7. Bölüm

6. BÖLÜM

Rümeysa YILDIZ
yazarimssii

Bazı insanlarla yeni karşılaşmazsın, tekrar karşılaşırsın. Eğer kader ağlarınız birbirine bağlıysa hayat sizi yeniden bir araya getirir...

 

"Annem, bir yerini keseceksin. Bırak da ben yapayım."

 

Küçük Duru ve Melek dağılmış mutfakta sandviç hazırlıyorlardı. Daha doğrusu hazırlamaya çalışıyorlardı çünkü Duru her şeyi kendim yapacağım diye diye küçücük boyuyla mutfağı birbirine katmıştı. Melek ise kızına, kızmak dışında elinden geldiğince destek olmuştu. Yani beraber dağıtmışlarda denilebilirdi. Akşam yemeği bu sefer Ayla'larda yenilecekti. Ve Duru buna rağmen sandviç diye tutturmuştu. Midesine çok düşkündü Duru. Her saat başı bir şeyler yiyebilme kapasitesine sahipti. Buna rağmen kilosu hiç değişmiyordu.

 

Küçük Duru, elindeki meyve bıçağını bıraktı ve ellerinin kirli olmasını aldırmadan annesinin yanaklarına koyup severek tatlı tatlı konuştu. "Olmas annem. Kendi yemeğimi kendim yapabiliyim. Benim etrafımda hey zaman biyileyi olmayacak. Kendi işimi kendim halletmeliyim."

 

Melek kızının söylediklerine bir süre saşırsada, sonrasında o güzel sesiyle ufak bir kahkaha attı. "Büyümüşte küçülmüş kızım benim. Umarım bu mutfağı, bu hale getirdiğimiz gibi eski haline de getirebiliriz. Birazdan baban ve amcaların gelir. Ayla teyzenlere geçeceğimizi unutma." Melek'in sözleriyle Duru bir süre düşünmüş sonrasında da, "Ateş'ime geç kalmak istemiyoyum annem. O yüzden ucundan azıcık yardım edebiliy misin?" demişti. Melek Duru'nun elinden küçük, çok da keskin olmayan, bıçağı alıp salatalığı doğramaya başladı. Duru'nun eline keskin bıçak vermeyecek kadar aklı başında bir kadındı.

 

Kadın olmasına rağmen Duru ile büyümeyi onunla çocuklaşmayı, olgunlaşmayı çok seviyordu. Melek'in muhteşem diyebileceği bir çocukluğu olmamıştı. Hatta çocukluğu bile olamamıştı. Ailesini tanımaya yeni yeni başladığı yaşlarda bir grup, cani diyebileceği adamlar tarafından satın alınmıştı. Ondan sonrası zaten cehennem ateşiydi. O günleri ucundan bile hatırlaması tüylerini diken diken ediyordu. Hayal meyal hatırladığı, kendisi ile anlaşıp oyunlar oynadığı bir abisi vardı. Ama onu da yıllardır görmüyordu. Görse bile ona eskisi gibi abi diyebilir miydi bilmiyordu.

 

Doğradığı salatalığı, Duru'nun yamuk yumuk dilimlediği domateslerin yanına koydu. Geriye sadece ekmeğin arasına koymak kalmıştı. Melek ekmeği Duru'nun eline tutuşturup, "Sen bunları hallet artık, bende ortalığı toparlayayım annem." diyerek tezgahın üzerini toparlayamaya koyuldu. Duru ise annesini onaylayıp ekmeklerinin arasını doldurmaya başladı. Duru sandviçleri hazırlarken Melek de şarkı mırıldanarak dağınıklığı topluyordu. Duru'nun bu hayatta en sevdiği şeylerden biri de annesini o güzel sesiyle söylediklerini dinlemekti.

 

"Annemm, benimde sesim büyüdüyümde senin ki kaday güzel oluy mu?" Melek kızının baldan tatlı yanağına derin bir öpücük bıraktı. Kendisine her anlamda benzenyen bir kız doğurmak yaptığı ikinci güzel şeydi. Birincisi kocası Kadir'i sevmek olmuştu. Birde Kadir'e benzeyen erkek çocuk doğursa bu evrenden, bu dünyadan başka bir şey istemezdi.

 

"Olur diye net bir şey diyemem küçük meleğim. Bu seni umutlandırmak olur. O yüzden sana verebileceğim tek cevap büyüğünce görürsün."

 

Duru bir an bozulsa da aklına yeni bir fikir gelmiş olacak ki hınzır bakan gözlerini annesinin ballarına dikti. "Geleceğe gidip baksan olmaz mı annem." Melek tedirginlikle kaşlarını çatsada Duru'ya kızmadı. Tedirgin olmasının sebebi kocasının her an gelebilecek olmasıydı. Eğer kızının böyle konuştuğunu duysa yine araları gerilirdi. Kadir'in bu konuda hassaslığını biliyordu. Ama kızının kendisine benzeyebileceğini de defalarca söylemesine rağmen inat edip kızının yarı melek olduğunu kabullenemiyordu. Bu yüzden kızını ne zaman böyle konuştuğunu duysa bağırıyor, o bağırdığı için Melek de sesini ona yükseltmek zorunda kalıyordu.

 

"Sence böyle bir şey mümkün mü küçük hanım. Baskın gücümün ne olduğunu biliyorsun. Geleceğe gitmem çok düşük. Ayrıca evde, babanın eve gelmesine yakın bunları konuşuyor muyduk?"

 

"Özür dileyim annem biy an kafamdan çıkıveymiş. Babamın eve gelme saati geldiyide kafamdan çıkıveymiş. Babamda aytık beni olduğum gibi kabul edebiliy mi? Bu çok can sıkıcı olmaya başladı."

 

"Şşş. Çok ayıp. Baban o senin küçük meleğim. Elbet bir gün seni de olduğun gibi kabul edecektir. Sen sabret sadece." Dedi Melek, kızının pamuk saçlarını okşarken. İçinden 'umarım o gün geldiğinde her şey için çok geç olmaz' diye de geçirmeyi ihmal etmedi.

 

O sırada evin içinde dış kapının kilit sesi duyuldu. Kadir elinde market poşetiyle salon girişinde belirdiğinde görmekten hiç bıkmayacağı sahneyi bir süre öylece izledi. Karısının bembeyaz örülmüş saçları, beline bağlanmış mutfak önlüğü, yüzünde ise kocaman gülümsemesi ile kendisine bakıyordu. Kızı ise küçücük boyuyla mutfak önlüğünün içinde kaybolmuş babasına sırıtarak bakıyordu.

 

"Hayırdır? Ne yapıyorsunuz burada anneli kızlı." Kadir ağır adımlarla tezgaha yaklışıp elindeki poşeti tezgahın üzerine bıraktı. Önce karısının bal yanağından sonra da kızının bal yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. "Ohh. Çok özlemişim ballarımı."

 

"Hoşgeldin Kadir'im. Kızının midesi kazındığı için sandviç yapıyorduk."

 

Kadir duyduklarıyla minik kızına baktı. "Sen kime çektin böyle küçük hanım. Sürekli yemek yiyorsun. Yakında duba gibi olacaksın diye çok korkuyorum."

 

"Duba olsam beni sevmez misin babam?"

 

"Seni her halinle severim ballı kızım. İstediğin kadar ye. Yemekten sonra yersin diye sana fındıklı çikolata da aldım. Onu da yersin."

 

"Anney babam beni duba yapmaya çalışıyooo." Kadir şok olmuş şekilde bir süre kızının yüzüne baktıktan sonra kahkaha atmaya başladı. Melek de gülerek kızının saçlarını seviyordu.

 

"Bak sen şu kıza. Bizi anneye şikayete başlamış." Kadir kızının boyuna eğilerek kafasını Duru'nun kafasına hafifçe tokuşturdu. Bir elini de ensesine koymuştu. "Bunun bir rövanşı olur ama Duru hanım. Haberiniz olsun." Duru da küçük elini babasının ensesine koyup karşılık verdi. "Kapım hey zaman açık babam, bekliyoyum. Minik yumluklayım seni yeye seymek için hey zaman hazıy." Kadir kızının sözleriyle koca bir kahkaha attı. Kızını kucaklayıp havaya atmaya başladı. Melek ise sessizce baba kızı izliyordu. Bir yandan da derin düşüncelere dalmıştı. Kendi öz babası ile böyle bir hayat yaşamayı çok isterdi. Ama Melek, bırakın öz babasının yüzünü görmeyi adını bile bilmiyordu.

