
At-eş At-eş. Beenii yakalayamas. Beenii yakalayamas." Küçük kız neşeli gülüşleri arasında hem bağırıp hem de yakalamaması gereken çocuktan kaçıyordu.
Anaokulundan yeni gelen dört can kardeş, evde gün boyu can sıkıntısından ağlama derecesine gelen küçük kızın yoğun ısrarı yüzünden oyun oynamaya başlamışlardı. Evin arka bahçesinde yakalamaca oynamaya başladıklarında kız çocuğunun neşesi yerine gelmiş kahkahalar atmaya başlamıştı. Şimdi ise ebe Ateş olmuştu ve kendisi bu durumdan hiçte memnun değildi. Çünkü ne kadar hızlı koşarsa koşsun kız çocuğunu yakalayamıyordu. Diğerleri bu ikiliye kahkaha atsalarda kovalanmadıkları için hallerinden oldukça memnunlardı. Kendilerine dinlenme süreci oluyordu.
"Kızım daha kaç defa diyeceğim sana, adımı hecelemeden söyle diye. At diyorsun resmen bana." Küçük kız söz dinlemez şekilde omuzlarını silkti.
"Banane banane At-eş diye seslenmesi daha güzel. Hem yakala artık beni gerçekten sıkıldım."
"Tavşan gibi oradan oraya sekiyorsun nasıl yakalayayım seni. Hem madem sıkıldın başka oyun oynayalım o zaman." Küçük kızın koşuşları yavaşladı ve en sonunda durdu.
"Timam. Saklambaç oynayalım. Ama ebe yine sensin. Çünkü beni yakalayamadın." Ateş bunu teklif ettiği için içi yansada el mecbur kabul etti. Eğer hayır deme şansı olsa sonuna kadar kullanırdı. Ama küçük kızın huysuzluğuyla uğraşamayacaktı şimdi. Küçük kız yine aynı enerjisi ile seke seke diğerlerinin yanına gidip, Doruk'un bedenine yapıştı
"Doyuk ağabey. Hadi saklambaç oynıcaz."
"Velet bir daha bana ağabey dersen senin dilini koparırım." Özgüvenle sapsarı olan saçlarını arkaya savurdu genç adam edasıyla. "Ağabey olacak yaşta değilim ben. Daha gencim." Hepsi göz kırpıştırarak Doruk'a bakınca Doruk bıkkın bir nefes verdi. "Off tamam bakmayın öyle bir şey demedik." Küçük egosuyla bacağına yapışan kızı biraz itekleyip kendisinden kurtardı.
"Madem saklambaç oynayacağız o zaman git saklan hadi. Ateş bulamasın seni." Kimseye belli etmesede Duru'yu kendi öz kardeşi gibi seviyordu. Aynı şey Duru içinde geçerliydi. Aralarındaki gizli bağ çok kuvvetliydi. Dışarıdan bakan bir insan birbirlerinden haz etmeyen iki çocuk görüyordu. Birisi egolu burnu havada küçük genç, birisi de huysuz asabi küçük kızdı. Ama gerçek hiçte öyle değildi. Dört çocuğun arasındaki kardeşlik bağı en çok bu ikisinde kuvvetliydi.
Küçük kız göz kırpıştırarak Doruk'a bakıp, "Timam, sen öyle diyorsan ağabey öyle olsun." dedi. Ardından ise "Eğer Ateş bulamazsa beni sen bulursun değil mi?" diye sorunca Doruk belli belirsiz kafa salladı. "Nereye saklanırsan saklan seni bulurum fındık kurdu."
Bu ikiliyi kıskanan bir adet ikiz vardı yanlarında. Aralarındaki bu konuşmayı can sıkıcı bulan küçük Ateş, huysuz bir şekilde aralarına girdi. "Sizin sohbetinizi mi bekleyeceğiz biz. Eğer oynamayacaksak ben içeri giriyorum." Ateş Duru'yu bu yaşında bile o kadar çok seviyordu ki onu kimse ile paylaşmak istemiyordu. Aynı şey ikizi Su içinde geçerliydi. Su da Doruk'u kardeş hariç her türlü çok seviyordu. Bu dörtlü arasında garip bir aşk dörtgeni vardı. Doruk ve Su birbirlerini severken aynı şey Ateş ve Duru için geçerliyidi. Özgür ise aralarında en bağımsız takılan tek çocuktu. Hepsi ile iyi anlaşır ama aralarındaki çocukluk aşklarına karışmaz, aksine hepsini desteklerdi.
Küçük kız, ikizlerin bakışlarını görünce kıkırtısına engel olmadı. "Bunlar bizi kıskanıyo ağabeyy."
"Kıskanılacak bir bireyim çünkü kardeş." İleride bu kıskançlıkları gülerek hatırlayacaklardı. Tabii eğer gelecek ayrı düşürmezse.
"Ben sıkıldım saklanmaya gidiyorum. Size başarılar." Su'da yanlarından ayrıldığında peşi sıra Doruk da onu takip etti.
Bal gözleri ile çipil çipil bakan kız Ateş'e "Çen beni kıskandın mı?" diye sorduğunda hafif yüzü kızaran Ateş gözlerini kaçırarak mırıldandı. "Sayamaya başlıyorum git saklan. Bana bak sakın ormana gitmek yok."
"Yaa ama nidenn."
"Yanında ben yokumda ondan küçük bal. Hadi saymaya başlıyorum."
Küçük kız ve diğerleri saklanırken Ateş de bir kolunu evin duvarına yaslayıp gözlerini kapatarak saymaya başlamıştı. Su peşi sıra gelen Doruk'u kolundan çekiştirerek eve sokmuştu. Temennisi Duru Ateş'i oyalarken kendilerinin dinlenmesiydi. Zaten tüm gününü okulda geçirmiş, o da yetmiyormuş gibi tüm gün Doruk'un onu çıldırtacak hareketleriyle uğraşmıştı. Ne vardı Doruk'un bu kadar güzel olmasında anlamıyordu. Okulda ki tüm kızlar onunla oyun oynamak için sıraya giriyordu. Bu bile küçük Su'yun çıldırmasına yetiyordu. Kolunu çekiştiren kıza keyifli gözlerle bakan Doruk hem yürüyor hemde kızar gibi söyleniyordu. Bu onun eğlencesiydi. Birbirlerini çekiştirerek bir odaya girdiklerinde bile hala birbirleri ile uğraşmayı bırakmamışlardı.
