
Alesta, Ateş Krallığı’nın ihtişamlı sarayında günlerdir süren yorgunluğun ve gücünün baskısı altında kendini zayıf hissediyordu. Sabahları uyanmak her zamankinden daha zor geliyordu artık. Kalbindeki ağırlık, düşüncelerini karartıyor, bedenini zayıflatıyordu. Sadece bir yer ona huzur veriyordu: Bahçedeki, kadim güçlerin toplandığı beyaz yapraklı ağaç. Bu ağacın altında oturduğunda, içindeki karmaşa bir nebze olsun hafifliyor, kalbinin atışları yavaşlıyordu. Ancak, her ziyaretinde hissettiği o derin sızı daha da artıyordu. Sanki ağacın kökleriyle kendi ruhu arasında görünmez bir bağ vardı ve bu bağ gün geçtikçe zayıflıyordu. Ateş Kralı, Alesta’nın bu halini fark ettiğinde endişesi katlanarak arttı. Bir akşamüstü, Alesta yine ağacın yanına gitmiş, yapraklara dokunarak derin nefesler alıyordu. Ateş Kralı sessizce yanına geldi, gözleri endişeyle doluydu. “Bu ağaca neden bu kadar bağlısın?” diye sordu, sesi alışılmadık şekilde yumuşaktı.
Alesta başını kaldırdı, gözlerinde yorgun ama inatçı bir ifade vardı. “Bilmiyorum... Burada kendimi daha güçlü ama aynı zamanda daha kırılgan hissediyorum,” diye fısıldadı. “Sanki burası bana ait ama aynı zamanda beni tüketiyor.” Ateş Kralı, elini nazikçe omzuna koydu. “Gücün büyük, Alesta. Ama bu güç seni tüketmemeli. Senin yanında duracağım ve iyileşmen için ne gerekiyorsa yapacağım,” dedi, gözlerinde ciddiyet ve samimiyet vardı. Ertesi gün, Ateş Kralı kadim kütüphaneye giderek beyaz ağacın sırlarını araştırmaya başladı. Kaynaklara göre, bu ağaç sadece saf kalplilere güç veriyordu ama aynı zamanda onlardan enerji çekiyordu. Alesta’nın sürekli ağaca gitmesi, onun dengesini bozuyordu. Bu durumu çözmek için bir denge büyüsü gerekiyordu ama bu büyü, iki güçlü cadının iş birliğini gerektiriyordu. Ateş Kralı, Alesta’yı saray bahçesindeki büyü alanına çağırdı. “Bu büyü seni dengeleyecek ve ağacın etkisini azaltacak,” dedi, gözlerinde kararlılık vardı. Alesta bitkin olmasına rağmen onun yanında durdu. İki ellerini birleştirip büyüyü başlattılar.
Büyü alanı kızıl ve altın renklerinde parlamaya başladı. Alesta’nın yorgun bedeni hafiflemeye başlarken, Ateş Kralı’nın sesi daha güçlü bir yankıyla yükseldi. Sonunda, büyü tamamlandığında Alesta’nın yüzüne biraz renk gelmişti. “Nasıl hissediyorsun?” diye sordu Ateş Kralı, gözlerinde hafif bir endişe gölgesi hâlâ vardı. Alesta hafifçe gülümsedi. “Daha iyi... Ama bir şeylerin hâlâ eksik olduğunu hissediyorum,” dedi usulca. Ateş Kralı ona doğru bir adım attı. “Ne olursa olsun, seni yalnız bırakmayacağım. Bu krallıkta artık yalnız değilsin, Alesta.”Bu sözler, Alesta’nın kalbinde bir sıcaklık dalgası yarattı. İlk kez, tüm bu karmaşanın içinde yalnız olmadığını hissetti. Ama derinlerde bir yerde, bu huzurun uzun sürmeyeceğini biliyordu. Çünkü karanlık, hala bir yerlerde onları izliyordu ve tehlike daha yeni başlıyordu.