 

"Yaşasın uçuyoyum. Anneyy bana baaak. Babam uçuyuyoy benii." Bir süre Kadir kızı ile vakit geçirmiş sonra ise üzerine rahat bir şeyler giymek için odasına çekilmişti. Melek de kocasının arkasından odaya çıktığında Duru aşağı katta sandviçleri ile beraber yalnız kalmıştı. Ta ki bahçe kapısından tombul yanaklı, göbekli, nefes nefese kalmış bir çocuk girene kadar.

 

Özgür kapıdan içeri adım attığında Duru panik yapmış sandviç tabağını saklayamamıştı. Ve Özgür Duru'nun panik halini görmüş ve sırıtmaya başlamıştı. "Hi geldi yemek hıysızı. Hayıydıy koca oğlan, yemeğimin kokusunu mu aldın?"

 

"Aslında sadece yemeğe çağırmaya gelmiştim ama sandviçe asla hayır demem bücür. Benimle paylaşacaksın dimi."

 

"Hayıy paylaşmam. Çok istiyoysan yapaysın kendine." Her ne kadar öyle dese de koltukta yana kaymış Özgür'e yer açmıştı. Özgür ise Duru'nun huyunu bildiği için hemen yanına kurulmuş tabaktan kendine sandviç almıştı. İkisi de yemeğe odaklanmış sessizce yiyorlardı. Duru bir ara Özgür'ün üç ısırıkta yediğini görünce hırslanmış büyük ısırıklar almaya çalışmıştı. Ama boğazına kaçınca öksürük krizine girdiği için mutfaktan su içmeye gitmişti. Yerde duran damacanadan su içip geri döndüğünde ise çığlığı basmıştı. Çünkü Özgür tabaktaki tüm sandviçleri mideye indirmişti. Kızlarının çığlığını duyan Kadir ve Melek odalarından çıkıp nasıl aşağı indiklerini bilememişlerdi. Kadir'in karısını sevme serüveni de yarım kalmıştı böylelikle.

 

"Duru, kızım ne oldu?"

 

"Ya Özgüyyyyy tüm sandviçleyimi bitiymişşşş. Sadece su içmeye gitmiştimmm. Geldiyimde hepsi bitmişti. Seni Ateş'ime söyliyicemm!"

 

Kadir daha olayı anlamlandıramamışken kızının Ateş'e söyleyeceğim demesinden sonra sinirleri tavan yaptı. "Ne demek Ateş'e söyleyeceğim. Babam ben burada eşek başı mıyım? Bana niye söylemiyorsun." Duru omuzlarını silkip yüzünü düşürerek bahçe kapısından çıkıp yan eve yürümüştü. Kızının arkasından şaşkınca bakan Kadir hala olayı anlamaya çalışıyordu.

 

"Sanırım bu sefer bücürü çok kızdırdım teyze. Gönlünü alsam iyi olur."

 

"Galiba biraz fazla tepki gösterdi. Sandviçleri kendisi hazırlamıştı. Biraz da ona tepki göstermiş olabilir. Merak etme birazdan Ateş'ini gördükten sonra kendisine gelir. Sende gönlünü alırsın teyzem." Özgür başını sallayıp Melek'i onayladıktan sonra o da kendi evlerinin yolunu tuttu. Kadir ise kendisine gelmeye çalışıyordu. Bunu gören Melek kocasının yanağına öpücük kondurup peşinden çekiştirdi. Kadir'in ise hala bir gözü seğiriyordu.

 

"Sen de mi Meleğim ya. Anneli kızlı ne Ateşçi çıktınız. Ben şu bacaksızın kulağını çekeyim. Akıllanmayacak yoksa."

 

"Sence böyle bir şey yaparsan ben sana ne yaparım Kadir bey? Gelecekteki damadımdan uzak dur. Yakmayayım çıranı." Kadir'in bakışlarını görüp konuşmasına izin vermeden tekrar konuştu. "Hayır geleceğe gidip görmedim olup olmayacağını. Ama damadımın Ateş olmasını isterim, istiyorum da. O yüzden siz Kadir bey çocuklarımla uğraşmıyorsun. Yoksa çok kötü olur."

 

Kadir karısının tehdidinden sonra sessizleşmiş konuşmamıştı. Burak'ların evine geldiklerinde alışık oldukları sahne karşıladı. Duru ağlamasa da, sinirli sinirli Ateş'e neler olduğunu anlatıyordu.

 

"Ben su içene kaday Özgüy bildiyin tüm sandviçleyimi yemiş Ateş'imm. Bana hiç bıyakmamış."

 

"Peki sen ne yaptın bal göz," Ateş küçük kızın gözlerine bakıp "Çığlık atıp bana gelmen dışında ne yaptığını soruyorum?" diyerek sözünü tamamladı. Şuan herkes pür dikkat onlara baktığı için hiç rahat konuşamıyordu. Özellikle de Kadir'in delici bakışlarından dolayı geriliyor, ister istemez huysuzlanıyordu. Bunu fark eden Filiz herkesi yemek masasına geçirmişti. Kadir söylensede söz dinlemiş o da çocuklarını yalnız bırakmıştı. Doruk, Su ve Özgür de hiçbir şey demeden yerlerine geçmişti. Garip olansa Doruk'un Duru ile uğraşmamasıydı.

 

"Hiç biy şey yapmadım. O an sadece senin yanına gelmek istedi canım." Duru herkesin gittiğini görünce gardını indirdi ve gözyaşlarının akmasına izin verdi. "Emek vererek yapmıştım." İçli içli ağlayan Duru'ya dayanamayan Ateş küçük kızı kendisine çekip sarılmıştı. Ateş'in gerginliği geçmiş sadece bu yaşta bile yüreğine sığdıramadığı Duru sevgisi kalmıştı.

 

"Tamam ağlama artık. Ballılarımı sulandırma. Ben Özgür ile konuşurum senin gönlünü alır. Hem ne olmuş sanki yemişse, yenisini yapabilirsin tekrar. Sana da uğraş olur. Bakarsın bir dahakine ben denk gelirim. Beraber yeriz."

 

Duru Ateş'ini onaylamış, bir süre daha ağladıktan sonra masaya oturabilmişlerdi. Yemekte de tek kavga eden ikili Özgür ve Duru'ydu. Kavga sebepleri ise her zamanki gibi yemekti. Yemekler yenilip masa toparlandığında babalar kendi aralarında iş konuşurken hanımlar da Leyla'nın dedikodularını dinliyordu. Gece çöküp herkes evlerine dağıldığında ise tek uyumayan kişi Özgür'dü.

 

Sabah Duru, uyanıp mutfak masasında gördüğü sandviçlerle havalara uçmuş Özgür'e olan siniri buhar olmuş gitmişti.

 

Gönül almak, kırık kalplere nazikçe dokunmaktı; kelimelerle değil, samimiyetle kurulan en derin köprüydü. Bu çocukların köprüsünü ise kendilerinden başka hiç bir güç kıramayacaktı.

 

🪽

 

"Hayırdır koca oğlan. yemeğimin kokusunu mu aldın?"

 

Gözleriniz buluştuğunda içinizi ısıtan bir huzur ve derin bir özlem dalgası sarardı. Zamanın aradan çekildiği, kalbinin sessizce hasretle attığı o an, yılların getirdiği mesafeleri bir an için silip süpürüyordu. Bir an bu mesafelerin hiç bitmeyeceği düşüncesine bile düşüyordunuz. Sanki içinizde her şeye özlem duyan yanınız aç bir hayvan gibi kükrüyordu.