Özgür ise saklanma bahanesiyle önce mutfağa gitmiş ve kendisine yarım ekmek sandviç almıştı. Akşam yemeğine daha iki saat vardı. Ama Özgür'ün bir dakika bile sabredecek zamanı yoktu. Çok açtı. Aralarında en çok aç gezen Özgürdü. Duru ise ikinci sırada geliyordu. Bu iki aç çocukta her öğün yemek yeme kapasitesi vardı.
Saymayı bitiren Ateş önce kısa bir an etrafı süzdü. Doruk, Özgür ve Su'yun içeri girdiğini tahmin edebiliyordu. Bu yüzden sadece küçük canavara odaklandı. Saklandığı yeri tahmin etmek zor değildi. Ormana saklanma dediği için küçük canavar kesin çiftlerin arkasına çıkmıştı. Ama bunu bilmiyormuş gibi yaparak etrafı aramaya başladı. Bir yandan da küçük kızın duyabileceği şekilde bağırıyordu.
"Bakalım Duru hanım nereye saklanmış." Ağaçların arkasına baktığında ise "aaa burada yokmuş." diye bağırmıştı. Bir kaç yere daha baktığında yavaş yavaş çitlerin arkasına doğru yürümeye başladı.
"Bir kerede söz dinlesene be cadı."
Çitlerin arkasını geçtiğinde bir çalının arkasından küçük kızın kısık sesle gülüşünü duydu. Hiç şaşırtmamıştı. Her zamanki cadı Duru'ydu. Ona doğru ilerlerken başka bir çalının arkasından çıkan köpekle adımları durdu. İçini ürperti saran küçük Ateş'in gözlerine korku yerleşmişti. Köpeklerden haz etmiyordu.
"Duru hemen o çalının arkasından çıkıp yanıma gel yoksa çok fena olur." Gördüğü köpek hırıltıyı andıran sesler çıkardıkça korkusu körükleniyordu.
Çalının arkasından küçük vücudunu çıkaran Duru kollarını göğsünde birleştirerek söylendi. "Ya ama hemen de buldun beni. Hiç eylenceli deyildi."
"Daha sonra eğlenirsin. Hadi gel eve gidelim." Neden bu kadar ısrarcı olduğunu köpeği görene kadar anlamamıştı küçük Duru. Ateş'in üzerine doğru giden bir adet köpek vardı ve Duru'nun Ateş'i korkuyordu. Küçük adımları hızla Ateş'e doğru giderken köpek daha çok yaklaştığı için Ateş korku dolu çığlık atmıştı. Kollarını darbeden korumak için etrafına saran ve gözlerini sıkı sıkı kapatan Ateş bir süre öyle durduktan sonra köpeğe dair ses duymadığı için yavaşça gözlerini araladı. Küçük Ateş gördüğü manzara karşısında şaşırmıştı. Çünkü Duru "Cici köpek, uslu köpek. Ayy sen ne kadar tatlısın böyle." diyerek köpeğin başını seviyordu.
"Bal göz ne yapıyorsun?" Yutkunarak zorda olsa konuşabilmişti Ateş.
"Göymüyoy musun Ateş. Köpek seviyoyum."
"Neden? Hadi bırak gidelim lütfen. Çok tırsıyorum köpeklerden sende biliyorsun."
"Biliyoyum. Ama bu köpek sandığın gibi sana saldıymaya gelmiyordu ki. Kendini sevdirmek için geliyoydu."
"Öyle mi? Ama bana hiç öyle gelmemişti. Hırıltılı sesler çıkartıyordu."
Küçük kız arkasına duran çocuğu minik eliyle elini tutup yanına çekti. Tuttuğu elini köpeğin başına koyup sevmesini sağladığında yüzünde gülümseme vardı. Tatlı tatlı gülümserken kendisinden uzun olan Ateş'in yüzüne bakıp, "Bak göydün mü? Ne kadar tatlı biy köpek." diye şakıdı. Bu halini huzurla izledi Ateş. "Senden değil."
Köpeği okşarken küçük Duru'nun fark ettiği şeyle kaşları çatıldı. Hızla Ateş'in elini itekleyerek "Sen sevme bu köpeği." dediğinde Ateş neye uğradığını şaşırmıştı. Şaşkın ifade ve sesle "Neden?" diye sorduğunda bile küçük kızın sinirli ifadesinde hiçbir değişiklik olmamıştı. Bu sırada sevdikleri köpekte sürekli Ateş'e sürtünüyordu. Bunu gören küçük kız daha da sinirleniyordu.
"Bu köpek dişi biy keye. O yüzden sen sevme. Seni sadece ben sevebiliyim." Bu sözlerle Ateş daha da keyiflendi. Böyle bir şeye sinirlenmesini beklemiyordu ama çok da hoşuna gitmişti.
"Ne o kıskandın mı yoksa beni ballım."
"Yok, kıskanmadım. Neden kıskanayım kii. Sonuçta o biy köpek." Küçük kız önce köpeğe sonra Ateş'e sonra tekrar köpeğe baktı. Sonuçta o bir köpekti. Neden kıskansındı ki. Hayır. Asla bu köpeği ona sevdirmeyecekti. Bu yüzden Ateş'in elini tutarak peşinden çekiştirmeye başladı. "Hayıy. Sevme. Bende sevmedim zaten. Hiç tatlı da değildi. Hem sana da yavşıyoydu."
Bu sözlere gülebilirdi. Ta ki son kelimeyi söyleyene dek. Artık onunda kaşları çatıktı. "Nereden öğreniyorsun böyle kelimeleri sen." Küçük kız omuz silkerek cevapladı. "Babam Levent amcacığıma söylerken duydum. Sende bana öyle yapıyoymuşsun. Ateş sen bana yavşıyoy musun?"
Bu sorusu onun duraksamasına neden oldu. Gerçekten öyle mi yapıyordu? Onu sevmesi bu anlama mı geliyordu? Hayır dedi içinden. Kadir amcası yanlış biliyordu. Ateş sadece Duru'yu çok ama çok seviyordu. Bir tek onun yanında huysuz olamıyordu. Bu yüzden şiddetle kafasını sallayarak "Hayır!" dedi. Bunu kabul etmiyordu. Ardından konuyu değiştirmek için Duru'nun zafına oynadı. "Bu arada sen burada oyalanırken Özgür yemek yiyordu." İşe de yaramıştı.
"Ne! Yemek mi yiyoydu. Hemde bensiz! Koş Ateş koşş. Özgüy bensiz yemek yiyoymuş."
