha asla bu dünyadan ayrılamayacak olmamın ve herkes tarafından tanınmamın da imzası olacaktı.

Korkmuyordum.

Hayır... korkuyordum.

Kaçma dürtüm işte yine oradaydı ama elbette bunu yapacak değildim. Aşağıya inecek, onunla kol kola masamıza yürüyecek ve nikâh memurunun sorduğu soruya tüm gücümle bağırarak cevap verecektim. Evet, işte bunu yapacaktım. Korkmadan ve çekinmeden.

Derken bulunduğum odanın kapısı yavaşça açıldı. Yavaş ve usulca. Gülümsedim. Cesur, Eva’yı dinlemeyip gelmişti, beklediğim gibi. Sırtım ona dönük şekilde, kalbim heyecandan patlamak üzereyken orada yanıma gelmesini bekledim. Damatlığın içerisinde nasıl göründüğüne dair birçok öngörü zihnimden kayıp geçti. Heybetli bir adamdı ve takım elbise ona çok yakışıyordu. Emindim ki damatlık da çok yakışmıştı.

Heyecandan terleyen avuç içlerimi birbirine bastırıp sabırsızca parmaklarımla oynarken bana doğru yaklaşan adım seslerini dinleyerek gözlerimi yumdum. Sıcak kollarını etrafımda hissetmek için can atıyordum. Beni sarıp sarmalamasına ihtiyacım vardı, çünkü nefesimi kesen heyecanımı yatıştırabilecek kişi sadece oydu.

Bir adım arkamda durduğunda dudaklarımın içini kemiriyordum. Bekleyişte olmak mahvediciydi. Ve bir an sonraysa, “Deniz,” dedi içimi titreten sesiyle. Göğsüm kesik bir solukla havalandı. Aramızda kalan kısa mesafeyi kapatıp eğilerek dudaklarını çıplak omzuma bastırmasıyla mayışmış şekilde gözlerimi yummaktan kendimi alamadım. Tenim aldığı buseyle ateşe değmiş gibi yanmaya başladı ama bu tatlı bir yangındı. Dalga dalga vücuduma yayılmasının tadını çıkarttım. Daha sonra Cesur yavaşça geri çekildi. Onu görme isteğimle baş edemeyip gelinliğimin eteğini tutarak yüzümü dönmeye hazırlanıyordum ki, “Bekle fırtınam,” diyerek beni durdurdu. Açılıp kapanan kutunun sesini duydum. Ardından da kutuyu bir kenara bıraktı. Göz ucuyla baktığımda kırmızı kadife bir takı kutusu olduğunu gördüm. Cesur kolyeyi boynuma takarken dudaklarımda bastırmaya çalıştığım sırıtışım vardı.

“Benim için yeni bir kolye mi çizdin?”

Klipsini ensemin üzerinde birleştirdiği sırada, “Bu kez sadece beğenişimi kazanmış bir parçayı sana getirdim,” dedi. Kolyeyi boynuma taktıktan sonra ellerini omuzlarıma kaydırıp hafifçe sıktı. “Dön bana.”

Günaha davet eder gibi kulağıma fısıldadığı istekten sonra nefesimi tutarak ona döndüm ve büyülendim. Damatlığın içerisinde kesinlikle kusursuzdu. Giydiği siyah takım kelimenin tam anlamıyla jilet gibiydi. Beyaz gömleği ve yaka iğnesiyle tamamlanmıştı. Saçları özenle hizalanıp geriye doğru yatırılmış ve tıraş olmuştu. Onu ilk kez tamamen sakalsız görüyordum. Yanağındaki bıçak yarası artık açık seçik gözler önündeydi.

“Bu ne güzellik fırtına?” dedi hayran hayran. Sıcak bakışlarına kapıldım. Koyu kahve hareleriyle beni kucaklıyordu sanki. Büyük eli boynumdaki pırlanta kolyeyi düzelterek yanağıma konarken, “Benim güzel gelinim,” diye fısıldadı. “Benim olan aklımı da alan gelinim.”