 

Kendisi ile göz göze geldiğimde özlem duygumun arşa çıktığını hissettim. Sahi en son ne zaman görüşmüştük kendisi ile? Bir yıl, iki, belki de üç yıl olmuştur. Derslerimizden dolayı görüşemez olmuştuk. Fırsat bugüneymiş. yani İstanbul'a taşınmamızda.

 

Otuz iki diş sırıtarak kapının önüne gelen siyah saçlı, hazel gözlü, buğday tenli, 1.95 boy yakışıklı mı yakışıklı, kızları kendisine hayran eden, ultra çapkın bedene kızgın yüz ifadesiyle bakmaya çalıştım. Çalıştım çünkü o şekilde bakamayacak kadar tebessüm edesim geliyordu içimden. Onu çok özlemiştim.

 

Bir dakika size ikinci boyfriendimden bahsetmemiştim değil mi? Burak amcam ile Ayla teyzemin ilk göz ağrısı, Melis Sude'nin abisi Özgür Kaya. Kendisi çapkınlıkları ve benim yemeklerimi çalmakla bilinir. Bende onun yemeklerini çalıyor olabilirim.

 

Kendisi ile anlaşamadığım tek nokta yemekler olabilirdi. İkimiz de yemeklere çok düşkündük. Ama sırf bu yüzden aramıza küslük sokmayacak kadar da olgun insanlardık. Şimdi fark ediyorum da anlaşma şekillerimiz çok farklıydı. Kaosuz, kavgasız geçen sessiz sakin tek bir günümüz olduğunu hatırlamıyordum.

 

Sen önce çocukluğunu hatırla Dupduru. Nasıl yani anlamadım?

 

İçimdeki sese aldırmadan elindeki pizza kutularını almaya çalıştım ama benden kaçırmıştı. Ve sırıtmaya devam ediyordu. Keyifli bir sesle, "Aslında sadece yeni eviniz hayırlı olsuna ve kutlamaya gelmiştim ama baktım pizzacı buraya geliyor, ben teslim alayım dedim. Bir pizzayı bana çok görmezsin değil mi bücür?" dedi.

 

"Görürüm tabii ki. Sen bırak bir dilimi, koca kutu pizzalarımı gömüyorsun o aç midene." Tekrar uzandığımda yine kaçırdı pizza kutularını. "Verir misin pizzalarımı. Yoksa seni Burak amcama şikayet ederim. Sonra görürsün dünyanın kaç budak olduğunu." İçerideki direk çocuk, yani Ateş, kadar uzun olmasa da boy avantajlı olduğu için yetişemiyordum. Burak amcamın pek bir şey yapacağını sanmıyordum. Ama yine de şikayet etmeyeceğim anlamına gelmiyor. Bu arada şunu da söylemiş olayım; Ayla teyzem Melis Sude'nin doğumundan sonra gizemli bir şekilde ortadan kaybolmuştu.

 

Beni terk eden kadından bir sene sonra...

 

Burak amcama ve koca oğlana çok fazla sorumluluk düşmüştü. Hem Melis Sude'nin bakımı hem de Özgür'ün okul şikayetleriyle çok uğraşmıştı Burak amcam. Aynı babamın benimle çok uğraştığı gibi. Kendisine çok düşkün olduğunuz bir insan hayatınızdan çıkınca yıkılıyordunuz. Bu da o yaşlarda kişiliğinizi çok etkiliyordu. Hayal meyal hatırlıyordum. Özgür o dönem çok kavgacı, söz dinlemeyen bir çocuğa dönüşmüştü. Babamlar, amcamlar onu çok zor toparlamıştı. Ya da ben öyle biliyordum sadece.

 

Bakmayın öyle bende toparlamış değilim. Deli hastanesine yatmış, bir sürü ilaç almış ve bir sürü de sosyal aktivite yapmış biri olarak çok iyi idare ediyorum. Enkazın kalıntıları hala bir yerlerde. Sadece ben onları kapı dışı etmesini zorla da olsa öğrenebildim.

 

"Eskiden olsa Ateş'ime derdin." Ben almak için uğraşırken, Özgür bir şeyler mırıldanmıştı ama anlayamamıştım. O yüzden durup bir süre yüzüne baktım. O da gözlerini dikip baktığında çoktan kaşlarım çatılmıştı.

 

Seni işgüzar melek kızı. Gayet iyi anladın ne dediğini. Hayır anlamadım. Seni de anlamıyorum.

 

Biz birbirimize sinirli sinirli, daha doğrusu ben sinirli sinirli bakarken Özgür'ün elinden alınan pizza kutularıyla dikkatimiz dağıldı. Benim yetişemediğim yerden pizzalar hiç zorlanmadan alınmıştı

 

"Sizin yüzünüzden pizzalar soğudu. Bakışmanızı kestikten sonra gelir pizzalarınızı yersiniz." Bu kişi direk çocuk Ateş'ten başkası değildi. Ne zamandan beri orada durup bizi izliyordu bilmiyordum. İçeri giren bedeniyle şaşkınca ağzı açık bir şekilde arkasından bakakaldım. Sanırım Ateş etrafımda olduğu süre şaşırmalara doyamayacaktım. Onun verdiği şaşkınlık bile içime ılık bir his yayıyordu.

 

O sırada omzumun sıvazlanmasıyla kendime geldim. "Şaşkınlığın geçince gelir yemeğini yersin bücürcüğüm." Yanımdan geçip giden bedenle derin bir nefes aldım. En azından bu sefer Ateş sayesinde birbirimize girmemiştik. Kapıyı kapatıp içeri girdiğimde hala uyuyan Doruk'u görünce sırıtmaya başladım. Kendisi ben bayılmadan önce, intakımını almayı sıcak sevdiğini söylemişti değil mi? O zaman intikam zamanıydı. Sabah beni soğuk suyla uyandırdığını unutmadım.

 

Evet evet hadi buz gibi suyla uyandıralım. Kendisi bize hiç acımamıştı. Hadi yapalım şu işi.

 

Özgür ve Ateş mutfak tezgahında pizzaları ayarlarken bende arkalarından geçip buzdolabının kapağını açtım. Bu sırada da Özgür'e sorular soruyordum. "Bizim buraya taşındığımızı nereden öğrendin koca oğlan? Melo nerede? Onu neden getirmedin. Ne zamandır görmüyorum. Peki ya Burak amcam o nasıl? En önemlisi sen nasılsın, nasıl gidiyor dersler? Çapkınlıklar nasıl? Var mı yeni sev-" Sırtımda hissettiğim delici bakışlarla cümlemi yarıda kesmek zorunda kaldım. Hayır bu Özgür'ün bakışları değildi. Daha ağır hissettiriyordu bu bakışlar. Yutkunarak arkamı döndüğümde o bakışların sahibiyle göz göze geldim. Bakışlarından bir anlam çıkarmak güçtü ama anlatamayacağım kadar güzel tona sahip kahveleri çok derin bakıyordu.

 

"Nefes al bal göz, nefes al." Hala uykunun etkisinde ki sesi kalın ve tok çıkıyordu.

 

Bu sese aşık olmayanı ne bileyim. Salaktır herhalde. Bana mı salak diyorsun sen? Hayır tabi ki. Sen bizden de önce aşık oldu- aman olacağın için sana demiyoruz.

 

"Ben sorduğun soruları unuttum. O kadar çok soru sıraladın ki. Seni durduran şeyi çok merak ediyorum bücür." Özgür'ün dehşet içinde çıkan sesi aramıza sızmıştı.

 

Ateş'in kahvelerine dalmış bir şekilde Özgür'ü cevapladım. "Sırtımda hissettiğim delici bakışlar susturdu." Ardından başımı sağ omzuma eğip içimden fısıldadım. "Neden bu kadar derin ve anlamlı bakıyorsun yakışıklı direk çocuk?" Göz temasımızı hala kesmemiştim.

 

Yakışıklı olduğuna hemfikiriz en azından bu da bir şey. Bana yakışıklı olan sana neden yakışıklı oluyormuş acaba?

 

"İyi en azından düşük çeneni susturabilen birileri de varmış." İşte bu cümle bakışlarımı Ateş'ten çekmeme sebep olan bir cümleydi. Başımı ağır çekimde Özgür'e çevirdim.