Günler ilerledikçe Alesta’nın bedeni toparlanmaya başlasa da ruhundaki huzursuzluk dinmiyordu. Beyaz ağacın çekim gücü azalmıştı ama bu kez başka bir tehlike hissediliyordu. Ateş Kralı, sarayın büyücülerine ve muhafızlarına dikkatli olmalarını emretmişti. Ancak, karanlık güçler sessizce harekete geçmişti. Bir gece, Alesta saray balkonundan yıldızları izlerken karanlıkta bir hareket fark etti. İnce, gölgeli bir figür hızla bahçeye süzülüyordu. Gözleri kısılarak dikkatlice izlediğinde, figürün ağaca doğru yaklaştığını gördü. Kalbi hızlanarak hemen harekete geçti. Ateş Kralı’na haber vermek için odasına koştu. Kapıyı çaldığında içeriden derin bir ses duyuldu. “Girin.” Alesta içeri girdiğinde Ateş Kralı elinde eski bir kitapla ayakta duruyordu. “Bahçede bir şey var,” dedi aceleyle. “Ağaca doğru gidiyor.” Ateş Kralı, kitabı masaya bırakıp hızla pelerini giydi. “Hemen bakalım,” diyerek Alesta’yla birlikte dışarı çıktı. Bahçeye ulaştıklarında gölgeli figür hâlâ oradaydı. Ateş Kralı büyülü bir alev topu çağırarak figüre doğru fırlattı. Alevler karanlığı aydınlattığında, figürün yüzü göründü: Eski bir düşman, Ateş Krallığı’ndan sürgün edilmiş karanlık bir cadı, Selina.
“Bu güç buraya ait değil, Alesta,” diye fısıldadı Selina, sesi soğuk ve zehir gibiydi. “Ama yakında, benim olacak.” Ateş Kralı’nın gözleri öfkeyle parladı. “Burada işin yok, Selina. Bu krallık seni asla kabul etmeyecek.” Alesta ise adım atarak araya girdi. “Ne yapmaya çalışıyorsun?” diye sordu, sesi titremeden. Selina alaycı bir gülümsemeyle başını eğdi. “Gücün seni mahvedecek, Alesta. Ateş Kralı seni koruyamaz. Yakında bunu anlayacaksın,” dedi ve bir duman bulutuna dönüşerek gözden kayboldu. Ateş Kralı, Alesta’nın yanına yaklaşıp elini tuttu. “Bu daha başlangıç. Seni korumak için ne gerekiyorsa yapacağım,” dedi kararlılıkla. Alesta derin bir nefes aldı ve gözlerini beyaz ağaca çevirdi. Ne olursa olsun, buraya ve bu güce sahip çıkmaya kararlıydı.
Alesta, Ateş Krallığı’nda kalmaya devam ederken ailesine duyduğu özlem giderek artıyordu. Her fırsatta Bay Simon aracılığıyla annesi ve babasının durumunu öğrenmeye çalışıyor, onların güvende olduğundan emin olmadan rahat edemiyordu. Ancak farkında olmadığı bir şey vardı; kötüler hâlâ Alesta’nın ailesinin peşini bırakmamıştı. Bir gece, Ateş Kralı’nın yanından ayrılıp bahçedeki kutsal beyaz ağacın yanına gitti. O ağacın çevresinde dolaşmak, gücünün verdiği ağırlığı hafifletiyordu. Fakat zihninde bir soru giderek büyüyordu: “Neden Luna bir türlü vazgeçmiyor?” Ateş Kralı, Alesta’nın huzursuzluğunu fark etmişti. Sessiz adımlarla yaklaşarak, “Yine buradasın,” diye mırıldandı. Sesinde hem merak hem de endişe vardı. Alesta, gözlerini ağaçtan ayırmadan, “Luna,” dedi usulca. “Onun bu kadar hırslı olmasının ardında başka bir şey mi var? Sanki benimle özel bir derdi varmış gibi. Neden bu kadar peşimde?” Ateş Kralı derin bir nefes aldı ve bir süre sessiz kaldı. Sanki anlatmak istediği şeyin ağırlığını tartıyordu. Sonunda gözlerini Alesta’ya dikti ve ciddi bir ses tonuyla konuşmaya başladı: “Bu, sana şimdiye kadar söylemediğim bir şeyle ilgili,” dedi. “Ateş Krallığı’nın kehanetlerinden biri, senin gibi gücü sınırları aşan bir kızın geleceğini bildiriyordu. Kehanete göre, bu kız hem ateşin yıkıcı gücünü hem de iyileştirici alevini taşıyacaktı. Ama bu kehanet sadece seni anlatmıyor.” Alesta kaşlarını çattı, kalbi hızla çarpmaya başlamıştı. “Ne demek istiyorsun?” Ateş Kralı bir adım daha yaklaştı. “Kehanette, bu özel kızın en büyük sınavının kendi kalbiyle ilgili olacağı yazılı. En çok sevdiği kişi, onun en büyük düşmanı olacak. Ama işin en tehlikeli kısmı şu: O kişi ya karanlığa tamamen teslim olacak ya da senin sevginle iyileşecek. Ve bu seçimi yalnızca senin duyguların belirleyecek.”
