8. Bölüm

7. BÖLÜM

Rümeysa YILDIZ
yazarimssii

Her zihnin odaları farklı bir geçmişti. Ve ben hiçbir odama ulaşamıyordum...

 

Cumartesinin akşam saatlerinde evde pişen sıcak yemeklerin kokusu tüm evi sarmış, kadınlar akşam sofrası için koşturmaya başlamışlardı. Evin erkekleri salonda maç özeti izleyerek sohbet ediyorlardı. Çocuklar ise hepsi ayrı yerlere dağılmışlardı. Doruk ve Su bir köşede birbirlerine yaslanarak oturmuş sohbet ederken, Özgür yemek hazırlığına yardım ediyordu.

 

Duru ve Ateş ise herkesten ayrı bahçedeki ağaç evinin tepesinde oturuyorlardı. Duru başını Ateş'in omzuna yaslamış gün batımının kızıllığı bulaşmış gökyüzünü izliyordu. Bu ağaç evi çocukların üstün ısrarı üzerine babaların toplaşıp tüm güçlerini birleştirilerek bir günde yapılmıştı. En çok ısrarı Duru yapmıştı. İzlediği bir çizgi filmde görüp diğerlerini ikna ederek babalara söyletmiş istediğini almıştı. Annesinin desteği ile babasını ikna etmek zor olmamıştı. Kadir mimar olduğu için kızı ile istediği şekilde tasarlamış, Levent, Burak ve Kaya'da Kadir'in yönlendirmesiyle tahtaları çakmışlardı. Çocukların okuldan sonra dinlenme yeri olmuştu.

 

Bugün her zamankinden daha sessizdi Duru. Cuma günü kreşten geldiğinde bile çok fazla oyun oynamamış direkt odasına çekilip uyumuştu. Bu herkesin dikkatini çekerken her ne kadar sorup sorgulasalarda Duru hiç kimseyle konuşmamıştı.

 

Ateş'e bile anlatmamıştı.

 

"Ballım, artık ne olduğunu anlatacak mısın?"

 

"Şuan çok huzuyluyum. Lütfen biyaz daha böyle sessizce otuyalım."

 

"Peki, sen öyle diyorsan. Oturalım bakalım."

 

Bir süre zaman geçtikten sonra sıkılmamasına rağmen sessizliği Ateş bozdu. "Bal çiçeği Duru, bana ilerideki hayallerinden bahseder mi acaba?"

 

Duru ışıldayan gözleri ile Ateş'e baktı. "Tabii aslan payçam Ateş, size ileyideki hayalleyimden bahsedebiliyim. İlk işim seni kocam, evimizin damadı yapmak. Sonya mimay olup evley inşa etmek. Daha sonya da seninle boy boy çocuk yapmak," Kısık sesle cümlesini tamamladı. "Tabi bunlayın ayasında annemin intikamını almakta vay."

 

Bu dediğini Ateş duymamıştı. Onun takıldığı detay vardı. Kalbini hızlandıracak detaylar hemde. Duru onu kocası ve ondan çocuk yapacağını söylemişti. O yaşta bir çocuğun bunları söylemesi hiç normal bir şey değildi. Zaten onlarda normal bir çocuk değildi. Duru'nun yarı melek olması her şeyin bilgisinin zihninde olmasının sebebini çok net açıklıyordu.Ve Duru gelecekte olan her şeyi daha önceden hissediyordu.

 

"Peki, benim seninle evleneceğimi düşündüren nedir küçük hanım?"

 

Duru hayal kırıklığı ile Ateş'inin kahvelerine baktı. "Benimle evlenmez misin Ateş? Beni sevmiyoy musun?" Onu çok sevdiğini çok iyi biliyordu. Ama Ateş'inden duyması gerekiyordu. Çünkü iki gündür moralinin bozuk olması da Ateş yüzündendi.

 

"Seviyorum ballım, çok hemde. Ama bence bu evlilik işini büyünce tekrar konuşalım."

 

"Bende seni seviyoyum, fazla hemde. Yine de sen beni hiç bıyakma tamam mı Ateş'im. Hep benimle, bende kal." Bunu dedikten sonra yine içine gömüldü küçük Duru. Ateş ise bu sözlerine hiçbir anlam verememişti.

 

Gün iyice kararana kadar oturdurlar. O sırada bahçeye çıkan Melek'in sesi ikisini de daldıkları yerden çıkardı.

 

"Çocuklarım, hadi yemek hazır. Sizi bekliyoruz." Diye naif sesiyle seslendiğinde Melek'e cevap veren Ateş olmuştu. "Geliyoruz Melek teyzem." Ateş için Melek teyzesinin yeri çok ayrıydı. Annesinden bile ayrı olabilirdi. Hiç bir anne, hiçbir kadın onun eline su dökemezdi. Sanki bu dünyaya özel olarak getittirilmiş gibiydi Melek.

 

İkisi de ayaklandığında ilk önce Ateş inmişti ağaç evinden. Aşağıda Duru'nun inmesini beklemeye başladı. Duru ise derin bir nefes alıp ağaç evin merdiveninden inmek için ilk adımı atmıştı. Atmasıyla ayağı boşluğa düşmesi bir oldu ve küçük Duru ağaç evinden düşmeye başladı. Yüksek bir ağaç olduğu ve küçük olduğu için düşerken nefesi kesilmiş, dudaklarından korku dolu çığlık yükselmişti. Gözlerini sıkıca kapamış düşmeyi beklemeye başlamıştı.

 

Yere sert bir şekilde düşmeyi beklerken hiç öyle olmadı. Ateş kısa ve cılız bir çocuk olmasına rağmen kolları Duru'nun küçük bedenini yere düşmeden yakalamıştı.

 

Duru'nun düşünü gören Melek de hızlı adımlarla onların yanına gelmişti.

 

"Tuttum seni." Duru korktuğu ve düşüş anı nefesini kestiği için minik vücudu titriyor göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu.

 

"T-tuttun. Ateş Duru'yu tuttu." Bu korku Duru'ya r harfini söyletmişti. Bundan sonra da arada bir söyleyemese de r harfi ile olan düşmanlığı ortadan kalkmıştı.

 

"Küçük meleğim, iyi misin?"

 

"Annem," iç çekerek Ateş'in kollarının arasından çıkıp annesine sarıldı. "Duru çok korktu."

 

Melek kızını kolları arasına alıp Ateş'in başını okşadı. "Hadi git yemeğini ye paşam. Bizde Duru hanımla biraz sohbet edelim." Ateş başını sallayıp yanlarından ayrılırken içindeki korkuyu dindirmeye çalışıyordu. Duru'nun saçının teline gelse adıyla her yeri yakıp yıkacak gücü hissediyordu kendisinde. Ona bir şey olsa göğüs kafesinin içindeki yumruk sanki atmayı bırakacak, hayatı ona zindan olacaktı.

 

"Daha iyi misin bebeğim." Duru hiçbir şey söylemeyip annesine daha çok sarılıp göz yaşlarını annesinin boynuna akıttı.