El ele koşarak eve girmişlerdi. Küçük kız Özgür'ü yemek yerken gördüğünde evdekilere küçük bir kriz geçittirmiş, istediğini, yani Özgür'ün sandviçini, almanın neşesiyle keyfini çıkarmıştı. Sonrası ise hep birlikte akşam yemeği yenmiş, keyifli vakit geçirerek günlerini tamamlamışlardı.
O günden sonra Ateş köpek korkusunu yenmiş, bir daha köpeklerden korkmamıştı.
Küçük Duru farkında olmadan Ateş'in köpek korkusunu yenmesine sebep olmuştu.
🪽
"Anlamadım.."
Ağzımdan dökülen kelime, sesimle kulağıma ulaştığında fark edebilmiştim konuştuğumu.
Yeni bir insanla karşı karşıya geldiğinizde sizi buga sokacak gözlerinden çok, size kurduğu ilk kelimesi ya da cümlesi oluyormuş. Ben bunu yirmi bir yıllık hayatımda yeni öğreniyordum. Sen diye başlayıp devamını getiremediğim cümlemi, gözlerimin içine tarif edemeyeceğim duygularla bakıp 'kedicik' diyerek tamamlamıştı. Kedicik kelimesine bir sürü anlam yükleyebilirdim ama göz bebeklerinin titremesine, çözemediğim kahve tonlarındaki duygulara anlam yükleyemiyordum. İçime oturan tanıdık yabancı duyguyu da hiç anlamlandıramıyordum.
İnatla gözlerime bakan gözlerinden çekemiyordum bakışlarımı. Bakışlarına düşen duygularla, soruma tek düze tekrardan "Kedicik." diyerek cevapladı. Biçimli kaşlarım benden bağımsız çatılmıştı.
"Pardon da kedicik derken. Oradan bakılınca kedi gibi mi gözüküyorum gözünde?"
"Yok, ondan değil. Dün dağınık saçlarınla, kedili pijamalarınla göründün gözüme. O yüzden kedicik dedim. Yavru kediler gibi kabarmıştın." Şuan ağzım on karış açılsa şaşırmazdım. Karşımdaki şahıs bana dünkü rezilliğimi anlatırken içimde beliren ısının, yanaklarıma yayıldığını hissedebiliyordum. Buna rağmen başımı eğip gözlerimi kaçırmayacaktım ondan. Neticede her insan ömrü hayatı boyunca bir kere bile olsa rezil olmuştur. Bunun için utanıp, kızarıp kaçmayacaktım rezilliğimden.
En azından şimdi daha derni topluyuz dupduru.. Kesinlikle.
Baştan aşağı inceledim onu. Düne göre daha rahat kıyafetler içerisindeydi. Yine üzerine yapışan gri tişört, altında da siyah eşofman vardı. En sevdiğim renkler içerisindeydi. Saçları yataktan yeni kalkmış gibi dağınık ve alnına düşmüş vaziyetteydi. Kolları gerçekten dövmeyle doluydu ama geçici dövme olduğu besbelliydi. Bir dakika ayaklarındakiler terlik mi?
O kadar rahat ki evine terlikle gelmiş kız. Susar mısın acaba gülme isteğimi tetikliyorsun.
"Bunu bugün, kapıma babası tarafından terlikle yaka paça getirilen sen mi söylüyorsun? Halbuki dün kollarını göğsünde birleştirerek motoruna yaslanırken ne kadar da karizmatik gelmiştin gözüme."
Bize hala karizmatik sana öyle değilse bilemeyeceğiz. Çaktırmaz mısın acaba? Artı en sevdiğim kıyafetler içinde o yüzden ekstra karizmatik. Terlik hariç! Onları gördükçe gülesim geliyor.
Açık sözlülüğüm karşısında gözleri şaşkınca açıldı ve kendine baktı. Sanırım ben demesem dışarı nasıl çıktığının farkında bile olamayacaktı.
Sende de hiç acıma yok he. Ya kırdıysak çocuğu. Şimdi yüzümüze bile bakmayacak. Aman banane be. Sanki ona kaldık. Ayrıca yakışıklı diye hemen kollarına atlayacak değiliz. Daha tanımıyoruz belki sevgilisi var.
Kaşlarını çatıp ters ters babasına bakmaya başladı. "Senin yüzünden karizmayı çizdirdik baba. Sana dedim beni rahat bırak, ben gelmeyeceğim diye. Yaka paça çıkardın beni evden." Babasının yüzünde memnun olmuş bir ifade oluşmuştu.
"Ders olsun sana oğul. Geceler geç gelip gündüzleri akşama kadar yatmazsın artık." Söz dünleyeceğini pek sanmıyordum ya neyse.
Adını bilmediğim amcanın bakışları bana döndüğünde yüzünde gülümseme oldu. "Duru kızım. Hoşgelmişsiniz."
Tabii ya bunlar sabah kahvaltı da babamın bahsettiği kişiler olmalıydı. Bu yüzden ikizleri sorduğumda sanane demişti. Şimdi daha iyi anlıyordum.
Keşke babamız bu yakışıklıyla karşılaşacağımız için uyarsaydı. En azından hazırlıklı olurduk.
Aynı gülümsemeden bende ona bahşettim. "Hoşbulduk Levent amca. Babam kahvaltıda bahsetmişti senden. Çok memnun oldum."
"Bende bende. Şimdi size bu iki çocuğumu bırakıyorum. Size temizlikte yardımcı olurlar. Akşama da bize yemeğe gelirsiniz. Yemek yapmakla uğraşmazsınız." Tam bir şey diyecektim ki başka biri benden önce davrandı.
"Babam Allah aşkına çocuk muyuz biz. Hallederiz Duru ile. Değil mi tatlım. Siz bizi beklemeyin. Hem Asel aç kalmasın." Geldiğinden beri bir kere konuşan kıza çevirdim bakışlarımı konuştuğu için. Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Bu kadar tesadüf olur muydu?
Hiçbir karşılaşma tesadüf değildi. Kimse karşınıza tesadüfen çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardı.
Ya bizi bir yere götürürler, Ya da bize bir şey öğretirler.
Sanal arkadaşım fotoğraftakilerden daha güzeldi. Ama sanki saçlarını kısaltmış gibiydi. Ayrıca göz rengi de kahverengi değil elaydı. Beyaz kalın askılı crop, üzerine de kısa kapşonlu hırka geçirmişti. Altında da lacivert bol paça rahat bir pantolon vardı. Fiziğimiz de boylarımız da hemen hemen aynıydı. Benden bir kaç santim kısa olabilirdi. Hiç yabancılık çekmeden kollarımı ona sararken, sevinçli bir sesle "Saçlarını kestirmişsinn." diyerek konuştum. Tanıdığım kız arkadaşımla komşu olduğum için çok mutluydum.
