
"Gölgenin Sesi"
Sabah, dünün kaosundan kalan izlerle doluymuş gibi görünüyordu. Şehrin üzerindeki sis, sanki her şeyin gizli kalması gereken sırrını saklamak istercesine hafifçe çöküyordu. Otobüs kazasının ardından yayılan karanlık haberler, abartılmış endişeler, polis ve basın mensupları arasında dolaşan dedikodular… Hepsi şimdi yeni bir sayfanın başlangıcını işaret ediyordu.
Gale Weathers, konvoy aracından inerek olay yerinin yakınındaki küçük bir parkta durdu. Elindeki dijital not defteriyle, her adımını titizlikle belgeliyordu. Herkesin gözleri, Victor Larson’ın cinayeti üzerine dönerken, Gale’nin gözlerinden okunan soğuk hesap, bu işin daha derinlere indiğini anlatıyordu.
Birkaç blok ötede, polis şeridinin hemen yanı başında, Patrick ve Ellie hala sessizce düşüncelerine dalmışlardı. Patrick, yüzünde derin bir öfke ve keder karışımı bir ifade taşıyor; Ellie ise Michel’in eski fotoğrafına takılıp kalmıştı, geçmişin yaralarını yeniden açan bir hatıra gibiydi. O an atmosferde, yalnızca acının değil, aynı zamanda belirsiz bir umudun ve hesaplaşmanın sesi yankılanıyordu.
Amelia, Leo ile o gece çatıda kurdukları yakınlaşmanın ardından kendi dünyasına çekilmiş, yaşadığı içsel fırtınanın izlerini taşıyordu. Onun için her şey artık bir çelişkiydi; kalbi ne yapacağını bilemezken, zihni geçmişin karanlık gölgeleriyle savaşıyordu.
İşte tam bu esnada, yüksek sesle duyulan sirenler, kimsesiz sokaklara sızan acımasız gerilimin yankısıydı. Gale’nin not defteri titredi; önemli bir haber kaydı eklenmişti:
"Melisa Fairman cinayetinde yeni bir hesap daha oluşuyor. Eski Woodsboro olaylarının failleri arasında gösterilen ismin, şimdi haberlerde adı geçmeye başladığı: Jill Roberts. Soruşturmanın derinlikleri, bu işin sadece yüzeysel olmadığını kanıtlar nitelikte."
Gale, not defterinden kalemini kaldırarak, kendi notlarından bir parçayı yüksek sesle okudu:
"Artık bu şehirde kimse güvenli değil. Hayaletler sadece geçmişte kalmamış, şimdi hayatımıza sızıyor. Ve her hesap, gün yüzüne çıkmak için sabırsızlanıyor."
Patrick’in bakışları sertleşti. "Bunu duydunuz mu?" diye sordu Ellie, sesindeki titreşim, basının bomba gibi patlamasıyla birleşen gerilimi yansıtırcesine.
Patrick, derin bir iç çekişle başını salladı. "Artık her şey hesap verecek. Victor’un ölümü… Melisa Fairman’ın cinayeti… Bunlar birbirine karışacak."
Gözlerinde, hem acı hem de öfke vardı.
O sırada, parkın kenarındaki bankta, sessizce oturan biri vardı. O kişi, Jill Roberts’in kaybolan yüzünü andırıyordu. Saçları dağılmış, gözleri ise geçmişin yorgunluğunu taşıyordu. Kimliğini belli etmektense, yalnızlığıyla oturmayı tercih etmiş gibiydi.
Ellie gözlerini çevirdiğinde, o gizemli silüetin farkına vardı. "O da mı buradaydı?" diye mırıldandı.
Gale, sessizce ayağa kalkarken, "Herkesin bir hesabı var," dedi, ifadesi keskin ve kararlı. "Sırların sonu yakındır. Her yalan, bir gün kendi ağırlığını gösterir."
Bu sözler, soğuk havanın içine karıştı ve şehrin sokaklarına yayıldı. Polis, basın, aile… Herkes, geçmişin hesaplaşmasını beklerken, şehrin gölgeleri sessizce fısıldıyordu: Gerçekler, artık kaçmak için çok geç.