 

"Peki, sen konuşma ben konuşayım ama beni dinle. Ben sana korkma diyemem meleğim. Duygular bizi ayakta tutmak ve ya daha dibe çekmek için varlar. O duygular yaşanmazsa zaten bu hayat çok boş olur. Yeri gelince gülmesini de ağlamasını da korkmasını da bileceksin," Melek derin bir nefes alarak kızının sırtını okşadı. "Bunları içine atıp içinde yaşamana gerek yok bebeğim. Kimin yanında istersen ona açık olabilirsin. Bu kişi annen olur, baban olur ya da ne bileyim kardeşlerinden biri olur. Yeter ki içine atıp kendini bunaltma. Bu hayatı yaşayarak, düşe kalka öğreneceksin."

 

Duru annesinin boynundan başını kaldırarak annesinin bal rengi gözlerinin içine baktı. "Seni çok seviyorum melek annemm. İyi ki benim annemsin."

 

"Bende seni çok seviyorum küçük melek kızımm. Sende iyi ki benim kızımsın." Melek burnunu kızının küçük burnuna sürtüp yanağına kocaman bir öpücük bıraktı. Sonra ise kaşlarını çatarak kızına baktı. "Bana hala cuma günü ne olduğunu anlatmadın."

 

"Şey, sonra konuşalım mı anney. Karnım müzik çalıyor da. Açlıktan midemin belime yapışmasını istemiyorum." Melek kızının söylediklerine kahkaha ile gülmeye başladı. Duru'nun da neşesi yerine gelmeye başlamıştı.

 

"Yemek yerine seni yiyeceğim o olacak sonunda. Bir de Türkçe öğretmeni olacağım ama ben daha kızıma öğretemiyorum deyimleri." Eve yürümeye başladığında son kez, "sonra alırım seni sorgu odasına ama o zaman kaçamazsınız elimden küçük hanım." demiş bahçe kapısından içeri girmişti.

 

Herkes yemeğini yerken Duru hızlı hızlı yemeğini bitirip masadan erken kalkan olmuştu. Yine hiç kimse ile konuşmadan odasına çıkıp kanatlarına içini dökmeye başlamıştı.

 

Canının sıkkın olmasının sebebi ise Ateş'e sarılmış bir kız ile görmesiydi.

🪽

 

Uyku, vücudun en önemli ihtiyaçlarından biriydi. Zihni dinlendiren, vücut organlarının daha düzenli çalışmasında en büyük etken, ruhun rahatlamasını sağlayan bir ihtiyaç. İnsan vücuduna düzenli yedi sekiz saatlik bir uyku yeterde artardı.

 

Ama ben bu düzene uymayan insanlar grubuna ilk adımı yazdıranlardan olabilirdim. Derslerden dolayı uyuyamadığım geceleri şuan mumla arıyorudum. Hayır bir insanı zihnindeki düşünceler nasıl uykusundan edebilirdi ki? Biz uyusak o düşünceler uyurken beynimizin içinde dönse olmuyor muydu?

 

Ateş odadan çıkıp gittiğinden beri odanın içinde dört dönüyordum. Gece ışıkları kendini şafağa bırakmıştı ve ben hem ağlamaktan hemde uykusuzluktan göz altlarımı mosmor yapmayı başarmıştım. Gözlerimin beyazı kıpkırmızıydı. Evet Ateş gittikten sonra tekrar ağlamıştım çünkü çığlık ara ara zihnimde şiddetli bir şekilde yankılanmıştı. Ve ben bunu nasıl durduracağım hakkında hiçbir bilgi sahibi değildim.

 

Ben mi üniversite ile tanışacaktım yoksa o mu öcü gibi olan benimle tanışacaktı bilmiyorum.

 

Ateş'in numarası bende olmadığı için onu da arayamamıştım. Annesi ne durumdaydı daha iyi miydi hiç bilmiyordum. Evde kim var kim yok onu biliyor musun ki diye de sormayın. Onu da bilmiyorum. Ateş'i görür görmez ilk işim numarasını istemek olacak.

 

Odadan dışarı çıkmadığım için Doruk'un Ateş'lerle beraber gidip gitmediğini görmemiştim. Sesini de hiç duymamıştım. Özgür'den de haberim yoktu.

 

Kafamı dağıtmak için odamı incelemiş, eşyalarımı yerleştirmiştim. Şükür ki kendi odam pembe odadan daha iç açıcıydı. Babam zevkime göre tasarlayıp döşemişti. Siyah-gri tasarlanmış odamda gardırobum siyah cam kaplıydı, çift kişilik yatağıma yine siyah-gri nevresim takımı serilmişti. Duvarlar ve parkeler daha açık ton tercih edilmiş, ders çalışma masam beyaz, sandalyem ise açık griydi. Masamın üst duvarına monte edilmiş kütüphanem kitaplarla dolması için büyük ve genişti.

 

Odamdaki banyom ise Bursa'da ki evimizde olan banyonun tıpatıp aynısıydı. Balkonumda bana sevinç çığlığı attıracak detay ise çatıya uzanan merdiveni olmasıydı. Hayır psikopat değilim sadece yüksek yerlere çıkmayı seviyorum.

 

Elimde ki telefonu yatağın ucuna fırlatıp ayaklandım. Güneş kendini belli edercesine havayı turuncuya boyamaya başlamıştı. Banyo yapıp kendime gelsem çok iyi olacaktı. Daha sonra da sizinle birlikte yeni evimizin ilk sabahında çatıda biraz otur overthing saati yapardık. Tüm gece yapmamışım gibi.

 

Kıyafetlerimi üzerimden çıkarıp çıplak bir şekilde banyoya yürümüş, kendimi duşa kabinin içine atmıştım. Soğuk su düşüncelerimi donudurmak istercesine başımdan aşağıya döküldüğünde ürpermemek elde değildi. Göz altlarımı da kapatıcıyla kapattım mı bence normal halime dönebilirdim. Ah, kimi kandırıyorum gün boyu hiç kendimde olamayacak kadar çökmüştüm. Şimdi böyleysem ileride yaşayacağım hayal kırıklığında ne hale gelecektim kim bilir.

 

Biz seni toparlarız, Ateş kocamız da elimizden tuttu mu kısa sürede kendine gelirsin Dupduru. Çok teşekkür ederim ya. İçimi rahatlattın.

 

İçimdeki sese göz devirdiğimde sırtıma saplanan acı ile öne doğru büküldüm. Ah! Çok acıdı. Sanki biri sırtıma bıçağın keskin ucunu sonuna kadar saplamış gibi bir acı hissetmiştim

 

Bize göz devirme o zaman sende. Sana göz devirdiğim için mi bana bu acıyı çektirdin sen! Hadi ama senin daha ne olduğunu bile bilmiyorum. Haksızlık bu.

 

Hay sikeyim senin hafızanı DURU! Hak sana o acı. Ben ne yaptım ya. Hem ağzın çok bozuk biraz daha kibar olmalısın.