Alesta’nın gözleri büyüdü. Bacaklarının titrediğini hissetti ama olduğu yerde kalmayı başardı. Bu sözler, içindeki korkuyu büyütmüştü. “Bu… bu yüzden mi kötüler peşimi bırakmıyor?” diye fısıldadı. Ateş Kralı başını yavaşça salladı. “Büyük ihtimalle öyle. Eğer senin duygularını kullanabilirlerse, hem seni hem de krallığı ele geçirebilirler. Ve Luna... belki de kehanetteki o kişi o olabilir.” Alesta, nefes almakta zorlandığını hissetti. Luna’nın her hareketini, her sözünü düşündü. Gerçekten de bazen Luna’nın öfkesinin altında bir acı gizli gibi duruyordu. Ama bu acı, onu tamamen kötülüğe mi sürükleyecekti, yoksa hala kurtulma şansı var mıydı? Tam bu sırada Bay Simon hızla yanlarına geldi. Yüzü endişeliydi. “Majesteleri,” dedi, gözleri Alesta’ya kayarken. “Alesta’nın ailesi... Onlara yaklaşmaya çalışan bir grup karanlık büyücü fark ettik. Şimdilik güvendeler ama onların hâlâ peşindeler. Ne yapmamı emredersiniz?” Alesta’nın kalbi sıkıştı. “Annem ve babam… Onlara zarar veremeyecekler, değil mi?” Ateş Kralı derin bir nefes aldı ve yüzü sertleşti. “Onlara zarar gelmesine izin vermeyeceğim. Ama senin bu konuda dikkatli olman gerek, Alesta. Sevgin hem gücün hem de zayıflığın olabilir.” Alesta başını salladı ama kalbinin derinlerinde bir korku büyüyordu. Eğer Luna gerçekten kehanetteki kişi ise… Ya sevgisi onu iyileştiremezse? Ya bu savaş, sadece bir başlangıçsa?
Fırtına yaklaşıyordu ve Alesta, bu savaşta yalnızca gücünün değil, kalbinin de sınanacağını biliyordu. Alesta, duyduklarından sonra ne düşüneceğini bilemiyordu. Kalbinde hem ailesine duyduğu endişe hem de kehanetin ağırlığı vardı. Ateş Kralı’nın gözlerine baktığında, o her zamanki soğukkanlı duruşunun ardında bir şeyler gizlediğini hissedebiliyordu. Sanki onun da bu durumdan endişe duyduğunu ama bunu belli etmemek için çabaladığını anlıyordu. “Annem ve babam…” diye mırıldandı Alesta. “Onların güvende olduğunu bilmeden burada rahat edemem.” Ateş Kralı, bir an duraksadıktan sonra yaklaşarak ellerini arkasında birleştirdi. “Ailen için endişelenmeni anlıyorum,” dedi, sesi her zamanki gibi otoriter ama bu kez daha yumuşaktı. “Ama unutma, şu an burada kalman onların güvenliği için de önemli. Eğer sana ulaşamazlarsa, onlara zarar vermek için bir nedenleri kalmaz.” Bu sözler mantıklıydı ama Alesta’nın içindeki huzursuzluğu dindirmeye yetmiyordu. “Peki ya onların yanında olamazsam ve bir şey olursa?” diye sordu, sesi titriyordu. “Ya geç kalırsam?” Ateş Kralı bir adım daha yaklaştı. “Bay Simon onların yanında. Eğer bir tehdit yaklaşıyorsa, bundan anında haberimiz olur. Sana söz veriyorum, gerekirse bizzat ben müdahale ederim.”
