
Hastane – Psikiyatri Kanadı – Sabah 05:42
Kan kokusu hâlâ duvarlardan silinmemişti.
Ellie koridorun sonunda bir bankta oturuyordu. Gömleği kan içinde, elleri hâlâ titriyordu ama gözleri bomboştu. Patrick, birkaç metre ötede yere düşen baltasını elinde tutuyor, ucundaki pasla kurumuş kanı seyrediyordu. Sessizlik artık huzur değil, yankıydı.
Nancy James ölmüştü.
Ve bu gerçek, bekledikleri kadar rahatlatıcı değildi.
Michel, Jill’in odasında oturuyordu. Zarf parçalanmış, kaset yanmış, ancak bir şey daha kalmıştı: Nancy’nin cebinden çıkan son sayfa.
Küçük bir defter parçası.
Üzerinde sadece üç kelime yazıyordu:
"Henüz değilsiniz."
Michel defteri Patrick’e uzattı.
“Bitti sanıyorduk. Ama Nancy yazmamış bunu. El yazısı... Jill’in değil. Nancy’nin de değil.”
Patrick sayfaya baktı. Gözlerini kısarak fısıldadı:
“Bu... başka birinin. Belki onların.”
Ellie doğruldu. Sanki içindeki uyuşukluk yavaş yavaş çözülüyordu.
“Hayır. Bu bir uyarı değil. Bu bir hüküm. Henüz biz değiliz.”
Michel şaşırdı.
“Kim biz?”
Ellie derin bir nefes aldı. Gözleri Jill’in camlı kapısından içeri süzüldü.
“Henüz onlar gibi değiliz demek istiyor. Ya da onlar gibi olmadığımız için hâlâ hayattayız.”
Jill’in Odası – 06:13
Jill hâlâ bilinçsizdi. Cihazlar sabit. Nabız zayıf ama ritmik.
Ellie, onun yanına oturdu. Elini tuttu.
Parmakları buz gibiydi ama Ellie her zamanki gibi parmaklarının arasına sıkıştırdı:
“Nancy öldü. Bunu duymalısın. Senin yerine ölmesi gereken biri… sonunda gitti.”
Bir sessizlik oldu.
Sonra... Jill’in parmağı hafifçe kımıldadı.
Ellie dondu.
“Jill?”
Göz kapakları, neredeyse görünmeyecek kadar hafif bir titremeyle oynadı.
Patrick içeri girdiği anda, kalp monitörü bir anlık hızlandı. Jill’in dudakları kımıldadı ama ses çıkmadı.
Michel, nefesini tuttu.
Sonunda Jill, gözlerini açtı.
İlk baktığı kişi Ellie’ydi. Sonra fısıldadı:
“Henüz... başlamadı.”
Aynı Anda – Bilinmeyen Bir Mekân
Karanlık bir odada, tek bir bilgisayar ekranı.
Ekranda boş bir sayfa.
Sonra bir yazı görünür:
Dosya: SUSKUN_ŞEHİR_2.görülüyor
Klavyeden bir tuş sesi gelir.
Ekranda yeni bir satır belirir:
“Bölüm 1: MEZARINDAN ÇIKAN BABA.”
Bir fısıltı duyuldu:
“O, bitmedi. Hiçbir zaman bitmedi.”
Karanlıkta birden eski bir mezar fotoğrafı beliriverdi.
Mezar taşında ad okunuyordu:
Victor Larson
Ve ekran kararırken, arkadan yankılanan bir ses:
“Suskun Şehir’in en karanlık sırrı... şimdi başlıyor.”
“Dosya açılıyor: SUSKUN ŞEHİR 2…
Mezarından çıkan baba, suskunluğun ardındaki en karanlık sırları ortaya çıkarıyor.
Bu defa sessizlik değil, korku konuşacak.”
“Ellie Larson’ın babası Victor, yıllar sonra gömülü olduğu yerden kalkıyor.
Suskun Şehir’in kaderi yeniden yazılıyor.
Karanlık, hiç bu kadar derin olmamıştı.”
“Bir mezar açılıyor.
Bir sır uyanıyor.
Ve Suskun Şehir, geçmişin hayaletiyle yüzleşmek zorunda kalıyor.
Victor Larson geri dönüyor.”
Hastane – Jill’in Odası – Geceyarısı
Jill’in yüzü terle kaplıydı. Gözleri kapalı ama kaşları çatılmıştı, sanki içinde fırtınalar kopuyordu. Derin, keskin sancılar göğsünü ve karnını sarmıştı. Nefesi hızlanıyor, vücudu titriyordu. Ellerini bilinçsizce karnına götürdü, acıyı içine çekiyordu.
Ellie ve Michel hemen yanına koştular. Ellie elini Jill’in alnına koydu, ateşi yükseliyordu. Michel panikledi:
“Bu sancılar... çok kötüye gidiyor. Acil müdahale gerekebilir.”
Jill, gözlerini araladı, zorla nefes alıyordu:
“B... beni bırakmayın...
İçimde bir şey... hareket ediyor...”
Ellie sıkıca tutarak:
“Buradayız Jill, birlikteyiz. Güçlü ol, seni bırakmayacağız.”
Jill tekrar gözlerini kapattı, yüzündeki acı ifadesi derinleşti. Sanki içinde hayat ve ölüm arasında ince bir çizgide sallanıyordu.
Hastane – Jill’in Odası – Sabahın İlk Işıkları
Jill’in yüzü ter içinde, kasılmalar artıyordu. Elleri titrek ama kararlıydı. Ellie ve Michel başucundaydı, nefeslerini tutmuş onları izliyorlardı.