Ben bir gün buluşma hayali kurduğum arkadaşımla sarılırken ortama bomba gibi bir ses düştü üç farklı kişiden. Aynı cümleyi üçü de aynı anda söylemişti.
"Saçlarını mı kestirmiş."
Su'dan kollarımı ayırmadan ondan biraz uzaklaşıp yanında durdum. Benim bir kolum onun belini sararken o da kolunu boynuma atmıştı. Karşımızdaki erkeklere bakarken, anlam veremediğim tek şey bu konunun Doruk'u neden ilgilendirdiğiydi. Bana kendisini tanımadığını söyleyip, saçını kestirdiğine neden bu kadar şaşırmıştı?
"Evet. Kestirdim. Hatta kaç gün oldu biliyor musunuz?" Elinin beş parmağını karşısındakilere sallayıp, "Tam beş gün oldu kestireli." dedi. Hatta hıncını alamayıp isyanını sürdürmeye devam etti.
"Beş gündür bekliyorum ne zaman fark edeceksiniz de iltifat edeceksiniz diye. Ama nerdeee. Hadi okyanus gözlü çocuk neyse de. Babam, ikiz sizinle aynı evin içinde yaşıyoruz. Asel bile fark etti ilk gün bir siz edemediniz. Şekerim bile bakar bakmaz fark etti." Saçlarıma abla edasıyla öpücük kondurduğunda içim bir hoş oldu. Erkek kardeşin nasıl hissettirdiğini biliyordum ama bu his bambaşkaydı.
Bizden bir buçuk yaş büyük olması onu ablamız yerine koyabileceğimiz anlamına geliyor bence Dupduru. Bencede. Hem arkadaşımız hemde ablamız olsun.
"Gelde şimdi bunun tribini çek. Keşke annemin karnındayken yeseydim seni." Su'yun ikizi huysuz huysuz söylenirken Su'da kaşlarını çatmıştı. Fark ettiğim diğer bir detay ise Levent amcanın yandan yandan kapının önünden ayrılması olmuştu. Demek ki ikizlerinin tartışmalarını dinleyecek takati yoktu. Benim onun gittiğini fark ettiğimi görünce babacan tavırla göz kırpıp selam verdi. Sonra da kapıdan çıkıp kendi evlerinin merdivenlerine koyuldu.
"Ateş kaşınma ablacım."
"Benden bir iki dakika önce doğdun diye kendini ablam sanma istersen."
"Şey, içeri girelim mi artık. Sonra tekrar tartışırsınız." Nedensiz araya girme ihtiyacı duymuştum. Benim araya girmemle tartışmayı ertelemişlerdi sanırım. Su önden ilerleyip Doruk'un yanına gittiğinde beni arkada bırakmıştı. Daha doğrusu beni ve adının Ateş olduğunu öğrendiğim ikizini.
Başımın üzerinde bir el hissettiğimde yukarıdan bakış attım ele. Ateş koca elini başımın üzerine koymuş saçlarımı karıştırıyordu. Abilerin kız kardeşlerine uyguladığı gibi. Tek fark Ateş daha nazikti.
Şahsen ben bu harekete düştüm. İnşallah kuracağı cümlede de iltifat içerir. Hiç sanmıyorum.
"Şuan senin bize tartışmayın demen gerekmiyor muydu? Çünkü genelde kitaplarda falan öyle olur ya. Kız kavga büyümesin diye araya girer tartışmayın der. Sen aksine sonra tartışırsınız diyorsun."
"Yoo. Bana öyle diyeceğim diye bir bilgi gelmedi. Ayrıca banane sizin kardeş kavganızdan. Benim bildiğim kadarıyla kardeş arasına girilmez. Levent amca da biliyor olacak ki sessizce ortamdan tüydü." Benim söylediklerimle etrafa kısa bir bakış attı. Levent amcayı göremeyince hayret etti.
"Bak sen şu babama. Başı ağrımasın diye ortadan kaybolmuş hemen."
Başımın üzerinde ki elini çekmeyince elini işaret edip, "Herkese böyle misindir?" diye sordum. Daha ilk defa karşılaşmamızda bu kadar samimi, sıcakkanlı olmasını garipsemiştim ister istemez. Benlik sorun yoktu. İnsanlar bana nasıl yaklaşırsa o şekilde karşılık alırlardı benden. Anlamamış olacak ki soruma "Nasılım?" diyerek soruyla karşılık verdi.
"Samimi, sıcakkanlı ve temaslı?"
"Kadir amcamın kızı olduğun için istisnasın sadece."
"Pekii. Kadir amcan kızına bu kadar yakın ve temas ederek davrandığını duysa, sence ne olur?"
Kızım sende bir öylesin bir böyle. Daha dün babamıza kendisini sormuştun. Ee yani. Bu onunla uğraşmayacağımız anlamına gelmiyor ki. He tamam o zaman sıkıntı yok. Bizde eğlencemize bakarız.
Elektrik çarpmış gibi elini çekti. İsmini duyunca bile hazır ola geçmişti. Sevgilim olsa neler olurdu acaba. Sevgilim.. olamayacak hayaller kuruyordum yine.
Ağzının içinde kısıkça mırıldandı. "Mümkünse duymasın." Bir şey demedim. Kapıya geldiğimizde Doruk çoktan kapıyı açmış içeri girmişti. Su da peşi sıra girerken benim bakışlarım istemsiz Ateş'in terkiklerine takılıyordu. Bakışlarımı yüzüne çıkardığımda gülmemek için kendimi sıkıyordum.
İfademi görünce kaşlarını belli belirsiz çatmış "Ne? Ne diye öyle bakıyorsun?" diye sormuştu.
"Gerçekten tweety mi?" O da terliklerine bakınca yapıştırılmış tweety stickerleri görmüştü. Yüzünde bıkkın bir ifade belirdi.
"Fena çizdirdim karizmayı değil mi? Ulan Asel bari sen yapmasaydın bana bunu." Kendimi daha fazla tutamadığım için kahkaha atmaya başlamıştım. Yüz ifadeleri aşırı iyiydi. Ben gülerken o benim gülüşümü izlemişti. Kendimi durduğumda "bitti mi gülmen?" diye sorduğunda bile attığım kahkahadan eser bir gülümseme vardı yüzümde.