 

Sessizliştiğinde yine yalnız kalmıştım. Evet o konuşan şeyin sesini gerçekten duyuyorum. Normal bir insanın sesi gibiydi kulağıma gelen konuşma sesi. Kulağa çok korkunç gelsede yedi bölümdür buna çok alışmıştım. En yakın sırdaşım gibiydi. Ateş'e yürümese daha çok sevebilirim kendisini.

 

O senin kocansa bizimde kocamız! Tamam sustum. O acıdan istemiyorum yine. Aferim yola gel böyle.

 

Dakikalarca durduğum fıskiyenin altından en sonunda çıkabilmiştim. Üzerime bornozumu geçirip saçlarımdan damlayan sularla birlikte banyodan dışarı çıktım. Sıcak su ile yıkanmadığım için arkamdan buhar bulutu çıkmamıştı. Canım hiçbir şey istemiyordu. Dolabımdan siyah iç çamaşırlarımı alıp yatağın üzerine savurdum. Yine aynı şekilde kıyafet olarak siyah kalın askılı crop, siyah yüksek bel kot pantolon, şapkalı sweat çıkartıp dolabımın önünden ayrıldım. Evet sweatte siyahtı. Üzerimdeki tek renk bal rengi gözlerim olacak.

 

Bornozumun kuşağını çözüp omuzlarımdan aşağı bıraktığımda aynadan çıplak yansımamı görebiliyordum. Fark ettiğim bir detay ile kaşlarım çatıldı. Aynaya yaklaşıp sırtımı döndüğümde gördüğüm şeyle kaşlarım daha da çatıldı. Sırtımda derin olmayan ama orada kendini belli edecek derecede olan iki tane, sırtımdan belime uzunan yarık vardı. Sanki orada yaşam varmış gibi. Oradan dışarıya çıkabilen bir şey varmış gibi.

 

Ya salak Duru onlar biziz biz, kanatların! Biz artık senin bu hafızana katlanamıyoruz. Bizi tekrar hatırlayana kadar konuşmuyoruz seninle. Rahatsız etme bizi.

 

Bunu duymamla zihnimde geçmiş diyebileceğim sesler yankılandı.

 

Benimde kanatlayım vay mı anney.

 

Aytık benimde kanatlayım çıksın.

 

Onlayı çok meyak ediyoyum.

 

Anneeee benim de senin gibi beyaz kanatlayım vayy.

 

Çok güzelley onlayı çok seviyoyum anney. Çok güzel anlaşacağımıza inanıyoyum.

 

Bu bir yanılsama olmalıydı. Bunları ben söylemiş olamazdım. Ben normal bir insandım neden kanatlarım olsun ki? Ne alakaydı?

 

Hızla yatağımın üzerindeki kıyafetlerimi bedenimi kapatması için giyindim. O izleri görürsem delirirdim. O soğuk duvarlar, bir daha arasına düşmek isteyeceğim yer değildi. Saçlarımı kurutmadan telefonumu aldığım gibi balkona çıktım. Ayazın ilk ışıkları yüzüme vurduğunda bunu daha iyi hissetmek için çatıya uzanan merdiveni tırmanmaya başladım.

 

Çatının ucu ile tepe arası bir yere oturup havayı içime çektim. Her yer ayaklarımın altındayken hissettiğim huzur çok başkaydı. Hayır bu kendimi beğenmişlik ya da yükseklerde görmek değildi. Bu bambaşka bir duyguydu benim için. Daha özgür, daha kendim hissediyordum. Özüm sanki kuş gibi uçmak gibiydi.

 

Telefonumun şifresini girip rehberden babamın numarasını tuşladım. Hoparlöre alıp telefonun açılmasını bekledim. Eğer biraz olsun babamı tanıyorsam bu saatlerde uyanık oluyordu. Belki de sarhoş. İçtiyse sızması çok yakındı.

 

"Bal bebeğim?" Babamın sesini duymak bir nebze olsun içimi rahatlattı. Biraz olsun diyorum çünkü ne zamandır içimi rahatlatan ses bu değildi. O sesi tekrar bulabilir miydim bilmiyorum. Umarım o ses benden hiç gitmezdi.

 

Babamın sesi çakır keyifli çıkıyordu. Yine bir kaç şişe devirmiş.

 

"Yaş almış babam. Nasılsın?" diye şakıdım. Uykusunu almış dinç bir sesle. Uyumuşum gibi.

 

Telefonun diğer tarafından 'cık'layan sesi geldi kulağıma. "Sen utanmıyor musun babana yaşlı demeye!"

 

"Ben yaşlı demedim ki. Yaş almış babam dedim. Sen kendin uyduruyorsun şuan. Çok ayıp sen benim yakışıklı, boylu poslu, genç babama nasıl yaşlı dersin, baba!?"

 

"Ben senin babana niye yaşlı diyeyim. Sen diyorsun ya yaşlı babam nasılsın diye!"

 

"Bak hala babama yaşlı diyorsun. Seni yakışıklı, genç babama söyleyeceğim."

 

"Seni dinliyorum babam söyle hadi. Kim bana yaşlı diyormuş?" Kahkaha atmaya başladığımda onunda kısık gülüşünü duymuştum. Onunla uğraşmak bu hayatta zevk aldığım şeylerin başında geliyordu.

 

"Sen niye bu saatte uyanıksın bakayım?" Diye soru soran sesini duyunca gülüşüm yavaşça soldu.

 

"Sen niye uyanıksan o sebeple uyanığım."

 

"Niye uyanıkmışım?"

 

"Bizi terk eden kadından dolayı değil misin? Sürekli geceleri onu düşünüp şişe devirmiyor musun? Neden kendine acı çektiriyorsun baba? Değer mi onun için bu kadar acı çekmeye." Kısık sesle söylediklerimle kaskatı kesilmiş bedenini yanımdaymışçasına hissettim. Nefes almayı bile bırakmış ağırca yutkunmuştu.

 

"Bu konuyu hani açmayacaktık. Hani deşmeyecektik yaralı yüreğimizi. Sen söyle şimdi neden uyanıksın bu saatte."

 

"Hiç uyuyamadım ki?" Babam görmese de çocuk gibi omuz silktmiştim.

 

"Neden?"

 

"Dün bir rüya gördüm. Beni derinden etkileyen bir rüyaydı. Önce çocukluğumu bir erkek çocuk ile gördüm. Daha sonra bembeyaz alanda kapalı kapı. O kapıyı yarım bir şekilde açamadan bir kadın çığlığı duyduğumdan beri uyuyamıyorum," Derin bir nefes alıp kısık sesle tamamladım cümlemi. "Dün gece de krizin eşiğinden son anda Ateş'in sayesinde kurtuldum."

 

Telefonun diğer tarafından devrilen sesler duydum ama anlam veremedim. "kadın çığlığı mı?" babamın sesi o kadar kısık geldi ki kulağıma ne dediğini zar zor duydum. Bir cevap vermedim.

 

"Şimdi nasılsın? Neredesin?" Bunu daha sesli sormuştu.

 

Ayağa kalkıp aşağıya baktım. Bence nerede olduğumu duyunca çıldıracaktı. Bu olayın üzerine çatıya çıkmamı çok yanlış anlayacaktı. Yan evin bahçesinde gördüğüm hareketlilikle bakışlarım oraya kaydı. Odam arka bahçeye baktığı için yan evin de arka bahçesi gözlerim önündeydi. Bahçe kapısından çıkan Doruk'u görünce şaşırmamıştım. Eğer evde olsaydı kırk defa yanıma geleceğini biliyordum.

 

Ardından Ateş dağılmış bir şekilde bahçeye çıktığında gözlerimin içi titredi. Saçları karışmış bir şekilde alnına dökülmüş üzerindeki tişört buruşmuştu. Yüzü o kadar düşüktü ki onu bu şekilde görmek kalbimin derinlerine iğne batmışçasına sızlatt. Gece boyu benim gibi uykusuz kaldığı buradan bile belli oluyordu. Gözlerimin sulandığını hissetsem hiçbir şey yapmadım. O kadar mı kötüydü annesinin durumu.

 

Doruk cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dal dudaklarına yerleştirip karşısındaki dikilen Ateş'e uzattı. Ateş'te hiç itiraz etmeden almış hafif dolgun dudaklarının arasına sıkıştırmıştı. Doruk beşiktaşlı çakmağını sigarasını yakması için Ateş'e uzattı. Ateş ise çakmağa ters bir bakış atıp yüzünü iğrenç bir şeymiş gibi buruşturmuş, ağzının içinden bir şeyler mırıldanıp yakması için sigarasını Doruk'a uzatmıştı. Bu yüz ifadesi benim kıkır kıkır gülmem için son derece başarılıydı. Doruk'un küfür ederek sinirli bir şekilde Ateş'e söylendiğine kalıbımı basardım. Ama buna rağmen sigarasını yakıvermişti. Fenerbahçeli biri için o çakmağı almak takımına büyük bir ihanetti.

 

Ateş'i görmemle babamın varlığını unutmuştum. Bana kendisini hatırlatan şey adımı bağırarak seslenmesi olmuştu.

 

"DURU?" Öyle bir bağırdı ki hoparlöre aldığım telefon elimde zıpladı. Ödüm bokuma karıştı burada.

 

"Ay! Babam, ne bağırıyorsun? Burdayım işte."

 

Daha tuhaf olan şey neydi biliyor musunuz? Aramızdaki mesafeye rağmen Doruk'un sesini yanımda konuşuyormuş gibi duymamdı.

 

"Uykusuzluktan kafayı yedim herhalde, Kadir amcamın Duru diye bağırmasını duymamın başka bir açıklaması olamaz." Demişti karşısındaki Ateş'e.

 

Ateş ise kaşlarını çatıp, "seninle birlikte kafayı yemek istememekle beraber aynı sesi bende duyduğumu çok rahat bir şekilde söyleyebilirim. Ayrıca duymamız çok normal çünkü Duru hanım telefonu hoparlöre almış çatıda babası ile konuşuyor." Diyerek gözleri nerede olduğumu bilir gibi şak diye ballılarımı bulmuştu. Yerimde sendeledim bu hareketi ile. Beni benden daha iyi tanıyor gibiydi.

 

Onları daha fazla dinleyememin sebebi ise tekrar babamın adımı bağırmış olmasıydı.

 

"ULAN, DURU! SANA KONUŞUYORUM BURADA SEN BENİ DİNLİYOR MUSUN?"

 

"Öncelikle babacım, bağırmasan. Seni çok rahat duyuyorum."

 

"O zaman ne diye soruma cevap vermiyorsun deli kız?"

 

"Aşk olsun babacım ben deli miyim? Sadece bir yere daldım. Yani bir kişiye." Hakarete uğramış gibi bir elim göğsüme gitti.

 

"Kime? Lan Duru gider gitmez mi? Ve hala sorumun cevabını alamadım. Neredesin şuan?"

 

"Sana cidden aşk olsun baba. İnsan bana oraya gittiğimde Bursa'da gördüğüm motorcu çocuk ile komşu olacağımı, artı o çocuğun Levent amcamın oğlu olduğunu söyler. En azından hazırlıksız yakalanmazdım. Ayrıca çatıdayım."

 

Bir süre sessiz kaldı. Daha sonra ise kısık bir sesle, "hatırladın mı o çocuğu?" diye sordu. Çatı da olmama takılmamıştı. Hayret.

 

"Sana sorup cevabımı alamadığım motorcu çocuğu hatırlamamak benim ayıbım olurdu. Tabi ki görür görmez hatırladım." Derin bir nefes aldığını duydum. Bu konu hakkında başka bir şey söylemedi. Neden başka bir anlamda sorduğunu hissediyorum.

 

"Baba, harbi çok yakışıklı biliyor musun? Ayrıca içimde ona karşı hiçbir yabancılık yok. Ben onu senin damadın yapmazsam bana da Duru Sağlam demesinler." Telefondan bip sesini duymamla şaşkınca ekrana baktım. Babam telefonu yüzüme kapatmıştı.

 

"Şaka mı bu? Resmen yüzüme kapattı telefonu. Aman neyse yine de kafama koydum Ateş damadın olacak Kadir bey."

 

"Lan deli, bize orada ne yaptığını söylemek ister misin?" Aşağıdan bana konuşulmasıyla başımı aşağıya eğdim. Bizim evin bahçesine gelmiş kafalarını yukarı kaldırıp bana bakıyorlardı. Ateş sessizce beni izliyordu. Doruk'un da bana deli demesi bugün ikinci kez yediğim en büyük hakaretti ama!

 

İki bahçe arasındaki kapıyı açık olmasıyla yeni fark ediyordum. İki bahçeyi birbirine bağlayan yapraklarla kaplanmış bir kapı vardı.

 

"Hiiiçç, hava almaya çıktım. Ayrıca bana deli diyerek küfür etmen çok kırıcı."

 

"Lan balkon neyine yetmiyor. Kuş gibi tünemişsin çatıya." Kendisine sadece omuz silkmekle yetindim.

 

"Uyuyamadın değil mi?" Bu soru Ateş'ten gelmişti. Sorusu karşısında derince yutkundum ama belli etmedim. Sesi yorgun çıkıyordu. Bu yakışıklı direk çocuk artık kalbimi durdurmak yerine çalıştırma büyüsünü bulmalıydı.

 

"Yanımda yatmadın ki uyuyabileyim." Bu sefer yutkunma sırası ona geçmişti.

 

Annesi fenalaşmışken yanımda yatmasına zaten izin vermezdim. Bencil biri hiç olmamıştım. Ama bu onunla uğraşmayacağım anlamına gelmiyordu. Bugün üniversiteden sonra annesini ziyaret edecektim. Şuan rahatsız etmek istemiyorumdum.

 

"Ulan, Duru. Dilimi lâl ettin. İn aşağıya hadi saçların da ıslak hasta olacaksın." O benim kalbimi hızlandırırken iyiydi ama.

 

"Peki iniyorum. Düşersem tutarsınız artık beni."

 

"Lan kötüyü niye çağırıyorsun amına koyayım!"

