
Gece çökmüş, rüzgar çölün boşluğunda uğuldayarak esiyor. Ellie ve Amelia, soğuk ve sessizliğin içinde çantayı almak için nasıl hareket edeceklerini düşünüyorlar. Su ve yiyeceklerin olduğu çanta, 55 metre aşağıda antenin üstünde, ulaşılması neredeyse imkansız bir yerde asılı duruyor.
İkisi de çaresiz değil, ama bu karanlıkta atacakları her adım hayati risk taşıyor. Ellie, çevreyi dikkatle inceleyip alternatif yollar arıyor; Amelia ise nefesini tutmuş, sessizliği dinliyor.
Gece karanlığında, rüzgarın uğultusu arasında Ellie çantasını ve içindekileri tekrar gözden geçirdi. Su ve yiyeceklerin yanı sıra, 30 metrelik sağlam bir halat olduğunu fark etti.
“Amelia,” diye fısıldadı Ellie, “Bu halatı kullanabiliriz. Antene ulaşmamıza yetmeyebilir ama... belki birazcık cesaret ve dikkatle işe yarar.”
Amelia gözlerini kısarak yukarıdan antene baktı, “Yeterince dikkatli olursak, halatla biraz daha yaklaşabiliriz. Sonra diğerinin yardımıyla çantayı indirebiliriz.”
Bir anda, tehlikeli ama umut dolu bir plan belirmeye başladı zihinlerinde. Göz göze geldiler ve karar verdiler; geceyi geçirmeye dayanacak, sabah ilk ışıkla cesurca harekete geçeceklerdi.
Ama bilinmezlikler onları bekliyordu.
Ellie, karanlıkta etrafı dikkatle süzerken, “Peki ya geri kalan 25 metreyi nasıl ineceğiz? Halat uzun ama o kadar mesafeye nasıl ulaşacağız?” diye sordu endişeyle, sesi rüzgarın uğultusuyla birleşip kulede yankılandı.
Amelia elindeki fenerle kule yüzeyine dikkatlice baktı. “Şuraya bak,” dedi, sesi hafifçe titriyordu. “Küçük çıkıntılar var, sanki basamak gibi. İstersen bu çıkıntıları kullanarak aşağı inmeye çalışabilirim. Ama dikkatli olmam lazım, çünkü her an kayabilirim.”
Ellie, Amelia’nın cesaretine hayran kalırken, planlarını hızla gözden geçirdi. “Tamam, önce ben çantayı halatla alıp bağlarım. Sen de o çıkıntılardan aşağı inersin. Çantayı sonra çekip yanımıza getiririz.”
Ellie derin bir nefes aldı, halata sıkıca tutundu ve yavaş yavaş çantaya doğru indi. Rüzgar hafifçe güçlenmişti, kule inceden sallanıyordu. Ellerini buz gibi çelik yüzeye bastırarak, dikkatle ilerledi. Çantaya ulaştığında, içine bakmadan ipe bağladı ve yukarı çekmeye başladı.
Amelia ise fenerle aşağıdaki çıkıntılara bakmaya devam ediyordu. “Tamam, şimdi sıra bende...” diye mırıldandı. Yavaşça, küçük çıkıntılara basarak tırmanmaya başladı. Her adımda kalbi hızla atıyor, elleri terliyordu. Bir an dengesini kaybetti, rüzgar sert esince bedenini bir an boşluğa bıraktı. Göz açıp kapayıncaya kadar, 60 metre mesafedeki diğer antenin üstüne sertçe düştü.
“Amelia!” diye bağırdı Ellie, sesi çaresizce titriyordu. Yardıma koşmak istedi, ama kule hala sallanıyor, her hareket daha büyük bir risk yaratıyordu. “Seni bulacağım, sakın hareketsiz kalma!” diye fısıldadı Ellie, kendi korkusunu bastırarak.
Kule, gece karanlığında sessizce mücadelelerinin tanığı olmaya devam ederken, Ellie’nin aklında tek bir şey vardı: Amelia’yı sağ salim buradan kurtarmak.
Amelia, düşüşün etkisiyle acı dolu bir inilti kopardı. Koyu gece sessizliğinde yankılanan sesi, Ellie’nin kalbini sızlattı. O acı inleme, kuledeki her metal parçada, her rüzgar uğultusunda yankılanıyordu.
Ellie hemen fenerini Amelia’ya doğru tuttu. Ay ışığına karışan yüzündeki ağrı ve korku açıkça görünüyordu. “Amelia, cevap ver! İyi misin?” diye seslendi endişeyle, sesinde titreme vardı.
Amelia, gözlerini kısarak yavaşça başını salladı; “Biraz… acıyor… ama hareketsiz kalmalıyım,” dedi, zor da olsa kelimeleri çıkardı dudaklarından.