Toy bir heyecanla beceriksiz şekilde gülümsedim. Kalbim gerçekten de yerinden çıkacaktı. “Sonunda o gün geldi mi?” diye sorduğumda sesim hafif titrek çıkmıştı. Daha şimdiden bayılacak gibi hissediyordum ve aşağıdaki kalabalığın karşısına geçtiğimde nasıl ayakta duracağımı ise hiç bilmiyordum.

“Birazdan benim karım olacaksın,” dedi şükreder gibi. “Bitmez dediğim o günler nihâyet bitip gitti fırtına.”

“Aşağısı çok kalabalık,” diye yakındım.

Dudağının kenarı kıvrıldı. “Benim senin, senin benim olduğuna tüm şehir şahit olmalıydı.”

“Hmm,” diye mırıldanıp uysal bir kedi gibi yanağımdaki avucuna sokuldum. Ellerim usulca göğsünün üzerinde gezinirken, “Biraz daha yaklaşsana bana,” dediğimde güldü. Üzerine atlamamak için kendimi zor tutarak dudağımı ısırdım. Gözleri yavaşça aşağıya kayıp dudaklarımı bulduğunda yutkunduğunu duydum. Yanağımdaki elini kaydırıp baş parmağıyla alt dudağımı dişlerimin arasından kurtardı. Sonra, “Bana yine öyle bakıyorsun,” dedi isyan eder gibi.

Her şeyden habersizmişçesine kaşlarımı kaldırdım. “Nasıl bakıyormuşum?”

Baş parmağını dudağımın kenarına bastırırken, “Seni öpmemi ister gibi,” diye fısıldadı.

“Bunun nesi yanlış? Yoksa evlenmeden olmaz mı?” dediğimde kıkırdamaktan kendimi alamadım.

“Olmaz. Önce evlenmemiz şart,” derken gözlerinde eğlenen parıltılar vardı. “Yoksa koca bir şehir aşağıda bizi beklemek zorunda kalacak. Yazık olur insanlara.”

Erimiş gibi iç çekerek ona baktığım sırada, “Benimle dans edecek misin?” diye sordum.

“Evet.”

Kaşlarım hayretle havalandı. “Dans etmeyi biliyorsun yani, öyle mi?”

Güldü ve beni birden belimden yakalayıp göğsüne yapıştırdı. Ellerinin ikisini de belime doladığında ona uyarak kollarımı boynuna sardım. Topuklu ayakkabılarımın normalden daha uzun olmasından şu anda gerçekten memnundum, işimi kolaylaştırıyorlardı. Cesur hafifçe salınmaya başladığında kahkaha atmamak için kendimi tutmak zorunda kaldım.

“Ama bu dans değil ki, bildiğin olduğun yerde kıpırdanmak.”

Kafasını onaylamıyormuş gibi iki yana salladı. “Benden gerçekten de dansçılık bekliyor olamazsın fırtına.”

Omuz silktim. “Benim için her şeyi ama her şeyi yapabileceğine inandığım o kişisin,” dediğimde alnını alnıma yaslayarak gülümsedi.

“Senin işin yapmayacağım şey yok.”

Ona meydan okur gibi bakarken, “Öyleyse beni öp,” diye emrettim. Bir baş belasıyla karşı karşıya kaldığını belli eden ifadesiyle gülerek dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Sadece dokunuşla onu bırakmaya niyetim yoktu, ancak henüz tam olarak tadını bile alamamışken bulunduğumuz odanın kapısı birden açıldı. Eva bizi dudak dudağa gördüğü anda yerinde sıçrayıp hızla arkasını dönerken, “Tanrım!” diye çığlık attı. “Herkes sizi bekliyor ve siz burada birbirinizi yemekle mi meşgulsünüz?”

“Eva,” dedim bıyık altı güldüğümü çaktırmayıp homurdanır gibi. “Beş dakika daha geç gelmeliydin.”