Patrick, Ellie ve Amelia, bu belirsizlik ve hesaplaşma ortamında, birbirlerine sıkıca sarıldılar. Yıllar boyunca bastırılmış acılar, ihanetler ve kayıpların izleri, artık silinmeyecek, hepsi şehrin sokaklarında yankılanacaktı. Ve tüm bu sesin en derin noktasında, Leo’nun, Gale’nin ve hatta eski düşman Jill Roberts’in yankıları vardı.
Günün ilk ışıkları yavaşça ufku çizerken, şehrin kalbinde, karanlık sırların bir kez daha su yüzüne çıkacağına dair sessiz bir vaad vardı. Her şey bir hesaplaşma için hazırlanıyordu ve kimse artık geri adım atmayacaktı.
Terk edilmiş tiyatro binasında ayak sesleri yankılandı. Gale Weathers, elinde ses kayıt cihazıyla ilerledi. Yıllar geçmişti, ama içindeki o gazetecilik ateşi hâlâ sönmemişti.
Loş bir odanın kapısını araladığında içeride, sırtı dönük bir kadın duruyordu. Jill Roberts.
Gale:
"Seni burada bulacağımı biliyordum. Saklanmak hep senin işindi zaten."
Jill yavaşça döndü, gözlerinde tanıdık o delici parıltı.
Jill:
"Sen hâlâ buradaymışsın demek. Eskimiş haberlerin kraliçesi. Ne yapacaksın Gale? Yine yalanlarla dolu bir kitap mı yazacaksın?"
Gale:
"Yalan mı? Ben senin yaptığın her şeyi belgeledim, Jill. Sen bir katilsin."
Jill (yaklaşarak):
"Artık değilim."
Gale:
"İnsan geçmişinden kaçamaz. Hele ki seninki gibi kana bulanmış bir geçmişten..."
Bir anlık sessizlik. Sonra Jill’in yüz ifadesi değişti. Gözleri öfkeyle parladı. Bir anda Gale'in üstüne yürüdü. Aralarında kalan masa devrildi.
Jill:
"Beni tanımıyorsun!"
Gale (yumruk yemekten kaçınarak):
"Yeterince tanıyorum. Hayatları mahvettin!"
Jill, Gale'in omzuna bir itişle yüklendi. Gale, dengede kalmaya çalışırken çantasından küçük bir şok cihazı çıkardı ama Jill çoktan bileğini yakalamıştı. Yere yuvarlandılar. Birbirlerine tırnak, yumruk ve bağırışlarla saldırdılar.
Gale:
"Sen hâlâ bir tehditsin! Ve ben bunu herkesin bilmesini sağlayacağım!"
Jill (nefes nefese):
"Ben değiştim… ama sen hâlâ aynı kibirli kadınınsın!"
Kapı aniden açıldı. İçeri Ellie ve Patrick girdi. Patrick Jill'i kolundan çekti, Gale yere oturmuş, nefesini düzene sokuyordu.
Ellie (sertçe):
"İkiniz de yeter! Bu şehir zaten yeterince kan gördü!"
Odada gerilim hala havadaydı. Gale, yüzünü toparlamaya çalışırken Patrick’in tuttuğu Jill, öfkesini dizginlemeye çabalıyordu. Ama sözler bazen yumruktan daha keskin olur.
Gale (acıyla gülümseyerek):
"Her şey değişmiş olabilir Jill, ama sen hâlâ bir zavallısın. Kurbanı oynayıp dur ama içindeki canavar hep aynı."
Jill’in gözleri karardı. Patrick'in kolunu iterek geri çekildi. Kalbi güm güm atıyor, nabzı boğazında atıyordu. O söz—o küçümseyen ses tonu...
Jill (alçak sesle):
"Yetmez..."
Bir adım öne çıktı. Gale’in gözleri anlık bir şaşkınlıkla büyüdü ama artık çok geçti.
Jill:
"Bu şehirde kimse beni susturamaz."
Ve BAM! — sağ kroşe Gale’in yüzüne indi. Sert ve doğrudan. Gale bir duvara çarpıp yere yığıldı. Ellie hemen atıldı araya.
Ellie:
"Jill! Yeter artık!"
Patrick bir an duraksadı ama sonra Gale’e yardım etti, burnu kanıyordu.