"Merak etme ikiz. Karizmayı çizdiren sadece sen değilsin. Okyanus çocukta çizdirdi." Dakikalardır sessiz duran Doruk öyle bir şaşkınlık ifadesiyle Su'ya baktı ki buna bile gülebilirdim. İçimde öyle huzurlu bir his vardı ki, çok iyi bir ekip olacağımızın belirtisiydi bu his. İçimde uykuya yatan kız çocuğunu bile uyandırmıştı.
Doruk'un şaşkınlığı sesine de yansımıştı. İfadelerini çok saklayan biri değildi zaten. Ama bazen duygu saklama işini o kadar iyi yapıyordu ki, 'bu tanıdığım Doruk mu' diye şüpheye düşüyordum ister istemez. "Ben nasıl çizdirdim karizmayı ya. Sessiz sakin duruyorum burada."
"Yan koltuk prensesi olmuşsun tatlım. Arabadan inerken gördüm seni. Bir kapın açılmadığı kalmıştı." Göğsüne kurşun yemiş gibi elini göğsüne götürdü. Dudaklarından da 'hii.' nidası çıkmıştı. Ensemden tuttuğu gibi beni yanına çekti. Hızına yetişememiştim bile.
Hırsla beni sarsarken "Hepsi senin yüzünden. Sana ben süreceğim arabayı dedim." diyerek söylenmişti.
"Aaa bıraksana be. Deli mi ne?" Ne kadar çırpınsam da sağlam yakalamıştı ensemi. O yüzden suyuna gitmeye karar verdim. "Mavişşşşş"
"Ne! Ne maviş. Ne dersen de bırakmayacağım. En azından seni rezil etmeden bırakmayacağım."
Ohoo. Biz dün olduk zaten rezil. Olsun bu beni daha beter rezil eder. Pek güvenemiyorum.
"Mavişim. Eğer beni bırakırsan odanı temizlemene yardımcı olurum."
"Onu zaten yapacaksın. Boşuna nefesini tüketme bırakmayacağım." Bırakmamaya yemin etmiş gibiydi. Ve benim aklıma başka bir şey gelmiyordu. Allah'ım lütfen biri beni kurtarsın ya.
Su içimi okumuş gibi olaya el attı. "Bıraksana kızı sen. Bak bırakırsan sana kardeşimin pembe prensesli tacını getiririm." Keşke atmasaydı..
Biz sıçtık Su'da sıvadı he. Şimdi ne yapacağız ya. Artık hiç bırakmayacak bizi. Dupduruuu Ateş'imiz ne güne duruyore. Ayy doğru.
"Canım ya. Ne kadar yardımcı oldun şuan bana. Artık hiç kurtulamayacağım elinden."
"Nasılda tanıyon beni canım gardaşım." Ensemi biraz daha sıkınca acıyla inledim. Eli gerçekten ağırdı.
Masum bakışlarımı Ateş'e çevirdim. "Şey. Ateşciğim acaba diyorum. Sen beni şu gaddarın elinden kurtarır mısın?" Bir an için o da beni Doruk'un eline bırakacak sanmıştım ama öyle olmadı. Ağır adımlarla Doruk'un arkasına geçip ensesini kavradı. Doruk'un bana yaptığını Ateş'te Doruk'a yapmıştı. İçim gitmedi değil.
"Lan bıraksana. Sana ne oluyor yaw."
"Önce sen bırakacaksın Durucuğumu. Sonra keyfim isterse bende seni bırakırım."
Oha Durucuğumu mu dedi o. Harbi dedi. Eriyelim o zaman bizz. Benim dediğime vurguladı bence o yüzden hemen heveslenmeyelim.
Gözlerimi kırpıştırarak benden uzun olan şahıslara baktım. Her ne kadar vurgulayarak Durucuğum desede adımı kullanırken ki sahiplenme tonu o kadar çok ve içtendi. Bu yüzden şaşırmadım desem yalan olurdu. Ateş'in boy avantajı olduğu için hiç zorlanmamıştı. Harbi bu çocuğun boyu kaç?
"Bak çelimsiz Ateşcik kaşınma canım. Yoksa elimden kurtulamazsın."
"Bak sen. Sen mi beni kaşıyacaksın mavişcik. Hemde bu boyla." Doruk'un gözlerinde öfke, Ateş'in gözlerinde ise alay vardı. Atışmalarında hiçbir sorun yoktu. İstedikleri gibi birbirleriyle uğraşabilirlerdi. Sorun şuydu ki; DORUK HALA BENİ BIRAKMAMIŞTI.
"Acaba diyorum didişmenizi beni bırakarak yapabilir misiniz? Ensem acıyor da. Hem mavişcik Ateş haklı sen bu boyla onun hakkından gelemezsin."
"Buldun tabii benden uzun boylu, yakışıklı çocuğu hemen sat beni." Hafif itekleyerek bıraktığında hala söyleniyordu. "Al bıraktım oldu mu?" Beni bıraktığı gibi elim enseme gitti. Açık tenli olduğum için muhtemel kızarmıştı. Beni bıraktığı için Ateş de Doruk'u bıraktı. Bırakırken pek istekli değildi ama. Sanki biraz daha uğraşmak ister gibi bir hali vardı.
Üçü birden içeri geçerken ben arkada kalmıştım. "Kıskanç ya." Mırıldanarak peşlerine takıldım. Bir yandan da yeni evimizi inceliyordum.
Girişin hemen sağ köşesinde ayaklı askılık vardı. Yanında da küçük vestiyer. Çok sade ve hoş görüntü sergiliyordu. Duvarında ise boydan ayna asılıydı. Sol tarafta da yukarı çıkan merdiven mevcuttu.
Holü yürüyüp salon girişine geldiğimde L koltuğa yayılarak oturmuş bir adet Doruk vardı. Eve girer girmez koltuğa yayılıp televizyon açmak tam da onluk bir şeydi zaten.
Salonumuz büyük ve genişti. Televizyonumuz L koltuğun karşısındaki duvara montelenmiş salona uygun televizyon ünitesinin üzerine kurulmuştu. Çoğu villada olduğu gibi amerikan mutfağımız vardı. Dolap kapakları ahşap ve beyazla uyum içindeydi. Su da amerikan mutfağının tezgahına yaslanmış su içiyordu.
Bak Duru Su su içiyor. Hahaha kendisini içiyor Su. Ay sen ne kadar komiksin öyle. Senden kaptık bir şeyler.