Yeniden, “Tanrım!” diye inledi. Hâlâ bize bakmıyordu. Elini gelişigüzel bulunduğumuz tarafa doğru savurup, “Abi artık aşağıya inmelisin. Lütfen. Konuklardan birkaçı özellikle seni sordu ve sonra yerini alacaksın,” dedi hızlı hızlı. “Ve Deniz. Sende lütfen aşağıya inerken kimin sana eşlik edeceğini söyle. Akın ve Özgür bu konuda kediyle köpek gibi olmaya başladı.”

Güldüm. Cesur da gülerek yeniden bana doğru eğilip dudaklarıma hızlı bir öpücük kondurdu ve daha fazlasını daha sonra bana sunacağını belli edercesine yüzüme baktıktan sonra, “Aşağıda seni bekliyor olacağım fırtına,” dedi. Ardından da sadece benim duyacağım şekilde konuştu. “Gel ve benim karım ol.”

İçimi kıpır kıpır eden hisle beni baş başa bırakıp odadan çıkmasını izledim. Bu sırada Eva ancak Cesur çıktıktan sonra bana doğru dönerken kaşları çatık, yüzünde memnuniyetsiz ifadesi asılıydı. Beni kınar gibi bakmaktan da geri kalmıyordu. Ancak bir saniye sonra kocaman sırıttığında bunun sadece benimle eğlenme şekli olduğunu anlayabildim.

“Tanrım, lütfen bir dahakine kapıyı kilitleyin, tamam mı? Eğer beş dakika daha geç gelseydim sizi nasıl bulurdum düşünmek bile istemiyorum.”

Neyse ki yüzümdeki makyaj yanaklarıma yerleşeceğinden emin olduğum kızarmayı maskeliyordu. Sanki öyle bir şey hiç yaşanmamış gibi davranmayı seçerek boğazımı temizleyip, “Tuna’ya sorabilir misin? Bana aşağıya inene kadar eşlik eder mi?” dedim.

Yüzünde kafası karışmış gibi bir ifade belirdi. “Tuna mı? Akın ya da Özgür değil mi?”

“Onlar eşlerinin yanlarında olmalı. Ayrıca ikisinden birini seçemem ki.”

Bana anlayışla gülümsedi. “Pekâlâ, Tuna’yla konuşacağım. On dakikaya burada olur.” Sonra birden gözleri irileşti ve neredeyse çığlık attı. “Gelin çiçeğin nerede?”

Etrafa bakındım. Görünürde yoktu. “Bilmiyorum. Sanırım onu hiç görmedim.”

“Tanrım, tanrım, tanrım! Umarım onu arabada unutmuşumdur. Ah, buna inanamıyorum. Gidip onu arayacağım, ben onu getirmeden sakın bu odadan çıkma!”

Ve Eva birden gözden kayboldu. Kapı arkasından gürültüyle kapandığında telaşlı hâline karşılık gülerek kafamı iki yana salladım. Ardından da derin bir solukla göğsümü şişirerek yeniden pencerenin önüne gittim. Aşağısı sanki artık daha kalabalıktı. Heyecan yeniden bedenimde tek hükümdardı. Öyle ki sık sık nefesim kesiliyordu. Bu günü bayılmadan atlatırsam sanırım bir daha asla bayılmazdım.

Bu sırada odanın kapısı ansızın açıldı. Hafif koşuşturmacalı ve sert açılmasından dolayı Eva’nın çiçeğimle içeriye daldığından emindim. Yüzümde aynı parlak gülümsememle kapıya doğru döndüğümde evet çiçeğim işte oradaydı ama farklıydı. Seçtiğim beyaz demet değildi, tek dal kırmızı bir güldü ve onu getiren Eva değil, Barut’tu.

Göğüs kafesimin içerisinde yerinde duramayan kelebeklerin kanatlarının donduğunu hissettim. Hepsi teker teker düşerek göğsüme saplanıp beni sarstı. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp açtım ama gördüğüm yüz değişmedi. Karşımdaydı. Etrafta tamamen bize ait adamların olmasını umursamayacak kadar pervasız şekilde karşımda duruyordu. Kapıdan her an birinin gireceğinden korkuyormuş gibi görünmeden bana bakıyordu.