 

"Sen bana," dedikten sonra işaret parmağımla önce onu sonra kendimi gösterdim. "Düşük çeneli mi dedin az önce yoksa ben mi yanlış duydum koca oğlan." Sesim tehditkâr çıkmıştı. Özgür'ün üzerine doğru yürürken aramıza koca cüsseli artı uzun boyu olan bir direk girdiği için durmak zorunda kaldım.

 

"Sen az önce buzdolabında bir şeyler arıyordun sanki bal göz. O işine dönsene hele. Bizde Esir ile hazırladıklarımızı içeri götürelim." İkna edici sesiyle hemen işime döndüm. Birazdan ne yapacaklarımı zaten göreceklerdi. Bir dakika! Ateş az önce Özgür'e esir mi demişti. Tekrar onlara döndüm. Gelen bu farkındalıkla kendimi tutamayıp kahkaha atmaya başladığımda Özgür'ün ters bakışları beni bulmuştu.

 

"Ateeşş sen Özgür'e esir mi dedin," kahkahamın arasından zar zor konuşuyordum. "O-oha bu b-benim neden daha önce a-aklıma gelmedi ki. Çok iyiymiş. Sevdim bunu."

 

"Yaptığını beğendin mi bro. Dalga geçip duracak işte. Ne güzel unutmuştu bunu."

 

Özgür'ün aksine Ateş'in yüzünde keyifli bir gülümseme vardı. Eline aldığı tepsiyle Özgür'e 'düş önüme' dercesine önünü işaret etti. "Hadi, hadi çok konuşmada düş önüme esirciğim. İçerdeki uykucuları da uyandıralım. Doruk hariç. Onu Duru hanım, üzerine buz gibi su dökerek uyandıracak." Tükürüğüm boğazıma kaçtı.

 

Ateş'in arkasından bakakaldım. Ben söylemeden yapacağım işi nasıl anlayabilmişti? Konuşmadan anlaşılmak böyle bir şey miydi? Bu yaşıma kadar hiç bu şekilde anlaşılmamıştım. Ya çok konuşmuştum ama yine de anlaşılmamıştım ya da sessizliğime gömülüp kabuğuma çekilmiştim. Kimse de ne yaptığımla ilgilenmemişti. Ya da ben öyle sanıyordum.

 

Dolapları karıştırmış, bulduğum orta boy sürahiyi ağzına kadar soğuk su ile doldurmuştum. Temizliğe başlamadan önce düşünüp de dolaba koydukları sular şuan çok işime yarayacaktı. Yerine yenisini doldurmuş muydum? Tabi ki hayır. Üşengeçliğim tuttuğu için doldurmadım. İçmek isteyen doldurup koyabilirdi. Bu beni gram ilgilendirmiyor.

 

Çok fena olduğunu söylemişler miydi sana dupduru? Muhtemelen söylemişlerdir. Ama canım iç sesim olmayan ses ne yapıyoruz? Onu söyleyenleri takmıyoruz.

 

Kafaya taktığımız şeyler, yüreğin sessiz bir fırtınaya tutulması gibiydi. Zihnin aynı düşünceyi çember çember dolaştırıp, huzura izin vermemesi... Geceleri uykuya dalmak zorlaşır, çünkü akıl o düşüncüleri bir türlü bırakmaz. İçte bir sızı, ruhu yoran görünmez bir yük gibi ağırlaşırdı. İşte bu yüzden size söylenenleri takmamalıydınız. Yoksa o ağırlık bir ömür boğazınıza urgan gibi dolanır sizi boğabilirdi. Yaşamak size çok fazla şey öğretiyorsa şayet takmamayı da öğretir. Neyse çok edebiyat yaptım. Kısaca hayatınızda gereksiz olan durumları, insanları çok takmayın...

 

Elimdeki sürahi ile sırıtarak salona girdiğimde Doruk her şeyden habersiz derin uykusuna devam ediyordu. Ateş, Su'yu sessizce uyandırmış olacak ki yavaş yavaş kendine geliyordu. Bu iyi bir şeydi çünkü yanlışlıkla da olsa onu kendisi ile ıslatmak istemezdim. Tam arkasında durduğumda Su kafasını kaldırdığı için Doruk'un kafası geriye düşmüştü. Su'yun boş anlamsız bakışları bana döndüğünde sevimli sevimli gülümsedim.

 

"Müsaade var mıdır Su hanım?" diye aynı sevimliğimle sordum. Hala boş bakışları sürüyordu. Ama buna rağmen başını olumlu anlamda sallamıştı. Sürahiyi yavaşça kaldırıp Doruk'un yüzüne dökmeye başladım. İlk bir kaç damlada bir şey anlamayıp uyuklamaya devam ettiğini gördüğümde bütün suyu hızlıca yüzüne boca etmiştim.

 

Saniyeler içinde Doruk nefes nefese ayağa fırlamış, "LAAĞĞN!" diyerek böğürmüştü. O an ki yüz ifadesi anlatılmaz yaşanırdı. Videoya çekmediğim için çok pişmanım. Keşke sizde görebilseydiniz.

 

Su'da nasibini almış olmalı ki o da çığlığı basmıştı. Ya da Doruk'a yaptığım şeyden dolayı çığlık atmıştı. Orası tam bir şüpheydi. İkisi de şuan daha ayık konumdaydılar.

 

Dupduru sanırım koca devi uykusundan uyandırdık. Efendim? Ben sadece Doruk'u uyandırdım.

 

Bakışlarım Doruk'a döndüğünde boğazımda koca bir yumru yutkunmama izin vermemişti. Doruk şuan neden beni öldürecekmiş gibi bakıyordu ki? VE NEDEN ÜZERİME DOĞRU GELİYOR?

 

"İşte gerçek eğlence. Doruk seni çiğ çiğ yiyecek bücür. Seni doruklara çıkarıp yere çivileyecek." Özgür'ün keyifli sesi iyice sinmeme sebep olmuştu.

 

Su ise hiçbir şey söylemeyip yarı üzgün yarı kızgın bakışlarla bana bakmıştı. Neden kızdı ki şimdi bana.

 

"Bal göz, uyuyan devi uyandırdın. Kaç istersen." Ateş bunu söyledikten sonra alt dudağını ısırıp başını iki yana sallamıştı. Keşke yapmasaydın dercesine.

 

"Ne yani sen beni bu koca devden korumaz mısın Ateş?" Başımı yana yatırıp Ateş'in gözlerinin içine baktım. Bakışlarında bir şey kırılmış gibi titremişti.

 

Doruk ağır adımlarla üzerime gelirken bende geri adımlar atıyordum. Şimdi korkmaya başlamıştım. Hızlanacağını hissettiğim an arkamı dönüp merdivene doğru kaçmaya başladım. Vücudumun esnekliği şuan o kadar işime yarıyordu ki.

 

Ben kaçarken son anda Ateş'in, "Seni kendimden bile korurum." dediğini duymuş ama üzerinde duramamıştım. Bunu da daha sonra düşünürüz. Şuan çok daha önemli işimiz var. KAÇMAK.

 

İçimdeki şey ve Ateş haklıydı ben kendi ellerimle koca devimi uyandırmıştım.

 

 

Bir saat sonra

 

"Y-YA YETEEĞRR. BIRAĞK ARTIK PEŞİMİ DORUK! DAHA NE KADAR KOVALAYACAKSIN. ALT TARAFI SUYDU!"

 

Kaç dakika geçti bilmiyorum ama benim nefes alacak gücüm kalmamıştı. En son Doruk üzerime geldiği için ondan kaçmıştım. Ve şuan bilin bakalım neredeyim? Bilemediğiniz için söylüyorum. Sokakta. Evet bildiğiniz sokakta koşuyordum. Evde kaçacak yer kalmadığı için son çareyi dışarı çıkmakta bulmuştum. Peki Doruk beni kovalarken diğerleri ne yapmıştı? Tabi ki hiçbir şey. Özgür'ün elindeki telefonu hayal meyal hatırlıyordum. Ben azap çekerken o videomuzu çekiyordu. Bir ara Ateş, Doruk'u durdurmaya çalışmıştı ama bacağına giren kramp yüzünden ayağa kalkamamıştı. Tabi sonradan fark etmiştim Doruk'un bakışlarını. Ateş'e kilitlenmiş bir şekilde baktıktan sonra olmuştu ne olduysa.

