
Whispering Pines Bahçesi – Gün Batımı
Gökyüzü, eriyen bir ateş gibi kızıllıkla süslenmişti. Hafif bir rüzgâr, tüllerin arasında geziniyordu. Düğün alanında bir sessizlik vardı; ama bu sessizlik yasın değil, uzun zamandır beklenen bir huzurun sessizliğiydi.
Ellie, siyah takım elbisesi içinde nikâh masasının önünde bekliyordu. Elleri hafifçe titriyordu, ama gözleri netti. Yanında Patrick duruyordu. Michel, en ön sıradaydı — babasını öyle bir gururla izliyordu ki gözleri dolmuştu.
Sonra Jill belirdi.
Karnı belirginleşmişti. İnce, krem rengi uzun elbisesi rüzgârda hafifçe savruluyordu. Saçları ensesinde toplanmıştı. Yanında Daisy vardı; koluna girmişti, ama Jill’in adımları kendinden emindi. Güçlüydü.
Ellie, Jill’i gördüğünde zaman bir an durdu. Geçmiş, acılar, kayıplar… Hepsi silindi. Şu anda sadece Jill vardı. Ve içindeki minik kalp — Shantel.
Nikâh memuru konuşmaya başladı ama kimse kelimelere değil, onların birbirine bakan gözlerine odaklanmıştı.
“Ellie Larson, Jill Roberts… Bu şehir size karanlıkla meydan okudu. Siz, onun ortasında ışık oldunuz. Bugün burada, hayatı paylaşmak için söz veriyorsunuz.”
Ellie konuşmaya başladı:
“Jill… Beni en çok korkutan şey, bir gün hiçbir şey hissetmemekti. Ama seni gördüğümde… içim yeniden doğdu. Seninle, sadece seni değil… içindeki mucizeyi de seviyorum.”
Jill’in sesi titriyordu:
“Ellie… Sana bakınca artık korkmuyorum. Shantel’in kalp atışlarıyla her gün yeniden büyüyorum. Ama bugün… seninle evleniyorum. Çünkü sen, hayatımdaki en doğru şeysin.”
Sessizlik bir anda alkışlara dönüştü. Nikâh memurunun sesi duyuldu:
“Sizi karı-koca ilan ediyorum.”
Ellie eğildi, Jill’i öptü.
Michel ayağa kalktı, önce alkışladı, sonra sessizce Jill’e sarıldı.
Arka sırada boş bir sandalye vardı. Üzerinde beyaz bir zambak. Amelia için bırakılmıştı.
Güneş son ışığını da toprağa bıraktı o gün. Ve gece… ilk kez sessiz ama tehditkâr değil, huzurluydu.
Ama kimse, karanlıkta yavaşça yanan bir kibritin ucundaki ateşi görmemişti…
Whispering Pines – Tören Sonrası
Güneş tamamen batmış, yerini yıldızlarla süslü geceye bırakmıştı. Düğün alanında yanan küçük ışıklar, Jill ve Ellie’nin ilk dansını aydınlatıyordu. Jill, başını Ellie’nin omzuna yaslamıştı. Ellie, usulca belinden tutuyordu onu — bir elini de dikkatlice karnına koymuştu.
Dans bitince müzik yavaşladı. Sessizliğin ortasında küçük alkışlar duyuldu. Patrick yanlarına geldi, Jill’i öptü.
“Hoş geldin aileye,” dedi gülerek.
Jill cevap verdi: “Ben zaten uzun zamandır buradaydım. Sadece... bugün adımı da aldım.”
Michel birkaç adım gerideydi. Elindeki içeceği masaya bıraktı ve Ellie’ye yaklaştı.
“Baba...” dedi hafif kısık bir sesle. “Seni böyle görmek... bilmiyorum. Hem iyi geliyor, hem tuhaf.”
Ellie gülümsedi, kızının gözlerine baktı. “Beni güçlü yapan sizsiniz. Sen, Jill, küçük Shantel... hepsi.”
Michel bir şey söyleyecek gibiydi ama cümle boğazında kaldı.
O sırada Leo, Daisy’yle birlikte masaların arasından geçerken bir şey fark etti. Ağaçların gerisinde, sisin hemen ardında — hareket eden bir gölge.
Leo bir an duraksadı.
“Ne oldu?” diye sordu Daisy.
Leo, gözlerini kısmaya çalıştı. Ama karanlık çok derindi.
“Hiç. Yanlış almışım.” deyip yürümeye devam etti.
Ama o bir “hiç” değildi.
Gece Yarısı – Düğün Alanı Toplanırken
Patrick, Jill’e battaniye uzatıyordu. Jill oturmuştu, biraz yorgun ama huzurluydu. Karnını okşuyordu. Michel uzakta bir çınarın altında oturuyordu, başını geriye yaslamıştı.
Ellie tek başına yürüyordu. Nikâh masasının ardına, terk edilmiş beyaz sandalyelerin arasına.
Orada biri vardı.
Siyah kapüşonlu bir figür.
Sırtı dönüktü, ama yaklaşıldıkça yok oldu — sanki orada hiç olmamış gibi.
Ellie durdu. Derin bir nefes aldı.
Bu gece çok güzel geçmişti. Ama o bir şey biliyordu:
“Güzel şeylerden sonra hep bir kırılma gelir.”
Whispering Pines – Gece Derinleşirken
Misafirler yavaş yavaş dağılmıştı. Ortalıkta hâlâ parlayan birkaç masa lambası vardı, ama artık müzik çalmıyor, sadece doğanın sesi duyuluyordu.
Ellie ve Jill, küçük bir çardakta yalnız kalmışlardı.
Jill bir kadeh ılık su içti, ardından karnına usulca dokundu.
“Shantel bu gece çok huzurlu… Belki de ilk kez içimde çırpınmayı bıraktı,” dedi fısıltıyla.
Ellie gülümsedi ama gözleri uzaklara takılmıştı.
“Bir şey mi var?” diye sordu Jill.
Ellie başını iki yana salladı. “Bilmiyorum. Mutluyum. Hem de çok. Ama bir yanım... tetikte. Sanki… biri bizi izliyor gibi.”
Jill bir süre sessiz kaldı, sonra başını eşinin omzuna yasladı. “O his hiç gitmeyecek. Ama biliyor musun? Artık kaçmak yerine, o hisle yaşamayı öğrendik. Ve şimdi, korku geldiğinde elimizi tutacak biri var.”
Michel çardaktan biraz uzakta, elleri cebinde yürüyordu. Ağaçların arasında bir süre bekledi. Gökyüzüne baktı. Sonra cebinden eski bir not defteri çıkardı. Birkaç sayfa karalamıştı. Sayfaların üstünde eski notlar, annesi Megan’a ait yazılar, Amelia’nın son günlerinde söylediği cümleler vardı.
Bir sayfaya şu cümleyi yazdı:
“Bazen sessizlik, bir şarkının değil, bir çığlığın habercisidir.”
Tam defteri kapatacakken, rüzgârla beraber yere düşen bir şey dikkatini çekti.
Küçük, sarı bir zarf. Üzerinde yazı yoktu.
Michel zarfı açtı. İçinde sadece tek bir kelime vardı:
“Dinleyin.”
Michel irkildi. Başını hızla kaldırdı, çevresine baktı.
Hiç kimse yoktu.
Ama bir yerlerde biri vardı. Hâlâ onları izliyordu.
O Gece, Başka Bir Yerde
Sisli bir odada, bir kadın dik duruyordu. Yüzü gölgede kalmıştı.
Arkasındaki masada, Jill ve Ellie’nin düğününden alınmış bir fotoğraf vardı. Ve fotoğrafın arkasına kırmızı kalemle yazılmıştı:
“Yeni doğanları en iyi ağıtlar karşılar.”
Kadın gözlerini cama çevirdi.
Ve bir cümle fısıldandı odanın içinde:
“İlk uyarı yapıldı.”
Ormanın Sınırında – 02:17
Leo, Daisy uykuya daldıktan sonra sessizce dışarı çıktı. Elleri cebindeydi, çakıl taşlarının arasından yürüyordu. Göl kenarına vardı. Ay, suya hayalet gibi yansıyordu.
Ama Leo’nun bakışları gölde değil, ağaçlardaydı. Gölgenin görüldüğü yer hâlâ oradaydı. Ve orada... bir iz vardı.
Bir çift çamura basılmış iz. Küçük ama net.
Bir dizi adım. Sonra bir şey daha. Dallar arasında sıkışmış bir parça: beyaz bir kumaş şeridi. Üzerinde neredeyse silinmiş bir yazı:
“Sadece biri kalacak.”
Leo irkildi. O sırada arkasında bir çıtırtı oldu. Dönüp baktığında hiçbir şey yoktu.
Ama bir şey onu izliyordu. Bunu iliklerinde hissediyordu.
Leo eğildi, kumaş parçasını cebine koydu.
Ve sadece bir şey fısıldadı kendine:
“Daha başlamadı bile.”
Leo’nun Kabini – Aynı Gece
Daisy yatağında dönüp duruyordu. Rüyasında sesler, yankılar vardı. Fısıltılar bir isim etrafında dönüyordu: “Shantel... Shantel...”
Sonra kendini bir doğum odasında gördü.
Bembeyaz bir odada. Loş ışıkta Jill yatıyordu. Ama bebeği kucağına alan kişi Jill değildi.
Yüzü olmayan bir kadındı. Cildi bembeyaz, elleri simsiyah. Sadece bebeği tutuyor ve başını sallıyordu.
“Senin korkularınla beslenecek,” dedi kadın, boğuk bir sesle.
Bebeği gösterdi.
“Ve sen... sadece izleyebileceksin.”
Daisy bir çığlıkla uyandı.
Eliyle yüzünü sildi. Sonra avuç içlerine baktı.
Sağ elinin ortasında, terin ve nabzının izinde bir harf yanıyordu sanki:
“S.”
Ayağa kalktı. Hemen çekmeceye uzandı. İçinden eski defterini aldı. Ağıt Tarikatı'na dair topladığı sembolleri ve notları karıştırdı. Ve bir sayfada durdu:
“S – Sükûtun Sembolü.”
Tarikatın en sessiz uyarısı. Kurbanın yalnızca uykuda duyduğu harf. Sabaha unutulursa, yaşanacak olan artık engellenemez.
Daisy defteri kapattı. Başını kaldırdı.
Leo hâlâ dönmemişti.
Kamera dışarı çıkar. Göl kenarında Leo, ellerini havaya kaldırmış, bir şeye bakıyor gibidir.
Ama o şey görünmüyor.
Sadece karanlık var.
Ve uzaklardan gelen bir ses:
“Dinlediniz mi?”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 715 Okunma |
206 Oy |
0 Takip |
90 Bölümlü Kitap |