Ellie, dayanmak zorundaydı. “Seni buradan çıkaracağım, söz veriyorum,” dedi kararlı bir sesle. Elleri titriyordu ama kararlılığı yerindeydi; Amelia’nın yaralarını sarmak için önce onu güvende tutmalıydı.
İkisi arasında gece sessizliğiyle örtülü bu korkunç an, aralarındaki bağın ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha gösteriyordu.
Akşamın alacakaranlığı çökerken, kuledeki sessizlik yerini huzursuz bir ürpertiye bıraktı. Gökyüzünde kara bulutlar toplanırken, uzaklardan gelen kargaların tiz ve rahatsız edici çığlıkları yavaş yavaş yakınlaştı. Ellie, Amelia’nın yanında, titreyen nefeslerini duyarken birden çevredeki havanın değiştiğini hissetti.
“Amelia, dikkat et!” diye fısıldadı Ellie, gözlerini karanlığa dikerek.
Bir anda, kargaların kanat çırpışları kulenin paslı direklerinde yankılandı ve sürü halinde, hızla Amelia’ya doğru saldırmaya başladılar. Siyah tüylerin hışırtısı, çığlıklarla karışırken Amelia korku ve şaşkınlıkla eliyle yüzünü korumaya çalıştı.
Ellie hemen refleksle bir tahta parçasını kaptı, kargaları uzaklaştırmak için salladı. “Sakın yere düşme! Buradan çıkacağız!” diye bağırdı.
Karanlıkta çığlıklar ve kanat sesleri arasında yaşanan bu küçük savaş, kulede mahsur kalmanın ne kadar tehlikeli olduğunu bir kez daha gösteriyordu. Ama Ellie ve Amelia yılmadı; birbirlerine tutunarak, bu geceyi de atlatacaklardı.
Jill, evin loş koridorunda ağır adımlarla yürüyordu. İçinde hem endişe hem de kararlılık vardı. Michel kapının önünde bekliyordu, yüzünde yorgun ama kararlı bir ifade vardı.
“Jill,” dedi Michel, sesi biraz titrek ama güçlüydü, “Bu olanlar… artık daha fazla dayanamayacağım. Her şey birbirine karıştı. Nancy, ailem, geçmişimiz… Her şey üstüme geliyor.”
Jill yavaşça ona yaklaştı, gözlerindeki sıcaklığı gizleyemiyordu. “Michel, biliyorum… Bu yük çok ağır. Ama yalnız değilsin. Seninle birlikteyiz, biz… Biz artık bir aileyiz.”
Michel derin bir nefes aldı, “Bazen korkuyorum. Kendimi kaybediyorum sanki.”
Jill hafifçe gülümsedi, “Korkmak insan olmanın bir parçası. Ama önemli olan, korkularınla yüzleşebilmek.”
Michel gözlerini Jill’in gözlerine dikti, “Seninle birlikteyken, daha güçlü hissediyorum. Sanki yeniden doğuyorum.”
Jill yumuşakça elini Michel’in yanağına götürdü, “Ve ben de… seni seviyorum, Michel.”
O an, sessizlik içinde aralarında sıcak bir bağ oluştu; dünya ne kadar karışık olursa olsun, burada birbirlerine tutunacaklardı.
Ellie, cebinden telefonunu çıkarıp önce kendi sinyalini kontrol etti. İki üç çubuk zayıf ama halen vardı. Ardından Amelia’nın telefonunu aradı; cihazın ekranında tek bir sinyal bile görünmüyordu. Ellie yüzünü buruşturdu.
“Amelia... orada mısın? Telefonun sinyali tamamen gitti,” dedi endişeyle. Ellinin elleri titremeye başladı.
Ellie, yanında olan çantaya dokundu. İçinde su, yiyecek ve hayatta kalma malzemeleri vardı. “Bunlar kurtarıcı olacak ama önce seni buradan indirmeliyim,” diye mırıldandı.
Ellie, kulede ağır yaralı halde yatan Amelia’ya baktı, acı içinde inliyordu. Dizinde derin bir yara vardı, hareket etmekte zorlanıyordu.
“Amelia, dayan, hemen seni aşağı indireceğim,” dedi kararlı ama korku dolu bir sesle.
Ellie, çantadan çıkardığı halatı hazırlarken, kalbi hızla atıyordu. “Ama 25 metreyi nasıl ineceğim? Bu yaralı halde mümkün değil...” diye kendi kendine düşünürken, Amelia zorlukla fısıldadı: “Ellie… İnip… yardım çağır... sen… yapabilirsin…”
Ellie gözlerini kırpıştırdı, derin bir nefes aldı ve karanlığa, o zorlu inişe odaklandı.