 

Nefes nefese kaldığım için adımlarım tökezliyordu artık. Kendimi son anda frenleyip durdum. Ellerimi diz kapaklarımın üzerine koyarak derin derin nefesler almaya çalıştım ama işe yaramıyordu. O kadar nefessiz kalmıştım ki yere yığılmama ramak kalmıştı. Boğazım, kuraklamış topraklar gibi kurumuştu.

 

Sabah biz onun peşinden bu kadar koşmamıştık. Vicdansız mavi. Fırsat yakalamayı bildiğim için bu kadar kovalamamıştık. Gerçekten vicdansız maviş.

 

Kolumdan çekilip kendimi bir omuzda sarkar bir vaziyette bulduğumda dudaklarımdan kaçan çığlığa engel olamamıştım. Şaşırmama bile fırsat vermeden omzuna atmıştı beni. Evet bu kişi dakikalardır, belki de saatler, kovalayan Doruk'du. Maviş de fırsat yakalamayı biliyormuş.

 

"Ay! Oh be, bacaklarım çok yorulmuştu. İyi oldu beni omzuna attığın." Etimin bükülmesiyle yine çığlığıma engel olamadım. Canım yanmıştı.

 

"Sus Duru, sus! Yemin ediyorum seni havuzda boğmamak için kendimi çok zor tutuyorum. İntikama bak koca bir sürahi su. Hem de soğuk. Çok acımasızsın." Tekrar etimi büktüğünde bu sefer dişlerimi sıktım. "Senin yüzünden güzelim muhteşem ötesi sarı saçlarım ıslandı. Ayrıca senin yüzünden koca İstanbul'u turladık." Aynı benim gibi nefes nefese kalmış olsada beni çok rahat bir şekilde omzuna atmış yürüyordu. Ayakları hiç mi yorulmamıştı ki. Aman banane bu vücudu boşuna yapmamıştı. Taşıyıversin bir zahmet.

 

"Sanki banyo yaparken ıslanmıyor saçların, gıcık. Hem abartıyorsun sadece yeni mahallemizde koştuk." Diye ağzımın içinde mırıldandım. Yine de duymuş olacak ki sinirini çıkartırcasına etimi büktü. Canımın acısıyla daha fazla dayanamayıp bacağımla bir yerine tekmemi savurdum. Ama bunu yapmamla beni yere indirip, daha doğrusu fırlatıp, iki büklüm olmuştu. Sanırım gücümü ayarlayamamıştım.

 

"Siktir, Duru! Gitti çocuklarım. Ah." Acıyla önünü tuttuğunda dudaklarımı ısırdım. Sırtında tepe taklak olduğum için nereye tekme attığımı görmemiştim. Ama orasına vurmayı da nasıl becerdiğimi bilmiyorum. Üzerime gelmeyin.

 

"D-doruk iyi misin?" Ona yaklaşıp koluna girdiğimde tüm ağırlığını bana vermişti. Bu kadar sert vuracağımı tahmin edemezdim.

 

"Gitti güzelim çocuklarım. Hala olamazsan bil ki hepsi senin suçun." Homurdanarak bana kızdığında tebessümüme engel olamadım. Birazcık abartıyor muydu sanki?

 

Güldüğümü görünce kaşlarını çatarak yine söylendi. "Bir de utanmadan gülüyor musun? Çok ayıp. Burada çocuklarım gitti diyorum sen gülüyorsun."

 

"Sanki abartıyorsun gibi geldi bana maviş. Hadi gel eve gidelim artık gecenin ayazı üşütür. Islak ıslak hasta olma."

 

"Çocuğum olmazsa görürsün o zaman abartıyor muyum abartmıyorum. Ayrıca bu iş burada bitmedi küçük hanım. Haberiniz olsun."

 

Geçiştirircesine onayladım. Yavaş adımlar attığından dolayı ona eşlik ettiğim için benimde adımlarım yavaştı. Şimdi fark ediyordum da evden bayağı uzaklaşmıştık. Yine benim bir suçum yok beni kovalayan kendisiydi. Gün kendini geceye bıraktığı için gerçekten ayaz çıkmıştı. Hava hafif esiyordu. Ve Doruk'un üstü ıslaktı.

 

"Eve gittiğimizde sıcak bir duşa gir maviş. Gerçekten hasta olmanı istemiyorum. Ve biraz daha hızlı yürürsen çok sevinirim hava esiyor."

 

"Başımın belası. Yürü hadi çok konuşma."

 

Kafamı kaldırıp kendisine baktım. "Tatlı belan ama dimi?" Sırıtarak söylediklerimle sinirleri bozulmuş gibi güldü. Saçlarımı karıştırarak, "He, fındık kurdu he. Tatlı bela." demiş ve beni kolunun altına alarak göğsüne çekmişti. Bende kolumu beline dolamıştım.

 

"Öf be, ne güzel omzunda gidiyordum."

 

"O bana tekme atmadan önceydi canım," kafama silleyi çakmış konuşmasına devam etmişti. "Beni yorduğun için de eve girdiğimizde ayaklarıma masaj yapacaksın."

 

"Oldu canım, başka bir arzun?"

 

"Bir de yatağımı hazır ettin mi tamam. Başka bir şey istemiyorum." Beline sarılı elimle etini tutup bükmüş, sonra da sessizleşmiştim.

 

Yol ayaklarımız altından kayıp giderken ikimizde sessizliğimizi korumuştuk. Ne o benimle uğraşıyor ne de ben gevezelik yapıyordum. Bu sessizliğimizi de yorulduğumuza yoruyordum. Ama daha fazla dayanamayıp sessizliği bozanda ben oldum. Bu sırada yeni evimizin önüne gelmiştik.

 

"Su ile yakınlık derecen nedir Doruk bey?" Doruk'un pembe gloss bulaşmış dudaklarını unutmadım. O dudakları gördükten sonra, biz yukarıdayken aşağıda ne olduğunu tahmin etmek zor değildi.

 

Anında mavi gözlerini yüzüme indirip bal rengi gözlerime bakakalmıştı. Farkında olmadan yanlış bir soru mu sordum?

 

İnsanların özeline niye karışıyorsun Dupduru? Özel mi? Bizim aramızda özel mi vardı? Ben onlardan hiçbir şeyimi gizlemiyorum.

 

Gözlerime öyle derin baktı ki bu bakışını çözemedim. Çok basit bir soru sormuştum. Böyle bakmasını neye yormalıydım emin değilim. Bu sadece bende şüphe uyandırıyordu.

 

"Su benim arkadaşım Duru. Niye böyle bir şey sordun?"

 

Arkadaşım mı? Bana tanımadığını söylemişti.Doruk'un ilk defa bir yalanını yakalıyordum.

 

 

Demek ki iki kardeşi de tanıyordu. Burada benim bilmediğim şeyler dönüyordu. Er ya da geç ortaya çıkardı kokusu. Ama o zaman karşılarında aynı Duru'yu görürler miydi bilmiyordum. Ayrıca hangi arkadaş dudaktan biribirini öperdi ki?

 

"Merak ettim sadece." Onun kolları arasından çıkıp merdivenlerden inmeye başladım. "Bu arada onunla sevgili olarak çok yakışıyorsunuz. Bence bu kızı kaçırma derim." Arkamda kaskatı kesilen bedenini görmesem de hissedebiliyordum. Neydi onu böyle donduran şey? Bir anda soğuk konuşmam mı yoksa Su ile kendisini yakıştırmam mı? Evet soğuk bir sesle konuşmuştum çünkü fark ettiğim şeyler canımı sıkmıştı. O hala orada öyle dikilirken son kez, "Ayrıca Doruk efendi, ileride sana benzeyen sarı saçlı, mavi gözlü çok tatlı bir kızın olacak. Yani öyle hissediyorum. Hala olabileceğim merak etme." diyerek aralık olan kapıdan içeri girdim.