 

Doruk'un kızmasına gülerek merdivenin olduğu yere yürüdüm. Ama ayağımdaki terlikler kayıyordu. Kiremitlere sağlam basmaya çalıştıkça sanki buz tutmuşçasına kayacak gibi oluyordu. Tek bir adımla, tek bir kararla hayatınız ayağınızın altından kaymasına engel olmazdınız ya. Şuan kendimi o zorlukta gibi hissediyordum. Bir adım daha atmamla ayağımın altındaki kiremitin kayması, kolumun üzerine yan düşüp yuvarlanmaya başlamam bir oldu. Çatının ucuna kadar yuvarlansam da tutunamadığım için aşağıya düşmeye başladım. Her şey saliselik gerçekleşmişti.

 

ÇATIDAN AŞAĞIYA DÜŞÜYORDUM.

 

Nefesim kesilmişti. Gözlerim sıkı sıkıya kapanmış dudaklarımdan çıkan çığlığa engel olmamıştım. Doruk haklı kendi kendime kötüyü çağırmıştım. Saniyelik düşüş ağır çekime alınmış gibi çok uzun sürmüştü. İki katlı bina sanki sonsuz uçurum gibiydi. Ben yere çakılıp vücudumda türlü türlü acı beklerken hiç öyle olmadı. Bir çift kaslı kol beni tutmuştu.

 

"Tuttum seni."

 

Göğsüm deli gibi inip kalkarken başımı Ateş'in sert göğsüne yasladım. "T-tuttun, yakışıklı direk çocuk Duru'yu tuttu." Titrek bir şekilde kısık sesle konuşmamı sadece o duymuştu. İki elimde çırpınan kalbimin üstüne örtülmüştü.

 

"Ah, kafam. Siktir çok acıdı lan." Doruk'un acı içinde inlemesiyle kapalı gözlerimi zorlukla araladım. Gözlerimin kapalı olduğunu bile şuan fark ediyordum. Beni ilk tonunu bir türlü seçemediğim kahveler karşıladı. Hala beni sıkı sıkı kucağında tutuyordu. Sanki bıraksa yere düşmemden korkar gibi.

 

"Sikicem şimdi sizin aşk bakışmalarınıza he. Burada kafam yarıldı amına koyayım ama sizin umurunuzda değil!"

 

Bakışlarımızı birbirinden koparıp Doruk'a döndük. Başından akan kanı gördüğümde bir elim ağzıma örtüldü. "Hii, Doruk senin kafana ne oldu?" Bu soruyu sorarken hala Ateş'in kucağındaydım. O da beni bırakmadı.

 

"Lan iki dakika da ne yaptın kafana çakma sarı?"

 

Doruk kaşlarını çatarak dişlerinin arasından konuştu, daha doğrusu tısladı. "Birincisi ben çakma değil gayet organik orijinal sarıyım. İkincisi Duru hanımın çatıdan düşürdüğü kiremit parçası kafama düştü!"

 

Olayın trajedisine gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Az önce çatıdan düşmüştüm ve beni Ateş kurtarmıştı. Şimdi ise Doruk'un kafasından yüzüne doğru süzülen kan vardı. Ateş'in yüz ifadesi de ne tepki vereceğini bilemediğinden kasılıp duruyordu. Eğer gülersek Doruk anamızı ağlatana kadar ya kovalar ya da dayak atardı. Ben bunların düşüncesine dalmak istesemde bahçeden tiz bir çığlık duyulduğu için pek dalamadım. Kulağım çınladı burada.

 

"Dorukk. Ne oldu senin kafanağ."

 

"Oha başı kanıyor." Ve küt diye yere düşen ayrı bir ses.

 

Başımı arkaya doğru çevirdiğimde Su endişeli halde Doruk'un yanına geliyordu. Yere düşen şey ise. Pardon kişi diyecektim. Özgür'den başkası değildi.

 

"Şey sanırım beni bırakman gereken yerdeyiz aslan parçası." diye fısıldadım Ateş'e. O da hiç itiraz etmeden beni ayaklarımın üzerine bıraktı.

 

Su Doruk ile ilgilenirken ben Özgür'ün yanına ilerledim. Ateş de beni takip etmişti. Salak çocuk kanı görünce bayıldı.

 

Yanına eğildiğimde yüzüne hafifçe, sarsarak, takatlamaya başladım. "La koca oğlan, yok bir şey. Kalk yerden bak bir gören olacak." Uyanmadığını görünce Ateş'e baktım. İflah olmaz der gibi Özgür'e bakıyordu. Yumruk atmaya hazırladığı elini görünce gözlerim faltaşı gibi açıldı. Hemen elimi yumruğuna sarıp durdum onu.

 

"Bıraksana bir tane vurayım kendisine gelir."

 

"Ay saçmalama Ateş. Vurulur mu küçücük çocuğa?"

 

"Bunun neresi küçük Duru. Koskoca adam olmuş küçücük kandan korkup bayılıyor."

 

"Olsun vurulmaz öyle," sesimi biraz daha yüksek çıkartıp Özgür'ü kendisine getirecek ilacı söyledim. "Oha! Ateş sende benim gördüğümü görüyor musun? Evin bahçe girişinde sarışın, mavi gözlü, çıtır afet duruyor."

 

Ateş sen görürsen gözünü oyar eline veririm.

 

Buna rağmen Ateş gözümün içine baka baka ne dedi biliyor musunuz? "Hani nerede?" Sırıtarak söyledi bir de bunu.

 

Kısık sesle, "ebenin amında." desemde isteksizce işaret parmağımla kapıyı gösterip sesli bir şekilde konuştum. "İşte orada, tam Özgür'lük." Tam Özgür'lükü bastırarak söylemiştim. Yaptığım imâyı anladığı için dudağının bir kenarı çapkınca kıvrılmıştı. Gözleri ise ayıplar şekilde bakıyordu. Muhtemelen ilk söylediğim şeyi de duymuştı.

 

"Vallaha mı? Duru bu şekilde yakışıklı mıyım? Çabuk söyle yoksa ağzının ortasına çakarım." Özgür tek gözünü açıp bana baktığını görünce yanağında duran elimi çektim. Yumruk atmadan da ayıltmasını biliyorum evelallah.

 

Ayağa kalkıp, "ayıldığına göre Doruk'um ile ilgilenebilirim artık." Bana hayak kırıklığı ve sinirli gözlerle baksa da umursamadım.

 

Su ve Doruk bahçe kapısından içeri girdiği için bende eve adımı mı attım. Ateş'in telefonu çaldığı, Özgür'ü de kan tuttuğu için bahçede kalmışlardı. Su, mutfak tezgahından aldığı peçeteyi Doruk'un başına bastırıyordu.

 

"Durumu ne? Kan duracak gibi mi?

 

"Hayır tatlım, dikiş gerekli."

 

Doruk'a yaklaşıp bakmak için peçeteye dokunduğumda Doruk hızla başını çekmişti. "Sen dokunma, senin dokunmanı istemiyorum. Hem yarıyorsun hem bakıyorsun."