Alesta bu sözlere inanmak istiyordu ama kehanetin ağırlığı onu bırakmıyordu. Luna’nın gerçekten de o kişi olma ihtimali… Bu düşünce bile nefesini kesiyordu. Eğer Luna, onun en sevdiği kişi olacaksa ve karanlığa yenik düşerse, onu kurtarabilecek miydi? Yoksa tüm güçlerini kaybedip bu savaşı kaybeden mi olacaktı? Ateş Kralı’nın bakışları, Alesta’nın düşüncelerini okuyor gibiydi. “Zihnin çok dolu,” dedi alçak sesle. “Ama bu yükü tek başına taşıman gerekmiyor, Alesta. Ben buradayım.” Bu sözler, Alesta’nın içindeki buz gibi soğukluğu biraz da olsa eritti. Ateş Kralı’nın ilk günden beri nasıl mesafeli durduğunu biliyordu. Ama şimdi, onun bu kadar yakınında olmak… Bu farklıydı. Ve o da bu yakınlığı reddetmek istemiyordu. Tam bu sırada bahçenin derinliklerinden bir hareket sesi geldi. Alesta anında irkilerek etrafa baktı. Ateş Kralı da dikkat kesilmişti. Karanlıkta beliren siluet Bay Simon’dı ama yüzündeki endişe göze çarpıyordu.
“Majesteleri,” diye seslendi Simon, ağır adımlarla yanlarına yaklaşırken. “Bir sorun var. Ella ve Drake’in etrafında yoğun bir büyü enerjisi tespit ettik. Görünürde saldırı yok ama bir şeyler hazırlanıyor gibi.” Alesta’nın kalbi hızla çarpmaya başladı. “Onlara gitmem lazım,” dedi kararlı bir şekilde. “Onlara bir şey olmasına izin veremem!” Ateş Kralı başını iki yana salladı. “Hayır,” dedi sert bir sesle. “Bu, tam da onların istediği şey. Seni dışarıya çekmek ve zayıflatmak için bir tuzak olabilir. Planlarının bir parçası olma.” Alesta öfkeyle dönüp ona baktı. “Ama bu benim ailem! Onlar için her şeyi yaparım. Bu yüzden güçlerim var!” Ateş Kralı bir an sessiz kaldı, ama ardından sesi daha yumuşadı. “Evet, bu yüzden güçlerin var. Ama bu güçleri kontrol edemediğinde, en sevdiklerine zarar verebilirsin. Ailenin güvende kalmasını istiyorsan, burada kalmalısın.” Bu sözler, Alesta’nın içinde bir çatışmaya sebep oluyordu. Ama aynı zamanda doğru olduklarını biliyordu. Öfkesine yenik düşüp bir hata yaparsa, ailesine zarar verebilirdi.
Bay Simon araya girerek, “Ben Ella ve Drake’in yanında kalacağım,” dedi. “Onlara bir zarar gelmesine izin vermeyeceğim. Ayrıca, biz onların bulunduğu alanı koruma büyüleriyle güçlendirdik. Bu büyüleri delmek için çok güçlü bir kara büyü gerekir.” Alesta biraz olsun rahatladı ama aklının bir köşesinde hâlâ bir huzursuzluk vardı. “Tamam,” dedi sonunda. “Ama bir sorun olursa hemen haber verin.” Bay Simon başını eğerek uzaklaştı. Alesta derin bir nefes aldı ve gözlerini Ateş Kralı’na çevirdi. “Kehanettekini daha fazla anlat,” dedi, sesi bu kez daha sakindi. “Ben neyle karşı karşıya olduğumu tam olarak bilmeliyim.” Ateş Kralı bir an duraksadı, ardından gözlerini onun gözlerine dikti. “Kehanete göre,” dedi usulca, “Senin kaderin iki yoldan birine çıkacak. Ya sevginle karanlığı iyileştireceksin ya da sevdiklerinin zayıflığı seni karanlığa çekip yok edecek. Ama bu yolu sadece sen seçebilirsin. Kimse senin yerine bu kararı veremez.” Alesta’nın içinde bir ürperti yükseldi. “Peki ya seçemezsem?” diye fısıldadı. “Ya yanlış kararı verirsem?” Ateş Kralı, ilk kez maskesini indirip içten bir ifadeyle ona baktı. “Yanında ben varım,” dedi. “Her ne olursa olsun, bu savaşı tek başına vermeyeceksin.”Bu sözler, Alesta’nın içindeki korkuyu biraz da olsa yatıştırdı. Ama bir şey biliyordu: Önünde çok daha büyük bir fırtına vardı ve bu fırtına, sadece onun gücüyle değil, kalbiyle de sınanmasını gerektirecekti. Alesta, Ateş Kralı’nın sözlerini zihninde tekrar tekrar yankılanırken, kalbinin derinliklerinde bir ağırlık hissetti. Sevginin gücüyle karanlığı iyileştirme fikri umut verici olsa da, aynı sevginin onu karanlığa çekip yok etme ihtimali ürkütücüydü. Ailesi tehlikedeydi, Luna’nın niyetleri hâlâ belirsizdi ve kehanetin ağırlığı omuzlarına çökmüştü. “Yanında ben varım,” demişti Ateş Kralı. Bu cümle Alesta’nın zihninden çıkmıyordu. Her ne kadar mesafeli ve sert biri gibi görünse de, Alesta onun içinde başka bir şeyler olduğunu hissedebiliyordu. Ama bu hisler, sorularına bir cevap vermiyordu. “Bunu çözmem gerekiyor,” diye mırıldandı kendi kendine. Ateş Kralı sessizce onu izliyordu. “Ne düşünüyorsun?” diye sordu sonunda. Alesta derin bir nefes aldı. “Luna,” dedi kararlı bir sesle. “Onun gerçekten kim olduğunu anlamam gerekiyor. Eğer kehanetteki düşman oysa, bununla yüzleşmek zorundayım. Ama bunu yapabilmem için daha fazla bilgiye ihtiyacım var.”