 

Evet Doruk'un kız babası olacağı içime doğmuştu. Eğer hislerim beni yanıltmazsa çok güzel kız babası olacaktı. Peki kendimle ilgili ne hissediyorum? İleride kalbimin çok kırılacağını ve büyük bir hayal kırıklığı hissediyordum.

 

İçeri girdiğimde sıcak hava dalgası yüzüme vurmuştu. Gece ayazından sonra bu sıcak çok iyi gelmişti. Yorgun bir şekilde yürüyerek L koltukta kendimi Su'yun yanına bıraktığımda bakışlar benim üzerimdeydi. Saate baktığımda gece yarısına geliyordu. Bir dakika! BİR SAATTİR DORUK'TAN MI KAÇIYORUM BEN!!

 

Saate bakılırsa öyle gözüküyor. Vicdansız maviş. Off ben çok yoruldum artı çok açım. Bir de fark ettiğim şeyler çok ağrıma gitti. Of ya

 

"Eee Doruk nerede?" Bunu soran Su'ydu.

 

"Kapının önündeydi gelir şimdi."

 

"Sen sapasağlamsın ama. Ben sanmıştım ki kendinde olmazsın." Bunu söyleyende Özgür beydi.

 

"Ben sağlamım ama Doruk için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Çocuğunun olmayacağından şüpheleniyor kendisi."

 

"Lan! Ne yaptın çocuğa?" Özgür'ün sorusunu omuz silkerek cevapladım. "Yanlışlıkla bacak arasına tekme atmış olabilirim." Soğuk bir sesle umursamazca konuşmam Su ve Özgür'ün şaşkınca bakmalarına sebep olmuştu. Ateş ise kaşlarını çatıp yüzümü incelemeye başlamıştı. Sanki ne olduğunu çözmeye çalışıyormuş gibiydi bakışları. Dış kapının sesi duyulduğunda Ateş hariç herkes bakışlarını Doruk'a çevirmişti. Özgür Doruk'a nasıl olduğuyla ilgili sorular sorarken Doruk, Özgür'ün varlığının şokunu yaşıyordu. Uykusundan bir anda uyandırılıp beni kovaladığı için fark etmemişti. Ama beni kovalarken bir ara Özgür'e bakıp, "Hoşgeldin tutsak. Lan ben sana dünden haber vermedim mi? Niye işler bittikten sonra geliyorsun." diye azar çekmişti.

 

Onlarla ilgilenmedim. İlgi alanımda Ateş ve onun kahve tonları vardı.

 

Ateş kahve gözlerini benden çekmeden yanımdaki boşluğa oturduğunda benim duyabileceğim şekilde, "Bal göz iyi misin sen?" diye sormuştu. Bakışlarım nasıldı bilmiyorum ama bende bana yaptığı gibi onun yüzünü incelemeye başladım. Bir insan ilk günden tanıştığı bir insanla bu kadar yakından ilgilenir miydi? O ilgilenmişti. Ben bayıldıktan sonrada bunu yapmıştı. Hatta bir süre yanımda bile kalmıştı. Evet, benimle ilgilenen kişinin Ateş olduğunu biliyorum. Bunu uyandığımda yatağıma sinen kokusundan anlamıştım. Ve garip bir şekilde buna takılmıyordum. Ne zaman kendimi yanında bulsam içime garip bir huzur yayılıyordu.

 

"Çok açım." Bunu dememle yüz ifadesi yumuşadı.

 

"Siz gelmeden yemedik. Su pizzaları fırına sürmüştü soğumaması için." Bana açıklama yaptıktan sonra ikizine döndü. "Su, hadi pizzaları getir de yiyelim." Su hiç itiraz etmeden ayaklanıp mutfak tarafına geçmişti.

 

"Oha! Özgür'ün yememesini nasıl engellediniz? Şuan bütün pizzaların bitmesi gerekmiyor muydu?"

 

Beni cevaplayan elinde pizza tepsisiyle gelen Su cevapladı. "Ateş eğer pizzaları yerse futbol formasına veda edeceğini söyleyince pizzalara dokunmadı." Vay canına bu zamana kadar ettiğim tehditler hiçbir işe yaramamışken Ateş'in söylemesiyle nasıl işe yaramıştı. Hepimizin bir kırmızı çizgisi vardı. Doruk'un boks ile olan tüm ekipmanları onun gözbebeğiydi. Su'yun bildiğim kadarıyla saçları, kıyafetleri ve özellikle yeni yaptırdığı tırnaklarıydı. Bir tek Ateş'i bilmiyordum. Onunkini de yakın bir zamanda öğrenirdim. Benim öyle alelade kırmızı bir çizgim yoktu. Benim kırmızı çizgim sevdiklerimdi.

 

Bu yakışıklı direk çocuk şaka mıığğ? Bizim için koca oğlanı tehdit etmiş. Bizim için ettiğini nereden biliyorsun? Belki kendisi için etmiştir.

 

"Anladım. Pizzalarımızı yerken film izlemeye ne dersiniz?" Ortaya sorduğum soruyla hiç kimse itiraz etmemişti. Etmesinler de zaten. Yemek yerken en güzel aktivite film izlemekti bence.

 

"Ne izliyoruz peki?" Ateş televizyon kumandasını eline alıp netflix'i açmıştı.

 

"Korku."

 

"KORKU TABİ Kİİ." Bir anda heyecanlanmıştım.

 

"Romantik komedi."

 

"ROMANTİK KOMEDİ TABİ Kİİ." Aynı şekilde Su'da heyecan yapmıştı. Doruk ve benden aynı teklif gelmişken Özgür ve Su romantik komediyi seçmişlerdi. Bağıranlarda Su ve benden başkası değildi. Tek fikrini söylemeyen Ateş'ti ama açtığı filmle birlikte seçimini bize sessizce sunmuştu. Malevolent açmıştı. Korku izliyorduk.

 

Malevolent, Olaf de Fleur Johannesson'ın yönettiği, Ben Ketai ve Eva Konstantopoulos'un senaryosunu yazdığı, 2011 tarihli Hush romanından uyarlanan 2018 yapımı İngiliz doğaüstü korku filmiydi. Daha önce tek başıma izlemeye başlayıp yarım bıraktığım bir filmdi. Devamını merak ediyordum ama bir türlü izlemeye fırsatım olmamıştı.

 

Zevkimizi çok iyi biliyor. Yarım bıraktığımızda içine doğdu demek ki. Şuan o kadar keyifliyim ki anlatamam sana. İçine mi doğdu bilmem ama iyi ki bunu açtı.

 

Film başlangıcını yaparken Doruk kalkıp ışığı kapatmış sonra Su'yun yanına oturmuşu. Özgür de gelip diğer yanıma kurulmuştu. Oturma düzenimiz tam olarak şöyleydi. Özgür L koltuğun kısa olan tarafta ayaklarını uzatmış bir şekilde uzanıyordu. Yanında ben, benim yanımda Ateş, Ateş'in yanında Su, onun yanına da Doruk yerleşmişti. Biz dörtlü de tabaklarımıza aldığımız pizzaları kucağımıza koyup aynı anda ayaklarımızı sehpaya uzatmıştık.

 

Pizza dilimimden koca bir ısırık alıp çiğneyemeye başladığımda kulağımın yakınlarındaki sıcak nefes tüylerimi şaha kaldırmıştı. Ateş bana biraz daha sokulmuş, rahat bir konuma geçip omzunu omzuma yaslamıştı. Ve bu benim filme odaklanmama en büyük engeldi.

 

Uuuu ne kadar romantik. Hıhı ne demezsin. FİLME ODAKLANAMIYORUM ONUN YÜZÜNDEN.

 

"Ne yani, şimdi sen korkup bana sarılmayacak mısın?" Kulağıma doğru sessiz fısıltısı kalbime hiç yardımcı olmuyordu. Cihan piçinden sonra böyle atmayan kalbim Ateş'in kahvelerini gördükten sonra tekrar filizlenmeye, canlanmaya başlamıştı sanki. Gerçi o şerefsizin yanında kalbimin böyle attığını da hiç duymamıştım. Kalbim kendi emirlerini kendine veriyordu demek ki.