 

Sert çıkışı ile yerimde sendeledim. Bu şekilde sert çıkışmasına gerek var mıydı? Elim yavaşça yanıma düştüğünde ondan uzaklaşmıştım. Bu davranışına anlam veremesemde üstelemedim. "Tamam, dokunmuyorum. Hava aydınlandı zaten siz araba ile acile gidin. Dikiş attırın. Bende hazırlanıp üniye geçerim. Orada buluşuruz." Diyerek yanlarından ayrıldım.

 

Kalp insanın sadece kan pompalayan organı değildi. Aynı zamanda duygularımızı içinde barındıran bir yumruydu. Ve en çokta sevdiğine gülüyor, sevdiğine ağlayıp, sevdiğine kırılıyordu. Ve siz buna engel olamıyordunuz. Gülerken hızlanıyor ağlarken içini burkuyor kırılınca ise çok fena sızlatıyordu kendini.

 

Benim kalbim en çok sevdiklerim için yaşıyordu. Doruk'a kırılsamda belli etmeyip odama çıkmıştım. Kırıldığımı anlayabilirdi ama bu kırdığı gerçeğini değiştirmiyordu. Hayır çıt kırıldım bir insan değilim sadece sevdiklerim olunca böyle bir kıza dönüşüyordum. Dışarıdan biri bana bu şekilde davransa siktiri çekerdim.

 

Şey benimle konuşmayacak mısın gerçekten? Konuşalım mı istersin? Evet, lütfen.

 

Sığınacağın biz varız değil mi? Olan bitenin farkındayız boşver dupduru bir dahaki görüşümüzde yüzüne bir yumruk atar içimizi rahatlatırız. Öyle mi dersin. Lütfen susma olur mu sana çok alıştım çünkü.

 

Sen Doruk'u bırakta az önce ne olduğunun farkında mısın? Kocamız bizi kurtardı. Gerçi ona gerek kalmadan biz seni kurtarırdık ama tripliyiz. Ne? Tripli olduğun için mi kurtarmadın? Yok Ateş'imiz kurtarsın diye.

 

Aşağıdan duyduğum seslerle aldığım eşyalarımla odadan dışarı çıktım. Aşağıdakilerin tartışma seslerini duyup merdiven başında durdum. Evet gizlice dinlemek kötü bir şeydi ama konunun benimle ilgili olduğunu hissediyordum.

 

"Lan, götelek iki dakikada ne dedin de kaçırdın kızı." Sinirli çıkan ses Ateş'e aitti.

 

"Başıma dokunmamasını söyledim," göremesemde Doruk'un ayağa kalktığını hissetmiştim. Sesini yükseltmemek için kendini tuttuğu belli oluyordu. "Dokunsa normal bir şey mi olacak lan. İyileştirse ne söyleyeceğiz kıza sanki göt. Ayrıca sen ne diye bu kadar öfkelendin amına koyayım, gelip bana çatıyorsun."

 

"Arayan Kadir amcaydı. Bana kızdı yine her zaman ki gibi. Ne yap ne et kendini ondan uzak tut diyor. Sikeceğim onların yapacakları işleri. Olan ikimize oluyor." Ateş'in sesi çok sinirli.

 

"Ne demek uzak tut. Onu buraya gönderirken her şeyin farkındaydı. Ayrıca daha ne kadar uzak tutacak sizi. Buna daha ne kadar engel olabilir." Sadece Doruk ve Ateş'in sesi geliyordu. Özgür ve Su'yun orada olmalarına rağmen sesleri çıkmıyordu.

 

Babam neye engel oluyordu? Ve neden Ateş'i sıkıştırıyordu? Şuan hiçbir şey anlayamıyordum. Kafam allak bullak olmuştu. Neyden bahsettikleri hakkında hiç bir fikrim yoktu.

 

"Verdiği kararlar bizi mahvetmekten başka hiçbir şey değil amına koyayım. Senelerdir yaptıkları hiçbir işe yaramadı. Ne Melek teyzemden, ne de Ayla teyzemden bir iz var. Annemin durumu da iyice kötüye gidiyor." Ateş'in derin bir nefes aldığını duydum.

 

Artık merdivene oturmuş bir şekilde dinliyordum onları. Konuştukları şeyler başımı ağrıtmaya başlamıştı.

 

"Duru'nun her şeyi anlaması an meselesi. Dün bana Su ile yakınlığımı sordu. Bende sadece arkadaşım demek zorunda kaldım."

 

"Ben senin arkadaşın mıyım Doruk?" Doruk, Su'ya cevap vermeden kendi kendine yükselmişti.

 

"Siktir, siktir, siktir. Ben ondan önce de tanımıyorum demiştim. Koca bir hassiktir!"

 

Evet bunu idrak edebilmesi büyük başarıydı. Aralarında bir şey olduğunu zaten hissetmiştim. Ama ben bana söylemesinde değil yalan söylemesinde takılı kalmıştım.

 

"Lan Doruk. Sen bilmiyor musun Duru'nun en nefret ettiği şeylerden biri yalan." Ateş'in artık beni tanıdığına eminim.

 

"Ne yapacağım?"

 

Bana her şeyi anlatabilirsin.

 

"Ona baştan her şeyi anlat. Yalansız bir şekilde. Levent amcayı, bizi küçüklüğünden beri tanıdığını Su'ya gönlünü kaptırdığını söylersin." Ateş sıkıntılı bir nefes verdi. "Kadir amca, Duru'nun gördüğü rüyayı unutmasını sağla dedi," sesi titreyerek cümlesini tamamladı. "Doruk ben artık gücümü Duru'nun üzerinde kullanmak istemiyorum." Sesi çok çaresiz çıkmıştı.

 

Daha fazla dinlemek istemediğim için çantamı koluma takıp merdivenleri inmeye başladım. Gözüm salona kaymak istesede değdirmeden dış kapıyı açıp kendimi dışarı attım. Arkamdan kapı kendi kendine kapanmıştı. Temiz havaya ihtiyacım vardı. Bol hava hemde.

 

Hızlı adımlarla yola çıkıp yürümeye başladım. Arkamdan kapının açılma sesi doldu kulağıma. Ama üzerinde durmadım. Ardından koşar adım gelen birini işitti kulaklarım. Evden çok uzaklaşamamıştım

 

"Duru, beklesene." Durup bana yetişmesini bekledim. Ne kadar da söz dinleyen bir kızım. Hiç bir şey duymamış gibi gülümseyerek arkamı dönüp Ateş'e baktım.

 

"Efendim Ateş."

 

"Nereye gidiyorsun?"

 

"Üniye." Uzun halini söylemek fazladan nefes olduğu için oksijen israfı benim için.

 

"Eğer biraz beni beklersen birlikte gidelim. Ben götüreyim seni."

 

"Asla hayır demem."

 

"Tamam, ben üzerimi değiştirip geleyim sende motorun yanında beni bekle." Kolumdan sürükleyerek beni evin önünde duran motorunun yanına getirdi. Kollarımı göğsümün altında birleştirip motora yaslanacağım sıra 'cık'layarak beni durdurdu. Anlamadığımı belirtircesine bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde ise sırıttı.

 

"Şimdi sen yaslanırsın ağırlığını verecek olursun benim koca bebeğim yere düşer, çizilir falan olmaz. Kalbim dayanmaz."

 

Şokla Ateş'e baktım. "Ne demek istiyorsun, bu demir yığını benden daha mı değerli onu mu demek istiyorsun. Anlayamadım."

 

"Ya bak niye küfür ediyorsun oldu mu şimdi bu. Kalbini kırdın bebeğimin."

 

"Ben gidiyorum ya. Sende motorunda ne haliniz varsa görün." Arkamı dönüp gitmek için adımlayacaktım ki kolumdan tutup beni durdurdu. Ve hiç beklemediğim bir şeyi yaptı. Yanağıma anlık sert bir öpücük kondurdu.

 

Yanağımı öptü. Ateş beklemediğim bir anda yanağımdan öptü.

 

"Geliyorum beş dakikaya, koca bebeğim sana emanet." Diyerek koşar adımlarla evine girdi. Sesi eğlendiğini belli ediyordu. Ben ise donmuş bir şekilde kalakaldım. Elim yavaşça dudaklarının değdiği yere kondu. Kalbim ise bana ihanet edercesine çırpınıyordu. Göğüs kafesimin alanı ona az geliyormuş gibi dışarı çıkmak için atıyordu sanki.

 

Bu yakışıklı direk çocuk ya benim ilerideki yolum ya da felaketli sonum olacaktı.

 

Beş dakika dolmadan kapıdan çıkıp bana doğru adımlamaya başlamıştı. Baştan aşağı onu incelediğimde benimle aynı giyindiğini fark ettim. Altına siyah kot, üzerine siyah vücuduna yapışan tişört giymişti. Bir kolunda da asılı duran iki tane deri ceket ve bir adet motorcu kaskı vardı.

 

"Çok bekletmedim değil mi?" Olumsuz anlamda başımı salladığımda bana deri ceketlerden birini uzattı. Kadın ceketiydi.

 

"Al bunu giy. Madem takım olduk tam takım olup hakkını verelim."

 

"Bekle o zaman, üzerimde ki sweati çıkarayım. Terlemek istemiyorum." Çantamı eline tutuşturup sweatimin altından tutarak üzerimden çıkardım. Bu sırada Ateş sadece beni izliyordu. Ama bundan hiç rahatsız olmadım. Karşısında siyah cropumla kaldığımda Ateş gözlerini karnıma dikmişti.

 

"Oha karın kasın mı var?"

 

"Evet, ne sandın oğlum. Bizde boş değiliz," kolumu havaya kaldırıp kolumdaki kası sıktım. "Bak gördün mü ne kadar şiş. Eğer bir yanlışını görürsem deviriveririm seni yere."

 

Sözlerimle koca bir kahkaha attı. Çok güzel gülüyor.

 

Sonra o da kendi kolunu sıkınca kafam kadar şiş pazıları gözlerimin önüne manzara niyetine serildi. "Yarışmak istemezsin bence."

 

Elimi koluna sarıp sıkmaya çalıştım. Ama başaramadım. "Oha, Ateş oha, Acun Ilıcalı'nın bir lafı vardır bilir misin?" Sırıtarak başını salladı. "Hoy maşallah aslan parçası, hoy maşallah. Seninle bir ara aynada poz vererek fotoğraf çakinelim. Boyum uzun olmasına rağmen yanında kısa kalıyorum güzel bir poz olur. Harbi senin boyun kaç? Benim 1,78 olmasına rağmen kafamı fizana kadar kaldırarak bakmam gerekiyor sana. Kafamı da boyun yüzünden kırmıştım bunu da unutmadım." Elinden aldığım ceketi hem giyiyor hemde konuşmaya devam ediyordum. "Ayrıca ne olmuş yani kafam kadar şiş pazıların varsa. Bu seni yere seremeyeceğim anlamına gelmiyor. İlla ki seni yere sere-" başımdan geçen kaskla konuşmam kesildi.

 

"Yine nefes almayı unuttun bal göz. Olur çekiniriz. Boyum 1,98, kafanı da omzumda olduğun için çarptın ve eminim ki beni bu kaslı kollarınla yere serersin. Hadi bin artık gidelim şuradan." Kısa ve öz bir cümlede tüm sorularımı yanıtlamıştı.

 

Kaskını kafasına geçirmeden önce elinde tuttuğu şeyi bana uzatınca anlamsızca ona baktım. "Cüzdanımı çantana atsana. Motor sürerken farkında olmadan düşebiliyor. Düşmesini istemeyeceğim kadar değerli benim için." İkiletmeden cüzdanı alıp çantamın içine atarak çantamın fermuarını çektim. O motora bindiğinde arkasındaki yerimi almıştım. Ateş de kaskını kafasına geçirip motoru çalıştırdığında sıkıca beline sarıldım.

 

Su'yun anlatımlarına göre çok hızlı kullanıyordu. Buna hazır mıyım hiç bilmiyordum. Ölmek için daha çok gencim.

 

Ara gaz verip gazı köklediğinde ağzımdan firar eden çığlığa engel olamadım.

 

Motorun homurtusu etrafı sarıyordu. Ateş, dengeyi ustalıkla sağlıyor, yeni yeni başlayan trafikte arabaların arasından makas ata ata geçiyordu. Motorun kaslı gövdesi ve parlak metal yüzeyi, hızla ilerlerken güneşin yeni ısıtan ışığında parıldıyordu. Rüzgar, kaskın içinde uğuldayarak geçiyor, hızla ilerleyen motor adeta zamana meydan okuyordu. Ateş'e yapışmış durumdayım. Eğer biraz daha hızlı giderse içine girebilirdim. Artık gözlerim sıkı sıkı kapanmıştı. Yaklaşık yarım saati geçkin bir sürede kocaman bahçesi olan üniye giriş yaptığımızda Ateş motoru park etmiş motordan sırtına yapışmış bir adet ben ile inmişti.

 

Ayaklarımı bile Ateş'in beline sarmışım farkında olmadan. Ateş benimle birlikte indiği için koala gibi kendisine sarıldığım için kaskın altından güldüğünü işitebiliyordum.

 

"Beni bu kadar sevdiğini bilmiyordum. Bırakmadığına göre," bacaklarım adrenalinden dolayı titresede Ateş'i bırakıp ayaklarımı yere bastım. Kaskın içinden dik bakışlarım yüzünü buldu. Kaskın içinden göremeyeceğini hissedip kaskı hızla kafamdan çıkarttım. Saçlarım dağıldığı için başımı öne eğdim ve hızla kafamı kaldırıp saçlarımın arkaya savrulmasını sağladım. Gözlerimin önü açıldığı için dik bakışlarımı Ateş'e diktim. Vizörü kaldırmış dikkatle ve derin bakışlarla beni izliyordu. "Kalbime kastın mı var bal göz? Ne diye böyle havalı hareketler yapıyorsun."