Gale (hırıltıyla):
"Sana bir dosya değil, zincir gerekmiş. Hapishane kaçkını..."
Jill (soğuk bir tebessümle):
"Ben zincirleri çoktan kırdım Gale. Ve şimdi sıra... sizde."
Gale yere düşmüş, Jill ise hâlâ öfkesini bastırmakta zorlanıyordu. Fakat ortamda bir sessizlik çöktü. Kimse konuşmadı. Ta ki Ellie, Gale’in kanayan burnuna buz torbası ararken, Jill’in yanında durmuş bulana dek.
Ellie (sakin ama net bir tonla):
"Öfken seni yiyip bitirecek, Jill. Ama... sanırım seni biraz daha iyi anlıyorum artık."
Jill dönüp ona baktı. Gözlerinde ilk defa bir kırılganlık, hatta hafif bir şaşkınlık vardı.
Jill:
"Sen de mi bana acıyorsun?"
Ellie (başını iki yana sallayarak):
"Hayır. Sadece... annemizi kaybettik. Babamız intihar etti. Amelia’yla konuşmuyoruz. Ve Patrick de dünden beri bana küs. Kime acıyayım, onu da bilmiyorum artık."
Jill’in kaşları hafifçe çatıldı. Bir an susup Ellie’nin gözlerinin içine baktı. Sonra, belki de ilk kez içten gelen bir tonda fısıldadı:
Jill:
"Senin kadar güçlü olmayı hiç başaramadım."
Ellie (bir tebessümle):
"Ben de senin kadar yalnız kalmayı..."
Aralarında oluşan sessizlik bu kez düşmanlık değil, yorgun bir anlayış taşıyordu. Jill başını önüne eğdi, sonra bir sandalyeye oturup derin bir nefes aldı.
Jill:
"Bana güvenmek zorunda değilsin Ellie. Ama bilmeni isterim... Bu sefer niyetim kan değil."
Ellie (gözlerini onun gözlerine dikerek):
"Benim niyetim de yalnız kalmak değil."
Kapı kapandı, odada sadece iki kadının yaralı sessizliği kaldı. Dışarıda fırtınalar koparken, içeride ilk kez bir köprü kuruluyordu.
Gece yarısı çökmüştü. C67 TV kulesindeki facianın üzerinden haftalar geçmiş, şehirde hayat yavaş yavaş olağan akışına dönmeye başlamıştı. Ancak Ellie'nin zihninde hiçbir şey normal değildi. Victor'un ölümünün ardındaki karanlık, Amelia'nın düşüşü, Julia'nın geçmişi ve Michel'in gerçeği derken... her şey bulanıktı.
O gece Jill, Ellie'nin evinin arka bahçesine sessizce gelmişti. Elinde eski bir kutu vardı — paslı, kenarları aşınmış, neredeyse zamanın tozunu taşıyan bir hatıra sandığı.
“Bunu sana getirmek zorundaydım,” dedi Jill, kutuyu Ellie'nin ellerine bırakırken. “2011’den... Woodsboro’dan.”
Ellie, kutunun içini açtığında zaman durdu sanki. Eski bir fotoğraf — annesi Maureen’in gençliği... Victor'un ellerinde taşıdığı bir bebek — Amelia. Ve en altında, Jill’in gençliğinden bir mektup: "Beni kimse sevmedi Ellie, sadece o geceye kadar."
Ellie nefesini tuttu. Mektubu Jill’in elinden aldı. “Bu... senin yazın mı?” diye sordu, gözleri dolmuştu. Jill, başını eğdi. “Annem gibi olmak istemedim. Ama ben de kurban oldum... tıpkı senin gibi.”
O an, kelimeler susmuş, gecenin serinliğinde yalnızca bakışlar konuşuyordu. Jill yavaşça Ellie’ye yaklaştı. “Biliyor musun Ellie... seninle konuşurken, yıllardır ilk kez gerçek birini hissediyorum.”
Ellie ise elleriyle Jill’in yanaklarına dokundu. “Benim de unuttuğum bir his bu,” dedi usulca. “Korkmaktan başka bir şey hissetmemiştim uzun zamandır.”