 

Belki de gerçek sahibi için böyle atıyordur. Sen nereden biliyorsun? Biz seninle ilgili her şeyi biliyoruz Dupduru.

 

Yandan bir bakış attım. "Ne münasebet, tabi ki o klişeyi yaşamayacağız aslan parçası. Korku benim izlemeyi en sevdiğim türlerden biri."

 

"Tüh, bir an çok umutlanmıştım. Korkup kollarımın arasına girersin diye." Bunun için yüzünü asması çok hoştu. Ortam müsait olsaydı bu haline kahkaha atarak gülebilirdim. Yine de dudaklarıma konan tebessüme engel olmamıştım.

 

Muzır bakışlarla kahvelerine bakıp onun gibi fısıldadım. "Ama eğer çok korkacak olursan sen girebilirsin kollarımın arasına. Ben seni sakinleştiririm." Yüzüne yayılan gülümsemeyi görmek de kalbimi yerle bir etmişti. Farkındayım kendimin. Yavaş yavaş bu çocuğa çekiliyordum. Bu sefer bakışlarımı kaçırmıştım. Filme odaklanmaya başlamadan hemen önce kulağıma tek bir şey fısıldamış, sonra oda sessizleşmişti. "Kollarım film boyu senin için açık olacak bal göz. İstediğin zaman sığınabilirsin."

 

Filmin yarısına gelene kadar hiç kimse konuşmamıştı. Su ve Özgür'ün gergin, Doruk ve benim ise heyecanlı geçirdiğimiz dakikalardı. Ateş hiçbir tepki göstermiyordu. Ama arada gerilen bedenini bana yaslı olduğu için hissedebiliyordum. Filmden hiç hoşlanmamıştı. Acaba ona sarılsam gerginliği gider miydi?

 

Hadi sarılalım o da bize sarılsın. Öyle izleyelim geri kalanını. Ya yanlış anlarsa. Korktum sanarsa. Sansın ne olacak? Koca adayımızdan da kaçacak değiliz.

 

Son pizza dilimime uzanıyordum ki elimin altında boş tabağı hissedince kaşlarım çatıldı. Filme odaklandığım için ne zaman pizza alsam bir bir eksildiğini hissetmiştim ama üzerine durmamıştım. Ama şuan son dilimimde gittiğine göre cazgırlık çıkarabilirdim.

 

Başımı Özgür'e çevirdiğimde elinde son dilimimi görünce bende şarteller atmış çığlığı basmıştım.

 

"YA ÖZGÜĞRR. BENİM YEMEĞİMDEN NE İSTEDİN?"

 

Benim bağırmamla herkes yerinde sıçramıştı. Ateş, filmi durdurup yerinde dikleşmiş bakışlarını bana çevirmişti. Su ise filmin gerginliğini yaşadığından olsa gerek çığlık atmıştı. Doruk ise film yarıda kesildiği için bozulmuştu.

 

"Aaaa, lan ne bağırıyorsun bücür. Kalbime iniyordu." Özgür elini kalbine koyup dehşet içinde bana baktı.

 

"Bağırırım," Koluna yumruk attım. "Bağırırım, var mı bir diyeceğin. PİZZAMI BİTİRMİŞSİN. NASIL BAĞIRMAYAYIM. AÇIM BEN AÇ!" Hiç acımadan kollarına yumruk atıyordum. Şükretsin yüzüne vurmuyorum. Yoksa kızlara beğendirecek bir yüzü kalmaz.

 

"Lan, filmin en heyecanlı yerindeyken kavganızın sırası mıydı? Ne güzel çığlık atacaktık." Hırsımı Özgür'den çıkardığım için Doruk'un söylediklerine takılmadım.

 

Yumruklarımdan kaçacağım diye kucağındaki tabak yeri boylamıştı. Sağlam tabakmış hiç kırılmadan sektiği yerde durmuştu.

 

"Ah! Vurma kız acıtıyorsun. Elin amma da ağırmış."

 

Tam bir tane daha geçiriyordum ki bana sarılan beden yüzünden durmak zorunda kaldım. Ateş, arkamdan kollarını sarıp beni kendisine çekmişti. Sırtım sert göğsüne yaslandığında kalbim kafese hapsedilmiş kuş gibi çırpınıyordu. Kalbimin atışlarını elinin altından çok rahat hissedebilirdi. Çok az da olsa enerji sarf ettiğim için nefeslerim sıktı.

 

"Şşş, sakin ol ballı. Yeter çürüttün çocuğun kollarını."

 

"Eyvallah Ateş, üzerimden aldığın iyi oldu. Sert yumruklarıyla öldürecekti resmen beni."

"Sende sus artık bro. Eceline doğru yol alıyorsun. Yavru kediciğimizi salarım üzerine yarında cenaze namazını kılarız." Sesi neden eğleniyormuş gibi çıkıyordu sarıldığım bedenin? Ayrıca yavru kedicik mi? Ama artık ben bunu şahsıma hakaret sayarım.

 

"Ya filmin yarısına kadar gerginlikten ne yaptığımı biliyor muyum sanki. Tabağımdakiler bitince elim yan tarafıma kayıvermiş benim bir suçum yok."

 

Tekrar üzerine atılacağım sıra bedenimi saran kollar sıkılaşıp bedenine iyice çekti. Sırtım göğsüne yapışmış durumdaydı. Kalp atışları sırtımı delmek istercesine sert bir şekilde atıyordu.

 

Dupduru, o atışları senden önce bizim duyduğumuzu unutma lütfen. Resmen bizi dövüyor kalp atışlarıyla. Kocamız işte ya. Sen benimle sırtımda mı konuşuyorsun? Sahibimiz olmasan ana avrat söveceğiz artık sana he.

 

Kulağıma eğilip sessizce fısıldadı. Bunu daha sık yaparsa artık bende kalp adına hiçbir şey kalmayacaktı.

 

"Eğer sakinleşmezsen seni kucakladığım gibi odaya götürür ve soluksuz kalana kadar seni öperim. Karar senin."

 

Yutkunamadım.

 

Ciddi anlamda yutkunamadım. Öperim dedi değil mi? Yanlış duymadım. Sizde yanlış okumadınız. Öperim dedi ya. SOLUKSUZ KALANA KADAR SENİ ÖPERİM DEDİ. Keşke bunu yapsa.

 

Bana bir fenalık geldi. Sana da geldi mi sırtımdaki varlık. Ben susma hakkımı kullanıyorum. Bana bir şey söyleme.

 

Benim hareketsiz kaldığımı görünce arkamdan gülen sesini duydum. Bir de utanmadan eğleniyordu. Beni bırakmadan önüme koyduğu tabak ile kendi sırtını tekrar koltuğa yaslandı. Hala kollarının arasındaydım. Film bahanesi tutmayınca beni sakinleştirme bahanesiyle kollarının arasına almıştı. Şikayetçi miydim? Tabi ki hayır. Size diyorum yavaş yavaş bu yakışıklı direk çocuğa çekildiğim için şikayet etmem ne mümkün.

 

"Benimkileri ye ballı. Öğlen Leyla validenin gönderdiklerinden atıştırdığım için çok aç değilim." Hiç itiraz etmeden bir dilim alıp yemeğe başladım. Ama tabağı Ateş'in kucağına geri bırakmıştım. Malum yemek hırsızı hala yanımda oturuyordu.

 

Yüzümde tarifi olmayan bir gülümse vardı. Yıllar sonra gerçekten gülümsediğimi hissediyordum.

 

"Az önce ne oldu öyle ya?" Su'yun şaşkın sesiyle ona baktım. Doruk'un kolu Su'yun beline dolanmış vaziyetteydi.

 

"Hiç bir şey, ufak bir sinir patlaması yaşadım ama şuan mükemmel hissediyorum. Filme kaldığımız yerden devam edebiliriz." Isırdığım pizza diliminden Ateş'e de uzattığımda hiç itiraz etmeden itiraz etmeden yemişti. Sanırım tanışmadan flört kısmına geçiş yapmıştık.

