Ellie, otelin çatı katındaki restoranın camından şehre baktı. Gece çökmüştü. Binaların ışıkları, geçmişin hayaletleri gibi titrek ve belirsizdi. Gözlerini kısarak şehrin içinden geçen bir ambulansın kırmızı mavi ışıklarını izledi. Yanında Jill vardı. Onun varlığı bile, son zamanlarda yaşadığı her şeyin karmaşasında bir sabit gibi geliyordu.
Jill, ince, siyah bluzunun kollarını dirseğine kadar kıvırmıştı. Masanın üzerinde duran kadehini hafifçe salladı. “Seninle konuşmak… ne bileyim Ellie, yıllardır sustuğum bir şeyi açığa çıkarıyor gibi. Belki bu şehirde sadece sen beni tam olarak anlıyorsun.”
Ellie, başını çevirip ona baktı. “Ben de aynı şekilde hissediyorum. Sanki ikimiz de bir uçurumun kenarından dönmüş gibiyiz. Ama birbirimizi tutarak.”
Jill bir kahkaha attı ama içinde keder vardı. “İronik değil mi? Sen geçmişinle savaşırken ben ondan bir karakter yarattım. O kadar yıl... herkes beni unuttu zannederken, senin gibi birini bulmam—”
Ellie onu böldü: “Sana inanmak istedim. Belki de hep bir Jill Roberts’a ihtiyaç duydum. Hikâyen ne olursa olsun, bir yalanın içinde bile gerçekler saklı olabilir.”
Garson masaya son bir şarap servisi yaptıktan sonra uzaklaştı. Jill şarabını yudumladı. “Bu gece başka hiçbir şey konuşmak istemiyorum. Sadece seninle burada olmak... Bu bana yeter.”
Ellie, gülümseyerek elini Jill’in elinin üzerine koydu. “O zaman kalkalım mı? Biraz dinlenmeye ihtiyacımız var.”
Otel odasına girdiklerinde, hava hâlâ sıcaktı. Jill tereddütle kapıyı kapattı ve ayakkabılarını çıkardı. Ellie pencereye yürüdü, perdeleri aralayıp dışarıya baktı. “Şehir hiç uyumuyor… ama ben uyumak istiyorum. Gerçekten.”
Jill gülümsedi. “Seninle uyuyacağım. Sadece uyumak... başka hiçbir şey değil. Söz veriyorum.”
Ellie döndü, Jill’e doğru yürüdü. “Sadece burada olman bile yeter.”
Işıklar kapandı. Gece lambasının yumuşak ışığında, sessizlikte konuşan bedenler vardı. İkisi de yatakta yan yana uzandı. Aralarında hiçbir kelime yoktu, ama ruhları birbirine bir mektup gibi yazılıydı.
Jill, gözlerini kaparken Ellie’nin omzuna hafifçe yaslandı. “Biliyor musun? Belki de bu gece, her şey biraz daha anlamlı.”
Ellie gözlerini tavana dikti. “Eğer sabah uyanırsak… ve bu gece sadece bir düş değilse… o zaman her şeye yeniden başlarız.”
Ve sabah, yalnızca kuş sesleri ve zayıf bir güneş ışığıyla birlikte doğdu.
Sabah
Ellie gözlerini araladığında odada yumuşak bir gün ışığı süzülüyordu. Perdeler tamamen kapalı olmamasına rağmen, içeride hâlâ gece kalmış gibiydi. Jill hâlâ yanındaydı. Saçları yastığın üstünde dağılmış, nefesi düzenli, yüzü huzurluydu.
Birini bu kadar yakından izlemek... Ellie için çok nadir bir şeydi. Genellikle kimseyi bu kadar yaklaştırmazdı. Ama Jill, ona benzersiz bir biçimde dokunuyordu. Yaralı yerlerine değil, onlardan sonra kalan boşluklara.
Sessizce kalktı Ellie. Mutfak kısmında bir şişe su buldu, içti. Ardından pencereye yürüdü. Şehre baktı. Camın ardından, sabahın ilk sesi gibi gelen kuş cıvıltıları ve uzak trafik uğultusu duyuluyordu.
“Uyandın mı?” diye fısıldadı arkasından gelen bir ses.
Jill yatağın ucuna oturmuştu, elleri dizlerinde, uykulu ama dikkatli gözlerle Ellie’ye bakıyordu.
Ellie başını çevirdi, gülümsedi. “Uyanmak... bu sabah sana biraz daha farklı geldi mi?”
Jill, başını hafifçe eğdi. “Çok. Sanki ilk kez bir sabaha aitmişim gibi. Benim sabahlarım genelde gazetelere konu olanlarla başlardı.”
Ellie onun yanına yürüdü, yatağın kenarına oturdu. “Hâlâ korkuyor musun?”
“Seninle olduğumda değil,” dedi Jill. Sonra bir an durdu, gözlerini kaçırmadan: “Ama sabahlar değişebilir. İnsanlar da.”
Ellie gözlerini yere indirdi. “Bunu ben de çok düşündüm. Patrick’le, Amelia’yla... Victor’un ölümü, Maureen’in geçmişi, Julia’nın hâlâ sakladığı şeyler… Biz, bu şehirde yaşayan insanlar değiliz. Biz, bu şehri taşıyanlarız.”
Jill onun elini tuttu. “Ve sen artık yalnız taşımıyorsun. Ben buradayım.”
Bir süre sessiz kaldılar. Aralarındaki sessizlik, bu kez bir yük değil; bir yemin gibiydi.
Ellie yeniden pencereye döndü. “Bugün ne yapmak istersin?”
Jill omzunu silkti, ardından başını onun omzuna yasladı. “Belki bir kahvaltı. Belki bir yürüyüş. Belki... geçmişin küllerini üfleriz biraz. Sonra seni öpebilirim—yalnızca gülümsemen için.”
Ellie hafifçe gülümsedi. “Biraz daha burada kalalım. Bu sabahın sesini dinleyelim. Geceden kalma rüyaları içimizde taşıyalım. Henüz bitmesin... bu sessizlik.”
Ve odada, dışarıdaki karmaşadan uzak, yalnızca ikisinin bildiği bir huzur sürdü. Göz göze geldiklerinde hiçbir kelime söylemelerine gerek kalmadı. Çünkü her şey, sabahın ilk ışığında, söylenmeden çoktan anlaşılmıştı.
Patrick, Jill’in ceketini Ellie’nin mutfağındaki sandalyede görünce bir an dona kaldı. Kahve makinesi hâlâ sıcaktı. Sessizlik çok gürültülüydü.
“Burada mı kaldı?” dedi, sesi boğuk ve öfke bastırılmış.
Ellie, oturduğu yerden başını kaldırmadan: “Ne önemi var?”
Patrick’in kaşları çatıldı. “Onunla... bir şey yaşıyorsun, değil mi?”
Ellie gözlerini kapattı. “Bu sana ne zamandan beri dert olmaya başladı?”
Patrick elini masaya vurdu. “O kadın Woodsboro’dan geldi, Ellie. O bir–”
“Geçmişini biliyorum, Patrick!” Ellie ayağa kalktı. “Ama sen benimkini bilmiyorsun. Hep bana doğruları soruyorsun ama tek bir kez sormadın: Maya bana ne yaptı?”
Patrick’in ifadesi değişti. “Ne demek bu?”
Ellie derin bir nefes aldı, sonra gözlerinin dolmasına engel olamadan: “Maya beni aldattı. Aylarca. Ve ben sustum. Michel’in hatrına sustum. Çünkü senin gibi patlamadım her şeyin ortasında. Jill’le aramda olan şey gerçekti çünkü ben ilk kez... ilk kez biriyle kendim olduğumu hissettim.”
Patrick’in sesi çatladı. “Kimdi?”
“Sen tanımıyorsun,” dedi Ellie. “Ama Michel tanıyordu. Bizi yakaladı. Ve ben, çocuğumun gözlerinin içine bakarak onun annesinin yıkılışını gizlemeye çalıştım.”
Patrick sessiz kaldı, eli yumruk olmuştu ama gözleri dolmuştu. “Neden bana söylemedin?”
Ellie başını iki yana salladı. “Çünkü senin gözünde ben her zaman kırılmazım. Ama ben de kırıldım, Patrick. O yüzden... Jill’in beni onarmasına izin verdim.”
Sessizlik çökünce mutfağın lambası bir kez parlayıp söndü. Jill kapının eşiğinde belirdi. “Gitmemi ister misiniz?”
Patrick ona bakmadı bile. Yalnızca Ellie’ye dönüp, sessizce: “Sana güvenmek istiyorum. Ama bu şehirde, kimse kimseye güvenemiyor artık.”
Ve ardından çıkıp gitti, kapıyı usulca çekerek. Jill, Ellie’ye yaklaştı. Ellie bir süre gözlerini yere dikti, sonra başını Jill’in omzuna yasladı.
“Gerçekler... nihayet söylendi,” dedi.
Jill kısık sesle fısıldadı: “Ve şimdi ne yapacaksın?”
Ellie, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. “Ayağa kalkacağım. Michel için. Kendim için. Ama önce... Patrick’le yüzleşeceğim. Gerçekten.”
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
500 Okunma |
205 Oy |
0 Takip |
90 Bölümlü Kitap |