Ateş ise arka bahçeye açılan, boydan cam olan kapının önünde kollarını göğsünde birleştirmiş bahçeyi izliyordu. Yanına gidip bende aynı şekilde bahçeye bakmaya başladım. Bahçeye açılan kapının önünde küçük yemek masası ve biraz ilerisinde de oturabileceğimiz puflar vardı. Masa ahşap sandalyenin minderleri de kremdi. Bahçe duvarının önünde ise rahatça yüzülebilecek büyüklükte havuzumuz vardı.
"Babam gerçekten yine harika bir mimarlık çıkarmış."
"Öyle. Kadir amcanın mimarlığına hayranım. İşini layıkıyla yapıyor."
"Dur tahmin edeyim. Sizin evinin mimarı da babam. Levent amca ile de oradan tanışıyorlar." Bir an duraksasa da başıyla onayladı. Ortada başka şeyler dönüyordu ama henüz çözebilmiş değildim.
Bakışlarımı yere indirdiğimde Ateş'in tweetyli terlikleri dikkatimi çekmek ister gibi gülümsüyordu.
"Ateş." dediğimde adını onaylayan bir mırıltı çıkardı. "Fenerbahçeli misin?"
Göz ucuyla bana baktı. "Nereden bildin?"
"Peki Asel galatasaraylı mı?"
Bu sefer kafasını bana çevirip gözlerini kısarak baktı. "Hayırdır. Niye soruyorsun?" Olumsuz bir şey demediği için keyiflendim. Yüzümde ki sırıtmama engel olamamıştım. Bunu gören Ateş'in kaşları çatılmıştı.
"Niye pis bir sırıtış belirdi yüzünde." İşaret parmağını hafifçe kafama vurarak, "Ne geçiyor o küçük aklından senin?" dedi.
Yüzümdeki o sırıtışla konuşmaya başladım. "Eğer şu saniye ayağındaki terliklerden kurtulmazsan, terliklerini her gördüğümde bir aslan olarak sana civciv diyerek seninle dalga geçerim." Böyle bir şey dememi beklemiyormuş olacak ki bir saniye afalladı. Bir saniye diyorum çünkü ikinci saniyesinde Ateş'in kaşları mümkünmüş gibi daha çok çatılmıştı.
Hızına yetişemediğim salisede ayağındaki terlikleri çıkartıp arkasını dönerek keyifle televizyon izleyen Doruk'un kafasına fırlatmıştı. Bunu gerçekten beklemiyordum.
Ateş'imiz acımıyor. Sende damarına bastın be kızım. Galatasaraylıyım ne yapayım.
Doruk'dan müthiş bir yükselme geldi. "LAN, NOLUYOR LAN. HANGİ YAVŞAK ATTI O SOKTUĞUM TERLİĞİNİ." Elini terlik gelen yere bastırıp en ters bakışlarını attı.
Ateş durur mu? Durmaz. Doruk'a yaklaşırken aynı şekilde o da yükseldi. "ÇABUK BANA O SOKTUĞUN TERLİĞİN YERİNE KENDİ TERLİKLERİNDEN GETİRİYORSUN."
"BANANE LAN SENİN TERLİĞİNDEN. GİT KENDİN AL!"
"KALK LAN. BANA TERLİKLERİNDEN GETİR. SOKACAĞIM SENİN KEYFİNE. MİSAFİRİM BEN BURADA. BANA HİZMET ETMEK ZORUNDASIN!"
Hışımla ayağa kalktı Doruk. Artık karşı karşıya duruyorlardı. Aralarında sadece üç adımlık mesafe kalmıştı. "OLDU PAŞAM BAŞKA BİR ARZUN. HİZMETLİ KIYAFETİ GİYİP KAHVEDE YAPAYIM İSTER MİSİN? ADAMA BAK YA İKİ DAKİKA DA HİZMETÇİ YAPTI EV SAHİBİNİ."
Duru bunlar neden bağırışarak konuşuyorlar. Sağır edecekler adamı. Ama ben şuan gülmekten ölebilirim.
"YAP LAN. ORTA ŞEKERLİ KAHVEMİ YAPIP GETİR. YAYMIŞ KIÇINI OTURUP TELEVİZYON KEYFİ YAPIYORSUN. BOŞUNA MI GELDİK BİZ BURAYA. YA TEMİZLİK YAPACAĞIZ YA DA SEN KALKIP BANA HİZMET EDECEKSİN."
Doruk ve Ateş kavgaya başladıklarında Su yanıma gelmişti. Birbirimize baktığımızda kaçınılmaz son bulundu. Ateş'in son sözleri ikimizinde patlamasına neden olmuştu. İkimizde aynı anda gür kahkaha atarak kendimizden geçmiştik. Hatta yetmemiş kendimizi yere bile atmıştık. Karnımı tutarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Su da kendini yanıma attığında gülmekten yüzümüz kıpkırmızı kesilmişti.
"Ay, oy karnım. Karnım. Karnım ağrıdı Duruu."
"Be-benim de. Terlikten hizmetliye nasıl terfi atladıklarını hala anlamadım."
"Sen benim ikize ne dedin de şartelleri attı."
"Ya sadece dedim ki. Şu saniye terliklerinden kurtulmazsan seninle civciv diyerek dalga geçerim dedim. Bu kadar hızlı kurtulacağını tahmin etmemiştim."
"Neye gülüyorlar bunlar bu kadar." Kafamızı kaldırıp önümüzde dikilen direklere baktık. Hangi ara bağırışmayı keserek yanımıza gelmişlerdi emin değilim. Bize olan bakışları vahşet-ül dehşet görmüş gibiydi. Bu kadar sesli güldüğümüz için afallamışlardı sanırım.
"Yo. Siz niye durdunuz ki. Biz ne güzel size gülüyorduk. Ben daha evden hizmetçi kıyafeti ve pembe taç alıp gelecektim." Su'yun sözleri ile zor durduğum kahkahamı tekrar atmaya başlamıştım.
Gülüşlerimin arasından zorla konuşarak "be-bende gidip civciv alıp geleyim. Ateş bakmasını çok seviyormuş." dedim.
"Siz geçin dalganızı. Eninde sonunda bizimde güleceğimiz koz geçer elimize." Omuz silkerek baktım Ateş'e. Çokta umurumdaydı. Hayır. Umurumda. Eğer öyle bir şey olursa huysuzlanmadan kendimi alıkoyamazdım. Ve ben huysuzlandığımda çekilmez biri oluyordum.