 

Bana deyip kendisi kaskını çıkarıp dağılmış saçlarını kemikli eliyle dağılmış saçlarını biraz daha dağıttı. Etraftaki dişi sineklerin gözlerini Ateş'e diktiğini görmesemde hissedebiliyordum. "Asıl senin, benim kalbime kastın mı var aslan parçası? Ayrıca o nasıl motor sürmekti öyle. Öldürecek miydin bizi. Hayır birde makas atıyorsun arabaların arasından geçerken. Ya bir arabaya çarpıp kaza yapsaydık. Ya sana bir şey olsaydı. O zaman ben ne yapardım? Ya dikkattin dağılsaydı yere yapış-" dudaklarıma değen parmaklar ile yine cümlem yarıda kesildi. Ama bu artık benim canımı sıkmaya başladı.

 

Sen az önce Ateş için endişelendiğini dile getirdin farkında mısın? Kocamızı bu kadar hızlı sahiplenmen çok hoş. Hayır farkında değilim. Hızdan bu kadar korktuğumu bilmiyordum.

 

"Eğer biraz daha konuşmaya devam edersen herkesin önünde dudaklarına yapışacağım bal göz, haberin olsun."

 

Gözlerimi kısarak ona baktım. "İcraat göstermeyen yakışıklılara inanmıyorum maalesef."

 

Uuuu, sen artık bizi de aştın Duru hanım. Tabi ne sandın.

 

Sözlerimle birlikte aramızdaki mesafeyi aşarak üzerime doğru eğildi. Kalbim heyecanla kasılınca elimi bastırmamak için kendimi zor tuttum. Gözlerim heyecanla kırpışarak kahve tonlara tutundu. Gerçekten öpecek miydi?

 

"Çok kaşınıyorsunuz Duru hanım, haberiniz olsun."

 

"Sizde kaşımıyorsunuz ki Ateş bey ben ne yapayım?"

 

"Kaşıyalım madem," nefesi yüzüme vurunca gözlerim kendiliğinden kapandı. Aramızdaki mesafe o kadar azdı ki dudaklarının varlığını dudaklarımda hissettim. Heyecandan kalbim duracak şimdi.

 

Ve Ateş'in telefonundan yükselen bildirim sesleri en güzel anımızın içine sızdı.

 

Birisi üst üste mesaj atıyordu. Ateş sinirle soluyup benden uzaklaştı. İkimizinde ağzından "sikeyim" lafı döküldü. Aynı andan söylemiştik.

 

Cebinden telefonunu çıkartıp gelen mesajlara baktığında yüzü kasılmıştı. Merakla yüzüne baktığımda, "Bununla ilgilenmem gerekiyor güzelim. Sen içeri gir beni bekle on dakikaya yanına gelir sana üniversiteyi gezdiririm." diyerek beni bırakıp içeri yürümeye başladı.

 

Şaka mı bu! Ne güzel öpüşecektik. HEMDE HERKESİN ÖNÜNDE.

 

Daha fazla dikilmeyip içeri yürümeye başladığımda bir yandan çantamdan telefonumu arıyordum. Elime takılan bir şey ile durdum. Ateş'in cüzdanı bende kalmıştı. Onun için bu kadar değerli bir şey bende daha fazla kalmamalıydı.

 

Ateş'in girdiği binaya doğru koşturduğumda yakışıklı bedenini gözden kaçırmak üzereydim. Binadan içeri girdiğimde tam arkasından bağırmak üzereydim ki sert bir şeye çarptım. Hayır bir şey değil beden. Sert bir bedene çarptım.

 

"Ay, çok pardon size çarpmak istememiştim." Bir adım geri çıkıp çarptığım bedene baktığımda baştan aşağı süzmek durumunda kalmıştım.

 

Esmer tenli, siyah gür saçları olan, koyu göz rengine sahip, yaklaşık 1,96 boylarında bir erkek öğrenci tam karşımda dudağının bir kenarında gülümseme ile bana bakıyordu.

 

Yerimde rahatsızca kıpırdandım. Kendisinden hiç iyi enerji almıyordum. Neden şeytanın oğluymuş gibi hissediyorum.

 

Başını omzunu eğip beni süzdüğünde dudaklarından tek bir cümle çıktı. "Melek kızı?"

 

Bende aynı yaptığı gibi başımı omzuma eğdim. "Şeytan oğlu," sadece hissettiğimi söylemiştim. "Pardon, tanışıyor muyuz?"

 

Sözlerime şaşırmıştı. "Ne," duraksasa da yüz ifadesini toplayıp devam etti konuşmasına. "Yani şey hayır tanışmıyoruz." Bana yaklaşıp kulağıma, "Ama en kısa zamanda tanışacağız meleğin kızı." fısıldadı. Yanımdan geçip gittiğinde yerime çivilenmiş bir şekilde kalakalmıştım.

 

Bizimle uğraşacakmış gibi hissediyoruz dupduru. Bizde onunla uğraşırız sen rahat ol.

 

Ateş'in gittiği koridoru göz ucuyla da gördüğüm için o koridora yürümeye başladım. Daha çok erken olduğu için tek tük öğrenci vardı. Sınıflar ve amfiler bomboştu. Kapısı aralık duran sınıfın önünden geçiyordum ki duyduğum seslerle yerimde durdum. Ateş bir kız ile tartışıyordu.

 

"Sana, beni ne olursa olsun rahatsız etme demedim mi ben! Benim sana tırnağımın ucu kadar da olsun bir yardımım dokunmaz. Uzak dur benden!" Bu sinirli ses Ateş'ten başkası değildi.

 

"Neden böyle yapıyorsun Ateş. Ailemin suçunun cezasını bana niye kesiyorsun. Ben sana ne yaptımda bana bu kadar düşman oldun. Yalvarırım artık böyle davranma bana." Kızın sesi titrek ve ağlak çıkıyordu. Aralarındaki ilişkiyi bilmiyordum. Ben hiçbir şey bilmiyordum. Umarım düşündüğüm şey değildir. Umarım Ateş bunu yapmamıştır.

 

Kapıya yaklaşıp aralıktan içeri baktım. Bugün çok fazla kural ihlali yapmıştım. Belki de yapmaya devam edecektim. Ve bu benim umrumda değildi. Yakalanmadığım sürece hiç bir sıkıntı yoktu.

 

İçeride her şeyi görmeyi bekliyordum.

 

Ama Ateş ile sarılan bir kız görmeyi beklemiyordum...

 

🪽

 

 

 

 

 

Selamlar canlarım. Umarım beğendiğin bir bölüm olmuştur. Düşüncelerinizi yorumlara yazarsınız inşallah. Bende zevkle okurum...

 

İlk çatı serüvenimiz bir tık hüsranlı oldu. Duru'nun düşeceğini bende beklemiyordum. Ve bunu Ateş aşkına yormak istiyorum.

 

En sevdiğin sahne ne oldu?

 

Lütfen Ateş'e çok sövmeyiniz...

 

Bir daha ki bölümde görüşmek üzere ♥︎

 

İg; yazarimssii ya da rumissyldz

 

Tiktok; yazarimssii

(Bu hesaplardan bana ulaşabilirsiniz)

 

 

Bölüm : 28.09.2025 00:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...