“Gelinlik sana gerçekten yakışmış,” dedi önce. “Kana bulanacak olması ne kötü.”

Dehşetin tadı dilimdeydi. “S-sen buraya nasıl girebilirsin?” dedim saf, ham bir korkuyla.

Deri eldiveniyle tuttuğu tek dal kırmızı gülü takdim edercesine bana doğru uzattı. “Sana gelin çiçeğini kendi ellerimle getirmek istedim,” derken masum bir istekmiş gibi konuşuyordu.

Güle yeniden baktım. Kan kadar kırmızı ve canlıydı. Çiçeği tüm yapraklarını açmış gururla başını kaldırmış gibi duruyordu. Gövdesinde kalan birkaç yeşil yaprağı Barut’un parmaklarının arasından görünüyordu.

“Al hadi,” diyerek çiçeği tuttuğu elini daha ısrarlı şekilde bana uzattı. “Dikenlerinin parmaklarını keseceğinden mi korkuyorsun yoksa? Endişelenme. Parmaklarını değil, kalbini kanatacağım.”

Alışık olmadığım ham düşmanlığı beni şok sokuyordu. Hâlâ ısrarla tuttuğu çiçeği almaktan kaçındım. Kafamı çok kısaca iki yana sallarken ellerimi arkama çekip sakladım.

“Neden buradasın? Canına mı susadın?”

Gülümseyerek gülü burnuna götürdü ve zehirli mavi gözlerini benden hiç ayırmadan onu kokladı. Çok tehlikeli bakıyordu ve soğuk tavrı istediğim rahatlıkta hareket edemeyeceğim şekilde uzuvlarımı donduruyordu. Derken birden gülü yere atıp ayağıyla onu çiğnedi. Yeniden konuştuğunda ben bir kez daha şokla, korkuyla kasıldım.

“Canıma değil kanına susadım.”

Çare ararcasına kapıdan tarafa bakındım. Onun burada olduğunu fark etmeleri gerekiyordu. Detaylı önlem alındığını biliyordum. Kusursuz şekilde hepsini atlatmış olmasına imkân yoktu. Her şey bir yana Eva’nın söylediğine göre Tuna yanıma uğrayacaktı ve onun gelmesini artık dört gözle bekliyordum. Ya da Eva geri gelebilir ve Barut’u gördüğünde çığlığı basabilirdi. Ben bunu yapabilecek durumda bile değildim. Kaskatı kesilmiştim ve bırak bağırmayı konuşurken bile zorlanıyordum.

“Burada olduğunu anlamaları uzun sürmeyecek.”

“Emin ol, anlayacaklar,” dedi.

“Tek başına kimseye karşı koyamazsın. Eğer ölmek istiyorsan kendine daha acısız yollar seçmeni tavsiye ederim. Git buradan. Hemen.”

Burnundan güler gibi bir ses çıkarttı. “Beni düşünüyor musun yoksa benden çok mu korkuyorsun?” diye sorduğunda sessiz kaldım. Zaten cevap vermemi bile beklemeden devam etti. Mavi gözlerinde artık alay vardı. “Korkuyorsun. Artık bana bakan gözlerinde sadece korku var.” Ağır ağır kafasını salladı. “Güzel. Nihâyet bana baş kaldırmayı bıraktın.”

Gürültüyle yutkundum. Barut farklıydı. Bana daima bir hak daha tanıyan adam değildi. Zehirli mavi gözlerinde gerçek anlamda acımasız bir bakış vardı. Onun canını yakmıştık. Evini basmış, sevdiği kadını elinden almıştık. Bunlar onun merhametini emmiş, acımasızlığını beslemişti. Belliydi. Bakışından, duruşundan öç almaya geldiği açıkça belliydi.