Jill (acı içinde ama güçlü):
“Shantel... adını... Shantel koy... lütfen...”
Ellie ona sıkıca dokundu:
“Shantel, harika bir isim. Güzel kızımız... yakında burada olacak.”
Jill’in yüzü kıvrıldı, bir kasılma daha. Michel hemen hemşireleri çağırdı.
Michel:
“Hemen müdahale etmeliyiz. Jill çok güçlük çekiyor.”
Hastane – Jill’in Odası – Uzun, Zorlu Gece
Saatler geçiyordu. Jill, acı dolu kasılmalarla 15 saattir savaşıyordu. Her nefesi büyük bir mücadele, her hareketi son gücüyle yapıyordu. Ellie ve Michel, başucunda bitkin ama umudunu hiç kaybetmeden bekliyordu.
Ellie, Jill’in elini sımsıkı tutuyordu; ter ve yorgunluk içinde titreyen yüzüne bakıyordu.
Ellie (fısıltıyla):
“Güçlü ol, Jill. Az kaldı. Shantel yakında bizimle olacak.”
Michel, heyecan ve endişe içinde hemşirelerle koordine oluyordu.
Michel:
“Her şey yolunda, Jill. Sadece biraz daha sabret.”
Jill, yüzünü buruşturmuş, gözlerini kapatmıştı; acı dayanılmaz seviyeye gelmişti ama o vazgeçmiyordu.
Sonunda…
Büyük bir son kasılma ve ardından…
Bir ağlama sesi yankılandı.
Hemşireler hızla bebeği Jill’in kucağına koydular.
Ellie gözyaşlarını tutamadı, Michel derin bir nefes aldı.
Hemşire:
“Kızınız sağlıklı. Adı?”
Ellie, titreyen sesiyle cevap verdi:
“Shantel Larson.”
Jill yorgun ama gözlerinde tarifsiz bir mutluluk vardı. Ellie bebeği Jill’in göğsüne yatırdı.
Ellie:
“Hoş geldin, Shantel... Dünyaya hoş geldin.”
Hastane – Jill’in Odası – Günler Sonra
Gün ışığı pencereden süzülüyordu. Jill, hastane yatağında hafifçe gözlerini aralamış, huzurlu bir ifade taşıyordu. Shantel, küçük bir battaniyeye sarılmış, sakin sakin uyuyordu. Ellie odanın bir köşesinde oturuyor, Shantel’i izliyordu.
Michel, tıbbi ekipmanları kontrol etmek için içeri girdi. Gülümseyerek:
“Doktorlar olumlu konuşuyor. Jill’in durumu her geçen gün daha iyiye gidiyor.”
Ellie, Jill’in elini nazikçe sıktı:
“Bir kez daha, sen çok güçlüsün Jill. Shantel de senin gibi savaşçı olacak.”
Jill zayıf bir gülümsemeyle cevap verdi:
“O... benim en büyük mucizem... ve umut ışığım.”
Ellie ve Michel birbirlerine baktılar, geleceğin getireceği zorlukları hissederek, ama aynı zamanda içinde umut taşıyarak.
8 Ay Sonra
Jill’in Evi – Sabah
Pencereden içeri giren yumuşak sabah ışığı, Jill’in oturma odasındaki huzurlu tabloyu aydınlatıyordu. Jill, kucağında artık sekiz aylık olan Shantel ile oturuyordu. Shantel, kahverengi gözleriyle annesine gülümsüyor, küçük elleriyle etrafı keşfetmeye çalışıyordu.
Ellie, mutfaktan kahveyle geldi. Gözlerinde hem yorgunluk hem de derin bir sevgi vardı.
Ellie:
“Sekiz ay geçti… İnanabiliyor musun? Bir zamanlar hayatımızın nasıl darmadağın olduğunu düşününce…”
Michel kapıdan gülümseyerek girdi. Elinde yeni bir dosya vardı.
Michel:
“Ama savaş bitmedi. Yeni bir sayfa açılıyor. Artık hazırız.”
Jill, Shantel’e sevgiyle baktı, ardından derin nefes aldı.
Jill:
“Evet, hazırız. Bu sefer kontrol bizde.”
Mezarlık – Gece
Soğuk gece rüzgârı, mezarlığın sessizliğini hırpalıyordu.
Ellie, Patrick ve Michel, elinde taze çiçeklerle ağır adımlarla yürüyordu. Yüzlerinde hem acının hem de zamana rağmen sönmeyen bir kararlılığın izleri vardı.
Önlerinde, siyah mermerden yapılmış, üzerinde parlak beyaz harflerle yazılmış bir mezar taşı vardı:
“Leo Carpenter 1982 – 2025
Bir Kardeş, Bir Kahraman”
Ellie diz çöküp mezar taşına dokundu. Gözleri doldu, sesi kısık ama kararlıydı:
“Lanet olsun, Leo…
Kaybettik seni ama savaşı bitirmedik.”
Patrick başını eğdi, baltasını sıkıca tuttu:
“Senin için, senin anın için… bu iş burada bitmeyecek.”
Michel defteri çıkardı ve fısıldadı:
“Leo’nun anısına, karanlıkla yüzleşmeye devam edeceğiz.”
Ay ışığı mezar taşına vururken, mezarlığın derin sessizliği, yeni bir dönemin habercisi gibi yankılandı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 715 Okunma |
206 Oy |
0 Takip |
90 Bölümlü Kitap |