Amelia’nın inlediği ses aniden kesildi. Gözleri hafifçe aralandı ama bakışları donuklaştı, sanki ruhu bedeninden ayrılmış gibiydi. Ellie panikledi, “Amelia? Hayır, hayır yapma!” diye seslendi.
Ama Amelia sessiz kaldı, derin bir boşluğa daldı. Sonra, sanki kendi içinde kaybolan bir film gibi, geçmişin görüntüleri, acılar ve korkular içinden ağır ağır döküldü dudaklarından:
“Beni bıraktılar… Sevmediler… Korktum… Yalnız kaldım… Her seferinde… Kurtarılmayı bekledim… Ama kimse gelmedi… Kanımdan izler, ruhumda karanlık… Babamın ölümü… O acı… Victor… Her şey… Beni burada unutacaklar mı? Yaşamak ne demek ki?”
Ellie gözyaşlarını tutamadı. Yumuşak bir sesle, Amelia’nın kulaklarına fısıldadı:
“Biliyorum… Çok zor… Ama lütfen, buradan gitmene izin veremem. Senin yaşaman gerekiyor, burası senin sonun olmamalı…”
Ellie derin bir nefes aldı, titreyen dudaklarından hafifçe bir melodi yükseldi, içten ve nazik:
“Here comes the sun, doo-doo-doo-doo…”
Şarkı kulağa belki zayıf, belki yetersiz geliyordu, ama Ellie bilmediği bir şey yaptı: bu ses, Amelia’nın bedenine, ruhuna dokundu. Gözleri tekrar biraz canlandı, ufak bir titreme başladı. O an Ellie’nin şarkısı Amelia’ya tutunması için bir ışık oldu.
Amelia’nın gözleri yavaşça açıldı, bakışları Ellie’nin gözlerine kilitlendi. Sesinde, içinde büyüyen öfke ve kırgınlık vardı:
“Sizin bana olan nefretiniz içime işledi… Bir kere hep eksildim, hep yok oldum. Her zaman kenarda, görünmez, değersiz… Ama bu bitecek. Artık susmayacağım. Kimse beni hiçe sayamayacak, hiç kimse.”
Ellie, titreyen sesiyle, ama kararlılıkla karşılık verdi:
“Amelia, biliyorum ne kadar zor yaşadığını… Ama bu nefret, bu kırgınlık seni yıkmaz, seni daha da güçlü yapmalı. Bize ihtiyacın var, biz sana ihtiyacımız var. Hep birlikte… Birlikte bu karanlığı aşacağız.”
Amelia ağır ağır başını salladı, gözlerinde bir kıvılcım belirdi. Yine o güç, o hayat isteği. Ama içinde koca bir fırtına vardı, sessiz ama yıkıcı.
Amelia’nın sesi titriyordu, gözlerinden yaşlar süzülürken Ellie’nin gözlerine derin bir hüzünle baktı:
“Sizi hiçbir zaman unutmayacağım, Ellie...”
Gözlerinden süzülen yaşlar, yorgunluğunu, kırgınlığını ve içinde taşıdığı acıyı anlatıyordu. Ellie'sin kalbi sıkıştı, elleri titrerken Amelia'nın elini nazikçe tuttu.
“Ve ben de seni, Amelia. Ne olursa olsun, buradayım. Senin için buradayım...”
O an, kuledeki o rüzgarlı, soğuk atmosferin içinde bile aralarındaki bağ, sıcacık bir umut ışığı gibi parladı. Zaman donmuş gibiydi; kelimeler yetmese de, hisler hepsinden güçlüydü.
Amelia, gözkapakları ağırlaşırken Ellie’ye son bir bakış attı. Dudaklarının kenarında beliren hafif bir tebessümle, titreyen parmaklarını kaldırıp yavaşça el salladı.
Bu el sallayış, bir veda değildi yalnızca; geçmişin yüklerine, yarım kalmış anılara, söylenememiş sözlere de bir elvedaydı.
Ellie, boğazına düğümlenen gözyaşlarıyla onun elini sımsıkı tuttu ama… Amelia’nın bakışları bir noktaya sabitlendi. Soluğu kesildi. Parmakları gevşedi.
Kulede bir sessizlik çöktü.
Rüzgar uğuldadı. Gökyüzü, bir hüzün perdesi gibi koyulaştı.
Ellie başını eğdi, gözlerini kapattı. Dudaklarından bir fısıltı döküldü, yalnızca Amelia’nın duyabileceği bir fısıltı:
“Uğurlar olsun, Amelia…”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 715 Okunma |
206 Oy |
0 Takip |
90 Bölümlü Kitap |