“Sana bunu zor yoldan öğreteceğimi başından beri biliyordum. Ömrün boyunca unutamayacağın bir ders olacak.”

“Mila’ya olanlar için üzgün değilim tamam mı?” dedim dişlerimi sıkarak. “Eğer bunun için buradaysan benden asla özür duymayacaksın. O kadın beni öldürmek istedi, bebeğimin ölmesine sebep oldu, arkadaşımı öldürdü. Asla üzgün değilim. Yine olsa yine yapardım. Anladın mı? Yine olsa yine yaparım.”

Çenesi kasıldı. Beni yakalayıp birden pencereye doğru çevirdiğinde çığlık atmak istesem de bunu yapamadım. Boğazıma sanki ilmekler dolanmıştı, sesimi istediğim gibi çıkartamıyordum.

“Yine olsa yine benim evimi yakardın, öyle mi?” dedi karanlık tavırla. Hemen arkamdaydı. Özgürce hareket edemeyeceğim şekilde beni tutuyordu. Çırpınışlarımı sonlandırmak istercesine bedenimi iyice sıkıştırdığında ondan kurtulmaya çalışmayı kestim ve tısladım.

“Evet. Hiç pişman değilim. Bunu duymaya mı gelmiştin? Yeniden söyleyeyim mi? Bana istediğini yap. Umurumda bile değil. Duydun mu? UMURUMDA DEĞİL. HİÇ PİŞMAN DEĞİLİM.”

Aşağıda düğün hâlâ normal şekilde ilerliyordu ve bu bana güç veriyordu. Herkes iyiydi. Barut bizim ona yaptığımız gibi etrafı ablukaya alamamıştı. Sadece kendisi buradaydı ve artık onu ilk gördüğüm andaki kadar korkmuyordum, çünkü elinde zarar verebileceği bir tek ben vardım. Cesur ve diğerlerinin iyi olduğunu bilmek bana yetiyordu.

Misafirlerle konuşan Akın’ı gördüm. Kafasını kaldırıp bulunduğum pencereye baksa beni ve arkamdaki Barut’u görebilirdi ama o, kahkaha atarak yanındaki adamla ilgileniyordu. Sonra Cesur’u fark ettim. Onu fark etmemem mümkün bile değildi. Akın’ın yanında doğru gidiyordu. Biraz ötelerinde Özgür vardı. Yanındaysa Peri. Eva haklıydı, Peri gerçekten göz kamaştırıyordu ve dikkat çekiciydi. Özgür’ün onu sahiplenircesine durması ve çevredeki adamlara kötü bakışlar atması beni bir an için yumuşattı. Onlara bir şey olmadığı sürece bana ne olduğu umurumda değildi.

“Hiç pişman değilsin, bunu görüyorum. Umarım iki dakika sonra da hâlâ aynısını söyleyebilirsin, Deniz,” dedi adıma garip bir vurgu yaparak. Ardından sağ elini etrafımdan uzattı ve parmaklarını silah şekline getirerek aşağıdaki insanların üzerinde gezdirmeye başladı.

“Önce kimden başlayayım? Sen seçmek ister misin?” diye sorduğunda konuşamayacak kadar donmuş vaziyetteydim. “Cevap sessizlik mi? İyi. Öyleyse ben seçeyim. O mu yoksa bu mu?” diyerek birleştirdiği işaret ve orta parmağını birkaç saniye etrafta gezdirdikten sonra Cesur’a çevirdi. O an kalbim iflas eşiğine gelmişçesine acıyla kavruldu. Tüm gücümle bağırdım.

“HAYIR!”

Barut’un elinde silah bile yoktu. Sadece parmaklarını silah şekline getirmişti ve sadece bununla bile beni öldüresiye korkutmayı başarıyordu, çünkü tehditlerinin boş olmadığından bu kez emindim.

Verdiğim tepkiden hoşlanmış gibi, “Pekâlâ, zaten onu sona bırakacaktım,” dedi alay edercesine. Ardından da parmaklarının hedefini çevirdi. Özgür’ü gösterdiğini fark ettim. Yaşlar gözlerime doluşurken tek yapabildiğim kafamı iki yana sallamak oldu. Barut ise keyifle ıslık çalarak tetiği çeker gibi elini hareket ettirip, “Bam!” dedi.

Can havliyle, “HAYIR!” diye bağırdım. Hiçbir şey olmadı. Kendimi öyle çok kastım ki nefes bile alamadım ama hiçbir şey olmadı. Bunun verdiği rahatlıkla soluğumu havaya bıraktığım sırada geceyi delen kurşunun sesini işittim.

Barut coşkuyla, “Nokta atışı!” dedi, elini yumruk yaptı.

Kurşun doğrudan Özgür’ün alnına saplanmıştı.

Olduğu yerde sarsıldığını ve çok geçmeden de yere yığıldığını gördüm. Herkes çığlık atmaya başladı. Peri şoka girmiş gibi öylece kalmıştı. Herkes bir köşeye eğilip siper alırken Peri sadece ayaklarının dibindeki Özgür’e bakıyordu. Özgür hareketsizdi. Gözleri açık ve hareketsizdi. Kıpırdamıyordu. Öylece yatıyordu. Göğsü bile oynamıyordu.

Akın’ı onlara doğru atılırken gördüm. Haykırışı kulaklarımı gıcırdattı. Cesur da Özgür’e doğru hamle yapacaktı ki birden durup kafasını kaldırarak bulunduğum odanın penceresine baktı. Beni gördü, Barut’u gördü. Çehresine ölümün soğukluğu kondu. Bir kurşun sesi daha duyulduğunda etrafta kargaşa başladı. Cesur hızla binaya doğru koştu. Akın Peri’yi kolundan tutup aşağıya çekti ve daha sonra belinden çıkarttığı silahı alarak deli gibi sağa sola ateşlemeye başladı. Silah sesleri arttı. Bilinmezlikten gelen kurşunlar kalabalığın üzerine yağmur taneleri gibi dökülmeye başladı. Adamlarımız da karşı ateşte bulundu. Her şey birbirine karıştı.

Yaşlar yanaklarımı yıkıyordu. Kilitlenmiş gibi Özgür’e bakıyordum. Başı Peri’nin kucağındaydı ve hâlâ hiç kıpırdamıyordu. Titreyen dudaklarım güçlükle aralandığında, “Allah belanı versin,” diye kendi kendime sayıkladım. İçim öyle çok acıyordu ki bununla nasıl başa çıkacağımı bilemiyordum.

Özgür hareket etmiyordu.

Gözleri açıktı.

Alnında koca bir delik vardı.

Özgür... hareket etmiyordu.

Birden nereden geldiğini bilemediğim bir güçle Barut’u ittim ve boğazım patlayacakmış gibi haykırdım. “SENİ AŞAĞILIK PİSLİK HERİF! SENİN ALLAH BELANI VERSİN! NE İSTEDİN ONDAN? NASIL KIYARSIN ONA? AŞAĞILIK! ALLAH’IN BELASI PİSLİK!”

Ben sinir krizi geçirirken o ise onun için özel bir komedi şovu sergiliyormuşum gibi güldü. “Onu düşünmekle kendini fazla hırpalama. Neden biliyor musun? Çünkü birazdan sen de onun yanına gideceksin.”

Deri eldivenli ellerinden birisinin beline doğru uzandığını fark ettiğimde neyin nasıl olacağını düşünmeyi bıraktım ve tamamen içgüdülerimle hareket ettim. Yanımdaki sehpada duran içi çiçek ve su dolu olan vazoyu kaptığım gibi Barut’un yüzüne doğru fırlattım. Kaçmaya çalışırken dengesini şaşırdı. Vazo göğsüne çarptı, suları yüzüne sıçradı ve daha sonra ayaklarının dibine düşerek bin bir parçaya ayrıldı. O an zihnimde biri tüm gücüyle bağırdı.

KAÇ!

Elime geçen bu minik şansı değerlendirerek koşmaya başladım. Gelinliğimi havaya kaldırıp ellerimle sıkı sıkı tutuyordum. Ağırdı, beni yavaşlatıyordu ama yine de bir şekilde odadan çıkmayı başardım. Koridorda deli gibi koşarken Barut arkamdan normalden biraz daha hızlı şekilde yürüyerek geliyordu ve silahı artık elindeydi.

“Boşuna çabalıyorsun,” dedi arkamdan bağırarak. “Buradan kaçamazsın. Elimdesin. Hepiniz elimdesiniz. Evimi yakmaya benzemiyor, değil mi? Beni sağ bırakmasına izin verdiğin için seni ayıracaktım ama hayır, bu kez hak etmiyorsun. O gelinlik senin kefenin olacak ve Cesur da her gün mezarına gelen bir deliye dönecek.”

Dediklerini duymamaya çalışarak koridoru dönüp merdivenlere yöneldim. Aşağıdan Cesur’un, “Deniz!” diye haykırışını duyduğumda sonunda kurtuluşa erdiğimi düşünerek rahat bir soluk almayı başarırken, “Cesur!” diye bağırdım. Üst kata tırmanan çift taraflı iki merdiven vardı. Devasa boyutta büyük ve gösterişli dizayn edilmişlerdi. İlk gördüğümde onlara bayılmıştım. Şimdiyse beni Cesur’dan ayıran tek şey onlardı. Ben merdivenin başında Cesur ise sonundaydı. O bana tırmanıyordu bense ona koşuyordum.

Dönüp Barut’a bakamayacak hâldeydim. Kalbim ağzımda atıyordu ve tek gayem Cesur’a ulaşmak, kollarının arasına sığınmaktı. Gelinliğimin uzun kuyruğuna basmamayı nasıl başardığımı bilmesem de merdivenleri inmeye devam ettim. Son birkaç basamak kalmıştı. Gelinliğin etek kısmını daha sıkı tutup titreyen bacaklarıma biraz daha dayanma emrini verdim. Biraz daha indim, Cesur ise biraz daha tırmandı ve buluştuğumuz anda kendimi resmen açtığı kollarının arasına fırlattım. Beni saklamak istercesine göğsüne bastırıp hızla çevirdi ve neredeyse aynı saniyede kurşun sesi çok yakınımdan geldi.

“Cesur,” dedim şokla. Bedeni birden kaskatı kesilmişti. Çehresinde acı çizgileri vardı ama buna rağmen beni sıkı sıkı tutmaya devam ediyordu.

“Hayır, hayır, hayır,” derken ağlıyorum. “Hayır, lütfen. Cesur... lütfen.”

Bir kurşun sesi daha duydum. Cesur’un bedeni yine sarsıldı. Artık ne beni tutabilecek odağı vardı ne de ayakta durabilecek gücü kalmıştı. Tırabzanlara tutunarak dik durmaya çabalarken, “Kaç,” dedi güçlükle. “Kaç fırtına. Arkana bakma.”

Kafamı şiddetle iki yana salladım. Beni üzerime gelen kurşunlardan korumak için önüne çekmişti ama şimdi ayakta durabilmesi için ona destek olan bendim. İçimde gittikçe büyüyen acıyla birlikte gözlerim merdivenlerin tepesindeki Barut’u buldu. Her anından zevk aldığını saklamadan bana meydan okurcasına bakarken yeniden silahı ateşlemek için hazırlandı. Hedefinde yine Cesur vardı.

O an öyle kuvvetli çığlık attım ki ayaklarımın altındaki yer sarsıldı, kulaklarım uğuldadı, boğazım acıdı.

Gelinliğim artık kırmızıydı.

Gelinliğim Cesur’un kanına bulanmıştı.

Barut'u istemiştiniz buyrunuz 😅

Özgür...

Cesur...

....

İkinci kızıl düğün vakası oldu sanırım sjdhdhd

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 28.06.2025 18:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...