Ve orada, geçmişin hayaletleriyle sarılmış bir gecede, Ellie ve Jill... yalnızca iki kadın değil, iki kırık hikâyeydi. Sessizce birbirlerine yaslandılar. Ne aşk sözcükleri döküldü, ne vaatler verildi. Ama bir şey başlamıştı. Hem de kalplerin en kırık yerinden.
Günün ilk ışıkları, Kaliforniya çölünün kızıl ufkunda yavaşça yükselirken, Leo’nun kamyoneti B67 kulesinin yakınlarında durdu. C67’nin çelik enkazı hâlâ gözle görülür haldeydi; yıkıntılar sessiz bir ağıt gibi çöle yayılmıştı.
Amelia, gözlerini devasa kule kalıntısından ayırmadan konuştu:
“C67 yıkıldı... her şey bizimle birlikte gömüldü oraya.”
Leo direksiyona yaslandı, gözlerini kıza çevirdi. “Sen hala ayaktasın. O bile yetmez mi?”
Amelia gülümsedi, ama gülüşü yıllardır taşınan bir ağırlığın altından zorla çıkıyordu.
“Ayakta kalmak yetmiyor bazen. Kendini yukarı çekmen gerekiyor...”
Parmağını uzağı işaret etti: “B67 hâlâ orada. Ayakta. Ve… tam tırmanmalık.”
Leo kaşlarını kaldırdı. “Sen ciddi misin?”
Amelia gözlerini onun gözlerine dikti.
“Ben her zaman ciddiyim. O kuleye tırmanmak... bana tekrar nefes almak gibi gelir.”
Leo birkaç saniye sessiz kaldı. Sonra başını eğdi, hafifçe gülümseyerek:
“Bu işte ya delisin... ya da gerçekten cesur.”
Amelia yanıt vermedi, sadece elini Leo’nun elinin üzerine bıraktı.
“Belki ikisi birdenim.”
Leo’nun parmakları, Amelia’nın eline dokunmaya devam ettiğinde, etraflarındaki dünya sessizliğe gömülmüş gibiydi. Çöl rüzgarı kulenin metal iskeletinde hafifçe ıslık çalıyor, güneşin ilk sıcaklığı çakılların üzerinde dans ediyordu. Amelia başını eğdi ama gözlerini kaçırmadı. Onun gözlerinde yorgun ama kararlı bir ışık vardı.
Leo yutkundu, sesi kısıktı.
“Amelia... Ne zaman sana baktıysam, düşmeye hazır bir yıldız gibi hissettim.”
Amelia hafifçe güldü.
“Yıldızlar düşer Leo... ama bazıları başka gökyüzlerinde yeniden parlar.”
Bu sözlerden sonra aralarındaki mesafe neredeyse kalmadı. Leo’nun eli, Amelia’nın yanaklarına usulca uzandı. Bir saniye boyunca zaman durdu, nefesler tutuldu.
Ve sonra...
Leo, Amelia’yı öptü.
Öpücük yavaş, temkinli ama derin bir şeyin başlangıcıydı. İkisi de farkındaydı — bu sadece bir yakınlaşma değil, başka bir kapının aralanmasıydı.
Amelia, gözlerini kapatırken Leo’nun boynuna başını yasladı.
“Bu, başımıza bela açacak,” dedi fısıltıyla.
Leo cevap vermedi. Sadece onun elini daha sıkı tuttu.
Amelia hâlâ Leo’nun omzundayken, uzaktan gelen bozuk motor sesiyle ikisi birden irkildi. Leo hemen ayağa kalktı, Amelia ise dikkat kesildi. Toz bulutlarının içinden, üzerinde zift gibi siyah bir mont olan bir adam yaklaşıyordu. Başında şapka, gözlükler ardında yüzü seçilmiyordu ama yürüyüşü ağır, adımları tehditkârdı.
Adam, C67 kulesinin önüne kadar geldiğinde gözlüğünü çıkardı.
“Burası hâlâ ayakta mı?” dedi boğuk bir sesle.
Leo, tedirginlikle sordu:
“Sen kimsin?”
Adam gözlüklerini yavaşça cebine koydu.
“Benim adım Travis Quinn. Bu kulelerin inşaatında çalışmıştım. Onları yıkmaya geldiler. Ama ben gelmeden kimse bir çelik parçasına bile dokunamaz.”
Amelia bir adım öne çıktı.
“Yıkım kararı mı çıktı?”
Travis başını salladı.
“B67’nin üstüne bile bastığınız an o kulenin altında kalırsınız. Ama ben bir şey arıyorum... sizinle ilgisi yok gibi görünüyor.”
Leo gözlerini kısmıştı.
“Ne arıyorsun?”
Travis cevap vermedi. Sadece arkasını dönüp kulenin çevresini incelemeye başladı. Ama Amelia'nın hisleri başka bir şey söylüyordu. Bu adam, sadece kuleyle değil, onlarla da ilgiliydi.
Leo, Travis’in etrafındaki karanlık havayı fark etti ve dikkatlice sordu:
“Travis, adın... garip. Sanki bir şeylere benziyor.”
Travis bir an duraksadı, başını çevirmedi ama içinden derin bir nefes aldı.
“Ne gibi bir şeye?” diye sordu, sanki her an bir tuzağa düşmeye hazırmış gibi.
Amelia, Leo’nun bakışlarını takip etti ve hemen konuşmaya girdi.
“2000-2001 yılları arasında New York’ta, şehirde kimliği belirsiz bir seri katil vardı. Ona ‘New York Seri Katili’ deniyordu.”
Leo, Amelia'nın sözlerini yarıda keserek ekledi:
“Biliyor musun, adı tam olarak asla açıklanmadı ama gazetelerde o dönemde sürekli bir ‘Travis’ ismi geçiyordu. Sadece o kadar değil, öldürdüğü kişiler de belirli bir düzende bulunuyordu. En son kurbanı bir inşaat işçisiydi.”
Travis’in yüzü donuklaştı, fakat hiç tepki vermedi. Bu sessizlik, Amelia’nın şüphelerini daha da artırıyordu.
“Benim adım Travis Quinn, evet,” dedi Travis, sesindeki sertlik bir an için arttı. “Ama ben... o katil değilim.”
Amelia ve Leo birbirlerine bakarak birkaç saniye sessiz kaldılar.
“Ama isminiz bir tesadüf olamaz.” Amelia’nın sesi, içindeki korkuyu bastırmaya çalışırken hafif titriyordu. “O katil de inşaat alanlarında çalışıyordu ve son kurbanı... tam da C67’nin inşaatında ölmüştü.”
Travis, gözleri kararmış bir şekilde Amelia'ya bakarken dudaklarını ısırarak cevap verdi.
“O olayla benim bir ilgim yok. Şehirdeki karanlık geçmişi arkamda bıraktım. Ama buraya gelmemin bir nedeni var.”
Leo iyice yaklaşarak bir adım attı.
“Ne gibi bir neden? Burada ne işin var?”
Travis, derin bir nefes alıp gözlerini ufukta beliren, terkedilmiş C67 kulenin yıkık haline dikti.
“O seri katilin hikayesi bitti ama bazı şeyler asla unutulmaz. Bazı sırlar hâlâ yer altında gizli ve kimse onları bulmamalı.”
Amelia, şimdi daha da dikkatliydi. Travis’in geçmişiyle ilgili her şeyin üzerine gidilmeli ve bu adama güvenilip güvenilemeyeceği sorgulanmalıydı.
“Ne demek istiyorsun? Ne sırdan bahsediyorsun?”
Travis, gözlerinden bir parça hüzün geçti.
“Eğer C67 kulenizin altında bir şey varsa... ve eğer ben onu bulabilirsem... belki geçmişteki kayıplarımı biraz olsun telafi edebilirim.”
Bu konuşma sırasında, ortamın gerilimi artarken, Travis’in karanlık geçmişi ve gizemli bağlantıları yavaşça ortaya çıkmaya başlıyordu. O, hem amacına ulaşmak hem de geçmişinden kaçmak istiyordu. Fakat Amelia ve Leo için, Travis’in söyledikleri artık bir uyarıydı: Burada yalnızca bir kule değil, kaybolmuş hayatların izleri vardı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 715 Okunma |
206 Oy |
0 Takip |
90 Bölümlü Kitap |