"Sakın Ateş. Sakın Duru'ya gülecek bir şey bulma. Yoksa huysuzlanıp tüm günü zehir eder bize." Mavişim ya. Nasılda tanıyor beni.
"Tamam o zaman bende günü zehir etmeye başlayayım. Özellikle Duru hanıma. Malum az önce fazlasıyla canımı sıktı." Şaşkınlıkla Ateş'e bakıyordum. Ne yani o da mu huysuz bir insandı.
Seven sevdiğine çekermiş duru. Ruh eşimizi bulduk. Ne demezsin.
Doruk'un koluna yapışarak kendimi yukarı çektim. Ben yapmasam elini uzatacak değildi. Bu yaptığıma ters ters bakmış ama bir şeyde dememişti. Ayağa kalktığımda kendime çeki düzen verip elimi Su'ya uzattım kalkaması için. Desteğimle ayağa kalktı.
"Evde iki tane delikanlı var ama bizi yerden kaldıracak değiller. Gel Su'yum biz kendi başımızın çaresine bakarız." Ters ters onlara bakıyordum. Sorun şu ki ikisi de istifini bozmuyordu. Hatta Ateş huysuz bakışlarla benim ters bakışlarıma bakıyordu.
"Biz mi dedik size kendinizi yerlere atın diye." Omuz silktim. Al işte istemeden çekiliyordum huysuzluğa. Ateş'in yanından geçerken omzuna çarpıp tekli koltuğa kendimi attım. "Neyse hadi temizlik şirketini arayalım. Gelsinler temizlesinler evi."
Üçü de önce birbirine bakmış sonra da aynı anda aynı cümleyi kurmuştu. "Temiz avlu evin süsüdür: Ev ne kadar gösterişli olursa olsun temiz değilse süslü görünmez. Eğer insan kendi işini kendisi yapamıyorsa, o insan hayatı boyunca beceriksiz olur. Buna ev temizliği de dahil."
Bunların içine büyükler kaçmış Duru. Kesinlikle.
"Ne oluyor ya? İçinize babam mı kaçtı. Anladık kendi işimizi kendimiz yapacağız. Şuna bak evin perdeleri bile asılı değil." Ayağa kalkıp salondan çıkarken hala söyleniyordum. "Hiç mi temizlemezler işçiler. Hem yapıp hem de temizleseler olmuyor mu? O kadar parayı sadece evi diktikleri için alıyorlar. Benim çizeceğim evleri hem diksinler hem de temizliğini yapsınlar on kat fazladan para veririm onlara." Arkamdan gülüşlerini duyabilmiştim.
Salondan çıkıp sola döndüğümde üç adet kapı karşıladı beni. Koridorun sonunda ki kapıyı daha çok merak ettiğim için oraya yürüdüm. Belki temizlik malzemeleri buradadır.
Kapıyı açmadan önce bilgi almak adına bağırmıştım. "Bu koridorun sonunda ki kapı hangi odaya çıkıyor."
Arkamdan gelen birinin, boğuk şekilde "garaja açılıyor." dediğini işittim. Kim olduğuna bakmamıştım. Kapıyı açar açmaz beni araba garajı karşılamıştı. Evimizin garajına açılan bir kapımız vardı. Garaja inmek için bir kaç basamak vardı. Küçük merdiveni inerek etrafı incelemeye başladı. Büyük kapının duvarında bir kaç kutu görmüştüm. Onun dışında bomboştu. Burayı da dekore etmem, el atmam gerekiyordu. Kutuların orada bir hareketlilik olunca adımlarım durdu. Burada kimsenin olmaması gerekiyordu.
Belki faredir. Yeni bir evde farenin işi ne. O zaman yılan. Yok artık. O kadar da değil. Ormanda mı yaşıyoruz. Belki de bir kedidir. Daha makul.
"Kedicik sen misin? Umarım sensindir. Çünkü tırstım." Kutuya yaklaştıkça hışırtı sesleri artmıştı. Daha yakından bakayım diye yaklaşıyordum ki kutunun arkasından kızgın sesleri andıran sesler çıkaran kocaman bir köpek çıktı. Yutkunamadım.
Her şeyin çıkmasını beklerdim. Hatta yılan bile çıksa bu kadar şaşırmazdım ama kızgın bir köpek çıkmasını hiç beklemiyordum.
geçmiş
Okuldan çıkmış eve gidiyordum. Bugünde okul her zaman ki gibi sıkıcı geçmişti. Huysuzluğum üzerimdeydi. Doruk da sekizinci sınıf olduğu için kursa kalmıştı. Lgs öğrencisi olduğu için Leyla teyzem ona nefes aldırmıyordu. En güzel liseyi kazanamazsa yatılı okula yazdırmakla tehdit ediyordu Doruk'u.
Ayağıma gelen taşı itekleyerek kaldırımda yürüyodum. Sırtımda ayı ağırlığında bir çantayla yürümek zulüm gibi bir şeydi. Bu daha da sinirlenmeme sebep olduğu için ayağımın önünde ki taşa sertçe vurmuştum.
Nereye attığımı hırıltı sesler duyduğumda idrak edebilmiş son anda çantamı yere savurarak kaçmıştım. Sertçe vurduğum taş uyuyan köpeğe gelmişti. Durduk yere uyuyan devi uyandırmıştım. Son hızımla koşarken köpek de peşimden koşturduğu için koca mahalleyi bir kaç kez turlamıştık.
Benim nefesim kesildiğinden koşmakta zorlanmaya başlamıştım. Nefes nefese kaldığım için önümü de düzgün göremiyordum. Bu yüzden bir taşa takılıp dizlerimin üzerine sertçe düşmüştüm. Kafamı kaldırıp arkama baktığımda avını yakalamış hayvan üzerime doğru hızla gelmişti.
Eğer oradan geçen bir amca olmasaydı, yaşıyor olamayacaktım belki de. O amca köpeği kovalamış, beni de yerden kaldırmıştı. Eve de dizlerim kanayarak gitmiştim.
şimdiki zaman
Geçmişte hatırladığım anıyla yutkunmak daha zor hale gelmişti. O günden sonra köpeklerden korkuyordum. En çokta kızgın olanlarından. "Cici köpekcik. Uslu köpekcik. Bak şimdi sen burada duruyorsun bende sakince terk ediyorum burayı tamam mı?" Sözlerim karşısında tek yaptığı havlayarak üzerime gelmek oldu. Keşke yapmasıydı. Ne güzel sakince terk edecektim burayı.