Ateş Kralı başını hafifçe eğdi. “Luna’nın geçmişi bir sır gibi saklandı,” diye açıkladı. “Onun nasıl bu kadar hızlı güçlendiğini biz bile bilmiyoruz. Ama bir şey kesin: O, kendi isteğiyle karanlığa çekilmedi. Bir şey ya da biri onu bu yola itti.” Alesta gözlerini kıstı. “Peki bu ‘biri’ kim olabilir?” Ateş Kralı kısa bir duraksamadan sonra devam etti. “Cadıların en eski düşmanlarından biri olan Gölge Efendisi’nin adı, son zamanlarda fısıltılar arasında tekrar duyulmaya başlandı,” dedi. “Onun ruhu yok edilemedi; sadece mühürlendi. Eğer birisi bu mührü zayıflatmaya çalışıyorsa, Luna onun için mükemmel bir piyon olabilir.” Alesta’nın kanı dondu. Gölge Efendisi… Çocukluğundan beri efsanelerini duymuştu ama bunların gerçek olabileceğine ihtimal vermemişti. “Eğer doğruysa…” diye fısıldadı. “Bu, sadece benim ailem için değil, tüm cadılar için bir felaket olur.” Ateş Kralı başını onaylarcasına salladı. “Bu yüzden dikkatli olmalısın. Düşman artık gölgelerin ardında saklanmıyor. Sana ulaşmak için her yolu deneyecekler.” Tam bu sırada bahçeden gelen hafif bir esinti, Alesta’nın dikkatini çekti. Beyaz yapraklı büyülü ağaç, geceye meydan okurcasına ışıldıyordu. Alesta istemsizce ağaca doğru birkaç adım attı. Ne zaman huzursuz hissetse bu ağacın yanında olmak onu rahatlatıyordu. Ama bu gece, ağacın enerjisi bile endişesini yatıştırmaya yetmiyordu.
Ateş Kralı da onun ardından yürüdü. “Bu ağaç, bizim kalbimiz,” dedi sessizce. “Cadıların gücünü ve dengesini korur. Ama eğer düşmanlar onu yok ederse…” Alesta başını kaldırıp Ateş Kralı’na baktı. “Bu olmasına izin vermeyeceğim,” dedi gözlerinde ateş gibi parlayan bir kararlılıkla. “Ne pahasına olursa olsun, bunu durduracağım.” Ateş Kralı gülümsedi, bu nadir görülen ve sıcak bir gülümsemeydi. “İşte bu yüzden seçilmiş kişisin,” dedi yumuşak bir sesle. Alesta, Ateş Kralı’nın sözlerinden cesaret alarak dik durdu. Artık korkularına teslim olamazdı. Gölge Efendisi ve Luna’nın ardındaki gizemi çözmek zorundaydı. Ama en önemlisi, sevdiklerini korumak için ne gerekiyorsa yapacaktı. “Bana yardım eder misin?” diye sordu sonunda. “Bu savaşı tek başıma kazanamam.” Ateş Kralı bir adım daha yaklaştı, gözleri derin ve kararlıydı. “Yanında olacağım, Alesta,” dedi alçak bir sesle. “Sonuna kadar.” Bu sözler, Alesta’nın yorgun kalbine bir nebze olsun huzur verdi. Ama ikisi de biliyordu ki önlerinde çok daha büyük bir fırtına vardı. Ve bu fırtına, yalnızca güçleriyle değil, kalplerindeki kararlılıkla aşılacaktı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.86k Okunma |
385 Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |