
Hastane – Gece Yarısı
Soğuk, steril koridorun lambaları hafifçe titreşiyordu. Beyaz duvarlar, sessizliğin içinde yankılanan adımların ritmine tanıklık ediyordu. Duvarda asılı saat, gece yarısına doğru ağır ağır ilerliyordu. Her saniye, odanın kapısının ardında olanları bekleyenler için bir ezgi gibi uzuyordu.
Ellie, koridorun sonunda, titrek ışıkların altında donuk bir şekilde duruyordu. Gözleri yorgun ve kırılmıştı, ama içinde kıpırdanan bir umut kırıntısı vardı. Ellerini birbirine kenetlemiş, nefesini yavaşça kontrol etmeye çalışıyordu.
“Jill...” diye mırıldandı, neredeyse kendinden habersiz. “Gücünü topla. Biz buradayız.”
Patrick, Ellie’nin hemen yanında, alnında derin çizgiler vardı. Kalbi, ağır bir yükün altında eziliyordu. Elini sessizce Ellie’nin omzuna koydu, kelimeler gereksizdi; orada, o an, sessizlik bile bir dayanışma şekliydi.
Michel, cebinden çıkardığı küçük zarfı parmaklarının arasında çeviriyordu. İçindeki o tek kelime, “Dinleyin,” defalarca zihninde yankılanıyordu. Zarfın kenarları hafifçe yıpranmış, sanki yıllardır bekliyormuş gibi solgundu. Gözlerinde karışık bir korku ve merak vardı.
“Bu...” dedi, sesini boğuk çıkardı, “bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Belki de Jill’in yaşadığı kabusun ipuçları…”
Kapı aniden açıldı, doktor belirdi. Yorgun yüzünde yorgunluğun yanı sıra umut ve endişe iç içeydi.
“Durum şu an için stabil,” dedi kısa ve net. “Ama kritik saatler bizi bekliyor. Onun vücudu artık direnme sınırında.”
Ellie’nin yutkunması boğazında düğümlendi. Gözleri dolarken, bir an için içindeki tüm dünyayı durdurdu.
eo’nun Evi – Gece
Telefonun aniden çalmasıyla Leo irkildi. Karanlık odada sessizliği yırtan bu ses, içindeki huzursuzluğu daha da büyütmüştü. Ellerini titreyerek telefona uzandı, ekrana baktı: bilinmeyen numara.
“Hello?” diye fısıldadı, sesi düşük ve tedirgindi.
Hiç cevap yoktu. Sadece uzaklardan gelen bir nefes sesi... Ardından sessizlik. Telefon kendi kendine kapandı.
Leo, ürpererek telefonu cebine koydu. Gözleri karanlıkta bir noktaya odaklanmıştı, içindeki korku büyüyordu.
“Sally...” dedi, neredeyse fısıldayarak. “Bir yerde, bir şeyler yanlış…”
Hastane – 00:27
Koridorda zaman ağır ilerliyordu. Ellie, hâlâ yerinden kıpırdamamıştı. Gözlerini yere dikmişti ama zihni o kapının ötesindeydi. Jill’in ellerini tutuyordu sanki, onu uyandırmak için fısıldıyordu:
“Bana söz verdin... Birlikte bitirecektik bu hikâyeyi...”
Patrick, cebinden Jill’in ona yıllar önce hediye ettiği küçük kurşun kalemi çıkardı. Ucundaki silgi neredeyse bitmişti.
“Bununla yazmıştı Michel’in ilk şiirini,” dedi, yarı gülümseyerek. “Hiç unutmam.”
Ellie başını eğdi, dudaklarının kenarında acı bir tebessüm belirdi.
“O zamanlar dünya daha basitti.”
Michel sessizce zarfı açtı. İçinden yalnızca bir kelime değil, bir mini kaset çıktı. Eski, gri bir mini kaset. Üzerinde Jill’in el yazısıyla yazılmış tek bir şey vardı:
"25 Mart - Kayda başla."
“Bu… analog bir kayıt.” dedi Michel. “Sanırım evde bir kasetçalar hâlâ duruyor. Sally'nin stüdyosundan kalanlardan.”
Ellie başını kaldırdı, ilk defa gözlerinde bir parıltı vardı.
“Belki de cevabı Jill kendi elleriyle bırakmıştır. Onu kurtaracak bir şey.”
Patrick temkinliydi:
“Ya bu kayıt onu hasta eden şeyin ta kendisiyse?”
Bir anlık sessizlik. Sonra Ellie:
“Her şeyi öğrenmeye hazırım. Yeter ki yaşasın.”
Leo’nun Evi – Aynı Saatlerde
Leo, eski kasetçalara benzeyen bir cihazın fişini prize takıyordu. Yıllardır dokunmadığı antika koleksiyonunun bir parçasıydı. Zil hâlâ çınlıyordu kulağında; o bilinmeyen aramanın yarattığı boşluk, odanın içine sızmış gibiydi.
Kasetçaları açtı. Gözleri karanlıkta hala bilinmeyen bir köşeye ilişmişti. İçgüdüsel bir korkuyla perdeyi araladı. Dışarıda kimse yoktu. Ama gökyüzü, sanki yıldızları unutmuş gibiydi. Kapkara.
Leo cebinden zarfı çıkardı. Onun zarfıydı bu. Aynı el yazısı. Aynı tarih:
25 Mart.
İçinde aynı kelime vardı:
"Dinleyin."
Leo ürperdi. Ellerini kasetçaların düğmesine götürdü. Tam basacağı sırada...
Kapı çaldı.
Bir.
İki.
Üç.
Tak… tak… tak…
Dışarıdan biri onu izliyor gibiydi.
Leo’nun Evi – 00:38
Kapı çalmaya devam etmiyordu.
Birden durdu.
Her şey sustu.
Kasetçaların düğmesine uzanmış eli havada asılı kaldı. Leo, sessizce salona döndü. Gözleri kapıya kitlenmişti.
Sonra…
Kapı, yavaşça kendiliğinden açıldı.
Hiçbir rüzgar yoktu. Hiçbir güç görünürde yoktu.
Leo geri adım attı.
“Kim var orada?!”
Cevap gelmedi. Sadece sessizlik. O, tanıdık ama bozulmuş sessizlik… geçmişin içinden sürünerek gelen bir karanlık.
Kapının eşiğinde bir siluet belirdi.
Nancy.
Saçları dağınıktı. Üzerindeki gri hasta elbisesi kir içindeydi, gözleri sanki bir başka dünyaya açılıyordu. Sol elinde paslı bir bıçak vardı. Sağ kolu hafifçe titriyordu. Yüzünde, nefretle karışık bir boşluk taşıyordu.
Leo dondu kaldı.
“Nancy… sen… sen ölmüştün. Sen…”
Nancy hiçbir şey demedi. Gözleri, Leo’nun gözlerinin içinden geçerek Jill’i arıyordu sanki.
“Sen… onun zihnine girdin. Hepiniz girdiniz. Benim olanı çaldınız!”
Leo geri çekildi, ellerini kaldırdı.
“Dinle! Hiçbirimiz—”
Nancy bir çığlıkla koştu.
Leo’nun sözü bıçak gibi kesildi. Çünkü gerçek bıçak, Nancy’nin ellerindeydi artık.
ÇAT!
Bıçak Leo’nun sağ omzuna saplandı. Leo geriye sendeledi, kan sıçradı duvara.
“Ah—AH!”
Yere düşerken koluyla sehpayı deviren Leo, kanlar içinde nefes nefese kaldı. Gözleri Nancy’ye kilitlendi.
“Yaptığın… şey… Jill’i kurtarmaz...”
Nancy eğildi. Gözleri delirmişti, ama ağlıyordu da.
“Jill artık bizim değil. O, onlara ait.”
Sonra fısıltıyla:
“Ama sesini dinlersen... belki hâlâ bir çıkış vardır.”
Nancy hızla odadan çıktı. Geride kapkaranlık bir sessizlik ve Leo’nun yavaşlayan nefesi kaldı.
Kanlı parmaklarıyla yerdeki kaseti kavradı Leo.
Kasetçaya yerleştirdi.
Oynat'a bastı.
Ve Jill’in sesi, çatallaşmış ve fısıltılı şekilde yankılandı:
“Dinleyin… Onlar sadece içeride değil. İçimizde...”
Leo’nun Evi – 00:47
Kasetin dişlileri döndü.
Cızırtılı bir uğultu. Ardından bir fısıltı...
Jill’in sesi. Ama tanıdık değil. Bozulmuş. Sanki hem onun hem de başkasının sesi aynı anda.
“Eğer bu kaydı dinliyorsan... artık çok geç olabilir. Onlar yalnızca rüyalarında yaşamıyor. Onlar… bizi yazıyor. Bizim üzerimizden kendilerini yeniden yazıyorlar.”
Leo gözlerini kısıp kanlı gömleğini bastırdı. Her nefesi daha zor alıyordu. Ama dinliyordu. Çünkü bu ses… bu ses gerçekti. Jill’in zihninden değil, ruhunun en diplerinden gelen bir çığlıktı.
“Nancy onların ilk taşıyıcısıydı. Ona sesler geldi. Sonra kelimeler. Sonra… emirler. Ama bu bir tarikat değil. Bu, bir... yazılım. Kanla yazılan bir bilinç. İradeyi ele geçiren bir fikir...”
Kaset ansızın durdu.
Kasetçanın içinden duman yükselmeye başladı.
Leo, panikle geri çekildi. Ama gözlerinde artık korku değil, bir hedef vardı.
“Jill... sana ne yaptılar?”
Hastane – 00:49
Michel elleriyle kasetçayı kontrol ederken Patrick çevreyi gözetliyordu. Ellie’nin eli Jill’in hastane yatağının ucundaydı. Gözlerini hiç kapıdan ayırmıyordu. Kaset oynatıcıdan boğuk bir tıslama duyuldu. Ardından o aynı ses…
Jill’in sesi yankılandı:
“Beni kurtarmaya çalışmayın. Beni anlamaya çalışın. Çünkü ben artık sadece Jill değilim.”
Ellie’nin yüzü gerildi. Gözleri doldu.
“Hayır. Sen sensin. Hâlâ sensin…”
Kaset devam etti.
“Nancy bu virüsü ilk taşıyandı. Ama ben… ben onun tamamladığıyım. Beni artık yazan bir irade var. Ne zaman rüya görsem, o irade yeniden yazıyor. Michel… seni bile...”
Kaset aniden durdu. Sessizlik.
Patrick boğuk bir sesle fısıldadı:
“Bilinç... ele geçirilmiş bir bilinç. Tarikat değil, teknoloji değil… bir tür varlık gibi...”
Michel kaseti geri sarmaya çalıştı. Ama kasetin içi, aynı anda erimeye başlamıştı. Bant siyah bir sıvıya dönüştü — sanki bilgi bile Jill’in taşıdığı şeye dayanamıyordu.
Ellie ayağa kalktı.
“Bu onu kurtarmamız gerektiği anlamına geliyor. Henüz çok geç değil. Hâlâ içeride bir yerlerde gerçek Jill var.”
Tam o sırada…
Hastanenin güvenlik sisteminden bir alarm çaldı.
Hemşire koşarak içeri girdi.
“Bir kadın… arka çıkıştan içeri sızmış. Güvenlikten kaçtı. Elinde bıçak olduğu söyleniyor. Görgü tanığı adı söyledi… Nancy James.”
Patrick dondu kaldı. Ellie’nin gözleri ateşle parladı.
“O hâlâ yaşıyor…”
Hastane – Psikiyatri Servisi Koridorları – 00:58
Alarm çalmaya devam ediyordu. Kırmızı ışıklar tavanda yanıp sönüyor, gölgeler her an bir şey çıkacakmış gibi şekil değiştiriyordu.
Nancy'nin çıplak ayakları yerde iz bırakıyordu. Kan.
Ama bu kendi kanı değildi.
Elinde paslı cerrahi bıçakla ilerliyordu. Sanki o anın provasını yıllar önce yapmış gibi kararlıydı. Başını hafifçe sağa eğdi, mırıldandı:
“Yazılmış olan sona geliyoruz… Ve bu kez kimse kaçamayacak.”
Koridorun ucunda Ellie belirdi. Gözleri yorgun ama kararlıydı. Yanında Patrick vardı. Michel arkada kalmış, elleri hâlâ Jill’in başucunda dua eder gibi kenetliydi.
Nancy’nin adımlarını duyduklarında, her şey sustu.
Patrick fısıldadı:
“O burada.”
Nancy karanlıktan adım adım çıktı. Yüzünde yarım bir gülümseme vardı — tiksintiyle karışık, çürümüş bir huzur gibi.
“Ah, Larson kardeşler. Sonunda yeniden bir aradayız. Ne trajik, değil mi? Bir ailenin son kalbi… bu kadar nefretle atıyor.”
Ellie bir adım öne çıktı.
“Sen annemi öldürdün. Babamı mezara sen sürükledin. Ve şimdi Jill’i... onun bedeninde ne istiyorsun?!”
Nancy başını hafifçe eğdi. Gözlerinde büyüyen bir karanlık parlıyordu.
“Jill benim son kapım. Onun içinden yeniden doğacağım. Tıpkı annen gibi. Tıpkı Amelia gibi. Tıpkı siz... olmanız gerektiği gibi.”
Patrick bir adım attı. Elinde eski bir yangın baltası vardı — paslı ama sağlam.
“Yeter artık. Bu şehir senden nefret ediyor. Bizden nefret ettiğin gibi.”
Nancy yavaşça bıçağını kaldırdı.
“Hayır… ben sizden nefret etmiyorum. Ben sizi... bitirmek istiyorum.”
Ve o an, koşmaya başladı.
26 KASIM 1999- Woodsboro Hastanesi
Ellie: O gün Patrick kafeterya'da Nancy ile savaşırken içeri girmiştim ve bana Neden olmayınca daha korkunç oluyor değil mi demişti. Artık bunu sormanın vakti geldi...
Nancy, bıçağı savurarak Ellie’ye doğru atıldı. Ellie son anda yana sıçradı, kolu hafifçe kesildi ama geri çekilmedi.
Patrick baltayla araya girdi. Nancy bir hayalet gibi döndü, balta duvara saplandı.
“Beni anlayamazsınız! Ben onların sesi oldum! Beni susturamazsınız!”
Ellie, Nancy’nin arkasına geçip onu tek hamlede yere serdi. Ama Nancy, acıyı hissetmiyor gibiydi. Gözleri deli gibi açılmıştı. Gülüyordu.
“Ölmeyeceğim. Sadece... geçiş yapacağım.”
Patrick, baltayı yerden alırken Nancy aniden Michel’e döndü. Bıçağı fırlattı. Michel son anda eğildi, bıçak Jill’in yatağının başlığını sıyırdı.
Bu Ellie’yi deliye çevirdi.
“YETER!!!”
Tüm gücüyle Nancy’ye saldırdı. Yumruklar, diz darbeleri, duvarlara çarpış…
Nancy hâlâ gülüyordu.
Patrick baltayı bu kez Nancy’nin omzuna sapladı. Nancy yere düştü. Kan her yere yayıldı. Ama gülümsemesi hâlâ yüzündeydi.
Nancy fısıldadı:
“Ben... daha... bitmedim...”
Ellie eğildi, gözleri Nancy’nin gözlerinin içine baktı.
“Biz bitirdik.”
Ve bıçağı yerden alıp, Nancy'nin boğazına bastırdı.
Koridor yine sessizliğe büründü. Alarm sustu.
Nancy hareketsizdi. Kan içinde. Son nefesi, bir kelimeydi yalnızca:
“Dinleyin...”
Ellie arkasına döndü. Patrick’in gözleri doluydu.
Michel köşede titriyordu. Jill hâlâ komadaydı.
Ama artık bir şey değişmişti. Karanlığın sesi kesilmişti.
Hastane – Terkedilmiş Psikiyatri Kanadı – 03:19
Nancy, boğazından sızan kanla yere serilmişti. Ellie hâlâ üstünde, elleri titreyerek nefes alıyordu. Patrick, birkaç adım geride durmuş, sessizce onları izliyordu. Her şey durmuş gibiydi. Sadece Nancy’nin can çekişen solukları yankılanıyordu.
Nancy gözlerini Ellie’ye dikti. Gözbebekleri büyümüş, sesi neredeyse fısıltıydı ama her kelime netti:
“1999… Woodsboro Hastanesi…”
Ellie’nin gözleri aniden açıldı. O anı hatırlamıştı.
Yirmi altı yıl önce.
Ellie, gırtlağından aldığı bıçak yarasıyla acil serviste yatarken…
Nancy, hastane odasına gizlice girmişti.
Başucunda durmuş, karanlık bir sakinlikle şunu demişti:
“Neden olmayınca daha korkunç oluyor, demiştin ya...”
Şimdi, yıllar sonra… o sözün hayaleti geri dönmüştü.
Nancy'nin dudakları bir kez daha kımıldadı. Gözlerinden yaş değil, kana bulanmış bir merak süzülüyordu:
“İşte onu soruyorum Ellie...
Neden olmayınca çok daha korkunç oluyor, demiştin ya…
Bunun nedeni ne?”
Ellie’nin elleri yavaşça Nancy'nin boğazından çekildi. O an boğuşmayı değil, sadece hatırayı duyuyordu.
Derin bir sessizlik oldu. Sonra Ellie, gözlerini karanlığa çevirdi. Yavaşça fısıldadı:
“Çünkü... umut yaşarsa, hayal kırıklığı da ölmez.
Çünkü insan, hayal ettiği şeye asla ulaşamazsa… onu sonsuza dek içinde taşır. Ve o… içten içe çürütür.”
Nancy’nin gözleri bir anlık titredi. Ardından yavaşça dondu.
Patrick yaklaştı, diz çöküp Ellie’nin omzuna dokundu.
“Bitti.”
Ama Ellie sessizce cevapladı:
“Hayır. Hiçbir zaman bitmeyecek. Ama en azından... o bitti.”
Nancy James, son nefesini verirken, geçmişin tüm yüküyle birlikte sonsuzluğa gömüldü. Onun ölümü sadece fiziksel değil, bir dönemin, bir kâbusun son satırıydı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 715 Okunma |
206 Oy |
0 Takip |
90 Bölümlü Kitap |