 

Film tekrar başlatıldığında mutlu mutlu pizzalarımı yemiştim. Ateş'e de yedirmekten geri kalmamıştım tabi. Yakışıklının yemeğine çöküp ona yedirmemezlik yapamazdım. Ve hala onun kollarının arasındaydım. İleri de beni daha iyi tanıyacaktınız. Şimdi demeyin bu kız da ne kadar hızlı, utanmasa çocuğun üzerine atlayacak diye. Ben arsız bir kızımdır. Seversem utanmadan yüzüne söylerim. Cihan piçi hariç. İlk o teklif etmişti. Boşluğuma geldiği için kabul etmiştim herhalde.

 

Gecenin karanlığıyla, odanın loş ışığı birleştiği için yavaş yavaş gözlerim kapanmaya başlamıştı. Bugünü böyle mutlu kapatmak istiyordum. Ama gelen farkındalıkla yutkundum. Ben bugün rüyamda çocukluğumu bir erkek çocuk ile görmüştüm. Çocuğu tam göremediğim için Ateş ile karşılaştıramıyordum.

 

Ve sonrası daha kötüydü. O kapının arkasında her ne varsa beni derinden sarsıcaktı. Zihnimde yankılanan çığlıkla dakikalardır sabit duran bedenimi rahatsızca kıpırdattım. Bunu Ateş'te fark etti ama üzerinde çok durmamış sadece vücuduma sardığı kolunu sıklaştırdı.

 

Aynı sıralarda televizyondan ve Su'dan gelen çığlıkla zihnimdeki çığlık kendisini gösterircesine arttı. Bu o kadar rahatsız ediciydi ki yerimde doğrulup ellerimi kulaklarıma nasıl kapattığımı bilememiştim. Oda da yankılanan çığlık sanki zihnimdeki çığlığın sesini tetiklemişti.

 

Çığlık devam ettikçe delirecek gibi oluyordum.

 

Dayanamayıp çığlık atarak ellerimi kullaklarıma daha sıkı bastırdım. Siren sesi gibi devamlı o çığlık zihnimin odalarında yankılanıyordu.

 

"Hayır sus, sus lütfen." Göz yaşlarım gözlerime hücum etmiş etrafı görmemi engelliyordu.

 

Ateş koluma sarılmış endişeli gözlerini yüzüme dikmişti. "Duru, iyi misin? Ne oldu?"

 

"Sussun Ateş. Susmuyor. Beynim patlayacakmış gibi." Göz yaşlarım yanaklarımı ıslattıkça Ateş'in daha çok panik yapıyordu. Diğerlerinin endişeli gözlerini üzerimde hissedebiliyordum ama ben odak noktam olarak direkt Ateş'i seçmiştim. O da daha fazla dayanamayıp beni göğsüne çekip sıkıca sarılmıştı.

 

"Şşş geçti. Duru'm bak geçti. Hiçbir şey yok. Ne olduğunu söyle bana."

 

Hıçkırmamak için kendimi zor tutuyordum. "Zihnimin içinde susmayan bir çığlık var Ateş. Yalvarırım sustur onu." Göğsüne daha çok sokuldum. Diğerleri soluğunu tutmuş bir şekilde bizi izliyordu. Su'yun da ağladığını zorda olsa duyabiliyordum.

 

Ateş beni kucağına alıp merdivenlere yöneldiğinde tek yaptığım kulaklıklarımı ellerimle bastırıp Ateş'in göğsüne sinmek olmuştu. Susmak yerine sanki daha çok artıyordu. Odama girdiğimizde Ateş beni yatağa yatırıp vakit kaybetmeden yanıma uzanıp beni kolları arasına almıştı.

 

"Bu nasıl bir ses bana tarif eder misin bal göz."

 

Hıçkırıklarımı serbest bırakmış içli içli ağlıyordum artık. Belki yalnız kaldığımız için kendimi bırakmıştım bilmiyorum. Ama bir tek onun yanında göz yaşlarımı serbest bırakabilirmişim gibi hissediyordum.

 

Ona sarılıp anlatmaya başladım. Hem ağlıyor hemde konuşuyordum. Beni duyup anladığından bile şüpheliyim.

 

"Bayıldıktan sonra bir rüyanın içinde uyandım. Belki de rüya değildir bilmiyorum. Önce büyük bir çınar ağacına tımanmıştım sonra çocukluğumu gördüm yanında kıvırcık saçlı bir erkek çocuğu vardı. Köpek seviyorlardı daha doğrusu çocukluğum seviyor erkek çocuğu ise korkudan titriyordu. Yanlarına gitmek istedim ama sonra ne olduysa etraf buz tuttu. Bende düşüp kafamı sert zemine çarptım. Tekrar gözümü açtığımdaysa bembeyaz bir koridordaydım." Derin bir nefes alarak konuşmaya devam ettim. Bu sırada Ateş saçlarımı okşayarak sessizce beni dinliyordu.

 

"Orada sadece kapalı bir kapı karşıladı beni. Garip bir şekilde sırtımda iki yana açılan bembeyaz kanat. Bak bu daha korkunçtu. Sanki gerçekmiş gibi kanatlarım vardı. Ve bana kapıyı açmam için ısrar ettiler. A-ama sonra kapıyı tam açamadan gür çıkan, bir kadın çığlığı yankılandı. Ondan sonra ise uyandım." Sustuğumda Ateş'in titrek bir nefes verdiğini duydum. Yaşlı gözlerimle ona baktığımda gözleri kızarmış yanakları ıslak görmek beni daha çok sarsmıştı. Benimle birlikte ağlaması beklediğim bir şey değildi.

 

"Sadece sussak, konuşmasak olur mu? Şuan ne teselli edecek ne de kendimi ifade edecek kelimem yok." Sessizliğim ona bir cevaptı. Ona bakmam kendisini rahatsız eder diye gözlerimi ondan çekip cama çevirmiştim. O sırt üstü yatarken ben başım göğsünde birbirimize sarılarak yatıyorduk. Ve garip bir şekilde bunu ikimizde sorun etmiyorduk. Sanki yıllardır bu anı bekliyormuş gibiydik.

 

Kaç dakika geçti bilmiyorum ama onun sayesinde zihnimdeki çığlık susmuştu. Belki de ona anlatmak, içimi boşaltmak rahatlatmıştı. Bilemiyordum. Ben şuan hiçbir şey bilmiyordum.

 

Kısık sesi kulağıma dolduğunda düşüncelerimden sıyrılmıştım.

 

"Daha iyi misin?"

 

Konuşmadan sadece kafamı salladım. Evet daha iyiydim. Onun sayesinde.

 

Yataktan kalkmak için doğrulduğunda ona engel olmamıştım ama gitsin de istemiyordum. Ayağa kalktığında üzerimi örtmüştü. Gideceği sıra elimi bileğine sardığım için durdu.

 

"Gitmesen, burda benimle kalsan olmaz mı?"

 

Cevap vereceği sırada odanın kapısı tıklatılmış Su'yun endişeli sesi duyulmuştu. "Ateş annem fenalaşmış hemen gitmemiz gerekiyor." demişti.

 

Doğrulacaktım ki Ateş omzuma bastırıp, "Yat, dinlen. Kalkma bal göz. Endişelenecek bir şey yoktur. Hallederim ben." dedi. Olmaz dercesine kafamı sallamıştım.

 

"Ama anneniz," diyecek oldum ama susturdu.

 

"Yarın görüşürüz. Sen yeni üniversiten ile tanışırken yanında olacağım. Artık buradasın, her günümüz birlikte geçecek." Diyerek odadan aceleyle çıktı.

 

Ben ise geride, uykusuz geçecek bir geceyle yalnız başıma kaldım.

 

 

🪽

 

 

 

 

Nasılsınız? Umarım iyisinizdir.

 

Size yeni bölüm getirdim. Bölüme şarkı seçemediğim için şarkı zevkinze göre size bırakıyorum.

 

Bölümde en sevdiğin sahne?

 

Sizce Duru'nun duyduğu o çığlık kime ait?

 

Peki Duru ve Ateş'in arasındaki ilişkiyi nasıl buldun?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...

Çokça sevgii ♥︎

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 19.09.2025 21:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...