Dudaklarımdan kaçan çığlığa engel olamamıştım. Hızla arkamı döndüğüm gibi koşmaya başladım. İyi ki kapıyı açık bırakmışım yoksa kaçışım olumsuz sonuçlanırdı. Ama yine de o kapının önünde ki bir kaç basamak tökezlememe sebep olmuştu. Ayağımı burkmuştum. Buna rağmen hızla dengemi sağlayıp koridorda karşıma ilk çıkan şeyin üzerine atlamıştım.
Nereye çıktık biz ya. Bilmiyorum. Gözlerim kapalı hiçbir şey görmüyorum.
Kalçamın arkasında bir kol hissettiğimde afalladım. Ben. Ben bir şeyin üzerine değil. Ben birinin üzerine atlayıp kucağına çıkmıştım. Hatta dahasını yapıp omzuna çıkmıştım. O da beni çocuk taşır gibi kalçamdan destekleyip geniş omzuna oturmamı sağlamıştı. Kollarımı sardığım yer de kafasıydı. Bir dakika ya Doruk'un saçları ne zamandan beri kahverengi. Fark ettiğim şeyle derince yutkundum. Ben şuan Doruk'un değil Ateş'in omuzlarındaydım değil mi?
Oha Duru kucak neyimize yetmiyor. Omuzuna çıkmak nedir? Dur bir saniye ya. Şuanlık bir şey deme bana. Kendimde çok şaşkınım.
"Duru."
"Hımm."
"Ne yapıyorsun acaba?"
"Omuzunda oturuyorum."
"Neden?"
"Çünkü karşıma sen çıktın."
"Peki neden koşuyorsun?"
"Koşmuyorum kaçıyorum."
"Neyden?"
"Ay Ateş neyden olacak. Şu arkamdan kovalayan sinirli köpekten tabii ki. Üzerime saldırdı. Bende haliyle korkup kaçtım." Cümlemi bitirir bitirmez kafasını geriye atarak kahkaha attı.
Sanırım gülme sırası yakışıklı çocuğumuza geçti Her şeyi sırayla yapmamız mı gerekiyor. Önce ben ona rezil oldum sonra o bana. Şimdi de birbirimize gülmeyi sırayla yaptık. Bu hiç hoş değil. Seni nasıl teselli edeceğimizi bilmiyorum dupduru.
"Ne gülüyorsun ya. Korkamaz mıyım?" Gülmesini durdurup bana baktığında gözleri bal rengi gözlerime tutundu. Şu saniye sanki zaman durmuş gibi uzunca birbirimize bakılı kaldık. Konumumuzdan dolayı yüzlerimiz arasındaki mesafe de azdı. Saçlarından yoğun bir şekilde erkeksi kokusunu soluyordum. Şampuanı ve erkek losyonu çok güzel kokuyordu. Parfümüyle birleşen o kokusu, o kadar mayıştırcıydı ki uykum gelmeye başlamıştı. Kokusunu henüz bir şeye benzetemedim.
"Gözlerin o kadar güzel ve bakılası ki kahvelerimi ballarından ayıramıyorum." Çok değerli şeye bakıyormuş gibi gözlerinin içi beğeniyle parlıyordu. Ve bu benim utanmama neden oldu. Yüzüm kızardı mı bilmiyorum ama ilk gözlerini kaçıran ben oldum. Böyle bir şey demesini beklemiyordum. Gözlerime aldığım her iltifat utanmama neden oluyordu.
"Teşekkür ederim. Hadi indir beni."
"Köpek hala buradayken mi? Ben halimden memnunum. Ama sen yine de indir diyorsan indireyim." Köpek lafını duyar duymaz daha çok sarıldım Ateş'e. Bunu refleks olarak yapmıştım.
"Hayır. Hayır. O buradayken indirme beni. Lütfen."
"Tamam sakin ol bal göz. İndirmiyorum. Hem baksana ne kadar tatlı bir şey. Nasıl da sevdiriyor kendisini." Elini köpeğin kafasına koyup okşamaya başladığında öylece ona bakıyordum. "Ya nesi tatlı bunun. Ateş farkındaysan bu köpek beni kovaladı."
"Belki de sadece kendisini sevdirmek istemiştir."
"Mümkünse bana sevdirmesin kendisini. Hemcinsi yüzünden ortaokulda canımdan oluyordum." Ateş'in yüzümde gülümseme vardı. Ben konuşurken hem can kulağı ile beni dinliyor hem de köpeğin başını seviyordu. Gülüşüne baktıkça içimi ısıtan bir şeyler oluyordu. Nedenini anlamlandıramıyordum.
Hadi Ateşimiz gülümsüyorda sen neden gülümsüyorsun. Bilmem. Gülümseyesim gelmiş benimde.
Anlamsız bir şekilde Ateş'in kaşları çatıldı. "Ne oldu?"
"Hiç. Sen bu köpeği sevme de. Bu köpeğin cinsi erkek. Ve iki de bir sana bakıyor. Konuşsa sana yavşayacak şerefsiz."
Elimi dudaklarıma kapatarak kıkırdadım. Çok tatlıydı."Kıskançlık seziyorum Ateş bey. Yoksa kıskandınız mı beni."
Cıklayarak kafa salladı. "Yok. Kıskanmadım. Köpek alt tarafı niye kıskanayım." Bir süre durdu. Köpeği inceledi. Sonra da kucağında benimle birlikte köpeğe arkasını dönerek ilerlemeye başladı. Bunlar sadece bir kaç saniyede olmuştu. Düşmemek için daha sıkı tutundum Ateş'e. "Ama erkek köpek. Sevmeyelim biz onu. Tatlı da değildi zaten." Evet bu kıskanmamış haliydi. Beni neden kıskanıyordu ki. Daha bugün tanışmıştık.
Belki de geçmişte tanışmışızdır Duru. İmkansız. Eğer öyle olsaydı hatırladım.
İçimdekine söylediğim şeyle kaskatı kesildim. Bu mümkün olabilir miydi? Onu unutmuş olabilir miydim? Ya ben hatırlamıyorsam. Ya gerçektende geçmişte tanıştıysak.
Ya geçmişimde hatırladığım kahveler onunsa..
🪽
Herkese selamlar. Uzun aradan sonra merhaba.
Bölümü beğendiyseniz eğer oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayınız efenim.
Öncekilere nazaran daha uzun bir bölüm oldu.
Bir sonra ki bölümde görüşürük😚
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |