
Nur’dan…
4 ay önce….
Vücudumda ağır bir yorgunluk, bacaklarım ve gövdemde ekstra karıncalanmalar vardı. Esnemek için yatağın yanına uzanan ellerim boşlukla karşılaşırken gözlerim de aralanmıştı.
Benim aksime sol tarafım bomboştu.
Etrafta gezindi bakışlarım, sonrasındaysa saati görüp beni hızla ayağa kaldırdı. Ve bu şekilde yorgunluğun ve ilişkinin bütün ağrısı kasıklarımda bayram etmeye başladı.
Zaten biz kadınlar olarak her şeyin çilesinin çekmek zorundaydık ya!
Neyse, uzun zaman sonra gecem çok güzel geçmişti bunları düşünüp canımı sıkmayacaktım. Zaten üzüntü bundan sonraki aylarda onun yokluğuyla yeterince canıma okuyacaktı.
Koşar adımlarla banyoya girerken bir yandan da ne zaman gideceğini ve ona nasıl veda edeceğimi düşünüyordum. Çok uzun zamanlı bir tanışma olmasa da, kaderin bizi bir şekilde aynı çembere sokması ve bizim o çemberden bir türlü çıkamayışımız tam olarak bu hale getirmişti bizi.
Çok kuvvetli bir aşk mıydı bilemem ama çok kuvvetli bir çekim olduğu kesindi.
Üzerime siyah kalem bir pantolon ve saten kırmızı gömlek giyerek hafif bir makyajla kendimi hazırladım. Önlüğümü ve telefonumu da alarak odamdan çıktığımda hedefim hastane olsa da bakışlarım her yerde onu arıyordu.
Gitmiş olamazdı değil mi?
Özellikle dün geceden sonra… Benim için olduğu gibi, onun için de bir anlamı vardır değil mi?
Hastanenin geniş kapısından girip gelen acil hastaları ekiple beraber ilk teşhislerini koyarak bölümleri ayarladık. Ameliyat için hazırlanıp en üst kata çıktım.
İlk ameliyatım askerden bir kurşun çıkarmakken, ikinci ve üçüncüsü şarapnel parçaları ile zor zar nefes alan iki hastanın iç kanamasını durdurmaktı.
Hepsini sağlam bir şekilde yoğun bakıma gönderirken yorgun bakışlarla çıktım içeriden. Telefonuma tek bir mesaj gelmemişti ve söylenilene göre belirlenen timler sabahın ilk ışıklarıyla yola çıkmışlardı.
Orada yazamıyor oluşu tabi ki de mümkündü. Ama kalbimin sızısı keşke giderken beni de uyandırsaydı diye fısıldayıp duruyordu.
Eldivenlerimi çöpe atıp odama doğru ilerledim yeniden. Kapıdan içeriye girdiğim gibi beni karşılayan yerle bir eşyalar sanki onun kokusunu hapsetmiş gibi buram buram yayılıyordu etrafa doğru.
Gömleğimi kenara atıp dün yalnız olmadığım yatağa bu defa tek başıma girdim. Yastığım, yorganım… tek gecede onun kokusuna bulanmıştı.
Bu bir terk ediliş miydi yoksa zorunluk muydu bilmiyordum. O askerdi, komutandı. O rastgele bir işi olan, mesai saatleri belli biri değildi. İşi vatanını korumaktı ve evet, bu uğurda canından bile olabilirdi.
Ama ben bunun fikrine alışabilecek kadar güçlü müydüm, orası muammaydı.
Çünkü dışarıdan sert, kabuğunda kendi başına bir kendi ile yaşayan Nur, en çok birine güvenmekten ve birine bel bağlamaktan korkuyordu.
Şimdiyse o Nur, sert kabuğunu bir bakışıyla, bir davranışıyla kıran askere kendi bile fark etmeden güvenmiş ve belini değil, kalbini bağlamıştı.
Bu senaryo onun için korku dolu bir filmin jeneriğiydi.
Ve ben artık korktuğumda kendime sarılmak zorunda kalmaktan çok yorulmuştum.
🍪☕️🍪
1 Ay sonra…
“Semra, şu çantayı getirmen için daha ne kadar beklemem gerekiyor?!”
Sinirim tam manasıyla tepemdeydi. Havanın soğuğuna rağmen benim içimde bir alev varmış gibi yanıyordum ve bu bunaltı beni sinir ediyordu.
Hayır, kendi evimde yapıp yediğim şeyden de zehirlenmediğime göre bu ateşler pek hayra alamet gibi değildi.
“Getirdim hocam.”
Yaraya bastırdığım pamuğu çekip etrafını güzelce temizledim. Dün üç kişinin şehit düştüğü haberi geldiğinden beri kendimi burada bir fazlalık gibi hissediyordum.
Orada olabilseydim kurtarabilirdim fikri ve o askerlerden birinin bile o olabilmesi düşüncesi işin içinden çıkılmaz bir hale büründürüyordu yaşayışımı.
Tek bir haber alamamıştım gittiğinden beri. Kapıma bırakılan sigaralar ve çikolatalar ondandı, biliyordum. Ama madem bunları gönderebiliyordu, iyi olduğuna dair bir mesajı, bir haberi bile gönderemiyor mu düşüncesi beni kendi bencilliğim ile baş başa bırakıyordu.
Tekrardan beliren bulantı ile elimdeki her işi bırakıp koşar adımlarla lavaboya yöneldim. Klozete içimde ne varsa bırakırken eğildiğim yerden zorla kalkıp lavaboda yüzüme soğuk soğuk sular çarptım.
Dünden beri böyleydim. Düşüncelerin çıkmazlığı bitiriyordu beni.
Peçeteyle yüzümü kuruladığım gibi cebimden düşen ped beynimi bulandırmaya ve beni sayısızca düşünceden sadece biri ile karşılaştırmaya yetmişti.
Bulantı, gerginlik, iştahsızlık ve gecikme.
Ben hamile miydim?
🍪☕️🍪
1 Hafta sonra…
Ellerim titriyordu. Kapattığım ve açmaktan korktuğum gözlerimle oturduğum klozetin üstünde öylece bekliyordum.
Şüphelerimin başladığı günün üzerinden bir hafta daha geçmişti ve beni bu fikrimden alıkoyacak bir şeyle bile karşılaşamamıştım.
Burada idrar testi bulamayacağım için yaptırdığım kan tahlilinin sonucu çıkmıştı. Ama benim odama girip bilgisayardan sonuçlara bakacak cesaretim yoktu.
Son iki haftadır hiçbir şey yollamaması ile daha da sıklaşan korkularım hayatta olduğunun haberini almak için gün sayıyordu. Ve ben onun nefes alabildiğini bile bilmeden nasıl onun bir parçasını dünyaya getirecektim?
Ve en önemlisi, ben anne olabilecek kadar güçlü müydüm?
Bana anne olmayan o kadına benzeme korkusu bütün hayatımı ele geçirmemiş gibi ben bir bebeğe, iyi bir anne olabilecek miydim?_
Daha fazla duramadım oturduğum yerde. Lavabodan çıkıp seri hareketlerle bilgisayarımı açıp hazırda bekleyen dosyayı indirdim.
Sadece birkaç saniye içerisinde açıldı sonuçlar. Ve o birkaç saniye beni anne, benden çok uzakta olan onu ise baba yaptı.
“Pozitif.”
Tekrar kontrol ettim, tekrar indirdim ve tekrardan açtım dosyayı. Hepsi aynıydı, hepsinde hamile olduğum yazıyordu. Hepsinde tek kişi olmadığım ve beni o geceye kilitleyen minik biri ile yaşadığımı söylüyordu.
Benim anne olduğumu söylüyordu.
🍪☕️🍪
Günümüz…
“Ben çok acıktım annecim, sende kocaman bir pasta yemek istemez misin? Ama bu defa bulantı yapmadan tamam mı?”
Bir yandan odamın kapısını açıyor bir yandan da bebeğimle konuşuyordum. Çok yorucu bir günden geçmiştik ve ben bugün ilk defa mide bulantısı yaşamadan çalışmıştım.
Kendisi biraz nazlı bir kızdı…
Derin bir nefes aldım. Onu öğrendiğim gün, ekip arkadaşım olan Tuba dört aylık bebeğini gözlerimin önünde düşürmüştü. Onun da eşi timdendi ve yine o gün gelen şehit haberlerinden birinin de onun eşi olduğunu öğrenmişti.
Haftalarca ağlamıştı. Üç canım vardı, tek başıma kaldım diye hepimizin yüreğini dağlamıştı.
Bende onu böyle gördükten sonra vazgeçememiştim bebeğimden. Bir başkası ellerinden kayıp giden canı için kahrolurken ben bencillik yapıp kendi canımı kendi ellerimle öldüremezdim.
Bir sürü kitaplar almıştım onu nasıl yetiştirmem gerektiğiyle alakalı. Tehlikeli olmayan, sınır bölgelerinden uzak birkaç hastaneye iş başvurunda bulunmuş, onun hayatını riske atacak her şeyden soyutlamıştım kendimi.
O benim tutunacak dalımdı.
Çünkü babasından aylardır haber yoktu. Gelen şehit isimlerinde onun adı yoktu ama kimliği tespit edilemeyen birkaç kişi olduğu da söyleniyordu.
Ve benim elimden kızımızla beraber onun için dua etmekten başka bir şey gelmiyordu.
Işığı yakıp önlüğümü ve montumu askılığa astım. Ayakkabılarımı çıkarmak için içeriye yönelecektim ama yapamadım.
Çünkü içeriye attığım adımım beni olduğum yere adeta kilitlemişti.
Yatağımdaydı. Üzerindeki üniformaları ile beraber benim yatağımda, yüz üstü uyuyordu.
“Hayır, kendine gel kızım. Yapma Nur, şimdi olmaz. Kızını düşün.”
Gözlerimi kapatıp sakince çıkardım ayakkabılarımı. İçimdeki çocuksu heyecan arkamı döndüğümde onun bıraktığım yerde olmasının hevesi içindeyken, olmayacak olma ihtimali bütün gücümü çekip alıyordu.
Terliklerimi giydim ve hızla arkama döndüm.
Oradaydı.
Geniş omuzları aldığı her nefeste inip kalkıyor ve kokusu mümkünmüş gibi yine bütün odayı dolduruyordu. Aramızdaki iki adımı hızla kapatıp sıkıca sardım kollarımı sırtına.
Fark etmedi.
İçimdeki sevinç, özlem, mutluluk ve heyecan beni bir duygu seli ile boğarken bir yandan da hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.
“Çok şükür Allah’ım, çok şükür.”
Öylece ne kadar durdum bilmiyorum. Yatağın öbür ucuna geçip yüzüne düşen saçları yavaşça geriye doğru attım. Kaşı yarılmıştı, yanağında ve boynunun görünen tarafında bir sürü yara izi vardı.
Sağ yanağındaki izin üzerine ufak bir öpücük bıraktığım sırada odada yankılanan telefon sesi ile hızla uzaklaştım bedeninden. Bu benim telefonum değildi, iyi de görevdeyken onun telefonu yanında mıydı?
Göğsünün ucundan gözüken telefonu çekip sesini kıstım. Bu onun telefonuydu. İsimsiz bir numara aramıştı ve nasıl uyduysa kilit ekranı açık halde duruyordu.
Bir tane bile bildirim gözükmezken çağrı ekranına girdim. Göreve gittiğinden beri sayısız kişiyle konuşmuştu ve benim attığım her mesajı görmüştü.
Ama verdiği hiçbir cevap yoktu.
Gittiği ilk güne kadar geriledim mesajlarda. Kız kardeşine ve annesine geldiğine dair haberler vermiş, iki üç günde bir iyi olduğuna dair mesajlar atmıştı.
Kalbim burkuluyordu. Madem bu kadar kolaydı haber vermek, bir kelime yazmak bir benim için mi zor gelmişti?
Gırgır şamata mesajlarını gördükçe beni ilk bıraktığı o günkü boş yatak sanki beynimde uğuldar gibi kendi belli etmeye çalışmıştı. Daha fazla ayakta duramadım. Kenardaki koltuğa tutunan bedenim az önce mutluluktan akıtırken yaşlarını, şimdiyse hayatının geç kalmış gerçeği ile burun buruna geldiği için ağlıyordu.
Canı acıdığı için ağlıyordu. Canım yandığı için, canıma okuduğu için ağlıyordum.
Çünkü ben habersiz bırakılacak kadar zor bir göreve giden askerin arkasından beklememiştim.
Ben o gün o yatakta terk edilmiştim.
🍪☕️🍪
AYYY BEN BUNLARI YAZMAYI ÇOK ÖZLEMİŞİM
BU NUR BENİM OĞLUŞUMUN AĞZINA EDECEK DEMEDİ DEMEYİN
NASILDI BÖLÜM? BEĞENDİNİZ Mİ?
OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUUUM 💗
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.8k Okunma |
3.5k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |